Saturday, February 22, 2014

Kara Ütopyanın İçinde de Mutlu Olunabilir – Ezgi Berk



Büyük Sözcük Fabrikası“Bir ülke vardı ki orada yaşayan insanlar neredeyse hiç konuşmazlardı. Bu büyük sözcük fabrikasının ülkesidir. Bu garip ülkede sözcükleri satın almak ve söyleyebilmek için yutmak gerekir.” Kırmızı zemin üzerine bir kız çocuğunun bir erkek çocuğu öptüğü sevimli bir kapağı olan kitabı açtığımda önce uçuşan harfler, sonra da bu cümlelerle karşılaştım. Parmağımı bu sayfaya koydum ve kitabı kapatıp böyle bir ülke hayal ettim. Birbirine kızıp kötü sözler söyleyen insanların olduğu bir ülke için iyi bir fikir olabilirdi. Sevgi dolu insanların yaşadığı bir ülke içinse kötü bir fikir. Bütün ülkelerde bu iki tür insanı bulmak mümkündü. Hatta tek bir kişi, bazen sevgi dolu bazen de öfke dolu olabiliyordu. Her ne olursa olsun sözcüklerin satın alındığı bir ülkede kazanan zenginler olacaktı. Olan yine fakirlere oluyordu. Bir dakika. Karşımda bir kara ütopya vardı! Hem de resimli çocuk kitabı formunda! Hemen sayfaları çevirdim, hızlı hızlı okudum bu hikâyeyi. Olağanüstü bir kurguydu.
Zor şartlar altında yaşayan insanlar olduğunu okul öncesi yaştaki çocuklara anlatmak bile büyük mesele. Büyük Sözcük Fabrikası, olumsuz şartlara, umutsuz ortamlara rağmen içimizde taşıdığımız sevginin bize yol göstereceğini anlatan, umut dolu bir öykü… Bu öykü bana konuşabilmek, sözcüklerle kendimizi ifade edebilmek gibi doğuştan var olan (ama genelde bir yaşından itibaren kullanabildiğimiz) yeteneklerimiz üzerine düşünme, önemini hatırlama, iletişim çağı diyebileceğimiz bu günlerde yaşadığımız iletişim sorunları üzerine kafa yorma şansı tanıdı. Duygularımızı ifade etmenin sözcüklerden yardım almak dışındaki yolları, zengin ya da fakir olmak gibi toplumsal gerçekleri kitabın alt metninde bulmak mümkün. Peki, bütün bunlar nasıl mı anlatılmış? İşte öykü: Büyük sözcük fabrikasının ülkesinde yaşayan, komşusu Cemile’yi seven Özgür sevgisini ifade etme yolları arıyor. Çünkü sözcükler pahalı, Özgür’ün kumbarasında ise yeterince parası yok. Tabii hemen belirtelim, Türk filmlerinden alışık olduğumuz bir de rakip var bu Fransız öyküsünde. Rakibi Gürbüz’ün en pahalı sözcüklerden olan sevgi sözcüklerini Cemile’ye söylediğini duyan Özgür, çok üzülür ve apartmanın merdivenlerine oturup elleriyle yüzünü tutarak ne yapacağını düşünür. Özgür’ün elinde kelebek yakalama filesiyle bir önceki akşam yakaladığı kelimeler vardır yalnızca. Sonra bütün cesaretini toplar ve sahip olduğu üç kelimeyi kalbini tutarak Cemile’ye söyler. Özgür’ün ağzından çıkan kelimeler neler miydi? “Kiraz, toz, sandalye.”
Seni seviyorum yerine kiraz, toz, sandalye diyebildi Özgür, Cemile’ye. Çünkü elinde yalnızca bu sözcükler vardı. Bazen seçerek söylediğimiz sözcükler yerine yürekten söylediğimiz sözcükler ne kadar anlamlı, değil mi?
