Saturday, June 9, 2012

Soykırıma Uğrayan Bir Halk – AZTEKLER

  
EFSANEVİ AZTEK, İNKA VE MAYA HALKLARININ TRAJEDİSİ

Soykırım tarihinin en kanlı sayfaları Amerika kıtasında yazılmıştır
1492 yılında Kristof Kolomb San Salvador adasından Amerika kıtasına ayak bastığında İspanya İmparatorluğu için talanla elde edilecek sınırsız maddi zenginliğin, yerliler için ise tarihin en büyük soykırımlarını yaşama dönemi başlıyordu. İlk on yıl içinde Taino yerlilerinden yüz binlercesi katledilmiştir. 20 yıl içerisinde 8 milyona yakın Arawaks yerlisi katliamdan geçirilmiştir. Kıta halklarının zenginliklerini görenlerin gözünü altın ve kan bürümüş, soykırımlar süreci başlamıştır.
Bugünün Orta Meksika’sında yaşayan 13 milyon nüfusa sahip Aztekler soykırımı hissetmiş olsalar da tedbirsiz davranmışlar ve ancak krallarının esir düşmesiyle direnişe geçmişlerdir.
İspanya adına 500-600 kişiden oluşan özel ordusunun başında Aztek başkenti Tenochtitlan’a gelen Hernan Cortes misafir gibi karşılanmıştır. Nüfusu 300 bini bulan başkentin misafiri olan Cortes birkaç gün sonra Aztek Kralı Montezuma’yı tutsak almıştır. Halk, esir alınan kralına bağlıdır ve bu nedenle rahatlıkla ezip geçebilecekleri Cortes ve az sayıdaki adamlarına karışmamışlardır. Cortes bu sayede rahatlıkla kentte kalabilmiş ve birkaç aylık gözlemlerinden sonra Avrupa’ya dönmüştür. Ancak kente başka İspanyol ordu gruplarının saldırıları başlamıştır. Bu saldırılar karşısında Aztekler direnişe geçmiştir ve başlarında da yeni bir kral vardır. Cortes tekrar döndüğünde kralın değiştiğinden habersiz olduğu için Montezuma’yı bir kez daha esir alıp onunla birlikte halkın karşısına çıksa da halk savaşmaya devam etmiştir. 4 ay süren savaş sonucunda Aztek direnişi kırılmıştır.
İnka halkının yaşadıkları da Aztekler ile benzerlik göstermiştir. İspanyollar tıpkı Azteklere yaptıkları gibi İnkaların kralını da esir alarak halkın direnişini kırmak istemişlerdir. İnkaların ülkesi eski Roma İmparatorluğu’yla kıyaslanabilecek kadar geniş ve zengindi. İnkalar komünal bir ekonomik sistem kurmuş ve yaşam tarzlarıyla Avrupa aydınlarının hayallerini süslemişlerdir. Fakat zenginlikleri de İspanyolların başını döndürmüştür. İnkaların altından yapılmış bina çatılarını gördükten sonra aç gözlü İspanyol fatihlerini hiçbir güç tutamamıştır.
1532 yılında, İspanyolların sonradan Peru adını verdikleri Eldorado kent merkezine gelen küçük ordunun başındaki Pizarro, İnka Kralı Atahualpa’ya tuzak kurar. Müzakere için görüşmek istediğini söyleyip dostça bir tavır takınır. Çevredeki tepelerin tümünü İnkalar kuşatır ve kralları vadide görüşmeye iner.
Onlar ülkelerine gelen yabancıların bir komplo hareketi geliştirebileceklerini, bir hile yapabileceklerini düşünmemişlerdi. Özel mülkiyetin olmadığı ülkelerinde bu kadar büyük bir kötülük nedir tanımıyorlardı.
İnkalar az sayıdaki İspanyol ile gerçekten baş edebilecek durumdadır. Fakat Azteklerin başına gelen İnkaların da başına gelir. Görüşme sırasında Pizarro Kral Atahualpa’yı esir alarak İnkaların hareket etmesini önler. Daha sonra da kralı öldürür. Bundan sonrası ard arda gelen İspanyol akınlarıyla 8 milyonluk İnka nüfüsunun soykırıma uğratılması süreci olur. İnkalar gerilla tarzına benzer şekilde direnişe geçerler, fakat nüfusun yarısından fazlası katledildikten sonra 1560’lı yıllarda direnişleri kırılır.
10 bin yıldan fazla bir tarihe ve zengin bir kültüre sahip olan Maya halkları da soykırımdan paylarını almış ve yüzlerce yıla yayılmış bir soykırımdan geçmişlerdir. Meksika’nın güneydoğusunda beş ayrı devlet kurmuş olan Maya halklarının başına gelen felaketlerin hiç biri Avrupa’dan gelenlerin yarattığı felaket kadar acı verici olmamıştır. Maya kent devletleri uzun süre birbiriyle çatışarak siyasi kargaşaları yaşarken, güçten düşmüş ve böyle bir zamanda İspanyol istilası başlamıştır. Buna rağmen Maya kentlerinin istilası kolay olmamıştır. Direniş mücadelesi içerisine girmelerine karşın Mayaların içteki birlik sorunları uzun vadede İspanyol işgalcilerine yaramış ve soykırımdan kurtulamamışlardır. En son Maya kentleri de 1697’de işgal edilmiştir.
Maya soykırımı sadece fiziki soykırımla kalmamış, yüzlerce lehçeye sahip olan Maya dillerinin önemli bir kısmı yok olmuştur. Edebi eserleri de bu yıkımdan sonra kaybolmuştur. Mayalardan günümüze sadece dört tane el yazması kalmıştır. Bunların da biri ABD, biri Fransa, biri Almanya ve biri de Meksika müzelerindedir. Üstün mimarileri, sanatları, yaşam tarzlarıyla büyüleyici olan ve sırlarına henüz tam erişilemeyen bu efsanevi halktan geriye kalanlar, varlıklarını yeni soykırımlardan geçerek günümüze kadar sürdürmüşlerdir. 20 yüzyıl ortalarından sonra Maya başkaldırısından korkanlar Guatemala’da yüz binlercesini katletmişlerdir.

