29 Haziran 2012 at 12:58:47 /
Yönetmen Özgür Fındık’ın “Kara Vagon-38 Dêrsim Sürgünleri” adlı belgeseli kitaplaştırıldı.
Fam Yayınları tarafından “Kara Vagon-Dêrsim-Kırım ve Sürgün” adıyla
basılan kitapta, Dêrsim Soykırımı sürgünlerinin yaşamları, soykırıma
katılan askerlerin anlatımları yer alıyor. Kitapta ayrıca o döneme ait
devlet yazışmaları, fotoğraflar ve değiştirilen köy isimleri de var.
4. Umum Müfettişliği’nde askeri istihbarat toplamak üzere 7 yıl görev
yapan emekli emniyet amiri Mehmet Ali Doğaner’in anlatımları da, “Kara
Vagon” adlı kitapta yer alıyor. Doğaner, soykırımda büyük rol alan
Abdullah Alpdoğan’ın istihbarat subayı Ragıp Gümüşpala’nın emrinde
çalışır. Soykırımı anlatan Doğaner, “Kadın, çoluk çocuk ölmüştür. Öyle
öldürme de değil, kurşuna dizdiler. Yalan söyleyecek halimiz yok.
Miktarını veremem” diyor.
Atatürk ‘bu gece bitirin’ dedi
Doğaner, Seyid Rıza ve arkadaşlarının idamını da şu sözlerle anlatıyor:
“Şimdi onlar yakalandı. Askeri mahkeme devam ederken Atatürk Elazığ’a
gelecek. Malatya’da Abdullah Paşa kendisini karşılayınca Atatürk
rahmetli, paşya ‘suçlular ne oldu?’ diye sormuş. ‘Bitmedi paşam’ demiş.
Bitmedi diyince trende emir vermiş, ‘bu gece bitirin ben bugün Elazığ’a
gelmeyeceğim, Diyarbakır’a geçeceğim bu gece mahkemeyi bitirin.’ Bunun
üzerine bitirdiler. Yedisinin cenazesi nerde belli değil kimse bilmez.
Yaktıkları yalan. Cenazelerin yeri belli olsa bir şey olmaz ama türbe
olur.”
‘Irmak kıpkırmızı aktı’
Kara Vagon kitabında, o dönemde Dêrsim’de askerlik yapanlar da
konuşuyor. Bu askerlerden biri olan Haydar Dede, “Adamları vurduk,
vurdular. Şimdi şöyle kol kola taktılar. Şöyle kol kola taktılar beş
yüz, alt yüz kişiyi ağır makineli tüfeklerle şöyle öldürdüler. Harçik
ırmağına koydular, ırmak kıpkırmızı aktı” şeklinde anlatıyor soykırımı.
Bir diğer asker ise Eskeri Akyol. Dêrsim olaylarının yaşandığı dönem 2.
Tabur 9. Bölük’te askerlik yapan 101 yaşındaki Eskeri Akyol,
yaşanılanları vahşet olarak nitelendiriyor. Akyol ise soykırımı şu
sözlerle anlatıyor: “Gittikten sonra bizi Ali Boğazı’na verdiler.
Gittiğimizde askerler evleri yakıyordu. Bombaları atmak zorundaydık
mağaralara. Sonra gidip baktığımızda öyle çoğu yaşlı benim gibi. Getirip
üst üste yığıyordu askerler ve üzerlerine gazyağı döküp ateşliyorlardı…
Öyle canlı canlı…“
Kaynak : Yeni Özgür Politika
Friday, July 12, 2013
Tuesday, July 9, 2013
Akıl Hastası ve Sanatçı*
Süleyman Velioğlu
Genellikle sade
insanlar, sanatçıyı, ya kendilerinden ayrı, gizemli yarı tanrısal bir varlık
sayarlar ya da toplumsal kuralların dışında yaşayan, garip, acaip, yarı deli
bir kişi sanırlar.
Sanatçının yarı
tanrısal bir varlık sayılması, yaratıcının hekim, hakim ve sihirbaz olduğu
Şamanizm dönemlerinin bir kalıntısı olarak yorumlanabilir. Ve de, esin’in
tanrısal Bir şey olduğu inancının geçerli olduğu, yaratmanın esin’e bağlı bir
çaba olarak düşünüldüğü romantik çağdan süregelen görüşlere bağlanabilir.
