Friday, September 14, 2012

“Ben” Nesli!


Kaknüs Yayınları 2009’da öyle bir kitap yayınladı ki, bugün bile sindirmesi biraz zor.
Amerikalı psikolog ve aynı zamanda San Diego State Üniversitesi’nin psikoloji bölümünde doçent unvanıyla öğretim görevlisi olarak çalışan Jean Twenge, 1.3 milyon kişiyi kapsayan devasa istatistik çalışmalarını referans alarak ulaştığı sonuçları “Ben Nesli” adlı kitapta toplamış. Alanında en geniş çaplı çalışma olarak pisaya çıkan kitabın Türkçe çevirsini Esra Öztürk yapmış.
Bugünün Gençleri Niçin Bu Kadar Özgüvenli ve İddialı Fakat Bir O Kadar da Depresif ve Kaygılı alt başlığıyla sunulan kitabın tanıtım yazısından birkaç cümle okuyalım:
“Bugün 18 ile 35 yaşında olan yeni nesli mercek altına yatıran bu çalışma, Twenge’nin 14 yıl süren araştırmalarına dayanıyor. Özgüvenin başarıdan çok daha önemli olduğu prensibine göre yetiştirilen bu gençler, kendilerini her şeyin üzerinde konumlandırmaya şartlandırılmış. Her hayalin gerçekleşebileceğine yürekten inanıyorlar. Fakat aynı zamanda hayatın acı gerçeklerine henüz hazır değiller. Son 40 – 50 yılda 14 – 16 yaş ergenlerde ve lise öğrencilerinde Ben Değerliyim düşüncesindeki artış %86. Kaygı artış oranı ise %85. İntiharlar ise ikiye katlanmış durumda.”
Türkiye Benötesi Psikoloji Deneği Başkanı Psikiyatr Dr. N. Mustafa Merter’in sunuş yazısıyla açılan kitapta sadece istatistiki bilgilere yer verilmiyor, Türkiye’deki Ben Nesli’ne küçük çapta ışık tutuluyor ve bolca yer verilen yorum kısımlarında insan kendi ülkesini düşünmeden edemiyor.
2008 yılının Temmuz ayından beri aktif bir şekilde fahri Rehber Danışmanlık yaptığımdan mıdır bilemiyorum ama bu kitabın içeriği insanı derin düşüncelere sevkediyor. Sadece iki yılda toplamda 1000’e yakın öğrenci görüşmesi yaptım ve bunların neredeyse yarısı “ailelerine isyan eden, onlarla yaşamak istemeyen, ayrı bir eve çıkmak isteyen” 13 – 17 yaş arası öğrencilerden oluşuyordu. Onların ailelerinin yanıma gelip de konuşmak istedikleri, içinden çıkamadıkları konu ise: “Bu çocuk böyle değildi!”
Evet bütün aileler haklıydı, çocuklar böyle değildi. Ne oldu da çocuklar birden bire (!) bu hale gelebildi? Bu noktada hemen kitaptan bir alıntı yapalım: “Araştırmalara göre, doğduğunuz dönem karakterinizi, içinde yetiştiğiniz aileden daha çok etkiliyor. Ya da bu fikri öngörmüş bir atasözünün de dediği gibi: İnsan, içinde yaşadığı çağa, babasına benzediğinden daha çok benzer.”
Ben Nesli üyeleri onaylanmaya ihtiyaç duymayan, toplumsal kuralların çöküşünü hızlandıran bir gruptur. Neyle mutlu oluyorsan onu yap ve başkalarının ne düşüneceğini umursama. Önceki nesillerin kültürel değerlerinden oldukça farklı olan bu düşünce tarzı, Ben Nesli’nin sorgulamadan kabul ettiği bir yaşam felsefesi. “Kendime inandığım sürece, diğerlerinin ne düşündüğü umurumda değil” diyor 21 yaşındaki Rachel. (Sayfa:34)
Tek Kişilik Ordu: BEN!
Kitabın bu bölümünde Amerika’nın 2001 yılında kullandığı slogan başlık olarak atılmış: Tek Kişilik Ordu! Ben Nesli’nin gerçekçi tavırları bireyselliğin soyutluğunu içeren, ancak bunu çok yalın bir biçimde kullanan günlük dilimizde de kendini gösterdiği söylenmiş. Bireysellik dilini artık özümseyip ana dilimiz gibi konuştuğumuza örnekler verilmiş:
-Toplum içinde nasıl davransam diye mi endişeleniyorsun? “Sadece kendiniz olun”
- Alkolik, uyuşturucu bağımlısı ya da katil olmanızın iyi tarafı nedir? “Kendimle ilgili çok şey öğrendim”
- İşteki veriminiz yetersiz mi? “Kendinize inanın”
- Yeni bir çift ayakkabı mı alsanız yoksa burnunuzu mu deldirseniz? “Elbette ki, kendinizi ifade edin”
- Neden tatmin olmadığınız ilişkinizi bitirmeli, sıkıcı işinizden istifa etmeli ve de kayınvalidenize ağzının payını vermelisiniz? “Çünkü kendinize saygı duymak zorundasınız”
- Fikrinizi söylemeli misiniz? “Evet, Kendinizi savunmalısınız”
Kitap; “İstediğiniz Her Şey Olabilirsiniz”, “Endişe Çağı”, “Denemenin Faydası Yok İnancı”, “Cinsellik”, “Eşitlik Devrimi”, “İş Dünyasının Geleceği ve Gençlerin Geleceği” bölümleriyle devam ediyor. İlgi duyanların kaçırmaması ve araştırma sonuçlarına göre çok şey öğrenebileceğiniz bir kitap Bes Nesli.
Tuna BAHAR
Pamukkale Üniversitesi Sosyoloji

