Sunday, August 9, 2015

Ludwig Wittgenstein Felsefi Soruşturmalar


Özgün adı: Philosophische Untersuchungen
Çeviri: Haluk Barışcan
Yayına Hazırlayan: Semih Sökmen
Kapak Tasarımı: Semih Sökmen
Kitabın Baskıları:
1. Basım: Nisan 2007
3. Basım: Haziran 2014

Metis Yayinlari

Felsefi Soruşturmalar, felsefe tarihinde Wittgenstein'ın "ikinci felsefesi" olarak da bilinen görüşlerini ortaya koyduğu eseridir. 1951'de son şeklini veremeden ölmesi üzerine manevi mirasçıları E. Anscombe ve R. Rhees tarafından yayımlanan eser, felsefe tarihinde belirleyici bir yere sahiptir. Tractatus'daki görüşlerini eleştirel bir bakışla ele alan filozofun bu eserde ortaya koyduğu fikirlerin etkisi sadece felsefeyle sınırlı kalmamış, düşünce dünyasının bütün alanlarına yayılmıştır.
Alinti:
Burada, son 16 yıl boyunca üzerinde uğraştığım felsefi soruşturmaların tortusu olan düşünceleri yayımlıyorum. Pek çok konuya ilişkin bunlar: Karşılık, anlama, tümce, mantık gibi kavramlara, matematiğin temellerine, bilinç hallerine ve diğer şeylere. Bu düşüncelerin tümünü değiniler, kimi zaman aynı konuya ilişkin uzunca zincirler oluşturan, kimi zamansa çabucak bir alandan diğerine sıçrayan kısa paragraflar olarak yazıya geçirdim.—Başlangıçtaki niyetim bunları günün birinde, biçimine ilişkin olarak farklı zamanlarda farklı tasarımlar oluşturduğum bir kitap halinde bir araya getirmekti. Ama benim için asıl önem taşıyan şey, düşüncelerin bir konudan diğerine doğal ve kesintisiz bir sıra şeklinde ilerlemesiydi.
Vardığım sonuçları böyle bir bütün halinde kaynaştırma yönündeki birçok başarısız girişimden sonra, bunu asla başaramayacağım aklıma yattı. Yazabileceğimin en iyisinin her zaman için yalnızca felsefi değiniler olarak kalacağını, düşüncelerimin, ne zaman onları doğal eğilimlerine karşı olarak tek bir yöne doğru zorlayacak olsam, derhal felce uğradıklarını gördüm.—Tabii bu da tamamen soruşturmanın doğasına ilişkin bir şey. Çünkü bizi geniş bir düşünce alanını, çaprazlaşan yollar oluşturacak şekilde her yöne doğru boydan boya geçmeye zorlayan bu doğadır.—Bu kitaptaki felsefi değiniler, bu uzun ve çetrefilli yolculuklar sırasında oluşmuş bir dizi peyzaj taslağı adeta.
Aynı—ya da hemen hemen aynı—noktalara farklı yönlerden sürekli olarak yeniden yaklaşıldı ve her seferinde yeni resim taslakları oluşturuldu. Bunların çok büyük bir kısmı kötü çizilmiş ya da karakteristik olmayan, zayıf bir çizerin tüm yetersizliklerini barındıran taslaklardı. Bunlar elendikten sonra geriye, izleyene manzaranın bir resmini sunabilmeleri için düzenlenmeleri, çoğu zaman da kesilip biçilmeleri gereken yarım yamalak bir dizi çizim kaldı.—Yani bu kitap aslında bir albüm sadece.