Sanatçının yarı
deli sanilması ise, onun dünya görüşündeki özgünlüklerden ve yaratma süreci ile
ilgili psikodinamik nedenlerden doğar.
Bazı sanatçılar,
geçerli olan toplumsal ve kültürel değerleri geliştirmek, bazıları da,
değiştirmek çabası içindedirler. Bu sonuncular, geçerli olan değerlere aykırı
gelen atılımlarından ve davranışlarından ötürü garipsenir, yadırganırlar.
Psikodinamik
nedenlere gelince, diyebiliriz ki, sanatçıyı olumsuz olarak değerlendirmede
sade insanlara hak verdirecek gibi gözüken etkenler yaratma süreci içinde yer
alan «yaratıcı ego gerilemesi» ile ilintilidir.
Yaratıcı,
yaratma sırasında fantezilerden esinlenebilmek amacıyla «primer süreç»lerden
çokça yararlanır. İkinci bölümde de açıkladığımız gibi, «primer süreç» id’in
tipik fonksiyon tarzıdır. «Primer süreç»ler, içtepilere, içgüdülere, ya da
isteklere bağlıdırlar ve haz ilkesine göre yöneltilirler. Bunlar, gerçeklik
ilkesine bağlı değildirler, bu nedenle de, yer ve zaman kategorilerine bağlı
olmayan, mantık dışı, düş ve fantezilerde görülen, kendi içinde çelişkili
ürünleri mümkün kılar. «Primer süreç»in belli başlı niteliği olarak
«hallüsinasyonlu istek ve dileklerin doyumu» kabul edilir. Ego’nun tipik fonksiyon tarzı
olan «sekonder süreç»ler ise, gerçeklik ilkesine bağlı, mantıksal bir düşünce,
denetimli ve planlı bir davranışla karakterizedirler. Normal psişik durumlarda,
hayal kurma ve özellikle yaratma sırasında, güçlü aşağı kategori kaynaklarından
güç almak, fantezilerden yararlanmak ve özgünlük uğruna «primer süreç»leri
etkisi altına alan «sekonder süreç»ler bir süre için askıya alınabilirler. Bu
psişik durum bir «yaratıcı ego gerilemesi»dir. Bu durumdaki «primer süreç»lere
ait oluşumlar, belirli bir dereceye kadar, ego tarafından hoşgörü ile
yöneltilebilirler. Yaratma sürecinin bu ara süreci- içindeyken yaratıcı, «sakın
dairelerimi bozma!..» diyebilir, düşünce ve davranışları yönünden- sade
insanlarca yadırganabilir ve, onun psikopat, sosyopat, ya da psikotik olduğu sanılabilir.
Ne var ki, yaratıcı kişi, iyi integre edilmiş ego’suyla, hiç tehlikesizce bir
«yaratıcı ego gerilemesi» ile uğraşabilir. Çünkü onun, psikotiklerde götüldüğü
gibi gerilemeye yenik düşmüş, gerilemenin kurbanı ve «primer süreç»lerin malı
olmuş zayıf bir ego değil, gerçeklerden kopmamış bir ego’su, bir mantıksal
düşünce ve denetimli, planlı bir davranış biçimi vardır.
Yaratıcı kişi,
sanatçı, sade insanların sandığı gibi, ne tanrısal bir varlıktır ne de
psikotik. Onu sade insandan ayıran özellik, nitel değil, yalnız niceldir.
Fakat,
yaratıcılar, sanatçılar arasında da psikoza yakalanmış olanlar vardır; yalnız,
sayıları sanıldığından çok azdır. Konumuzla ilgisinden ötürü, plastik sanatlar
alanından verdiğimiz, psikotik, ya da psikotik olduğu tartışılabilen ünlü
sanatçı adlarından bazıları şunlardır: H. Bosch, B.Michelangelo, T. D. El
Greco, F. Goya, W. Blake, R. Dadd, E. Munch, C. F. Hill, J. Ensor, H. T.
Lautrec, V. Van Gogh...
