Tuesday, January 29, 2013

Samuel Beckett, Malone Ölüyor


Molloy, Samuel Beckett’ın ilk defa 1951′de yayımlanmış romanı.
Fransızca yazılmış olan roman İngilizce’ye Beckett ve Patrick Bowles tarafından çevrildi. Paris’te yazılan roman, Malone Ölüyor ve Adlandırılamayan ile birlikte, 1946 – 1950 yılları arasında tamamlanmış olan bir üçlemenin parçasıdır. 20. yüzyılın en önemli eserleri arasında sayılan bu üçleme aynı zamanda Becektt’ın da en önemli dram dışı eseridir.

Konu özeti
Romanın geçtiği yer belirsizdir, ancak Beckett’ın doğum yeri olan İrlanda olduğu düşünülür. Kitap iki farklı karakterin iç monologlarından oluşur. Öykü ilerledikçe bu iki karakterin geçmişlerinin ve düşüncelerinin birbirine benzer olduğu görülür; aralarındaki tek fark isimleridir.

Romandaki kısıtlı olay örgüsü bu iki karakterin iç monologları ile anlatılır. Bu monologların ilki iki paragraftan oluşur. Bu iki paragraftan ilki ikinci sayfada sona erer. İkincisi ise 80 sayfa devam ederek ilk bölümün sonunda biter.

İlk monolog Molloy adında eski bir serseriye aittir. Molloy artık “annesinin evinde yaşamakta” ve “geride bıraktığı şeylerden, örneğin vedalarından bahsederek ölmeyi bitirmek” için yazmaktadır. Annesini bulmak için geri dönmeden önce yaptığı bir yolculuğu anlatır. Büyük bölümünü bisikletiyle yaptığı bu yolculukta, bisiklet üzerinde dinlenmesi ahlaksızca bulunduğu için tutuklanır ancak gayri resmi şekilde serbest bırakılır. İsimsiz bir ülkede, isimsiz şehirler arasında dolaşırken garip karakterlerle karşılaşır: asası olan yaşlı bir adam, bir polis memuru, bir hayır kurumu çalışanı, bisikletiyle çarparak öldürdüğü bir köpeğin adını hatırlayamadığı sahibi (“”Bayan Loy… ya da Lousse, unuttum, ilk adı Sophie gibi birşeydi”), aşık olduğu bir başka kadın (“Ruth ya da belki Edith”). Bisikletini bırakır ve herhangi bir yön belirlemeden yürümeye başlar. Ormanda kömür yakan “genç bir yaşlı adama” rastlar, kafasına sertçe vurarak onu öldürür. Sonunda, onu bulunduğu odaya götüren biriyle karşılaşır.

İkinci monolog ise, patronu olan gizemli Youdi tarafından Molloy’u bulmakla görevlendirilen, Jaques Moran adında bir özel dedektifte aittir. Moran, adı kendisi gibi Jacques olan inatçı oğlunu da yanına alarak yola çıkar. Kırlık alanda dolaşmaya başlarlar, ancak yolculukları kötü hava şartları, tükenen yiyecek kaynakları ve Moran’ın güçten düşmesiyle git gide zorlaşır. Oğlunu bisiklet satın almaya gönderen Moran bu sırada birden karşısında beliren bir adama rastlar. Romanın bu noktasında Moran pekçok garip teolojik soru sorar ve bu durum delirmeye başladığını gösterir. Evine geri getirilmiş olan perişan ve işe yaramaz durumdaki Moran, şimdiki halinden bahsetmeye başlar. Tıpkı Molloy’un romanın başında kullandığı gibi, Moran da artık koltuk değnekleri kullanmaktadır. Ayrıca romanın burasında zaman zaman ortaya çıkan bir ses, Moran’a ne yapması gerektiğini söylemeye başlar. Roman Moran’ın bu raporu yazmaya nasıl başladığını anlatmasıyla sona erer. Ortaya çıkan bu ses ona, oturup yazmaya başlamasını söylemiş ve ilk baştaki şu cümleleri yazdırmıştır:

“Gece yarısı. Yağmur cama vuruyor.”

Ancak Moran’ın sonraki cümleleri şöyledir:

Gece yarısı değildi. Yağmur yağmıyordu.

Böylece Moran sesin emrine girerek gerçeklikten uzaklaşmış olur. Bu durum Molloy karakterinin de nasıl ortaya çıktığının göstergesi olabilir.

