Friday, October 19, 2012

Dünyanın vicdanı: Eduardo Galeano

Dünyanın vicdanı: Eduardo Galeano 'Aynalar' kitabında Galeano, olaylara alışıldık tarih kitaplarının, özellikle de 'resmi' tarihin baktığından bambaşka gözlerle bakıyor ve gösteriyor. Asık suratlı, neredeyse insansız bir tarihi anlatan kitapların aksine, aşkın, yoksulluğun, kardeşliğin, eşitsizliğin olduğu, insanlı bir tarihi aydınlatıyor Galeano. Bu nedenle de bütün kitaplarının başköşesinde 'adalet' ve 'vicdan' oturuyor

TÜLİN ER 

En son ne zaman birine kitap hediye ettiniz? Bu demode alışkanlık, geçen mayıs ayında Hugo Chavez’in Barack Obama’ya bir kitap hediye etmesiyle yeniden canlandı. Olayın kahramanı, Eduardo Galeano’nun Latin Amerika’nın Kesik Damarları kitabıydı. O günden sonra da kitabın satışlarında hatırı sayılır bir artış gözlendi; sonraki üç hafta boyunca, neredeyse her gün 1500 adet sattı. 1970’lerde yayımlanmış bir kitabın, 2009 yılında bir devlet başkanına hediye edilmesi, güncelliğinin altını da çiziyordu aslında. Latin Amerika’nın halini -tarihini de arkasına alıp- anlatan bir kitabın bunca yıldan sonra hâlâ günümüzün bazı gerçekleriyle paralellikler taşıması düşündürücü değil mi?
Hugo Chavez daha sonra gazetecilere verdiği röportajında şunları söyledi: “Bu kitap, Latin Amerika tarihimiz için bir anıt niteliğinde. Tarihi, nasıl bir tarihten geldiğimizi öğrenmemizi sağlıyor.”

Latin Amerika’ya ‘ABD’nin arka bahçesi’ denmesi boşuna değil. Kuzey Amerika’nın, güneyine ve buradaki maden zenginliklerine göz dikmeyi kendine hak görmesi, Latin Amerika’da bir direnişler tarihi oluşturdu. Bu tarihe ışık tutmaya ve onu en doğru şekilde yansıtmaya kendini adamış olan Eduardo Galeano ise, Latin Amerika topraklarından çıkmış yazarlar ve devrimciler arasında haklı bir ün kazandı. Henüz Che gibi resmini tişörtlerde göremesek de -bunda üzülecek bir şey yok elbette- Latin Amerika ikonları arasında yerini şimdiden almış durumda.
Eduardo Galeano’nun yeni kitabı Aynalar, yurtdışında yayımlanışından kısa bir süre sonra Türkçeye çevrildi ve okurla buluştu. Galeano’nun son zamanlardaki yazınsal üslubunu açıkça yansıtan kitap, kısa öykülerden ve denemelerden oluşuyor. ‘Neredeyse Evrensel Bir Tarih’ altbaşlığı, birazdan sayfalarını çevireceğiniz kitabın alıştığınız tarihten farklı bir okuma vaat ettiğinin ipuçlarını veriyor. Çünkü Aynalar kitabında Galeano, olaylara alışıldık tarih kitaplarının, özellikle de ‘resmi’ tarihin baktığından bambaşka gözlerle bakıyor ve gösteriyor. Asık suratlı, neredeyse insansız bir tarihi anlatan kitapların aksine, aşkın, yoksulluğun, kardeşliğin, eşitsizliğin olduğu, insanlı bir tarihi aydınlatıyor Galeano. Bu nedenle de bütün kitaplarının başköşesinde ‘adalet’ ve ‘vicdan’ oturuyor.