Şekil şemal notu: Aylak Kitap’ın okurlarla buluşturduğu Büyük Sözcük Fabrikası, kurgusu ve resimleriyle ne kadar şahaneyse çevirisiyle bir o kadar sorunlu bir kitap. Cümleler arasında zaman, özne ve yüklem uyumu yok. Ayrıca çok ciddi Türkçe tashih hataları var. Ayrıca kitabın orijinal dili olan Fransızca’daki isimler yerini Türkçe isimlere bırakmış. Buna rağmen Aylak Kitap bu kitabı çevirterek çok güzel bir iş yapmış. Daha özenli bir çeviriyi ikinci baskıda mutlaka istiyoruz.
Ezgi Berk BirGün Kitap Eki, 141.sayı
Büyük Sözcük Fabrikası Agnés de Lestrade Resimleyen: Valeria Docampo Çeviren: Çağıl Öksüztepe Aylak Kitap, 36 sayfa

Thursday, February 20, 2014

Büyülenme – Hermann Broch

“Broch’un Büyülenme adlı romanı yirminci yüzyılın en önemli romanlarından biridir, hattâ belki de Thomas Mann’ın Doktor Faustus’undan daha başarılı olduğu söylenebilir. Her iki eser de Hitlerizmin psikolojik köklerini açığa çıkarmaktadır.”
-George Steiner-
“Nasıl ki dünya edebiyatında, modern düzyazı alanında İngiltere’yi Joyce, Fransa’yı Proust temsil ediyorsa Hermann Broch da yeni Alman düzyazısını temsil eder.” -Rudolf Brunngraber-
1935 yılında, Hitler’in iktidarı ele geçirmesinden yaklaşık iki yıl sonra kaleme alınan Büyülenme adlı romanda Broch, Avrupa’da faşist sistemlerin nasıl egemen olabildiği sorusuna cevap arar; faşizmin egemen olmasına yol açan psişik, politik ve kitle psikolojisiyle ilgili nedenleri ve mekanizmaları ele alır. Roman, Alpler’de bir köyde geçer. Günün birinde bu köye Marius Ratti adlı bir yabancı gelir ve çok geçmeden her sosyal kesimden, her yaştan insanı gizli umut ve isteklerinin gerçekleşeceğine inandırır. Bunu, çıkar karşıtlıklarından yararlanarak, gençleri militarize ederek, azınlıkları baskı altına alarak, gelecekte köyün komşu köyler üzerinde maddi üstünlüğü ele geçireceğini vaat ederek gerçekleştirir ve kitlesel histeri yaratarak iktidarı ele geçirir.
Bir kara büyü: Faşizm – Arzu Eylem
Viyana’da dünyaya gelen Yahudi yazar Hermann Broch, Büyülenme adıyla Türkçe’ye kazandırılan eserinde Hitler’in Almanlar üzerinde yarattığı etkiyi çözemeye çalışır. Kara büyüye kapılan insanları, din, savaş ve yabancılık olgusunu bir doktorun günlükleri üzerinden aktarır yazar. Vaatlerle ruhun nasıl ele geçirildiği sorusunun cevabını arar. İlk yazıldığında Dağların Romanı olan eserin adını sonrasında “Die Verzauberung” (Büyü) olarak değiştirir.
“Bu dünya hangi kurala göre bölünmeye başlamıştı?” Galya bıyıklı, gizemli vaiz Marius Ratti önce birkaç genci, daha sonra neredeyse Aşağı Köy’ün tamamını etkisi altına alır. Ratti, sanki Hitler kadar Mussolini’yi de kapsayan bir karakterdir. Söylemlerinde Heidegger’den izler taşır. Görüşleri toplama fikirlerden, ihtiyaçlar üzerinden doğmuş biridir. Önerileri çelişkilerle doludur. İnandırıcı değildir. Baş döndürücüdür. Marius Ratti’yi büyüyü sezen iki nesnel gözle izleriz. İlki anlatıcı karakter olan ve bilinci simgeleyen Doktor (romanın bir bölümünde nesnelliğini kaybeder ve sonra yeniden kendine gelir), diğeriyse bilgeliğin, iyiliğin ve vicdanın timsali şifacı Gisson Ana’dır.
