Friday, July 27, 2012

Yoksul halkların trajedisini yazdı


Külleri, Paris’in meşhur Montparnasse mezarlığına serpilen Meksikalı yazar Carlos Fuentes Macías, Latin Amerika romanının yaptığı büyük atılımın öncülerinden olmakla kalmamış, yirminci yüzyılın ikinci yarısında roman sanatına damgasını vurmuştu. Biz de çok sevmiştik Fuentes’i

İspanyol dilinin en önemli yazarlarından Carlos Fuentes 83 yaşında öldü... Fuentes, sadece Mekasika'nın, Güney Amerika'nın değil, sömürü çarkları altında ezilen bütün yoksul ülkelerin ve halkların trajedisini yakalamıştı eserlerinde
 

A. ÖMER TÜRKEŞ

Geçen hafta Radikal ’taki yazımda Güney Amerika edebiyatında büyük yazarlar kuşağının başlattığı Büyülü Gerçekçilik akımının sonuna gelindiğinden ve yeni bir yazarlar kuşağın yükselişinden söz etmiştim. Marquez, Austrias, Vasconzelos, Amado, Llosa, Cortázar, Juan Rulfo ile birlikte o kuşağın büyük ustalardan biriydi Fuentes; ve bir dönemin kapandığını doğrularcasına, tam o sırada geldi ölüm haberi.
Külleri, Paris’in meşhur Montparnasse mezarlığına serpilen Meksikalı yazar Carlos Fuentes Macías, Latin Amerika romanının yaptığı büyük atılımın öncülerinden olmakla kalmamış, yirminci yüzyılın ikinci yarısında roman sanatına damgasını vurmuştu. Biz de çok sevmiştik Fuentes’i. Dili, dini, ırkı farklıydı ama yabancımız değildi. Türkçeye çevrilen -’Koca Gringo’, ‘İnez’in Sezgisi’, ‘Diana: Yalnız Avlanan Tanrıça’, ‘Laura Diaz’lı Yıllar’, ‘Cam Sınır’, ‘Doğmamış Kristof’, ‘Kutsal Bölge’, ‘Yanık Sular’, ‘Sefer’, ‘Körlerin Şarkısı’, ‘Deri Değiştirmek’, ‘Artemio Cruz’un Ölümü’, ‘Kartal Koltuğu’, ‘Bütün Mutlu Aileler’- romanları, romanlarında yarattığı karakterleriyle, Artemio Cruz’u, Koca Gringo’su, Diana’sı, henüz doğmamış Kristof’uyla dünyamızı zenginleştirdi. Edebiyatın sınırları aşan, mesafeleri daraltan, toplumları ve kültürleri birleştiren bir etkinlik olduğunu kanıtlamıştı.
Fuentes, 50’li, 60’lı yıllarda sosyalistti. Sanatçı ve entelektüeller çevreleriyle yakınlık kurduğu Avrupa’da 68 Mayıs’ının havasını solumuştu. Ülkesine döndüğünde, Meksika olimpiyatlarından az önce kanlı biçimde bastırılan öğrenci olaylarını protesto edenler arasında ön sıralardaydı. Bu nedenle sürgüne gönderildi. Ancak Güney Amerika siyaseti o kadar kaygandı ki bir yıl sonra yasağı kaldırılacak, siyasi görüşleri eski keskinliğini yitirdiğinde Meksika’nın Paris büyükelçiliğine atanacaktı (1977).
Siyaset sahnesinde sesi daha ılımlı çıkmakla birlikte kalemi eline aldığında eleştirisi keskinliğini koruyordu. Mesela büyükelçiliğe atandığı yıl tamamladığı başyapıtı ‘Terra Nostra’ tam da böyle bir bakışın ürünüdür; eski çağlardan başlayıp 20. yüzyılın sonuna kadar uzanan, bu zaman içinde Meksika tarihini ve devrimini didikleyen, Meksika ’nın kimlik sorununu tartışan bir roman. Fethedilen toprakların bir yazarının, fetihçi ulusun tekmil tarihine, uygarlığına, inanış ve yaşam biçimlerine entelektüel bir başkaldırısı…

Aşktan doğan roman: ‘Diana’
Yazar hayatlarının dedikodu sütünlarını ilgilendiren kısımlarına girmek istemem. Ancak Fuentes hayatının bu kısmını kendi kaleminden edebiyata taşıdığına göre, kısaca değinmekte bir sakınca olmamalı. Otobiyografisinde yazıyor zaten; pek çok aşk yaşamış Fuentes. Ünlü Fransız oyuncu Jeanne Moreau’dan ve Amerikalı film yıldızı Jean Seberg’den etkilenmiş. Öylesine ki bir etkilenme ki, Fransız yazar Romain Gary’nin karısı Jean Seberg ile yaşadığı aşk, yıllar sonra ‘Diana; Yalnız Avlanan Tanrıça’ adlı romanının konusu olacaktır.
Hareketli bir hayat sürdürmesine rağmen ömrünün sonuna kadar öyküler, romanlar, senaryolar, denemeler yazmayı ihmal etmedi. Görkemli edebiyat kariyerinde sayısız ödüle değer görülen Fuentes, Nobel ödülünü kazanamasa bile 24 dünya diline çevrilmiş, milyonlarca okuyucuyla buluşmuş ve bütün dünyanın saygısını kazanmıştı.