Tuesday, September 11, 2012

Yaz Yalanları

Geçmişte gizlenen, üzerine hayatlar kurulan yalanlarla yüzleşen öykülerini bir araya getirmiş Bernhard Schlink Yaz Yalanları'ndaYaz Yalanları yedi uzun öyküden oluşuyor. Öykülerde ana ekseni iki temel ilişki oluşturuyor; kadın erkek ilişkisi ile anne ve babayla ilişkiler.


Cumhuriyet/ Kitap Eki- Yaz Yalanları'nın (Haziran 2012, Çev. Barış Tut, Doğan Kitap) açılış öyküsü 'Mevsim Sonu' yazın bittiği günlerde küçük bir tatil kasabasında tanışan bir kadınla erkeğin aşkı kalıcılaştırmalarını anlatıyor. Kendini toplumdan izole etmiş, New York'ta küçük bir mahallede olabildiğince az insanla yüzeysel ilişkiler kurarak hayatını sürdüren bir Alman müzisyen öykünün erkek kahramanı. Öykünün başlangıcında tanımadığı bir kadınla göz göze geldi diye masasına oturabilecek rahatlıkta görünse de aslında ruhsal ve tensel hiçbir yakınlaşmadan hoşlanmadığını anlatıyor. Kadının ilişki kurmadaki rahatlığı, kalbini, evini ve nihayet yatağını zaman geçirmeden açışı adamı rahatsız ediyor. Hele birlikte hayat planları yaptıktan sonra kadının varlıklı biri olduğunu öğrenince bu rahatsızlığı daha da artıyor. Ama kendiyle tamamen ters yapıda da olsa her anını sıkılmadan geçirdiği bir kadınla beraber olmaktan da hoşnut. 13 gün sonra havaalanında ilk kez yalnız kaldığında kendine soruyor: Alıştığı yalnızlığına mı dönecektir, kadınla yeni bir hayata mı başlayacaktır? Daha ilk sayfada cevap verilmiştir bile 'yalnız kalmayı unuttuğunu düşündü. Bu düşünce hoşuna gitti.'

İkinci öykü tamamen farklı kahramanları olsa da ilk öykünün devamı ya da tamamlayıcısı gibi. 'Baden-Baden'deki Gece'de bir yazarın ilk oyununun galasını izlemeye uzun süredir gevşek de olsa bir ilişkisi olduğu bir kadınla gidişinin ardından yaşananları anlatıyor. Yazar şehrin en lüks otelinde bir oda tutmuş ve 'neşesiyle mutlu eden bir eşlikçi' olarak kabul ettiği kadınla geceyi birlikte geçirmiştir. Ertesi gün eve döndüğünde bu kaçamağın hesabını kız arkadaşına vermesi gerekir. Yalanlara sığınır ama yalan söyledikçe daha da batar ve acı gerçek iyice ortaya çıkar.