Kitaptaki akışın birinci bölümden ikinci bölüme doğru oluşu, okuru romandaki zaman sırasının da böyle olduğunu düşünmeye yönlendirir. Ancak ikinci bölümün zamansal açısından birinciden daha önce olduğunu düşünen okurlar da vardır.

Karakterler
Molloy artık yatalak olan deneyimli bir serseridir. “Hiçbir şeyi olmayana, pisliğin tadına varmamak yasaktır.” der. Şaşırtıcı biçimde iyi eğitimlidir. Başka konularla birlikte coğrafya da okumuştur ve “yaşlı Geulincx” hakkında bilgilidir. Bazı acayip alışkanlıkları vardır. Bunlardan birisi olan çakıl taşı emme huyunu Beckett uzun bir paragraf boyunca anlatır. Ayrıca Molloy (ölmüş olup olmadığı belli olmayan) annesine karşı tuhaf ve hastalıklı bir bağlılık gösterir.

Moran ise bir özel dedektiftir. İkisine de hor davrandığı Martha adında bir hizmetçisi ve Jacques adında bir oğlu vardır. Ukaladır, aşırı düzenli ve disiplinlidir. Kiliseye saygısı ve yerel rahibe itaati samimiyetsizdir. Takip etmekte olduğu iş onu saçmalığın eşiğine getirir. Roman ilerledikçe vücudu sebepsiz yere gittikçe halsizleşir ve bu durum onu şaşırtır. Ayrıca adım adım deliliğe yaklaşmaktadır. Bu fiziksel ve zihinsel çöküş okuyucuya, Moran ve Molloy’un aynı kişiliğin iki farklı yüzü olduklarını, ya da Molloy’un anlattığı bölümü aslında Moran’ın yazmış olduğunu düşündürür.

İmalar ve diğer eserlere göndermeler
Molloy’da Beckett’ın diğer eserlerine, o eserlerdeki karakterlerin isimleri anılarak yapılan göndermeler vardır: “Ah tüm o hikâyeleri huzurlu olsam da size anlatsam. Kafamın içindeki nasıl bir kalabalık, nasıl bir can çekişen insan güruhu. Murphy, Watt, Yerk, Mercier ve tüm diğerleri.” (II. bölüm)
Beckett’ın birçok eserinde olduğu gibi Molloy’da da Dantevari görüntüler bulunur. Birinci bölümde Molloy kendini Belacqua (Purgatorio, Kanto IV) ve Sordello (Purgatorio, Kanto VI) ile karşılaştırır. Ayrıca Purgatorio’daki pasajlara benzer şekilde, Molloy sık sık güneşin çeşitli konumlarını anlatır.
Molloy’un Ulysses’in gemisinden bahsetmesi de James Joyce’un aynı isimli romanına göndermedir. Beckett yakın arkadaşı ve akıl hocası olan Joyce’a Finnegans Wake’i tamamlamasında yardımcı olmuştu.

Malone Ölüyor
Malone Ölüyor (İng. Malone Dies, Fr. Malone Meurt), bir Samuel Beckett romanı.
İlk olarak 1951′de Fransa’da Malone Meurt ismiyle yayınlanmıştır. Daha sonra yazarı tarafından İngilizceye çevrilmiştir.Molloy ile başlayan ve üçüncü kitabı Adlandırılamayan (The Unnamable) olan Beckett’ın üçlemesinin ikinci romanıdır.

Adlandırılamayan
Adlandırılamayan, Samuel Beckett’ın ilk defa 1953′te yayımlanmış romanı. Molloy ve Malone Ölüyor romanlarını da içeren üçlemenin son kitabıdır. Roman, L’Innomable adıyla Fransızca yazılmıştır.
Roman tamamıyla, isimsiz (muhtemelen isimlendirilemeyen) ve hareketsiz bir başkahramanın tutarsız monoloğundan ibarettir. Somut bir konu ve mekan yoktur. Diğer karakterlerin (“Mahood” ve “Worm”) gerçekten var olan farklı kişiler mi yoksa anlatıcının farklı yüzleri mi oldukları tartışmalıdır.
Çok uzun kesintisiz cümlelerden oluşan roman sonuna kadar umutsuz bir havada ilerler. Romanın son cümlesi olan “Devam edemem, devam edeceğim.” cümlesi, daha sonra Beckett’ın eserlerinden oluşan bir antolojide başlık olarak kullanılmıştır.