Değil sade
insanlar, sanat tarihçileri bile, psikotik sanatçıları mitleştirme
eğilimindedirler. Psikoz gösteren sanatçıyı trajedi kahramanı gibi algılarlar.
Kişiliğinin bir boyutunda imrenilen, sanatta çığır açmış bir kişi olmak; bir
başka boyutunda acınan; hakkında, «... şu kulağını kesen garip adam …» denilen
bir kişi olmak. Bu garip sentez sade insanlara çekici gelir...
·
Akıl
Hastası ve Sanatçı – Süleyman Velioğlu, Yaşam Yayınları, 1978, Sayfa 71-74
Monday, July 8, 2013
Yeter Tenimi Acıtmayın
2004 yılında
ensest konusunu cesurca ele aldığı için yasaklanan ve daha sonra serbest
bırakılan bu roman Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından 2004 ‘Düşünce ve İfade
Özgürlüğü Ödülü’nünü almıştır
Özlem Yurtçu
Sabah
Uyum yasalarını
kim takıyor ki!
Kadına ve çocuğa
yönelik cinsel tacizi anlattığı "Yeter Tenimi Acıtmayın" adlı kitabı
yasaklanan Meltem Arıkan soruyor: Hani,
AB uyum yasalarına aykırı
davrananların tepesine binilecekti?
MÜCADELE EDECEĞİM
Avrupa Birliği'ne
girmek için virajları aşmaya çalışan Türkiye'de, çıkarılan uyum yasalarına
rağmen hâlâ kitap yasaklanıyor. Son romanı 'Yeter Tenimi Acıtmayın'da,
kadınlara yönelik cinsel tacizi ve çocukları hedef alan ensest ilişkileri kaleme
alan Meltem Arıkan, gerekirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne kadar
gideceğini söylüyor. Arıkan, "Kitaptaki her satırın arkasındayım"
diyor.
OKURLARI
DESTEKLİYOR
Başbakan
Erdoğan'ın bir konuşmasında, 'AB uyum yasalarına aykırı hareket eden bürokratların
tepesine binerim' dediğini hatırlatan Arıkan, "AB uyum çalışmalarına
ilişkin 4963 sayılı kanunun 3. maddesi gereği, edebiyat eserleri toplatılamaz!
Başbakan buyursun cezalandırsın" diye konuşuyor. Yazar, toplatılma
kararından bu yana, okuyucularından yüzlerce destek mesajı aldığını söylüyor.
Kitabıma
dokunmayın!
AB'ye girmeye
çalışan Türkiye'de, uyum yasalarına rağmen hâlâ kitap yasaklanıyor. Son romanı
'Yeter Tenimi Acıtmayın'da, cinsel tacizi ve ensesti ele alan Meltem Arıkan,
toplatma kararı alınan kitabı için mücadele ediyor.
O bir yazar.
Hemcinslerinin yaşadığı varoluş mücadelesini kalemine taşıyıp, oradan da
binlerce okuyucusuyla buluşturan bir kadın yazar. Ancak kaleme aldığı son
romanı 'Yeter Tenimi Acıtmayın' yüzünden Başbakanlık Küçükleri Muzır
Neşriyattan Koruma Kurulu ile mahkemelik oldu. Meltem Arıkan, 8 Mart Dünya
Kadınlar Günü'nün de yaklaştığı şu günlerde, kadınları derinden sarsan
sorunları 'hayal kahramanlar üzerinden' cesurca anlattığı romanının
toplatılmasına karşı hukuk mücadelesi veriyor. Geçtiğimiz aylarda Everest
Yayınları'ndan çıkan ve iki hafta önce, üçüncü baskısına hazırlanırken
toplatılmasına karar verilen 'Yeter Tenimi Acıtmayın', sözünden bile sakınılan
aile içi cinsel tacize maruz kalan çocukları, tacize, tecavüze uğrayan
kadınları anlatıyor. 1989'dan beri pek çok dergide öykü ve denemeleri
yayınlanan 35 yaşındaki genç yazar, toplatılma kararı alınan kitabındaki her
satırın arkasında duruyor ve "Bu romandaki kahramanlar hayali olsa da
orada anlatılan her olay, onları bire bir yaşayanlar tarafından bana aktarıldı.
