Saturday, June 21, 2014

Pınar Selek 2001 Maskeler Süvariler Gacılar

 

mahalle

(Pınar Selek 2001 Maskeler Süvariler Gacılar, sayfa 111)
Modern kentler, rekabetin aile içinde bile insanları birbirinden kopardığı yalnızlıklar alanıdır. Sürekli bir parçalanma, sürekli bir yabancılaşma, tedirginlik, güvensizlik ve yabancılarla birlikte yaşamaya mahkumiyet, yani ihtiyaç ve tehdidin ortak varlığı, modern kentin zorunluluğudur. Eski çağlarda “yaratık” olarak tanımlanmış olan yabancılarla birlikte yaşamak durumunda olanlar, “toplumsal olarak uzak ama fiziki olarak yakın”, sürekli bir yabancılaşmayı ve tahriki yaşarlar.
Bu anlamda, komşu ile zorunlu olarak kurulan, üstelik de mahremiyet alanının çok yakınında gerçekleşen bu ilişki, bireyin sürekli olarak kendi varlığını tehdit altında hissetmesine yol açar. Bu tehdidin yarattığı korku ilk insanın doğa karşısında hissettiği duygudan çok farklıdır. İlk insan, kendi topluluğundan aldığı güçle, korkuyu tek başına değil, yanındakiyle birlikte yaşıyor, savaşını da bu doğrultuda veriyordu. Feodal dönemde, köylüler, tehdidi kendi köyünden değil, dışarıdan bekliyordu. Mülk sahibi olanlar ise kendilerini son derece güçlü bir koruma altında, güvencede tutuyorlardı. Kapitalist dönemde de büyük mülkiyetler çok daha teknik donanımlı olarak koruma altındadır. Ancak en büyük zenginlikleri ellerinde tutanlar dışında, modern toplumun yeni yaşam alanı olan kentler, zorunlu karşılaşmalar alanıdır. Bu karşılaşmaları en aza indirmek için, kapitalizmin ilk yıllarından itibaren şehir plancıları kentleri bölgelere göre ayırmış ve hem sermayenin hem de politik kurumların işbirliğiyle, yerleşimleri de böyle bir mantığa göre yapmışlardır. Ama hedeflenenler her zaman sonuca ulaşamamış ve büyük nüfus hareketleri genelde planlama dışı bir yerleşim sistemi yaratmıştır. Mahalle, böylesi bir tanım içinde anlaşılabilecek yerleşim birimlerindendir.
Modern yaşamın insanı yabancılarla bir arada yaşamaya alıştırdığı Batı’nın büyük kentlerinde hemen hemen tükenen, daha çok kent çevrelerindeki gettolarda varolan mahalleler, Doğu’da hala kimlik ve toplumsal konumların, cinsiyet rolleri ya da sınıf sorumluluğu gibi durumların ilk edinildiği yerlerdir. Bu kimlikler ise sürekli olarak toplumsal, siyasal etkilenmelerle birlikte dönüşmektedir. Örneğin, Osmanlı’da çok uluslu, çok kimlikli bir kapalı toplum özelliği gösteren İstanbul mahalleleri, işgal yılları ve Cumhuriyetin ilk yıllarındaki çete hareketlerinin gelişimi oranında, sonraki yıllarda “külhani”, “baba”, “kabadayı” vb. sözcüklerle anılan yeni sosyal kimlikler yaratmıştır.
İstanbul’daki Cumhuriyet dönemi alt kültürünün mahalle yerleşimindeki sürekliliğini ise tarihsel bir tema üzerinden izleyerek görmek mümkündür. Karagöz-Hacivat gölge oyununun mahalle tipleri arasında da rastlayabileceğimiz bu tipler 60′ların arabeskinde kılık değiştirirler. Yine 90′lı yılların göçünden sonra, “Kırık” adını alarak bu kez başka türlü bir arabeskle kuşanan yeni tiplemeler, aynı kimliğin yeni dönem versiyonu olarak manşetleri ve üçüncü sayfaları sürekli doldurmuşlardır. Bir nevi devr-i mirasla mahalle içi ilişkilerin sürekliliğini sağlayan bu durum artık daha kurumsal yapılar arasında eriyip gider. Örneğin, kabadayılık ve babalık söylemini sürdüren mafya örgütlenmeleri ve aşırı milliyetçi gruplaşmalar, mahalli örgütlenmelere dayanırlar. Diğer yandan, Beyoğlu Güzelleştirme Derneği gibi kuruluşlar, “mahalleyi güzelleştirme” gibi eski bir söylemle, büyük projelerin altına imza atarlar. Oysa devralınan sadece “imaj”dır, öz değil. Eski mahalle kabadayıları şimdiki mafyacıların atası değillerdir, ancak şimdiki mafyacılar eski kabadayıların imajını gasp etmişlerdir. Özellikle İstanbul mahallelerinde gelişen birçok kimlik benzer yazgıya sahiptir. Mahallenin dedikoduları, kadınlar arası ilişkiler, cami ya da kahvehane ortamında oluşan ritüeller, tüketim toplumunun gelişi ve kentin eski mimari dokusunun yitirilişiyle birlikte, genellikle devre dışı kalmıştır ama bu tür geleneksel imajların hala belli etkileri olduğu için ekonomik, sosyal ve politik iktidar güçlerince kullanılır. Bu nedenle, eski mahalleliler, şimdi nostaljik sayılan mahalli özelliklerini, birbirlerine değil, kameralara yansıtırlar. Mahalleliler, medyada abartılan kimlikleriyle, birbirleriyle kamera arkasından konuşurlar. Mahalleler kamera arkasından tanımlanır, mahalleliler de bu tanıma uygun olarak, “dile gelirler.”