Üçüncü öykü 'Ormandaki Ev'de çoksatan kitaplar yazan bir kadınla gittikçe yazmaktan soğuyan ve bu açığı karısına ve tek çocuklarına bağlanarak aşmaya çalışan bir yazarın öyküsü anlatılıyor. Kent hayatından ve insanlardan uzak, bir orman kenarında bir eve yerleşiyorlar. Kadın bunu romanını bir an önce bitirmek için bir fırsat olarak değerlendirirken adam kadının hayranlar, röportajlar, konferanslar ve imza günlerinden kopup sadece kendileri için yaşamaları için bir fırsat olarak görür. Romanın yazımı bitip kadın şehre dönmek isteyince de telefon hatlarını kopartıp bu üç kişilik izole hayatı sürdürmek ister.

Bernhard Schlink ilk üç öyküde kadın-erkek ilişkisindeki üç evrede yaşanan iletişimsizlikleri ve onlara kaynaklık eden yalanları hikâye ettikten sonra 'Geceleyin Bir Yabancı'da bir uçak yolculuğunda tanışan iki kişinin arasında kurulan garip dostluğu anlatıyor. New York - Frankfurt arasındaki uzun uçak yolculuğunu oldukça konuşkan olan adamlardan birinin bir macera filmini andıran öyküsü dolduruyor. Adam bir Arap ataşe ile kurdukları dostluk sonrasında sevgilisinin Kuveyt'te kaçırılmasını, kaçırılma olayından sonra kurtulup gelmesini ve balkondan düşüp ölmesini anlatıyor. Adam kızı balkondan atmakla suçlanmaktadır ve yıllarca kaçtıktan sonra yargılanmak üzere olayın yaşandığı Almanya'ya dönmektedir. Dinleyici konumundaki ve bize olayları aktaran adam ise önceki öykülerdeki tipleri hatırlatır. Yalnız yaşamaktadır, yalnızlığından memnundur ve insanlarla ilişki kurmayı pek istemez. Ama bu konuşkan, konuştukça öyküsünün yalanlarla örülü olduğu ortaya çıkan adamla dost olmak ister. Adamın pasaportunu çalıp Almanya'ya girişte kullanmasında ve yıllar sonra cezasını çekip kapısını çalmasında hep dostane davranır.


Acı çeken çocuklar

Geçiş öyküsü olarak kabul edebileceğimiz bu öyküden sonra yaşlılık, ölüm ve aile içi ilişkilere değinen üç öykü geliyor. Asuman Kafaoğlu'nun kitapla ilgili yazısında değindiği gibi İkinci Dünya Savaşı'nı yaşamış 'neslin tutukluğu, duygularını dışa vuramayışları, katı disiplin uygulamaları yüzünden acı çeken çocuklarını anlatıyor' Bernhard Schlink. 'Son Yaz'da Almanya'da bir üniversitede profesör olarak çalışan öykü kahramanı hemen her yıl ders vermek için misafir olarak New York'a davet edilmektedir. Ama bu yaz daveti reddetmeye, yazı karısı, çocukları ve torunlarıyla geçirmeye karar verir. Çünkü kanserdir ve acıları çekilmez hale geldiğinde zehirli bir kokteylle hayatına son vermeye karar vermiştir. Bu katı, kuralcı, duygularını hep gizlemiş bu nedenle karısıyla da çocukları ve torunlarıyla da samimi bir ilişki kuramamış adam ölüme gitmenin verdiği gevşeme ile olsa gerek tüm duygularını serbest bırakır ve son yazını kendinden esirgediği tüm mutlulukları yaşayarak değerlendirmek ister. Tüm aile ondaki değişimi hisseder ama sorgulamak yerine yaşamayı tercih ederler. Hayatını kocasının iyi bir kariyer yapması ve iyi yetişmiş çocuklar yetiştirmeye adamış olan karısı ise durumdan şüphelenir ve kocasının ağzından laf alamayınca da zehirli kokteyli bulur ve adamla yüzleşir. Yaşlı profesör yine bencilce davranmış ölmekte olduğunu en yakınlarıyla paylaşmamış, kendi istediği zaman ölmek için gizli planlar yapmıştır.