Başka bir modernlik
Fuentes’in yazarlığını –kapsamlı incelemesinde- Eva Chavez çok iyi özetlemiş; “ Meksika halkının ruhu hakkında derinlemesine bilgi, burjuvaziye ve sosyal alışkanlıkları açısından yanlışlarla dolu yaşam tarzlarına karşı dizginleyemediği eleştiri, edebi teknikleri ustaca kullanım, yapısal odaklamalar, zamanda atlamalar.”
Gerçekten de Fuentes ve kuşağının en dikkat çekici özellikleri, belki de onları birleştiren duygu dizginlenemeyen öfke ve eleştiridir. ABD ve Meksika arasındaki ilişkileri tarihi boyutuyla ele alırken 20. yüzyıldaki yozlaşmayı da ABD’nin Orta Amerika politikasının sonucu olarak görmüştür. Fuentes’in romanlarıda ülkesindeki yolsuzluklar, adam kayırmalar, güç suistimalleri, ABD’ye bağımlılık, isyanların bastırılması, polis ve asker şiddeti, fail-i meçhuller, darbeler, iktidar hevesi tükenmemiş eski devlet başkanları, birbirinin kuyusunu kazmaya çalışan siyasetçiler, feodal artıklar hiç eksilmezler. Döngüseldir sanki tarih, kara bir kader…
Liberallere, muhafazakarlara, generallere, polis şeflerine, ABD işbirlikçilerine, Meksika’nın kaderini tayin eden herkese yönelen, karşına aldığı herkesi aynılaştıran türden yakıcı öfkesiyle Fuantes, sadece Mekasika’nın, Güney Amerika ’nın değil, sömürü çarkları altında ezilen bütün yoksul ülkelerin ve halkaların trajedisini yakalamıştır.
Yoksulluk, sömürü, baskı ve zulüm anlatıları dünyanın her köşesinde çok sayıda öykü ve romanın konusu oldu. Ancak bunlardan çok azı Güney Amerikalı yazarlar kuşağının başarısına ulaşabildi. Bunun nedeni söz konusu acıların edebiyata yansıtılma biçimiyle ilgilidir. Büyülü Gerçekçilik parantezi altında toplanan bu edebiyat gerçeklikle düşselliği, eskiyle yeniyi, yazılı kültürle sözlü hikayeleri, gündelik dille söylencelerin dilini bir araya getirir. Ama bu öylesine bir tercih değilir; Carlos Fuentes’e göre eserlerinin okuyucuya büyülü gelmesinin nedeni, Latin Amerika ’daki hayatın zenginliğinden, gerçekliğin kendisinin büyülü olmasındandır…
Tarihin unuttuğunu gerçek kılmak, tarihin neler olmadığını göstermek için Fuentes’in bütün eserlerinin konusu zaman ve tarihtir. Yazılmayanları bulup çıkarmak için düşünde görür tarihi. Kanla bastırılmış isyanları, yağmalanmış toprakları, yok edilmiş kültürleri, katledilmiş yerlileri, yani tarihin hayaletlerini görür düşlerinde. Kuşaktan kuşağa, söylenceden söylenceye geçen varlıklarıyla tarihi yapanlar onlardır. İşte bu düşsellik hali, romanların doğrusal zaman akışını kırarken gerçek zaman algısını parçalar. Yazara anlatım özgürlüğü sağlayan, zamanı kendi zaman algısına uydurmasıdır. Ama bu tarihin ilgası anlamına gelmez; başka bir sürekliliğin, hatırlama anlarında parıldayan bir tarihin peşindedir Fuentes.
Bir kez özgürleştikten sonra tarih içinde seyahat başlar. Mitoloji ve efsanelerden beslenen yapıtlarında geçmiş ve şimdi içiçedir. Tinsel dünya ile nesneler dünyasındaki gerilimi bu karşıtlıklar sağlar. “Hayatın ayrıştırdığı, kaybolduğunu sandığımız, birbirini duyamaz, göremez diye düşündüğümüz her şeyi birleştirir”; aşklar ve ölümler zaman ve mekanda - zengin imgeler, metaforlar ve şiirsel bir dille- yoğunlaşır. Allegorik ve imge yüklü romanların yazarıdır.
Fuentes, melez bir anlatım tekniği geliştirmişti. Klasik anlatı geleneği kadar iç monolog ve bilinçakışının da ustasıdır. Bir roman içinde pek çok bakış açısını bir araya getirir. Bazen birinci tekil şahıs anlatır başından geçenleri, bazen bilnmeyen bir anlatıcıya verir sözü. Bu çeşitlenme toman tekniğine hakimiyetini sergilemek isteyen gösterişçi bir tavır değil. Fuentes kişilere, karakterlere, olaylara daha iyi nüfuz edebilmek, romanı daha demokratik kılabilmek ve gerçekliğin farklı yüzlerini ortaya çıkarmak için her zaman arayış içindedir... Dili de melezdir Fuentes’in. Farklı anlatım tekniklerini, farklı uygarlıkların söylenceleriyle birleştirirken yerli dillerindeki isimleri, deyişleri ve kavramları da kullanır. Bu yerli kültürüne duyduğu saygının bir göstergesidir. Anlatının gövdesini çağdaş bir dille kurar, ama Meksikalı yerliler sahneye kendi dilleriyle çıkacak, bölgesel hatta unutulmuş dilleriyle konuşacaktır.
Fuentes’i Fuentes yapan ne tek başına tarih ve zaman algısıdır ne de teknik becerileri. Önemli olan hikayesini, dünya görüşünü, dilini ve tekniğini kaynaştırmış bir yazar olması. Düşler arasında gerçekliği kaybetmemesi, bireysel ve toplumsal trajedileri gözden kaçırmaması. Ve yaratıcılığını kışkırtan öfkesi. Meksika ’ya duyduğu nefret ve sevgi gerilimi arasında titreşen bir öfke. Dille durmadan oynarken, diğer postmodern romancıların tersine, sadece haz ve keyif değil; aynı zamanda bir şiddet, bir elektirik de ileten saplantılı oyunculluğu…
Ülkesi Meksika kadar Latin Amerika ’nın siyasi ve toplumsal tarihine de ilgi duyan, bu tarih üzerine yoğunlaşan, romanlarının merkezine her zaman Meksika’yı ve bir kimlik arayışını yerleştiren Fuentes belki de bir dönemi kapatarak ayrıldı aramızdan. Sanıyorum gözü arkada kalmamıştır. Genç Güney Amerika kuşağı, tıpkı Fuentes’lerin kuşağı gibi, geleneği yeni bir bakışla zenginleştiriyor. Tarih devam ediyor. Tıpkı Fuentes’in söylediği gibi; “Son sözümüzü söylemediğimiz sürece tarihin sonu nasıl gelebilir?”