Thursday, June 19, 2014

Allak Bullak


Yazar Marie-Sabine Roger

Germain Chazes, okulda öğretmeni tarafından küçümsendiği günden beri, okumaya küsmüş, yıllar boyunca kitaplardan ve kültürden uzak kalmış, annesinin evinden otuz metre ötedeki bir karavanda yaşayan, ellilerinde bir yarı çatlaktır. Her zaman gittiği parkta bir banka oturup güvercinleri seyreder. Günün birinde yanına sessizce ilişen ufak tefek hanımefendiyle güvercinlerden başlayıp kitaplara uzanan, günler boyu devam edecek koyu bir sohbete başlarlar. Yakınlardaki bir huzurevinde ömrünün son demlerini geçirmekte olan bu hanımla Germain’in sohbetleri hiç umulmadık bir yönde gelişerek bu iki insanı da değiştirecektir.

Ünlü yazar Marie-Sabine Roger’nin, kasabanın budalasıyla yılların kitapkurdu arasında kurulan garip dostluğu anlattığı neşeli romanı Allak Bullak, Fransa’da yayımlandığında okurlar tarafından büyük ilgi görerek okuma grupları tarafından verilen Cezam Edebiyat Ödülü’nü kazanmıştı. Ayrıca sinemaya ünlü yönetmen Jean Becker tarafından aktarılmış, başrollerinde Gérard Depardieu ve Gisèle Casadesus oynamıştır.