Çocuklarını, eşlerini sevmemiş, hayatı bir sorumluluk olarak görmüş anne ve babalar. Çocuklarını katı bir disiplinle yetiştirmiş, iyi okullarda okutmuş, hangi mesleği seçeceklerine, evliliklerine karar vermişler. Dışarıdan bakıldığında 'mükemmel', 'ideal' aileler kurmuşlar. Böyle bir aileden baba oğulun yüzleşmesini anlatıyor 'Rügen'de Johann Sebastian Bach'da Bernhard Schlink. Oğul, artık iyice yaşlanmış, belki de yakında ölecek olan babasını Rügen'deki Bach festivaline götürmeye, orada babası en sevdiği iki şeyle deniz ve Bach'la beraberken kendisine hiç sözünü etmediği hayatını, çocukluk gençlik yıllarını, ilk evliliğini, annesiyle nasıl tanıştığı anlattırmayı planlıyor. Ama baba ketumdur ve oğlunun sorularını kısacık cevaplarla geçiştirir. Deniz kıyısındaki gezinti ve Bach konserleri dilini açacaktır ama uzun anlattığı Bach'ın eserleri olacaktır.

Kitabın son öyküsü 'Güneye Yolculuk'da bu kez sert, katı, ketum bir büyük anne başrolde. O da diğerleri gibi hayatını sorumluluklarına adamış. Evliliğinde mutlu olamamış ama iyi ve başarılı çocuklar yetiştirmiş, onların 'mutlu' evliliklerinden doğan torunları da disiplinli, büyüklerine saygılı, iyi çocuklar olmuşlar. Büyük anne bir huzur evinde yaşıyor ama çocuklar, torunlar hep yanında, ilgilerini eksik etmiyorlar, her fırsatta yanına koşuyorlar. Ama o günün birinde çocuklarını sevmeye son vermeye, onlarla artık ilişki kurmamaya karar veriyor. Artık kızının aramasını da beraberce doğum gününü kutlamayı da onların gelmesini de istemiyor. Telaşlandırmamak için bu kararını onlara bildirmiyor ama davranışları bir şeylerin değiştiğini söylüyor. Doğum günü sonrası yüksek ateşle yatağa düşünce tıp öğrencisi küçük torunu Emilia ona bakmaya geliyor. Emilia'nın sevgisi, ihtimamı onu şaşırtıyor. Küçük torununun şefkatinden mutlu oluyor, minnettarlık duyuyor. Büyükanne ve torun yakınlaşıyorlar. Huzur evini bir hapishane, onu bir bakıcı olarak hissettiğini söyleyip birlikte bir geziye çıkmayı öneriyor. Gidecekleri yer büyükannenin kırklı yıllarda üniversiteyi okuduğu küçük ve kasvetli kenttir.

Emilia, önceki öyküdeki oğul gibi bu geziyi büyükannesinin hayat öyküsünü öğrenmek için bir fırsat olarak değerlendirmek istiyor. Neyse ki büyük anne önceki öyküdeki baba kadar ketum değil. Yavaş yavaş üniversite yıllarında yaşanan ve terk edilmeyle sonuçlanan ilk aşkın öyküsünü öğreniyor Emilia. Acı gerçekse eski sevgili ile yüzleşmeden sonra ortaya çıkıyor. Terk eden büyükannedir. Büyükanne kendine göre daha yoksul olan sevgilisinden güvenli bir hayat için bildik dünyasına dönmek için ayrılmıştır. Sonra da tüm hayatını kocasının mesleki başarısına, iyi bir aile kurmaya, başarılı çocuklar yetiştirmeye adamıştır. Eski sevgili kendi kendisine 'Helmut beni ilk aldattığında ondan ayrılmış olsaydım? Çocukları bu kadar ciddiyetle ve sert disiplinle değil de, biraz daha oluruna bırakarak ve neşeli yetiştirmiş olsaydım?' diye sorar.