Doktorla iyi geçinmeye ve onu ikna etmeye çalışan Ratti’nin asıl hedefi Gisson Ana’nın yani vicdanın kitle karşısındaki gücünü kırmaktır. Büyülenme toplumsal anlamda gerçek olmayan gerçeğin ele geçirilmesini, örgütlenmesini konu edinir. Broch roman hakkında yaptığı açıklamada metni tür olarak fabl olarak nitelendirir. Roman alegoriktir. Karakterler ve olaylar simgeseldir. Doktor modernizme yakınken, Gisson Ana sezgiyi simgeler. Ratti’yi asıl çözümleyen ve anlayan sağduyu Gisson Ana’dır. Marius’u insanın karanlık yanlarını gösteren bir ayna olarak görür, Doktor’a toplumu aydınlatacak kişi olarak rol verir. Broch hakikati sezme gücünü kadın karakterlere bırakır. Gerçeği onların dilinden aktarır. Fakat kadınlar büyünün de etkisiyle edilgendir. Yazar, kitlesel çılgınlığı (faşizmi) yaratan rolleri erkeklere bırakır. Ratti tarafından kışkırtılan erkekler, dünyanın kadınların hâkimiyetinde olduğuna inandırılır. Yaşam onların elinden alınmalıdır. Romanda kadınlık aynı zamanda doğayla özdeştir. Şiirsel anlatımın gücüyle yaşanan her şey doğanın ve insan doğasının sınırlarına takılır.
Köye dışarıdan gelen Marius, yanında yer alan alaycı cüce Wenzel’in kışkırtmasıyla Aşağı ve Yukarı Köy’de düzeni altüst eder. Wenzel’in alaycılığı küçümsemeyi de içerir. Wenzel sanki Marius’un gizlemeye çalıştığı ilkel yanıdır. Marius erkek olmayan erkektir. Bu yanıyla iktidarsızlığı temsil eder. Öyleyse iktidarını kitlelerin ruhunu ele geçirerek dışarıdan almalıdır. Madenci köyden önce çiftçi köye musallat olur. Makinesiz hasadı savunur. Makineleşmeyi işsiz kalmanın bir nedeni olarak sunar. Romandaki radyo düşmanlığı, dış dünyaya karşı kendini kapatmayı ve sansürü simgeler. Romanda Kalvinist olarak tanımlanan tek tüccar karakter olan Wetchy ise dışlanır. Marius Ratti, madenci köyü dağdan altın çıkarma vaadiyle büyülemeye çalışır. Altın, köyün ruhunu ele geçirebilmek için kullanılan ekonomik simgedir. Anlatı boyunca Doktor insanların bu yersiz vaatlere nasıl kandığını anlayamaz. Kurban edilmeye varan olayları durduramaz. Dağ ayinindeki dansa katıldığı sırada kendisi de geçici olarak bu büyüye kapılır. Büyünün etkisini anlasa da nedenini kavrayamaz.