***
"Bir şeyler değişmiş olmalı. Artıların, eksilerin toplamını yapmak istemiyorum artık. Kayıtsız ve devinimsiz olacağım. Bunu yapmakta zorlanmayacağım. Sıçramamam gerekiyor yalnızca. Ama daha az sıçrıyorum buraya geldiğimden bu yana. Kuşkusuz hâlâ sabırsızca hareketlerde bulunuyorum. Kaçınmam gerekiyor bunlardan, iki üç hafta boyunca. Abartıya kaçmamalı, gülüp ağlamalarımda ölçülü kalarak, kendimi kaybetmemeliyim. Evet, sonunda doğal olacak, daha çok acı çekeceğim, sonra azalacak acılarım, bundan bir sonuç çıkarmayacağım, kendimi daha az dinleyeceğim, ne sıcak ne de soğuk olacağım, ılık olacağım, ılık öleceğim, coşkudan uzak. Ölürken izlemeyeceğim kendimi, her şeyi bozabilir bu. Kendimi yaşarken izledim mi? Yakındım mı hiç? Öyleyse neden seviniyorum şimdi. İster istemez hoşnutum durumumdan ama öyle el çırpacak kadar da değil hoşnutluğum. Hep hoşnuttum durumumdan, alacağımın ödeceğini bildiğim için. İşte eski borçlum da yanımda şimdi. Boynuna sarılmak için bir neden mi bu? Soruları yanıtlamayacağım artık. Kendime başka soru da sormamaya çalışacağım. Beni görebilecekler, artık yeryüzünde görmeyecekler. Bu arada kendime öyküler anlatacağım, becerebilirsem. Eski öykülerin benzeri olmayacak bunlar, işte böyle. Güzel de olmayacak bu öyküler, çirkin de, gösterişsiz olacaklar, çirkinlik de güzellik de heyecan da taşımayacaklar artık, bu öykünün anlatıcısı gibi yaşamdan yoksun olacaklar. Ne dedim ben? Önemi yok bunun. Bana büyük haz vereceklerini umuyorum bu öykülerin, belli bir haz vereceğini. Haz duyuyorum. İşte bu, yeterince şeye sahibim, alacağım ödeniyor, hiçbir şeye gereksinimim yok. Bu arada şunu söylememe izin verin, hiç kimseyi bağışlamıyorum. Onların hepsine rezil bir yaşam, sonra da cehennem ateşi ve dondurucu soğuklar diliyorum, bir de geleceğin iğrenç kuşakları arasında saygın bir ad. Bu akşamlık bu kadar."

Samuel Beckett, Malone Ölüyor (Malone Meurt)
Ayrıntı Yayınları, 1.Basım, Mayıs 1997, Çv. Uğur Ün. sf.186

Monday, January 28, 2013

Deli Kadın Hikayeleri






“…kendini öldürme fikrini bu kadar çok seven biri kendini de çok seviyor demektir... kendini ve deliliğini” diyen yazar, Deli Kadın Hikâyeleri kitabında, aklın kıyısında gezinen, kadınlıklarını bir lanet gibi sırtlarında taşıyan, hepsi “kaybetmeye” yazgılı, içe işleyen yalnızlıklarıyla kalp burkan hayatları, varoluş kâbuslarını anlatıyor. Kitapta ayrıca, Bahadır Baruter’in bu hikâyelerin izlenimleriyle yaptığı on resmi de yer alıyor. 

Kalemini zehire, kana, cinnete, ölüme ve hayata aynı lezzetle batıran Mine Söğüt’ten unutulmayacak yirmi bir delilik hikâyesi...


“Hani derler ya insan ölürken hayatı bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçermiş, yok çocuğum, yalan. Ben ölüyorum ve hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden falan geçmeyecek. Hissediyorum. Ben unutmak istiyorum doktorcuğum. Eskiden olan her şeyi unutmak. İnsan ölürken geçmişi hatırlarsa çok üzülür değil mi? İnsan ölürken kendi kendini niye üzsün ki? Je veux seulement oublier… Ah doktorcuğum o şarkıyı alırken içimden dikkat et çok güzel bir cümle vardır, o düşmesin: Vie qui veut me tuer, beni öldürmek isteyen hayat, c'est magnifique, muhteşemdir. Çocuğum hayat gerçekten muhteşemdir. Şarkılar da muhteşemdir ama hayat onlardan daha muhteşemdir. Hayat bu kadar muhteşem olmasaydı çocuğum, o şarkıları söyleyecek, o şarkıları melodi melodi ezberleyecek şevki nasıl bulabilirdik, değil mi ya!”