Bernhard Schlink, psikolojik durumları sadece dışarıdan göründüğü kadarıyla veren bir anlatımı var. Uzun ruh tahlillerine girmiyor. Örneğin hemen her öyküde ortaya çıkan güvenli bir hayat kurmak, insanlarla fazla ilişkiye girmeden, kendi kozasında mutlu mesut yaşama arzusunun kökenlerini deşmiyor yorumu okura bırakıyor. Bernhard Schlink Yaz Yalanları'nda kolay okunan, kısa cümlelerle gelişen 40-50 sayfalık, istense roman olabilecek uzun öykülerde aile içi ilişkilerdeki yalnızlaşmayı sade bir dille anlatıyor.

Monday, September 10, 2012

Yasaklı yayınlar listesi savcılıkta

Ankara Emniyet Müdürlüğü, ’3. Yargı Paketi’ndeki düzenleme doğrultusunda, 31 Aralık 2011′e kadar, Ankara mahkemeleri veya Bakanlar Kurulu kararıyla hakkında toplatma, yasaklama, dağıtım ve satışın engellenmesi kararı bulunan yayınların listesini, yasaklama kararının değerlendirilmesi amacıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdi.
Hakkında toplatma kararı verilen 453 kitap ile 645 gazete, dergi, broşür ve pankartın yer aldığı liste, piyasada satılan Nazım Hikmet, Yaşar Kaplan, Lenin, Sultan Galiev, İsmail Beşikçi, Karl Marx ve Abdurrahim Karakoç’un da arasında bulunduğu birçok yazarın kitapları üzerinde yıllardır yasak kararı bulunduğunu ortaya çıkardı.
’3. Yargı Paketi’ olarak adlandırılan kanunun 78. maddesiyle Basın Kanunu’na eklenen geçici madde doğrultusunda, Ankara Emniyet Müdürlüğü, ’31 Aralık 2011′e kadar mahkemeler, yetkili mülki idari amirlikleri ve diğer makamlarca basılı yayınlarla ilgili verilen toplatma, yasaklama, dağıtım ve satışın engellenmesi kararlarını’ içeren listeyi Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Suçları Soruşturma Bürosu’na gönderdi.
Listede, hakkında toplatma kararı verilen 453 kitap ile 645 gazete, dergi, broşür ve pankart yer aldı.
Listenin üst yazısında, Güvenlik Şube Müdürlüğü’nün koordinesinde İstihbarat ve Terörle Mücadele Şube Müdürlükleri’nin katılımıyla komisyon kurulduğu belirtildi. Komisyon, 67 kitap ile 16 gazete ve dergi üzerindeki yasak kararının devam etmesi gerektiği yönündeki görüşünü de başsavcılığa iletti.
Yayın listesi, Basın Suçları Soruşturma Bürosu Cumhuriyet Savcısı Kürşat Kayral tarafından incelenmeye başlandı.
Kayral; listedeki Sıkıyönetim Mahkemeleri, DGM ve CMK’nın 250. maddesiyle görevli mahkemelerce yasaklanan yayınlarla ilgili listeyi ise gereğinin takdiri için Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) 10. maddesiyle görevli Ankara Cumhuriyet Başsavcıvekilliği’ne iletti.
Emniyetin gönderdiği listede bulunan 453 kitap ile 645 gazete, dergi, broşür ve pankarttan, 5 Ocak 2013′e kadar yeniden yasaklama kararı alınmayan yayınların tamamı üzerindeki yasak kararları kalkacak.
-Kimler yasaklı değil ki?-
Emniyetin listesi, piyasada satılan birçok kitap üzerinde yıllardır yasak kararını bulunduğunu ortaya çıkardı. Listede yer alan kitaplardan bazıları şöyle:
YAYIN ADI YASAK KARARI VEREN MAKAM VE KARAR YILI
CHP ve Ecevit’i Tanıyalım Ankara 2. Sulh Ceza Mahkemesi, 1973
Devlet ve İhtilal (V.I.Lenin) Ankara DGM, 2000
Demokrasi Risalesi (Yaşar Kaplan) Ankara DGM, 1985
Kürt Aydını Üzerine Düşünceler (İsmail Beşikçi) Ankara DGM, 1991
Komünist Manifesto Ankara 2. Sulh Ceza Mahkemesi, 1968
Kurtuluş Savaşı Destanı (Nazım Hikmet) Ankara 2. Sulh Ceza Mahkemesi, 1968
Makaleler (Rusça, Sultan Galiev) Bakanlar Kurulu, 1985
Vur Emri (Abdurrahim Karakoç) Ankara 14. Sulh Ceza Mahkemesi, 2002
Yeni Şiirler (Nazım Hikmet) Ankara 5. Sulh Ceza Mahkemesi, 1966
Nazım Hikmet’in Bütün Eserleri Ankara 2. Sulh Ceza Mahkemesi, 1968
Türkiye’de İnsan Hakları Panoraması (İHD yayını) Ankara 2 Nolu DGM, 1996
MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in MGK’ya Cevabı Bakanlar Kurulu, 1982
National Geographic Atlas of the World Bakanlar Kurulu, 1987
Bolşevik Partisi Tarihi (J.Stalin) Ankara 2. Sulh Ceza Mahkemesi, 1971
Çetenin Kimliği (Salman Yüksel) Ankara 4. Sulh Ceza Mahkemesi, 2002
Dersim Türküleri Ankara DGM, 1993 Azizname (Aziz Nesin) Bakanlar Kurulu, 1987