Galeano’nun vicdanı tüm dünyayı kucaklayan türden. Afrika kıtasının talan edilmesine gösterdiği tepkinin aynısını, kadının erkeğin malı haline dönüşmesine ya da çocuklara uygulanan şiddete de gösteriyor. Kapitalizmin doymak bilmezliğine direnmenin onurundan söz ediyor. Dünyadaki tüm olayların nasıl zincirleme bir halde birbirine bağlı olduğunu anlatırken, dünyanın bir ucunda kanat çırpan kelebeğin gerçekten de diğer uçta kasırgalar yaratabileceğini ispatlıyor.
Unutmamak gerek
Aynalar, dünyanın başlangıcına dair efsanelerden 20. yüzyılın olaylarına kadar uzanıyor. Dinlerin ortaya çıkışı, Tanrıların öfkeleri, keşifler, icatlar... Ya hiç bilmediğimiz ya da yanlış bildiğimiz, tarihin pek çok köşe başında duruyor Galeano. Kitabın son başlığı ‘Kaybolan Şeyler’le ise Aynalar’a özlü bir nokta koyuyor:

“Barış ve adalet haykırarak doğan yirminci yüzyıl, kanın içinde boğulmuş olarak öldü ve bulduğundan çok daha adaletsiz bir dünya bıraktı arkasında.Yine barış ve adalet haykırarak doğan yirmi birinci yüzyıl da önceki yüzyılın izinden gitmekte.

Ben çocukken, dünyada kaybolan her şeyin Ay’a gittiğine inanıyordum.Ne var ki, Ay’a giden astronotlar orada ne tehlikeli rüyaları, ne tutulmayan vaatleri, ne de kırık umutları buldular.
Eğer bunlar Ay’da değilselrr, neredeler o zaman?
Yoksa dünyada kaybolmadılar mı?
Yoksa dünyada saklanıyorlar mı?”

John Berger, Galeano için şunları söylemişti: “Eduardo Galeano yayımlamak, düşmanı yayımlamak gibidir: yalanların, eşitsizliğin, hepsinden önemlisi de unutkanlığın düşmanını. Suçlarımızı unutturmadığı için ona minnettarız. Onun şefkati yıkıcı, hakikati hiddetli.”

Gerçekten de Eduardo Galeano’nun en önemli meselesi unutmamak ve unutturmamak. Verili tarihi olduğu gibi benimsemektense onu irdelemek, farklı kaynaklardan araştırıp bağlantılar kurmak. Yalnızca Latin Amerika halkları değil, dünyanın dört bir yanı unutkanlıktan mustarip ya da unutturulma kurbanı. O nedenle, Eduardo Galeano gibi yazarları okumak, onlarla suç ortaklığı yapmak neredeyse elzem. Türkiyeli yayıncıların da bu suç ortaklığına katılması, biz okurlar açısından çok talihli bir durum.

Aynalar’a yalnızca tarih kitabı ya da yalnızca hikâye kitabı demek, onu tanımlamakta yetersiz kalacaktır. Eduardo Galeano, kalıplara sokmaktan özenle uzak durduğu olaylara yakışır, şiirsel bir üslupta yazmış metinlerini. Okurun bakış açısını, böyle ‘ciddi’ konular hakkında okurken rastlamaya alışkın olmadığımız renkli üslubuyla esnetmeyi amaçlamış sanki. Bunu başarmış da...
Sahi, en son ne zaman birine kitap hediye ettiniz?

Tuesday, October 16, 2012

Mahkeme 4 yıl elindeki evrakı aramış

Gazeteci Saymaz'ın 35 'işkence' olayını konu aldığı 'Sıfır Tolerans' kitabı 18 Ekim'de çıkıyor. Kitaba göre, Festus Okey davasında, mahkeme dosyada zaten olan evraka 4 yıl ulaşmaya çalışmış.
Mahkeme 4 yıl elindeki evrakı aramışOkey, 2007 de polis kurşunuyla ölmüştü.
Gazeteci İsmail Saymaz ’ın polis şiddetini konu alan ‘Sıfır Tolerans / Polisin Eline Düşünce’ adlı son kitabı, Festus Okey’in ölümüyle ilgili dört yıl süren yargılamada, mahkemenin zaten dosyada olan bir belgeye ulaşmak için 4 yıl boyunca çeşitli kurumlarla yazıştığını ortaya çıkardı. Kitaptaki belgelere göre mahkemenin Okey’in gerçek kimliğini saptayabilmek için dört yıl beklemesinin ardından, Aziz Nesinlik bir bürokrasi hikâyesi çıktı. Bir kere yanlış makama yazı yazıldı, iki kez çeviri işlemi gerçekleştirildi, evrakın başlığı çevrilmediği için dosya bir kez iade edildi, dosyanın eklerinin gönderilmesi unutuldu. Dört yılın sonunda gelen evrakın baştan beri elde olduğu fark edildi. Kitapta ayrıca Okey’in ölümünün Türkiye ile Nijerya arasında kriz çıkardığı da belgelendi.