Sunday, January 27, 2013

İkili İlişkilerde Duygusal Manipülasyon



Basit küçük manipülasyonlar çiftlerin gündelik hayatlarının bir parçası olsa da, narsistik sapkınlık biçimini aldığında önemli bir soruna dönüşür. Narsist partner kendi iktidarını yerleştirmek ve eşini kendi istediği kişiliğe büründürmek için baştan çıkartıcı, kurnazca yollara başvurur. Avının kanını sonuna kadar emerek kendisinde eksik olanı çekip alır ve böylece kendisini tamamlar. Günümüzde gitgide daha sık rastlanan bir ilişki modeli haline gelen narsistik manipülasyon ilişkileri bu kitabın konusunu oluşturuyor.

Narsist sapkın her şeyi birlikte olduğu kişi için yapıyormuş gibi bir hava yaratır, oysa gerçek amacı onu yok etmektir. 

Küçük oyunlarla partnerini ince ince işlerken, ustalıkla kendisini mağdur gibi gösterir. Partnerini sürekli eleştirerek kişiliğine yön verir, ona kendi isteklerini unutturur, özsaygısını tüketir. Bunun sonucunda depresyon, bağımlılık başlar ve mağdur kaçıp kurtulma yetisini de yitirir. En az fiziksel şiddet kadar yıkıcı olabilen bu psikolojik şiddet, çoğunlukla mağdurun kendi başına fark edemediği bir şeydir. Çünkü eleştiri darbeleriyle suçu kendinden başka yerde göremez hale gelmiştir.

Pascale Chapaux-Morelli ile Pascal Couderc, İkili İlişkilerde Duygusal Manipülasyonda somut vakalar üzerinden giderek partnerine hayatı zehir eden narsist manipülatörü inceliyorlar ve onun ortaya çıkışında rol oynayan toplumsal ve psişik etkenleri tartışıyorlar. Ardından mağdurlara eğilerek, bu kişilerin kendilerine yeni bir hayat kurabilmeleri için içinde bulundukları bağımlılık durumundan çıkmalarına yardımcı olacak öneriler getiriyorlar.

Yazarlara göre çiftler birbirlerini suçluluk uyandırma, şantaj/tehdit, yalan, pohpohlama, değersizleştirme, bağımlı kılma, sürgüleme gibi farklı yollarla manipüle edebilirler. Manipülatör kadın ya da erkek olabilmesine karşın genellikle narsistik sapkınların erkek olmasına vurgu yapmışlar. Yazarlara göre bu erkekler dışarıdan bakıldığında oldukça etkileyici, ayakları yerden
kesen, kelimeleri oldukça ustalıkla kullanan, ilişkinin başında partnerin üzerine titreyen kişilerdir.
Ancak işin iç yüzü ise karşıdakinden beslenme, empati eksikliği ve narsistik sapkındaki boşluk hissi ile doludur. Narsistik sapın doyumsuz, tatminsiz, dengesizdir. Haksız çıkmayı sevmez, iletişimde paradoksal mesajlar kullanır ve yalandan kaçınmaz. Yazarlar özellikle anne ile bağın güçsüz oluşunun narsistik sapkındaki mekanizma üzerinde etkili olabileceği görüşündedirler. Ve bu eksiklik partner üzerinden sağlıksız yollarla tamamlanmaya çalışılır. Bu mekanizma ise yazarlara göre 3 aşamada gerçekleşir:

1) Baştan çıkarma: sahte bir benlik imajı ile karşı taraf büyülenir
2) İstila: karşıdakinin bireyselliği işgal edilir ve onun gözünde vazgeçilmez olunur. Özellikle narsistik sapkının değersizleştirmeleri ve eleştirileri ile öteki kendi değerinden şüphe duyar.
3) Yıkma: narsistik sapkının kişiliğinin gerçek yüzü ortaya çıkar ve artık büyü bozulur.