Kim ne derse desin, toplumsal bir yaradır bu" diyor. Her sayfasında
'korkutulan' kadınların kız çocuklarının gizli yaralarını deşen kitabı için
mücadele veren Arıkan, aslında o kadınların sesi olabilmek için çırpındığını
söylüyor. Avrupa Birliği'ne girme çabası içinde olan Türkiye'de hâlâ kitap
yasaklandığına dikkat çeken Arıkan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a da konuyla
ilgili mail atacağını belirtiyor. Aralarında edebiyatçı bulunmayan 11 kişilik
bilirkişi kurulunun, 'kitapta yer alan yazıların halkın ar ve haya duygularını
incittiği, cinsi arzuları tahrik ve istismar eder nitelikte genel ahlaka aykırı
olduğu' gerekçesiyle toplatma kararı almasına öfkelenen ve "Çok yorgun ve
üzgünüm" diyen Arıkan sözlerini şöyle sürdürüyor: "Benim de dokuz
yaşında bir oğlum var. Ama o benim kitabımı okumadı. Çünkü büyüklere yazılmış
bir roman bu. Çocuklarımızın cinsel tacizden korunması için uğraşmak ve bunu,
yetişkinlere edebi bir kurgu içerisinde anlatmaya çalışmanın neresi halkın ar
ve haya duygularını incitiyor? Bu konuyu seçtim, çünkü bu tür olayların gün
ışığına çıkmasını, konuşulabilir, tartışılabilir ve çözüm üretilebilir hale
gelmesini istiyorum"
KÜÇÜKLERE
YAZILMADI
İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talimatıyla harekete geçen kurulun aldığı karara,
mahkeme yoluyla itiraz eden
Everest Yayınları'nın bu itirazı ise mahkeme tarafından reddedilmiş durumda.
Meltem Arıkan karşı mahkeme açarak mücadelesini sürdüreceğini, gerekirse Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi'ne kadar gideceğini söylüyor. İlk üç romanında da
kadınlara dair pek çok soruna dokunan, roman kurgusu ile kadının varoluş
yolculuğunu ele alan Arıkan, "Büyüklere yazılmış bir romandan küçükleri
korumaya çalışan bir hukuksuzluktur bu. Kaldı ki, AB uyum çalışmalarına ilişkin
4963 sayılı kanunun 3. maddesi ile 765 sayılı TCK'nın 426. maddesine eklenen
fıkra gereği, edebiyat eserleri toplatılamaz! Başbakan Erdoğan bir
konuşmasında, 'AB uyum yasalarına aykırı hareket eden bürokratların tepesine binerim' dedi.
Buyursun cezalandırsın" diye konuşuyor. Taciz edilen çocukların,
kadınların anlatıldığı romanının 'toplumsal tahrik unsuru' olarak görülmesine
bir anlam veremeyen genç yazar, "Kurul üyeleri, feminizmin aile yapılarını
parçalamayı hedef aldığını öne sürüyor. Bu değerlendirme çağ dışı. Kurul öyle
olmadığını iddia etse de, ülkemizde ensest sorunu var, kadınlara, kız çocuklara
taciz ve tecavüz var. Bunlar tartışılmaya açılmak zorunda. Bilimsel
araştırmalar gösteriyor ki, bir kadının geçirdiği travma, üç kuşak sonrasını
dahi etkiliyor. Türkiye'de ise kanunlar, 'kadının, tecavüz eden kişiyle evlendirilmesi' zihniyetinden
çıkıyor. Korkutuluyoruz. Bu toplatma kararı da, korkutmaktan başka bir şey
değil" diyor. AB Genel Sekreterliği'nde hukuk müşaviri olarak çalışan
eşinin kendisine çok destek olduğunu belirten Arıkan, AB'de çocuklara yönelik
taciz ve ensest sorununun üzerine giden çalışmalara daha çok destek verildiğine
de dikkat çekiyor.