Sayfa Sayısı: 192
Baskı Yılı: 2014
Dili: Türkçe
Yayınevi: Kırmızı Kedi

Tuesday, June 17, 2014

Düğümlere Üfleyen Kadınlar / Ece Temelkuran ve Deli İşi Açık Davet

 
KÜLTÜR VE SANAT

17.06.2014 03:15:22


Güzel bir sahne var gözümde: Evimdeyim; aşırı rahat bir koltukta, ayaklarımı toplamışım altıma; fonda, huzur verecek kadar duyulan ama rahatsız etmeyecek kadar da kısık bir caz telaşı. kitap okuyorum. Yanımda, çıldırtıcı güzellikteki kokusuyla, gecenin uzayacağının habercisi kahve.
Müthiş, değil mi? Ve sonra aklıma şu cümle geliyor: "Eğer Tanrı'yı güldürmek istiyorsan, O'na planlarından bahset"
Ece Temelkuran'ı okumaya kalktığımda, en çok kahve içme hayalime gülüyor olmalı yukardan bi yerlerden.
Gerçi o da haklı! Kadınla tanışalı 10 sene olmuş ve ben, yine, hazırlıksız yakalanmayı başardım. Yeniden denemek istedim belki de yenilmeyi.
-.-
2004'e gidelim önce. 2 kitap var elimde: İÇeriden & DIŞarıdan
Aslında DIŞarıdan'ı alasım yok pek. O aralar içim dışım, iç'im çünkü. Kafam basmıyor veyahut basası gelmiyor DIŞ meseleleri. Politikaymış, ülkelermiş filan. pek bana göre değil o vakitler. Kim bilir, belki de bilgim kısa kalıyor?! Yine de ayıp etmeden, ikisiyle beraber dönüyorum evime.
DIŞarıdanı şöyle bir kıyısından yalayıp geçiyorum. Ve alıyorum İÇeriden'i İÇ'ime. Ama nasıl almak! Kitabı isteyen olsa, doğurup öyle tutuşturacağım eline. Sancısını çeke çeke.
Kahve mi? Ne kahvesi be? Şarap ya da bira keser ancak. Veyahut lokal anestezi mi yaptırsak? Yeni icat: Bazı kitaplarla verilmesi zorunlu kalp uyuşturucusu
İÇ'imde nasıl da bir "küçükten beri İzmir'de yaşamış olmak" arzusu. hep bu kadın yüzünden! Böyle de güzel anlatılmaz ki aptal bir balkonu yıkamak ! Topuklarıma bakıyorum "Benimkiler de pembe ulan işte" Ama deniz teğellenmemiş ya ruhuma, ondan hep bu füme!
-.-
Sonra büyüdüm. Bak, sene 2004 diyorum. Ben 10 senede çok pis büyüdüm. Öyle ki, istemediğim kadar büyüdüm. Ben bu kadar büyüyeceğimi hiç hesaba katmamıştım o vakitler.
Ensem karardı. Hayatın kıvamı bi şaştı.
Yolum, yönüm karıştı. DIŞarıda fena şeyler oluyordu. Amcalar, çocukları öldürüyordu. Amcalar çok fazla çocuk öldürüyordu.
İÇeriden çığlıklar yükseldi; sokağa taştı. 1 oldu 10... 10 oldu 100... derken 1000ler döküldü caddelere.
Çok çocuk öldü.
Ölen her çocukla birlikte, bizim İÇimizdeki çocukların parmakları, elleri, gözleri koptu. Kes-yapıştır bebekler gibi paramparça olduk. Yerin üstü yetmedi, yerin altındakiler de öldü.
Birileri öldü, ben büyüdüm. Ben büyü idim, büyüdüm.
Anladım ki kaçınılmaz sondaydık: Hepimiz, biraz daha çirkindik.
-.-
Canım yandı; can yaktım. Kalbim kırıldı; kalp kırdım. Eşit değil belki ama denktim cenklerimde.
Şirazede sıkıntı çıktı mı, önüme çıkan ilk kitaba sığındım.
Sağda solda hep gözüme ilişti O'nun da kitapları. Evirdim; çevirdim; bakıp bakıp bıraktım.Sebebini "ben bilmem, beynim bilir" dedim. Üstelemedim.
Sonra bi kitap yazmış; kapak fotoğafında Gonca Vuslateri'nin gözlerinin olmasını kıskandım. "Biz senelerdir O'nu okuyalım; en dertli anlarımızda O'na koşalım, sayfalarına en kıymetli yaşlarımızı bırakalım; o kalksın benim yerime kimleri.hayret bi şey" dedim.
Dedim valla; hiç de gocunmadım. Neyse sonra barıştık. Kendi kendime barıştım yani.
Aldım kitabı elime. Evirdim; çevirdim. "Biter mi bu kitap" dedim. "Hiç bitmese" diyeceğimi bilmiyordum o vakitler tabii.
"Düğümlere Üfleyen Kadınlar" da kimmiş, diye başladım kitaba; "ben kimmişim" diye yürüdüm sayfalar boyu.
Ve anladım ki "Yola çıkmaya karar verir insan, nereye varacağına değil"
Gelelim bu kitabın yarenine: Kahve? Değil elbette.
Büyüdüm. 10 senede suda boğmayı öğrendim deli beyazını rakının. Kadınlara güvenmeyi öğrendim -rakı içenlerine daha çok. Esaslı kadınların, sofrada açan çiçeklerini, iniveren kalkanlarını, açık yaralarını ve son nefesleriyle bile olsa suni teneffüs gayretkeşliklerini gördüm.
O yüzden de deli işi bir davete yeltenmeye karar verdim...
Ece Temelkuran'ı tanıyan bilen varsa, ricamdır: Uçursun mektubumu. Kendisine bir rakı borcum var. 10 senelik sorularım var. Çitalardan bahsetmemiz gerekiyor.
Olur da kafayı kırarsa bir gün, "kızkardeş" kontenjanına açarsa kanatlarını, sualsiz. Yani nereye varacağını bilmese de yola çıkmaya karar veresileri gelirse, 1-2 kelam sarkıtsın buraya:  onsenesofrasi@gmail.com
Nefesimiz yettiği kadar konuşuruz; nefesimiz bitince de -n'apalım- susarız adabıyla.
-.-
Neyse! Gelelim yazının özüne: Kitap boyunca geçtiğim patikaları paylaşmak, her zamanki gibi, boynumun borcu. Uzuuuun bir yolculuk ama inan okurcum, sabrına değer...
Hem canım okur... Yolda dinlemen için kitaptan kopyacı şarkılarım var:


 

Cımbıza gelenlerim:
"İlginç adamlarla tanışmak, Paris birazdan bombalanacakmış gibi korkutsa da beni, ilginç kadınlarla tanışmak La Strada Operası'nda perde açılıyor gibi bir şükür duygusuyla doldurur içimi"
"...ben hikayesini ilk kez anlatırken dikkate alınmayan insanların aniden ölebileceğinden korkarım"
"Kavgadan vazgeçmiş bir sokak köpeği gibi hafızasızım"
"Dans edemeyeceksem devrimi ne yapayım ben"
"Hareketleri yavaş gibi görünüyor ama daha ziyade biz yaştakilerin boşlukları doldurmak için fazladan yaptığı hareketlerden kaçınıyor. Sabırla sadeleştirilmiş bir şiir gibi"
"İnsan, o da eli iyi gelmişse, hayatta kendini bir kere bütünüyle görür. Ömrün gerisi ya o sahneye yeniden kavuşmak için geçer ya da ondan kaçmakla"
"Kadınların çıplakken bile sınıfları belli oluyor sanki...Yani böyle tenlerinde bir pürüzsüzlük, ağdalarında bir mükemmellik, her şeylerinin her şeylerine bir denk gelişi. Ne yapsalar yakışıyor gibi." "Orta sınıf kadınlarında mı oluyor böyle bir etek sarkması varoluşu..Her şeyin tam olsa da tam bir olamıyorsun yani. Anladın mı?"
"İki kadın gibi, iki erkek gibi, yerine göre kovboy, yerine göre karı-koca, yerine göre anne-kız ve daha birçok şeyi oluyorlardı birbirlerinin. Dışarıdan görünenin aksiydi her şey. Sığınan, sığındığını var ediyordu. Korunmaya ihtiyacı var gibi görüneni aslında koruyandan daha kudretliydi"
"İnsanı en çok kendini hayal kırıklığına uğratmak mahveder"
"Başka kadınların çaresizliklerine öfkelenen kadınlar muhakkak kendi çaresizliklerine öfkeleniyordur"
"Amira kendini kaldırdı içine düştüğü kız çocuğundan"
"...gövdesi, gençlik adlı uzak bir gezegenden parazitsiz bildiriyordu"
"Sahnede günah olmalı.O günaha katılmak istedikleri için içleri ezilmeli. Seni izledikleri için, hayran oldukları için, sonra seni o dünyadan çekip alamadıkları için...Onları hiç affetmemelisin Amira"
"Korkmak ne sefil bir hapishane"
"Işığın bir sesi olmalı. Yoksa sivrisinekleri karanlıkta daha iyi duyuyor olmazdık. Işığın bir kütlesi olmalı.Yoksa karanlıkta daha geniş sevişiliyor olmazdı"
"Korkayım mı korkmayayım mı, onu bilmediğim için korkuyorum"
"Gönül rahatlığıyla ölebilirsin burada.Bu yüzden gönül rahatlığıyla yaşayabilirsin."
"Bu kadar önemli olduğunuzu sanırsanız, gün gelir intihar edersiniz"
"..şimdiye kadar başımıza gelenler ancak bir telefon faturasının ayrıntılı dökümü kadar heyecan verici görünüyor"
"Masal kazanacak!"
"...kendini köpekbalığı zanneden bir sardalya kadar gururlu"
"Çöl yolunu yitirmiş, kuru erkeklerden oluşan bir şey, vaha kadınlardan kurulu sulak bir kalp"
"...Sersemlemek iyidir.Zihniniz bulanır , kalbiniz böylece berraklaşır. Yapmanız lazım gelenler ortadan kalkınca, olmanız lazım gelen kadınlar olacaksınız. Etrafınıza bakın. Göreceksiniz ki hayat bizim nefesimizde"
"Hayat...nefesinizin yettiği kadar"