Aslına bakılırsa, kısa bir süre öncesine kadar çalışmamın hayatta olduğum süre içerisinde yayımlanması fikrinden caymıştım. Yine de bu fikir zaman zaman tekrar canlanıyordu; bunun esas nedeni de derslerimde, yazılarımda ve tartışmalarımda ortaya koymuş olduğum sonuçların pek çok açıdan yanlış anlaşılmış, az çok sulandırılmış veya çarpıtılmış şekillerde ortalıkta dolaştığını görmek durumunda kalmamdı. Bu, gururumu ayaklandırdı ve ben de onu yatıştırmakta zorlandım.
Ayrıca dört yıl önce ilk kitabımı (Tractatus Logico-Philosophicus) tekrar okuma ve içerdiği düşünceleri bir başkasına açıklama fırsatını buldum. Birden, bu eski düşünceleri yenileriyle birlikte yayımlamam gerekirmiş, yeni düşüncelerim ancak eski düşünme tarzımın arka planda yer alması durumunda ve bununla oluşturdukları karşıtlık aracılığıyla gerçek anlamda aydınlığa kavuşabilirmiş gibi geldi bana.
Çünkü bundan l6 yıl önce tekrar felsefe ile uğraşmaya başlayalı beri, bu ilk kitabımda yazıya geçirmiş olduklarımda ciddi hatalar bulunduğunu görmek durumunda kaldım. Bunların farkına varmamda, yaşamının son iki yılı içerisinde yapmış olduğumuz sayısız konuşma sırasında fikirlerimi kendisiyle tartışmış olduğum Frank Ramsey'nin eleştirilerinin—boyutunu değerlendirmekten aciz olduğumu söyleyebileceğim ölçüde—yardımı dokundu. Bu her zaman güçlü ve sağlam eleştiriye borçlu olduğumdan daha fazlasını, düşüncelerime bu üniversitenin bir hocası, Bay P. Sraffa tarafından yıllar boyunca aralıksız olarak yöneltilmiş olan eleştirilere borçluyum. Bu kitaptaki fikirlerin en verimlilerini bu uyarıya borçluyum.
Burada yayımladıklarım, başka kişilerin bugün yazmakta olduklarıyla birden fazla nedenden ötürü çakışacaktır.—Değinilerim, kendilerinde, zaten benim olduklarını belirten bir damga taşımıyorlarsa, ben de onları malım olarak sahiplenecek değilim.
Yazdıklarımı ikircikli hislerle sunuyorum okurlara. Bu çalışmanın payına, kendisinin yoksulluğu ve çağın karanlığı göz önünde bulundurulduğunda, şu ya da bu beyne ışık tutma başarısının düşmesi olanaksız değil; ama, tabii, olası da değil bu.
Yazdıklarımla başkalarını düşünmekten kurtarmak değil, tersine, eğer olanaklıysa, kendi düşüncelerini oluşturma uyarısı vermek isterim.
İyi bir kitap ortaya koymayı arzu ederdim. Öyle olmadı; ama bunu benim düzeltebileceğim zaman da geçti artık.
Cambridge, Ocak l945