YASAKLA AB'YE
GİRİLMEZ
Kurulun kararında
yer alan "... kitapta toplumumuzda yaygın olmayan, nefret ve infialle
karşılanan gayri ahlaki ensest ilişkiler, kurmaca birtakım olaylar ve Türkçe
isimleri olan hayali kahramanlarla bir mizansen içinde, sanki Türk aile
yapısını sarmalamış olağan ilişkiler şeklinde genelleştirerek okuyucuya
sunulmaktadır. Bu tür aykırı ilişkilerin ayrıntıları ile anlatılması, halkın ar
ve haya duygularını rencide edeceği muhakkaktır" ifadesine de öfkelenen
Arıkan, "Yasaklarla AB'ye girilmez" diyor.
"Türkiye'de
'kitap fobisi' sürüyor"
Meltem Arıkan'ın
kitabının toplatılmasına Pen Yazarları Derneği de yaptığı basın açıklamasıyla
tepki gösterdi. Pen Yazarlar Derneği Hapisteki Yazarlar Komitesi tarafından
yapılan açıklamada, Türkiye'de kitap fobisinin devam ettiğine dikkat çekildi ve
"Kitapları, kitapçı raflarında, kütüphanelerde, okurların elinde görmek
gerekirken, hâlâ sanık sandalyesinde görüyoruz. Üst üste çıkarılan yedi tane
uyum paketinin hepsinin de içi boş" ifadesine yer verildi. Ayrıca, kitabın
yargılanmasının dahi tartışılması gereken bir durum iken, toplatma kararı verilip,
okurdan kitabı geri almanın 'kitap korkusundan başka bir şey olmadığı'
kaydedildi.
Okurları onu
destekliyor
Yazar Meltem
Arıkan, "Bırakın büyük şehirleri, Anadolu'da adliyelerde açılan ensest
davaları kaç tane, ona bir baksınlar. Türkiye'nin bu gerçeğine kimse dokunsun
istemiyorlar. Kaldı ki, kitap sadece ensest üzerine kurgulanmış da değil"
diyor. Toplatılma kararından bu yana, okuyucularından yüzlerce destek maili
aldığını belirten yazar, AB'nin kapısına dayanan Türkiye'de hâlâ kalemlerin
yasaklanmasına tepki gösteriyor.
Özet
Meltem Arıkan
önceki kitaplarında rastladığımız soruları, üstelik yeni sorular da ekleyerek,
bu kez bedenin özgül tarihinin ayrıntılarında yeniden soruyor. Ancak yanıt
konusunda ödünsüz davranmayı yeğ tutarak, yalnız yanıt almayı hak etmiş
sorulara, romandaki karakterlerin kurgusal gerçeği içinde yanıt veriyor.
Bir de
bakıyorsunuz kurgusal anlatının soruları ve yanıtları, gerçekte tanık olduğumuz
ve hatta birebir yaşadıklarımızın ‘ta kendisi!’ Meltem Arıkan, anlattığı
insanları edebiyatın olanaklarını yaratıcı biçimde kullanarak bilindik kılıyor.
Kadınlara
ağırlıklanmış kadın öyküsü değil anlattığı; Junguen bakışla kadındaki erkeğe
ayna tutarken aynanın içinden erkekteki kadına dair çok net fotoğrafların
yansımasına katkıda bulunuyor.
Feminist yazar
Meltem Arıkan‘ın 7 yıl önce mahkeme kararıyla toplatılan ve daha sonra yine
mahkeme kararıyla toplatma kararı kaldırılan ‘Yeter Tenimi Acıtmayın’ kitabı
yeniden raflardaki yerini aldı. ‘Düşünce ve Özgür İfade Ödülü’ne layık görülen
kitap, bu günlerde gündemden düşmeyen kadına yönelik şiddeti konu alıyor.
Kitabı, Arkadaş Yayın Evi tarafından okuyucuya sunuldu. (…)
Arıkan kimdir?
