Saturday, September 10, 2016

PROMETHEUS CEHENNEMDE | Albert CAMUS

William Blake: Image of Firefighters

Karşı koyanı olmadıkça Tanrının bir yanı eksik geliyor bana (Prometheus Kafkasya’da) Lukianos.

Bugünün insanı için Prometheus nedir?
Gerçi, Tanrılara kafa tutan bu adam çağdaş insanın örneği sayılabilir. Binlerce yıl önceki bu kafatutma bugün tarihin eşsiz bir sarsıntısı ile sona eriyor da diyebiliriz. Ama, bir yandan da, öyle geliyor ki, bu ezilmiş insan bizim aramızda da ezile gitmekte; dünyaya saldığı çığlığa, insan başkaldırısının büyük çığlığına hâlâ sağırız hepimiz.
Gerçekten bugünün inşam sayısız yığınlar halinde bu daracık yeryüzünde çile dolduruyor. Ateşten, yiyecekten yoksun bu insan için özgürlük hiç de acelesi olmayan bir lükstür. Çok daha çekecekleri var insanların; özgürlük ve onun son tanıkları da azalacak gittikçe. Prometheus insanlara ateşi ve özgürlüğü, teknikleri ve sanatları bir arada verecek kadar onları seven bir kahramandı. Bugünkü insanlıksa, yalnız tekniğe gereksinim duyuyor, yalnız onun kaygısında. Başkaldırmasını makineleri içinden yapıyor. Sanatı ve ona bağlı her şeyi bir engel, bir kölelik belirtisi sayıyor. Prometheus’un özelliği, tam tersine, makineyi sanattan ayırması-dır. Onca, bedenler ve ruhlar bir arada özgürlüğe kavuşabilirler. Bugünün insanı, önce bedenin kurtulması gerektiğini sanıyor. Bu uğurda ruhun bir süre için ölmesine bile razı oluyor. Ama, ruh bir süre için ölebilir mi? Doğrusunu isterseniz, Prometheus yemden gelecek olsa, bugünün insanları ona Tanrıların yaptığını yapardı. İlk simgesi olduğu insanlık adına onu kayaya çivilerlerdi. Bu yenilmiş insana küfür edecek düşman sesleri, Aiskhylos’un tragedyasının eşiğinde çınlayan seslerin aynı olurdu : Gücün ve şiddetin sesleri.
Acaba kısır mevsim, çıplak ağaçlar, dünyanın kışı mı yıkıyor beni? Ama, bu ışık özlemi hak veriyor bana. Bir başka dünyayı, benim gerçek yurdumu anlatıyor bana. Başka insanlar için hâlâ bir anlamı kaldı mı o dünyanın? Savaşın başladığı yıl, Odysseus’un izlerinde dolaşmak için gemiye binmek üzereydim. O günlerde yoksul bir delikanlı bile bir denizi aşıp ışıklı dünyalara gitmeye kalkabilirdi. Ama, ben de o zaman herkesin yaptığını yaptım. Binmedim gemiye. Cehennemin açılan kapısında tepinen kuyrukta yerimi aldım. Yavaş yavaş girdik hepimiz ve öldürülen ilk günahsızın çığlığı ile kapı kapandı arkamızdan. Cehennemdeydik artık, bir daha da çıkmadık içinden. Altı uzun yıldır alışmaya çalışıyoruz ona. Mutlu adaların sıcak hortlakları çok uzaklarda, ateşsiz ve güneşsiz uzun yılların arkasında görünüyor bize.
Bu ıslak ve karanlık Avrupa’da insan nasıl, yaşlı Chateaubriand’ın Yunanistan’a giden Ampere’e söylediği şu sözü anımsayınca hüzünle ürpermez, aynı acıyı duymaz : «Benim Attika’da gördüğüm hiçbir şeyi bulamayacaksınız. Ne o zeytin ağaçlarının bir yaprağını, ne de üzümlerin bir tanesini.  Benim zamanımın otuna bile özlem duyuyorum. Bir çalıyı bile yaşatmaya gücüm yetmedi.»
Biz de taze kanımıza karşın, bu son yüzyılın korkunç yaşlılığına gömülü, bütün çağların otunu, salt kendisi için görmeye gideceğimiz zeytin yaprağını arıyoruz. Her yerde, her yerde onun çığlıkları, acısı, korkuları. Bu yığın yığın yaratıklar arasında cırcırböceklerine yer yok artık. Tarih, üstünde fundalık bitmeyen kısır bir topraktır. Bugünün insanı yine de tarihi seçti. Ondan ayrılamazdı festen, ayrılması da gerekmezdi. Ama, tarihi kendi buyruğu altına alacak yerde, her gün biraz daha onun kölesi olmaya razı oluyor. İşte, bunda ihanet ediyor Prometheus’a, «bu atılgan düşünceli ve uçarı yürekli» insanoğluna. Bunda dönüyor bugünün insanı, Prometheus’un kurtarmak istediği insanların zavallılığına. O insanlara ki, «düşlerde yaşar gibi bakmadan görüyor, duymadan dinliyorlardı.»
Provence’da bir akşam, pürüzsüz güzel bir tepe, bir parça deniz mavisi yetiyor insana her şeyin yeni baştan yapılması gerektiğini anlatmaya. Bedenin isteklerini karşılamak için ateşi yeniden bulmak, tezgâhları yeniden kurmak zorundayız. Attika, özgürlük ve meyveleri, ruhun ekmeği bir başka zamana. Elimizden ne gelir? Kendi kendimize bağırmaktan başka ne yapabiliriz, onları hiçbir zaman bulamayacağız ya da başkaları bulacaklar diye. Hiç değilse bu başkalarının onlardan yoksun kalmamasına çalışmaktan öte çare yok. Ne yapabiliriz? Bunlar hiç olmayacak artık, ya da başkalarının olacak diye yerinmekten ve hiç değilse bu başkalarının onlara kavuşmasına çalışmaktan başka ne gelir elden diye. Bunu acı ile duyan, yine de küsmeden yaşamaya çalışan bizler, çok mu geç geldik, çok mu erken?