Ata Devrim, “Ergenlik Çağının Sonu”, 7 Mayıs 2007
Wittgenstein, Tractatus’u yazdıktan sonra felsefe ile olan bütün ilgisinin sona erdiğini düşünmüştü. Bu tutumu “artık büyüdüm” düşüncesiyle oyuncaklarını bir çırpıda çöpe atan ergenin davranışına benziyordu. Ne var ki, hayat sürdükçe ve özellikle bizim dışımızdakilerin varlığını daha açık bir biçimde duyumsadıkça felsefe sessizce ölmez, tam tersine gittikçe canlanır. Felsefi Soruşturmalar’da ergenin içe-kapanık öfkesini kusan Wittgenstein’la yeniden karşılaşmamızın nedeni de böyle bir şeydir. Bu kitapta, kısacık önermelerini buyurgan bir biçimde önümüze koyan Wittgenstein’ın yerine okuruyla daha çok diyaloğa giren, öne sürdüğü düşünceleri anlaşılır kılmak için çaba gösteren, “dersini almış” bir Wittgenstein vardır. Bunun en önemli nedeni, belki de Wittgenstein’ın 1926’ya dek süren ilkokul öğretmenliği deneyimidir. Öğrenciler karşısında gerekli sabrı gösterememiş, disiplini sağlamak için sert yaptırımlara başvurmuş ve bu nedenle velilerin tepkisini çekmiş, hatta bir veli tarafından hakkında suç duyurusunda bulunulmuş olmasına karşın, sonuç hiç de Wittgenstein’ın sandığı gibi “başarısızlık” değildir. Çünkü Felsefi Soruşturmalar eğitim olgusundaki en önemli unsuru barındırır: Diyalog.
Felsefe düşmanları, Tractatus’taki monoloğu nasıl sevmişlerse, felsefenin geri getirdiği bu diyaloğu da aynı biçimde kınamışlardır. Kuşkusuz, Felsefi Soruşturmalar’ı yazana dek kendi yalnızlığını kendisi yaratan bu adam, Viyana’ya felsefi tartışmalar için davet edildiğinde, Tractatus’u anladıklarına inanmadığı bu kişilerle tartışmaya girmekten kaçınmıştır. Hatta bu tartışmalardan birinde onlara sırtını dönüp Tagore’un bir şiirini sesli olarak okumayı yeğlemiştir. Neyseki matematik filozofu Frank P. Ramsey, bu tartışmalar sırasında Tractatus’un eleştirilebilecek yönleri olduğu konusunda Wittgenstein’ı ikna etmiştir. Böylece, Rusya’da üç hafta süren emekçilik, Western filmleri, bir hastanede çalışma, yarım dakikadan bile kısa süren bir beste vb. çılgınlıklara felsefe kesintisiz olarak eşlik edebilmiştir.
Wittgenstein, kitapta genel olarak dil oyunlarını tartışır. Sözgelimi, “çekiç!” çekici gösterip onun adını öğretmek değil de “çekici ver!” buyruğunun kısaltması olarak farklı bir anlama sahiptir. İlginçtir ki benzer argümanı Heidegger, Felsefi Soruşturmalar’dan yaklaşık on sene önce yayınlanan Varlık ve Zaman’da tartışmıştır. Heidegger’e göre “çıkarım” bir şeye kesinlik kazandıran ve iletişime dayalı göstermedir. “Çekiç ağırdır” şeklindeki çıkarım, çekicin ne işe yaradığını değil, çekicin özüne ilişkin bir şey söyler. (Being And Time, çev. John Macquarrie ve Edward Robinson, Blackwell Publishing, 2004, s.199.) Wittgenstein ise aynı argümanın yardımıyla dilin yalnızca adlandırmadan ibaret olmadığını belirtir. Ona göre, sözgelimi satranç öğrenen biri için bir taşın adının “kale” olması, kalenin hangi yönlere gidebildiğini öğrenmemişse, pek fazla bir anlam taşımaz. Daha doğrusu, “kale”ye neden bu adın verildiği bilinmeden, bu ad hiçbir çağrışımda bulunamaz.
Wittgenstein, bu kitapta, gerçekte Tractatus’un yöntemini bütün olarak eleştirmiştir. Çıkarımların ne anlama geldiği, dil oyununda kavramları kullanabilmek için nasıl bunların içeriklerinin öğrenilmesini gerektiriyorsa, çıkarımları ortaya atan kişi tarafından açıklanmalıdır. Wittgenstein’ın verdiği bir örnekte olduğu gibi, herkes kendi kutusunun içindeki çekiçten emindir ama sıra çekici betimlemeye gelince karşı tarafın anlaması için çaba göstermek gerekir. Wittgenstein, Tractatus’un anlaşılmamasından yakınıp durmuş, hatta Russell’ın kitaba yazdığı önsözü bile reddetmiştir. Sonunda Wittgenstein’a mesaj açık olarak verilmiştir: Öyleyse anlat.
Bu kitapta Wittgenstein’ın felsefeye yönelik tutumunun değişebileceği gibi bir beklentisi olanlar ne yazık ki düş kırıklığına uğrayacaklar. Sürekli değişen ilgileriyle kendisini belli eden Wittgenstein’ın özgür ruhu, gelip geçici olmayan, tersine bir tutku olan felsefenin gücünü yadsımaya ve onu bir şeylere indirgemeye çalışır. Özellikle, felsefenin yaratıcı olmadığını, genel kabul görmüş araçları kullandığını iddia eder. Oysaki Wittgenstein’ın kendisi bilir ki satrancı iyi oynamak oyunun kurallarını bilmekle ilgili değildir. Habermas’ın belirttiği gibi dil oyununda insanlar, yalnızca önceden konmuş kuralları yinelemezler, tersine, sentezleyici davranırlar. Oyuncunun pratikle geliştirdiği oyun tarzı, oyuna ilişkin bir yorumlamadır. Felsefe, yaşam praksisinin bütünüyle ilgili olduğuna göre, yaşamın yorumlanmasıdır. Bu yaratıcılık değil de nedir?
Ölmeden önce Wittgenstein doktoruna şöyle der: “Onlara harika bir hayat yaşadığımı söyle.” Onun kendisiyle ilgili bu son çıkarımı, tartışılmaz bir doğruluğa sahiptir. Wittgenstein, belki kuramsal farkındalığa hiçbir zaman ulaşamamış olabilir ama yaşamı boyunca değişik etkinlikleriyle pratik olarak yaşamı sürekli yorumlamış, yaşama sürekli farklı bir felsefe ile yaklaşmıştır.