Yazı var, dosya yok 

Nijeryalı Festus Okey, 20 Ağustos 2007’de Beyoğlu Polis Merkezi’nde Cengiz Yıldız’ın silahından çıkan kurşunla ölmüştü. Beyoğlu 4. Ağır Ceza Mahkemesi ’nde dört yıl süren davanın sonunda sanık Yıldız, 4 yıl 2 ay hapis cezasına çarptırılmıştı. Bu dört yıl boyunca mahkeme, Festus Okey’in kimliğini saptamaya çalışmıştı. 14 Şubat 2008’deki ilk duruşmada sanık avukatı Vehbi Kahveci, “Ölen kişi, kaçak vizeyle gelmiş, adını sonradan Festus Okey koymuşlar” deyince, dört yıl sürecek ‘kimlik belirleme’ maratonu da başladı. İlk yazı İnterpol’e gitti. Ancak yazı yanlış makama yazılmıştı. İkinci yazı doğru makama, Adalet Bakanlığı ’na yazıldıysa da bakanlık, “İngilizce yazın, gönderin” dedi. Bu kez çeviri yazışması başladı. Bu metin de, başlığında Nijerya geçmediği için geri döndü. Sonra da bakanlığa gönderilen yazıya dosyanın eklenmesi unutuldu. Hata fark edildiğinde çok geçti; bakanlık, eksik evrakı iade etmişti. Bir buçuk yılın ardından evrak Adalet Bakanlığı’ndan Dışişleri’ne, oradan Nijerya’ya gönderildi. Yanıtın gelmesi de bir buçuk yılı buldu. Dört yılın sonu fiyasko oldu. Gelen iki sayfalık yanıt, baştan beri dosyada vardı. Üstelik devletin bulamadığı aileyi, iki avukat buldu. Bu arada kitaptaki belgelere göre, Okey’in ölümü ve sonrasında yaşanan yargı süreci Nijerya’yla krize neden olmuş. Dışişleri Bakanlığı’na ait iki sayfalık evrakta Nijerya’nın Türkiye’ye yönelik eleştirileri yer alıyor. Özetle şöyle:

İtibarımız sarsıldı 

“Nijeryalı yetkililer, olayın kendi ülkelerinde tepki çektiğini, olaydan sonra İstanbul ’daki Nijeryalıların kendilerini güvende hissetmedikleri, üzerlerinde geçerli pasaport bulunmayanların rüşvet karşılığında serbest bırakıldığı yönünde duyumlar aldıklarını ifade etmiştir. (...) Ülkemizin itibarı kadar bu ülkede yaşayan vatandaşlarımızın huzurunu olumsuz etkileyebilecek ve fiziki tepkilere maruz kalmalarına sebebiyet vermesi muhtemel gelişmelerin önlenebilmesinde olayın bir an önce aydınlatılması ve soruşturma sonucunun Nijerya tarafına doğru ve eksiksiz iletilmesinin önem taşıdığı takdir buyurulacaktır.”