"Bir erkek, bir kadının nefesi kadardır; başka hiçbir şey değildir. pek nadiren bir erkek çıkar, bir kadının nefesiyle var ettiği aleme sadece hayret etmekle mesul olduğunu anlar"
"Kandan başka hiçbir şeyle yapışmaz mı nesiller birbirine?"
"Ortadoğu erkeklerinin izlemesi iç gıcıklayıcı, sevince sadece acı veren o şımarıklığı. Nasıl da seviyor kendini. Nasıl da bu dünyaya bir hediye. Ah! Nasıl da hak ediyor her şeyi."
"İnsanların hikayelerini yazanlar evvela şunu bilmeli: Kaderini yazıyorsun. Yalnız olacaksın. Hem de hep"
"O kadar sığışmaya çalıştığınız, korktuğunuz dünyanın, ülkenizin, kabilenizin, ailenizin sizden korktuğunu kabul etmek için yıllarınız geçecek. Bunu değiştiremeyeceğinizi anlamak için ise daha çok zaman. O yüzden nefesinize güvenmekten başka çareniz yok."
"Ölümü böyle iç cebinde sevgilinin resmi gibi taşıyan memleketler cenazeleri niye hep hazırlıksız karşılar?"
"Bizim gibiler, ev gibi bir vahşette var olamazlar"
"Yol insanları sulh eder. Yenilmek, düşmek, yok olmak vardır ama düşmanlık yoktur"
"...kendi tercihlerinizi makus talihiniz, kahırlı kaderiniz sanıyorsunuz. Bu yolun kendi tercihiniz olduğunu kabul etmediğiniz için kahraman gibi değil, kurban gibi yürüyorsunuz"
"Durmak, yerleşmek demek, bir kale inşa etmek demek. Hem diğer insanlar gibi yaşamayı reddediyorsunuz hem de fıtratınızı kabul edecek cesareti göstermiyorsunuz. Siz kimsiniz? Bir kale inşa edecek kadınlar değilsiniz, orası kesin."
"Hayatı ciddiye alıyorsunuz ama nasıl ciddiye almanız gerektiğini de bilmiyorsunuz."
"...hayata iman edin"
"...öldürmeyi öğreneceksiniz... Sizi öldüreni öldürmeyi öğreneceksiniz"
"...gemiye binersin, çünkü gitmekten başka gidilecek yer yoktur"
"Annesiyle hesaplaşmamış her kız çocuğu gibi Sayda da ancak ortalıkta yoksa annesini taklit ediyor"
"Önce otomatik şefkat hareketleri yaptı, uluslararası anne şefkati kodeksinde belirlenmiş cinsten sesler, hareketler, dokunuşlar."
"Evlilik..porselen takımların desenlerini adamın yüzünden daha çok gördüğün bir münasebettir"
"Sendeki sende kalacak. Kimse ile ilgili değildi, kimse ile ilgili olmayacak. Aşk onunla ilgili değildi, olmayacak. Yerine başkası gelecek, aşk hep sende olacak.  Gelecek olana yer aç."
"İnsan kendini durup dururken sevemez. Palavra o işler. İnsan kendini ancak bir Tanrı onu severse, birinin onu sevdiğine inanırsa sevebilir. İnanmalısınız yoksa delirirsiniz."
"Bizim gibiler hep kendi kendine iyileşmek zorundadır Kimse gerçekten yardıma ihtiyacımız olduğuna inanmaz."
"Nasıl kırıyorlar sonra bu kız çocuklarını? Nasıl kendilerine benzetiyorlar? Cinayet gibi. Belki biz de böyleydik. Sakatlanmadan büyüyebilseydik... Keşke öyle bir bilgisayar programı olsa. Ruhumuz sakatlanmadan büyümüş olsak nasıl insanlar olacağımızı gösterse. Ona bakıp nasıl olmamız gerektiğini görsek."
"Yarasız olsaydık...hiç ciddi yara almadan büyüyebilseydik kim bilir ne biçim kadınlar olurduk! Ne acayip olurduk be!"