Renkli bir hayat
Carlos Fuentes Macías, 11 Kasım 1928 Panamá’da dünyaya geldi. Babasının dış ilişkiler görevlisi olması nedeniyle çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını Güney Amerika ülkelerinde geçirdi ve iyi bir eğitim aldı. BM Uluslararası Hukuk Komisyonu nezdindeki Meksika heyetinde kâtip olarak çalıştı. 1953 yılında Meksika ’ya döndüğünde uzun süredir üzerinde çalıştığı ilk öykü kitabı ‘Maskeli Günler’i yayımladı. Bu kitabını ilk romanı ‘Saydam Bölge’ takip etti. Bu yıllada Meksika ile Avrupa başkentleri arasında gidip gelen bir hayat sürdürmesi Fuentes’in edebiyat kültürüne olumlu katkılar yapmış ve melez bir anlatım tekniği geliştirmesini kolaylaştırmıştır. ‘Artemio Cruz’un Ölümü’ Fuentes’in anlatım tekniğindeki ustalığını sergilediği en önemli romanlarından birisidir.

***

Acıyı bilmek gücümüzü kırar, bizim düşüncemizi sarmayan, bizim farkımıza bile varmayan acının farkında olduğumuz anda onun kurbanı oluruz." (s.68)

"İnsan tablolarda doğaya ya da başkalarının yüzlerine sahip olabilir." (s.154)

"Yaşamınla yazgının aynı olduğu bugün anı, doyuma ulaşmış istek demektir." (s.230)

"Zenginliklere sahip oldu mu her şeye sahip olduğunu sanan insanın anısı ne acıdır." (s.272)

"Gerçek güç her zaman başkaldırıdan doğar." (s.297)

"Devrim adına yağmacılık, devrimin yararına çalışmak bahanesiyle kendini sivriltmeyi haklı gösterecek bir şan ve şeref kalkanı." (s.306)

"Yaşamının, aynı anda hem önünde koşturacağı hem arkanda düşüp öleceği ve zamanın kendi kendini yuttuğu bir ölüm dansı bu." (s.344)

Carlos Fuentes - Artemio Cruz'un Ölümü (Can Yayınları)