Yazar Meltem
Arıkan, 7 Ocak 1968′de Ankara’da doğdu. 1992-1995 yılları arasında çeşitli
edebiyat dergilerinde öyküleri ve denemeleri yayınlandı. 2002′de yayınlanan
‘Kadın Bedenini Soyarsa’ adlı romanıyla Talebe Dergisi ve Niğde
Üniversitesi’nin oylarıyla 2004 yılının en iyi yazarı ödülünü aldı. ‘Zaten
Yoksunuz’ romanı 2005 yılı Mayıs ayında yine Everest Yayınları tarafından
yayınlandı. Yazarın 7 romanı ve 1 araştırma kitabı var. Şu anda 8. romanı
‘Erospa’yı yazıyor. Ayrıca, çeşitli süreli yayınlarda makaleleri ve ‘Kazete’de
köşe yazıları yayınlıyor.
Synopsis
This is the story
of four courageous women, Sude, Ada,
Derin and Çakil, who have succeeded in existing by undressing their bodies,
facing their fears and traumas. The protagonists now desire to reach new women
to help them start their own existential inner journey. They gather in an
ancient house located on the Aegean lands that has been a cradle for many
civilizations in history.
By aiming to
disturb the reader, Arikan claims that we all have gone through sexual traumas
which encode us from childhood and onwards. She emphasises that “It’s our fears
that raise us, not our parents.” These traumas shape our behaviours and we can
only analyse ourselves if we face the reason of our actions. Arikan strongly
underlines the fact that there are so many harassment, rape and incest cases
which are being covered and stay hidden, and these have to be discussed frankly
Sunday, July 7, 2013
Aşkın Hüzünlü Kentleri
"Aşkın Hüzünlü Kentleri", Ümit Otan'ın Ege
antik kentlerinden Yunan adalarına, İtalya'dan İspanya'ya, Ortaçağ
kentleri Segovia’dan Siena’ya, Mozart’ın kenti Salzburg’dan Nazım’ın
Moskova’sına kadar olan yolculuklarını edebi bir anlatı üslubuyla
aktaran bir gezi kitabı.
İstanbul-
"Aşkın Hüzünlü Kentleri", okura, gidilip görülen yerlerin edebiyata
nasıl dahil edilebileceğini de gösteren, nitelikli bir örnek.
Agora Kitaplığı'dan çıkan kitabın arka kapağında şöyle diyor Ümit Otan:
"İşte Şolohov, Bulgakov, Gogol, Potemkin Zırhlısı'nın, Korkunç İvan'ın ünlü yönetmeni Sergey Ayzenştayn. Sanatıyla, kültürüyle ülkesine katkıda bulunmuş tüm insanlar orada. Bir de bizden biri. Mezar taşındaki tanımıyla büyük Türk şairi Nazım Hikmet. Geniş yolda ilerliyorsunuz. Sola dönen ikinci yola kıvrıldığınızda tam karşı köşede Nazım yatıyor. Memleketinde bir köy mezarlığı istiyordu, olmadı. Bizden önce de birileri gelmiş. Mezarda yeni konulmuş güller ve karanfiller var. Bizim Türkiye'den getirdiğimiz karanfiller kurumak üzere. Ama bizim karanfillerimiz Nazım'ın yıllarca hasretini çektiği kendi ülkesinden. Yağmur çiseliyor. Nazım'a usulca dokunuyoruz, ellerimiz yanıyor..."
Agora Kitaplığı'dan çıkan kitabın arka kapağında şöyle diyor Ümit Otan:
"İşte Şolohov, Bulgakov, Gogol, Potemkin Zırhlısı'nın, Korkunç İvan'ın ünlü yönetmeni Sergey Ayzenştayn. Sanatıyla, kültürüyle ülkesine katkıda bulunmuş tüm insanlar orada. Bir de bizden biri. Mezar taşındaki tanımıyla büyük Türk şairi Nazım Hikmet. Geniş yolda ilerliyorsunuz. Sola dönen ikinci yola kıvrıldığınızda tam karşı köşede Nazım yatıyor. Memleketinde bir köy mezarlığı istiyordu, olmadı. Bizden önce de birileri gelmiş. Mezarda yeni konulmuş güller ve karanfiller var. Bizim Türkiye'den getirdiğimiz karanfiller kurumak üzere. Ama bizim karanfillerimiz Nazım'ın yıllarca hasretini çektiği kendi ülkesinden. Yağmur çiseliyor. Nazım'a usulca dokunuyoruz, ellerimiz yanıyor..."
Subscribe to:
Posts (Atom)