"Çünkü yaralar bir kere açılınca, yarasız olmak diye bir şey yok. Yaradan sonra sadece intikam var!"
"Cahiller güzelle faydalı arasında hep akıllıca bir tercih yaptıklarını sandıkları için cahildirler"
"Aşk, bir tereddüt anında gelir hanımlar. Bir küçük tökezleme ve işiniz biter. Yılların tecrübesi, bir ömrün zaferleri, külyutmaz aklın yaş tahtaya basmazlığı. Bir küçücük tereddüt anını bekler aşk, kurduğunuz saray devrilir. Kim bilir, belki en kudretlilerimiz bir canı olduğunu hissetmek için yenilmek ister. İnsan hiç tatmamışsa keder için de dua eder. Kendinden bile gizler am her insan bir kere mahvolmak ister. Bakmayın kimse bir cennet dilemezi herkes yana yakıla kendi cehennemini görmek ister"
"Aşk, yoklukla oynanan bir oyundur. Yokluğunun derinden hissedileceğine ne kadar güven duyuyorsan o kadar iyi bir oyuncu olabilirsin. Bundan şüphe ettiğin anda düşersin oyundan. Ben tereddüt etmiştim. Aşk, dedim ya, bir tereddüt meselesidir."
"..en kötüsü kapıya bakarken yakaladım kendimi. Hayatı bekleyen zavallı bir kadın gibi. Aşk, demek ki, kendi kendini düşkünleşirken yakalamakla çekilen bir çiledir"
"Yıkılan gönlüm bir anda dikildi ayağa. Bu sevincimden nefret ettim. Ondan nefret edemediğim için kendimden nefret ettim. Sonra ben hep kendimle kavga ettim. O ise keyfini sürdü. Kendi kendine gelip ayaklarında kedi olan bir panteri izlemenin keyfini sürdü."
"Belki de hep yaptığım gibi değil, hiç yapmadığım gibi yapmak istedim.Hikâyemi anlatmak istedim. Erkekler hiç hoşlanmaz bundan.Hikayeyi anlatmak isterler, asla dinlemek değil."
"İnanmak istemek, inançtan kuvvetlidir"
"...ikinci yenilgi birincisi gibi değildir. En derin izi o bırakır. Çünkü yenilgiyi arzuladığını anlarsın, kendini affedemezsin."
"Öpüldüğü zaman gövde bir bütün oluyor. Öpen gidince parçalara bölünüyor. Ayak oluyor işte, el oluyor, karın oluyor."
"Kendi gücünüze dayanabilirseniz her şeye dayanabilirsiniz. Ve sakın. Olduğunuzdan az olmayın. O vakit bir avcı bulacaktır sizi. Olduğunuz kadar olduğunuzu bilen bir avcının gözü bulur sizi. Ve avlanırsınız."
"...kendi hikayelerini yazmaya cesaret edenler merhamet beklememeli."
"İnsanlar birbirlerine yaralarını sürerek ortaklaşmak ister"
"Kendi yaralarımızı başkalarınınki kadar kolay sevemiyoruz."
"Yoksulluk insanları hizalar.Aynı taşın altında ezilince insanlar eşitlenir"
"Bence başlangıçta bütün yazarlar roman kahramanı olmak için yazıyor. Ama sonra, roman kahramanı olamayacağımız için yazıyoruz"
"Bir kere teslim olursam ihtiyarlayıp ölürüm. Biri bana sarılırsa ayakta duramam. Çünkü... Çünkü kalbim ablukada kalır o vakit. Düşmana teslim olmak daha kolay. Onurun kırılır en fazla, ama beni seven birine teslim olursam... Esir düşerim."
"Belki de...anlatmak, yazmak, ümitsizce bir ev arayışıdır"
"Beni bekleyen kimse yok ki. 'Kal' diyen olmadığına göre 'Gel' diyenle gidiyorum ben de"
"Yola çıkmaya karar verir insan, nereye varacağına değil"