Yanlış yere yanlış yazılar gönderildi 
24 Mart 2008: Interpol’e yapılan başvurunun yanlış olduğu ortaya çıktı. Interpol’e üye olmayan ülkeler açısından Adalet Bakanlığı’na başvurulmalıydı.
13 Mayıs: Mahkeme, ‘Kimlik bilgilerinin Nijerya’dan temini’ için Adalet Bakanlığı’na yazdı.
27 Ekim: Bakanlık, “Evrakı İngilizce yazın, gönderin” dedi.
12 Mart 2009: Çevirme yazışmaları bitince, talimat yeniden Adalet Bakanlığı’na yollandı.
16 Nisan: Evrak bu kez, başında ‘Nijerya Yetkili Adli Makamları’na’ ifadesi yazılmadığı için geri döndü.
20 Mayıs: Başlığın çevirisi için de yazışmalar yapıldı. İkinci çeviri bakanlığa yollandı.
29 Haziran: Üst yazıya dosya bilgilerinin eklenmediği, belgelerin tercümelerinin sehven unutulduğu ortaya çıktı.
9 Temmuz: Mahkeme, Adalet Bakanlığı’na başvurup hatanın fark edildiğini, eklerin yola çıkarıldığını söyledi. Ne var ki, ekleri unutulan üst yazı geri gönderilmişti. Mahkeme yazıyı tekrar yazıp gönderdi.
23 Temmuz: Adalet Bakanlığı, yazının Dışişleri Bakanlığı’na intikal ettirildiğini bildirdi.
12 Temmuz 2011: Dört duruşmaya rağmen ses çıkmadı.
17 Kasım 2011: 14 duruşmadır beklenen evrak ulaştı. Fakat sonuç fiyaskoydu. Okey’in kayıtları olduğu belirtilen belgeler soruşturmanın başladığı günden beri mahkemede vardı.

Saymaz, kitabında 35 işkence davasını tek tek incelemiş

Gazeteci Saymaz’ın İletişim Yayınları tarafından basılan, 18 Ekim perşembe rafa girecek olan yeni kitabında; Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’nun (PVSK) 14 Haziran 2007’de değiştirilmesinden sonraki beş yılda 127 kişinin polis kaynaklı şiddet sonucunda ya da polis merkezlerinde öldüğüne dikkat çekiliyor. Aralarında Festus Okey, Şerzan Kurt, Baran Tursun, Çağdaş Gemik ve Çayan Birben gibi, sonu ölümle biten 15 dosya başta olmak üzere 35 dava dosyası derinlemesine inceleniyor.(İSTANBUL/ RADİKAL )

Sunday, October 14, 2012

Haftanın Kitabı: Küreselleşmenin Sonu Mu?

Yaşadığımız dünyada eskiler sonlanırken yeniler başlamıyor...

İnsanlığın kadim ikilemi tekrarlanıyor: Kaosun getirdiği belirsizlikten doğan hüzünlü umutsuzluk ve aldatıcı dinamizmden kaynaklanan rahatsız edici Panglosyan kutlamalar…

Dünyanın en önemli Çin uzmanlarından, "global modernite" kavramının mucidi Arif Dirlik, uzun sürmüş birikimin ışığında küreselleşmenin modernite ile ilişkisini, kurumlarını, uygarlıklarını, yerlerini sorguluyor ve sonlanmayacak sanılan küreselleşmenin bitişini anlatıyor: "... Sonlanmakta olan modernite değil, bu haliyle Avromodernitedir, yani, global hedeflerini realize etmek isterken kendisini yadsıyacak konuma gelen modernitenin iki yüzyıllık Avro/Amerikan egemenliğidir." ...

"Bir kavram olarak 'global modernite,' ortaklıktaki farklılık (veya farklılıktaki ortaklık) durumunu yakalamayı hedeflemiştir; bu hedef, ulusal veya uluslararası düzeyde gündelik politikayı harekete geçiren zıtlıkları üretmekle kalmayıp, aynı zamanda bunları anlamak için gerekli kavramsal aygıtların aranması çabalarını da kapsamaktadır. Benim bu terimi kullanırken temel aldığım anlam, kapitalist modernite tarafından biçimlenen bir dünyada yaşarken, küresel bir kapitalist ekonominin evrensel talepleri ve gerekleri ile buna yönelik yerelleşmiş kültürel talepler arasındaki birçok yüzleşmede, esas belirleyici olan ve yeniden işleme uğrayan modernitenin kendisi olduğudur. Modernitenin parçalara ayrılışı modernitenin sonu olarak algılanabilir; tarihselleştirilmesi için de bir fırsat sunabilir, şu anda hangi konumda olduğunu tanımamıza yardımcı da olabilir ve bugünkü uygun bir noktadan geçmişe ışık tutar..."