Çalılıkları yeşertmeye gücümüz yetecek mi? Zamanımızda yükselen bu soruya Prometheus’un karşılık vereceğini düşünün. Gerçekte bu karşılığı çoktan vermiş o : «Size yeni düzeni ve kalkınmayı vaat ediyorum ey ölümlüler! Eğer, bunu kendi elinizle yapacak kadar usta, değerli ve güçlü iseniz.» Kurtuluşun bizim elimizde olduğu doğruysa, çağımızın bu sorusuna ben evet diyeceğim, tanıdığım birkaç insanda gördüğüm kafalı güce, bilgili yiğitliğe güvenerek.
«Evet doğruluk! diye bağırır Prometheus, ey anam benim! Görüyorsun bana neler çektirdiklerini!» Hermes ise alay eder kahramanla : «Şaşıyorum sana, madem kâhindin, neden önceden görmedin bu çektiklerini?» «Biliyordum» diye karşılık verir asi Prometheus. Benim sözünü ettiğim insanlar da adaletin oğullandır. Onlar da bile bile herkesin derdiyle dertleniyorlar. Biliyorlar ki gözleri yoktur onun, Prometheus’un ve onun adaletini atıp yerine akim bulduğu adaleti koymak gerekir, işte, Prometheus bu yoldan çağımızın insanı oluyor.
Söylencelerin kendi yaşamları yoktur. Onlara bizim can ve kan vermemizi beklerler, yeryüzünde onların çağrısına bir tek insan karşılık verdi mi, özlerini taptaze sunarlar bize. Bizim işimiz bu özü korumak ve yeniden dirilmesi için ölüm uykusuna dalmamasını sağlamaktır. Bugünün insanım kurtarmanın olanaksız olduğunu düşünüyorum kimi zaman. Ama, bu insanoğulları ruhça ve bedence kurtarılabilir hâlâ. Onlara mutluluk ve güzellik yollarını açabiliriz. Güzelliksiz ve özgürlüksüz yaşamaya razı olursak, Prometheus söylencesi daha başkalarıyla birlikte bize insanın ancak bir zaman için paramparça edilebileceğini, insanın tümüne yararlı olmadıkça, hiçbir şeye yararlı olunamayacağını anımsatır bize. İnsan ekmek ve çalı istiyorsa ve eğer ekmeğin daha zorunlu olduğu doğru ise çalının anısını korumayı öğrenelim. Tarihin en karanlık günlerinde Prometheus insanları, zor işlerini duraksamadan toprağa ve durmadan biten ota bir yanlarıyla bağlı kalacaklardır. Zincire vurulmuş kahraman, Tanrının yıldırım ve şimşeklerinde, insana olan o rahat güvenini yitirmez. Onun için, Prometheus bağlandığı kayadan daha sert, dalağını yiyen akbabadan daha sabırlıdır. Tanrılara başkaldırmaktan daha önemli olan şey bizce, bu sürekli diretmedir. Ve bu hiçbir şeyi ayırt etmeme ve atmama gücüdür ki, insanların dertli yüreğini dünyanın ilkyazıyla uzlaştırmış ve uzlaştıracaktır.

L’ETE’den, 1946
çev: Sabahattin Eyuboğlu – Vedat Günyol