Doktorun sık sık başvurduğu doğa tasvirleri esere mistik bir hava katar. Betimlemeler insan tasvirleriyle çelişir. Olanları doğayla bağdaştıramayan yazar, onu kirleten varlığın yalnızca insan olabileceğinin altını çizer böylece. Romanın merkezinde yer alan dağ simgesi gücü temsil eder. Dağı yenmek, dağın kendinden isteneni insana sunması doğayı yenmeye dair eşdeğer anlamlar taşır. Pagan geleneklerinden tamamen sıyrılmamış Hıristiyan bir toplumun açlık ve yoksullukla birlikte zedelenen değerlerinin yerine yeni bir değer koyma arayışı dinin de yerine geçer. Hatta onu çarpıklaştırır, nefrete doğru ilerleyen bir karanlığa sürükler. Bilinçli bilgiyi temsil eden uygarlıkla inisiye edilerek yayılan mistisizm arasındaki tezatlık arasında döner olaylar. Barbara’yla anlatıcı arasındaki aşkı saymazsak aşka hiç yer yoktur romanda. Aşk anlatıcıya göre ben’e duyulduğu kadar sen’e de güven duymaktır. En güçlü iyileştiricidir. Tam da bu noktada Broch kitle psikolojisinden etkilenen insanların asıl sorunu olarak yalnızlığı koyar. Yalnız insanın hakikati yitirebileceği gerçeğine inanan Doktor, Marius’un başka türlü bir yalnızlığa yürüdüğünü göstermeye çalışır. İnsanlarsa Marius’u kalplerindeki hakikati gösteren kişi olarak görürler. Asıl olanın birlik ve beraberlik olduğunu, yaşamlarının ancak bu şekilde anlam kazanacağına inanırlar. Kendi ruhlarını beraberliğe teslim eden bu insanlar dışarıdan gelen ruhu giyinirler.
Broch faşizmin yarattığı koşulları, insanın kontrolden çıkan davranışlarını diğer karanlık çağlarla buluşturur. İsa’nın çarmıha gerilişi, İbrahim’in oğlunu kurban etme düşüncesi… Gerçek olamayacak kadar gerçek olanı yani gerçeküstüleşeni şiirleştirerek kaleme alır. İnsanların kararları, önerileri konuşurken karanlığı görmeyişini, bir inanca birlik olmak adına körü körüne bağlanışını anlamsızlaştırır. Anlatılan faşizmin anlaşılmazlığıdır aslında. Erkek olmayan erkektir Ratti, erkeklerden alır gücünü. Babası olmayan kadın, kadını olmayan erkektir Gisson Ana. Kadınların kadın olamadan doğurdukları çocuklardır büyüye teslim olanlar. Bir yanıyla roman hizmetkâr olarak görülen kadınlarca yetiştirilen erkeklerin hikâyesidir. Yalnızlığın sahte görünümünü yaratan eksiklik duygusuyla kendi kazdıkları toprağın altında kalanların körlüğüdür büyülenme. Ölümle ittifak kuran Marius yeniden doğuştan habersizdir. Öldürdüğü vicdanı yeryüzünde yalnızca dağlar varmışçasına güce kurban eder. Kendi kuyusunda saklı korkuyla yüzleşmeyi reddeder.
Broch’un faşizmin kara büyüsünü bozması için kadınları çağırdığını da söylemek gerekir. “Dünyevi zorluklara rağmen uzaktaki ışığı çağırabilirsen kadın olursun.” (s. 338)
Şiirsel anlatım Büyülenme’nin felaket anlatısı olmasıyla ters düşer. Broch’un bu tercihi insanın kaybettiği masumiyete yeniden kavuşacağına dair umudu olarak görülebilir. Olay akışı anlaşılır ve kolay okunur olsa da, anlaşılmayan tek gerçeklik niye sorusudur. Broch insanların zayıf yerlerine ışık tutar. Karanlığı örgütleyenleri sırtlarını yasladıkları dağ tarafından cezalandıracaktır.
“Marius, sahip olduğu bilginin üstüne oturuyor, aynı bir kadın gibi, …o nedenle hiçbir zaman bilmek istemeyecek, o nedenle aşksız…o, bir büyücü, başka bir şey değil.” (s. 155)
Kitabın Künyesi Büyülenme Orjinal isim: Die Verzauberung Hermann Broch İthaki Yayınları / Roman Dizisi Yayına Hazırlayan: Ahmet Öz, Şeyda İşler, Şule Koçak Kapak Tasarımı: Şükrü Karakoç Çeviri: Süheyla Kaya İstanbul, 2013, 1. Basım 384 s.