William Blake: Image of Firefighters
Karşı koyanı
olmadıkça Tanrının bir yanı eksik geliyor bana (Prometheus Kafkasya’da)
Lukianos.
Bugünün insanı
için Prometheus nedir?
Gerçi,
Tanrılara kafa tutan bu adam çağdaş insanın örneği sayılabilir. Binlerce yıl
önceki bu kafatutma bugün tarihin eşsiz bir sarsıntısı ile sona eriyor da
diyebiliriz. Ama, bir yandan da, öyle geliyor ki, bu ezilmiş insan bizim
aramızda da ezile gitmekte; dünyaya saldığı çığlığa, insan başkaldırısının
büyük çığlığına hâlâ sağırız hepimiz.
Gerçekten
bugünün inşam sayısız yığınlar halinde bu daracık yeryüzünde çile dolduruyor.
Ateşten, yiyecekten yoksun bu insan için özgürlük hiç de acelesi olmayan bir
lükstür. Çok daha çekecekleri var insanların; özgürlük ve onun son tanıkları da
azalacak gittikçe. Prometheus insanlara ateşi ve özgürlüğü, teknikleri ve
sanatları bir arada verecek kadar onları seven bir kahramandı. Bugünkü
insanlıksa, yalnız tekniğe gereksinim duyuyor, yalnız onun kaygısında.
Başkaldırmasını makineleri içinden yapıyor. Sanatı ve ona bağlı her şeyi bir
engel, bir kölelik belirtisi sayıyor. Prometheus’un özelliği, tam tersine,
makineyi sanattan ayırması-dır. Onca, bedenler ve ruhlar bir arada özgürlüğe
kavuşabilirler. Bugünün insanı, önce bedenin kurtulması gerektiğini sanıyor. Bu
uğurda ruhun bir süre için ölmesine bile razı oluyor. Ama, ruh bir süre için
ölebilir mi? Doğrusunu isterseniz, Prometheus yemden gelecek olsa, bugünün
insanları ona Tanrıların yaptığını yapardı. İlk simgesi olduğu insanlık adına
onu kayaya çivilerlerdi. Bu yenilmiş insana küfür edecek düşman sesleri,
Aiskhylos’un tragedyasının eşiğinde çınlayan seslerin aynı olurdu : Gücün ve
şiddetin sesleri.
Acaba kısır
mevsim, çıplak ağaçlar, dünyanın kışı mı yıkıyor beni? Ama, bu ışık özlemi hak
veriyor bana. Bir başka dünyayı, benim gerçek yurdumu anlatıyor bana. Başka
insanlar için hâlâ bir anlamı kaldı mı o dünyanın? Savaşın başladığı yıl,
Odysseus’un izlerinde dolaşmak için gemiye binmek üzereydim. O günlerde yoksul
bir delikanlı bile bir denizi aşıp ışıklı dünyalara gitmeye kalkabilirdi. Ama,
ben de o zaman herkesin yaptığını yaptım. Binmedim gemiye. Cehennemin açılan
kapısında tepinen kuyrukta yerimi aldım. Yavaş yavaş girdik hepimiz ve
öldürülen ilk günahsızın çığlığı ile kapı kapandı arkamızdan. Cehennemdeydik
artık, bir daha da çıkmadık içinden. Altı uzun yıldır alışmaya çalışıyoruz ona.
Mutlu adaların sıcak hortlakları çok uzaklarda, ateşsiz ve güneşsiz uzun
yılların arkasında görünüyor bize.
Bu ıslak ve
karanlık Avrupa’da insan nasıl, yaşlı Chateaubriand’ın Yunanistan’a giden
Ampere’e söylediği şu sözü anımsayınca hüzünle ürpermez, aynı acıyı duymaz
: «Benim Attika’da gördüğüm hiçbir şeyi bulamayacaksınız. Ne o zeytin
ağaçlarının bir yaprağını, ne de üzümlerin bir tanesini. Benim zamanımın
otuna bile özlem duyuyorum. Bir çalıyı bile yaşatmaya gücüm yetmedi.»
Biz de taze
kanımıza karşın, bu son yüzyılın korkunç yaşlılığına gömülü, bütün çağların
otunu, salt kendisi için görmeye gideceğimiz zeytin yaprağını arıyoruz. Her
yerde, her yerde onun çığlıkları, acısı, korkuları. Bu yığın yığın yaratıklar
arasında cırcırböceklerine yer yok artık. Tarih, üstünde fundalık bitmeyen
kısır bir topraktır. Bugünün insanı yine de tarihi seçti. Ondan ayrılamazdı
festen, ayrılması da gerekmezdi. Ama, tarihi kendi buyruğu altına alacak yerde,
her gün biraz daha onun kölesi olmaya razı oluyor. İşte, bunda ihanet ediyor
Prometheus’a, «bu atılgan düşünceli ve uçarı yürekli» insanoğluna. Bunda
dönüyor bugünün insanı, Prometheus’un kurtarmak istediği insanların
zavallılığına. O insanlara ki, «düşlerde yaşar gibi bakmadan görüyor, duymadan
dinliyorlardı.»