Sunday, September 9, 2012

Faşizmin kökeni


İtalya’da Faşizm, Almanya’da Nazizm… Ancak, İsrailli tarihçi Zeev Sternhell, faşizmin beşiği olarak Fransa’yı gösteriyor. Sternhell, Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan, faşizmin köklerini araştırdığı “Faşist İdeolojinin Doğuşu” adlı kitapta, “Marksizm’in anti-materyalist ve anti-rasyonalist Sorelci revizyonunu” da faşizmin kökleri arasında sayıyor.
Ağır Kitaplar” dizisinden çıkan İsrailli tarihçi Zeev Sternhell’in “Faşist İdeolojinin Doğuşu” adlı kitabı, olgunun köklerinin bugüne kadar ele alınanlardan çok farklı yerlerde arıyor.
İsrail’li bir tarihçi ve dünyanın önde gelen faşizm uzmanlarından biri olan Zeev Sternhell’in en önemli çalışmasıdır Faşist İdeolojinin Doğuşu. Sternhell bu kitapta faşist ideolojinin köklerini ve faşist hareketin gelişimini büyük bir titizlikle irdeliyor ve tam bir soyağacı çıkarıyor. Bunu yaparken, gerçek beşiği dediği Fransa’daki doğumundan, İtalya’da, 1914′ten itibaren milliyetçiler ve fütüristlerle birleşip çiçeklenişinin izinde, sırtını dayadığı toplumsal mitler, yarattığı psikolojik ve ahlaki zıtlıklara kadar, faşizmin bütün gelişim aşamalarını gözler önüne seriyor. Ayrıca Sternhell, Marksizm’in anti-materyalist ve anti-rasyonalist Sorelci devrimci revizyonunun, kaygıları ekonomik olmaktan çok etik ve ahlaki olan bir revizyonun neden olduğu tartışmaların ışığında, militan faşizmin pek çok siyasi ve entelektüel temsilcisini (Mussolini, Valois, Mosley, José Antonio Primo du Rivera) olduğu kadar faşizme organik olarak bağlı olmayan siyasetçiler ve özellikle Nietzsche, Sorel, Barrès, Labriola, Pareto, Corradini gibi düşünürleri de tek tek irdeliyor.
Zeev Sternhell’e göre faşizm, kendi otonomisi ve düşünsel bağımsızlığı içinde, liberalizm ve Marksizm, demokrasi ve pozitivizm gibi yerleşik sistemlere karşı olan, bir kopma ideolojisidir; milliyetçilik ile Marksizmin anti-materyalist revizyonunu birleştirerek, yeni ve kendine özgü toplumsal bir kültürün temellerini atar. Hem toplumsal hem de birey karşıtı bir kültürdür bu.
Faşizmi temelde kültürel bir fenomen olarak ele alan Zeev Sternhell, iki savaş arasına sıkışıp kalmış gibi duran söylemlerin günümüzü anlamamıza ne denli yardımcı olduğunu da bize gösteriyor.