Provence’da
bir akşam, pürüzsüz güzel bir tepe, bir parça deniz mavisi yetiyor insana her
şeyin yeni baştan yapılması gerektiğini anlatmaya. Bedenin isteklerini
karşılamak için ateşi yeniden bulmak, tezgâhları yeniden kurmak zorundayız.
Attika, özgürlük ve meyveleri, ruhun ekmeği bir başka zamana. Elimizden ne gelir?
Kendi kendimize bağırmaktan başka ne yapabiliriz, onları hiçbir zaman
bulamayacağız ya da başkaları bulacaklar diye. Hiç değilse bu başkalarının
onlardan yoksun kalmamasına çalışmaktan öte çare yok. Ne yapabiliriz? Bunlar
hiç olmayacak artık, ya da başkalarının olacak diye yerinmekten ve hiç değilse
bu başkalarının onlara kavuşmasına çalışmaktan başka ne gelir elden diye.
Bunu acı ile duyan, yine de küsmeden yaşamaya çalışan bizler, çok mu geç
geldik, çok mu erken?
Çalılıkları
yeşertmeye gücümüz yetecek mi? Zamanımızda yükselen bu soruya
Prometheus’un karşılık vereceğini düşünün. Gerçekte bu karşılığı çoktan
vermiş o : «Size yeni düzeni ve kalkınmayı vaat ediyorum ey ölümlüler! Eğer , bunu kendi elinizle
yapacak kadar usta, değerli ve güçlü iseniz.» Kurtuluşun bizim elimizde olduğu
doğruysa, çağımızın bu sorusuna ben evet diyeceğim, tanıdığım birkaç insanda
gördüğüm kafalı güce, bilgili yiğitliğe güvenerek.
«Evet
doğruluk! diye bağırır Prometheus, ey anam benim! Görüyorsun bana neler
çektirdiklerini!» Hermes ise alay eder kahramanla : «Şaşıyorum sana , madem kâhindin,
neden önceden görmedin bu çektiklerini?» «Biliyordum» diye karşılık verir asi
Prometheus. Benim sözünü ettiğim insanlar da adaletin oğullandır. Onlar da bile
bile herkesin derdiyle dertleniyorlar. Biliyorlar ki gözleri yoktur onun,
Prometheus’un ve onun adaletini atıp yerine akim bulduğu adaleti koymak
gerekir, işte, Prometheus bu yoldan çağımızın insanı oluyor.
Söylencelerin
kendi yaşamları yoktur. Onlara bizim can ve kan vermemizi beklerler, yeryüzünde onların
çağrısına bir tek insan karşılık verdi mi, özlerini taptaze sunarlar bize.
Bizim işimiz bu özü korumak ve yeniden dirilmesi için ölüm uykusuna
dalmamasını sağlamaktır. Bugünün insanım kurtarmanın olanaksız olduğunu
düşünüyorum kimi zaman. Ama, bu insanoğulları ruhça ve bedence kurtarılabilir
hâlâ. Onlara mutluluk ve güzellik yollarını açabiliriz. Güzelliksiz ve
özgürlüksüz yaşamaya razı olursak, Prometheus söylencesi daha başkalarıyla
birlikte bize insanın ancak bir zaman için paramparça edilebileceğini, insanın
tümüne yararlı olmadıkça, hiçbir şeye yararlı olunamayacağını anımsatır bize.
İnsan ekmek ve çalı istiyorsa ve eğer
ekmeğin daha zorunlu olduğu doğru ise çalının anısını korumayı öğrenelim.
Tarihin en karanlık günlerinde Prometheus insanları, zor işlerini duraksamadan
toprağa ve durmadan biten ota bir yanlarıyla bağlı kalacaklardır. Zincire
vurulmuş kahraman, Tanrının yıldırım ve şimşeklerinde, insana olan o rahat
güvenini yitirmez. Onun için, Prometheus bağlandığı kayadan daha sert, dalağını
yiyen akbabadan daha sabırlıdır. Tanrılara başkaldırmaktan daha önemli olan şey
bizce, bu sürekli diretmedir. Ve bu hiçbir şeyi ayırt etmeme ve atmama gücüdür
ki, insanların dertli yüreğini dünyanın ilkyazıyla uzlaştırmış ve
uzlaştıracaktır.
L’ETE’den,
1946
çev:
Sabahattin Eyuboğlu – Vedat Günyol