“Doya doya yenecek aşları
Kana kana içecek suları vardı
Ama o gün toz duman sardı her yanı
O gün sarardı soldu toprak
O gün bir bulut çöktü tepesine
O gün bir dağ geldi üzerine
O gün güçlü adamın eline geçti toprak
O gün tütmez oldu bacalar
O gün dalından koparıldı körpe yapraklar
O gün ölüme kapandı gözler
O gün üç işaret belirdi ağaçta
O gün üç nesil asıldı oracıkta
İşte o gün baş koydular savaşa
Ve dağıldılar dip bucak ormanlar arasına”
(Bir Maya Ağıdı - Popolvuh Maya Kutsal Kitabından)

Coğrafi keşiflerden yararlanıp soykırıma girişenlerin kanla çizdikleri tablo ibretliktir. Soykırımlarla elde edilen altın ve gümüşler İspanya hükümdarlarınca yüz yıl içinde tüketilmişlerdir. Yüz yıllık sefahat uğruna on binlerce yıllık kültürler yok edilmiş, milyonlarca insan katliamdan geçirilmiştir. Ki kapitalist soykırımcı zihniyet, bunu bir günlük zevk için yapabilecek karakterdedir.
Soykırımcılar yok ettikleri kültürlerin büyüklüğü karşısında şaşkınlıklarını gizleyemedikleri halde onların yok edilmesi gereken vahşiler olduklarını sık sık dillendirmişlerdir.
Kızılderili halklardan kıtanın diğer bölgelerine yayılmış olanları da sonraki yıllarda yok edilmesi gereken vahşiler kategorisine alınmışlardır. Çünkü Avrupa egemenleri Haçlı Seferleri’yle elde edemedikleri zenginliği yeni bir kıtayı kendilerine vatan yaparak elde etmeye çalışmışlardır. Bunun için ikinci Haçlı Seferleri Amerika’nın gerçek sahibi olan Kızılderili halklara karşı yapılmıştır.

KIZILDERİLİ HALKLARA UYGULANAN SOYKIRIM YÖNTEMLERİ

“İnsan tabiattan uzaklaştıkça kalbi katılaşır” (Kızılderili vecizesi)

Resmi makamlarca katledilen insan sayısı ve soykırım reddedilse de saygın tüm tarihçilerin ortak kanısıdır ki, Amerika tarihinin, hatta dünya tarihinin en büyük soykırımında yerli halktan milyonlarcası katledilmiştir. Güneydeki halklar da buna dâhil edildiğinde Kolomb’un ilk adımıyla başlayan süreç 70 milyon yerli halkın öldürülmesiyle tamamlanmıştır. Bunların 25 milyondan fazlası Kızılderili halklardır ve onlardan da geriye bir buçuk milyondan az bir nüfus bırakılmıştır. Amerika’nın sonraki egemenleri soykırım karşısında vahşice ve utanç verici bir savunma yapmaktadırlar: “Sonuna kadar öldürmedikçe soykırım sayılmaz”
Bu kadar büyük bir soykırımın izlerini silmek için Hollywood sinemalarının yaptığı kahraman kovboy ve vahşi Kızılderili filmleri yeterli olmamış, bir de o kültürlerden geriye kalan isimleri kendilerine mal etmişlerdir. Kimi kabilelerin ve şeflerinin isimlerini helikopterlerine, jeeplerine, televizyonlarına, hatta lokantalarına takmışlardır; Apache, Black Hawk, Cherokee, Fox, Kentucky gibi…
Kızılderililer yani Kuzey Amerika’nın yerli halklarının binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan koparılışı büyük bir soykırım süreciyle gerçekleşmiştir. Kıtanın Avrupa kâşifleri tarafından ilk keşfedilişiyle birlikte başlayan soykırım süreci ABD’nin bağımsızlığını ilan etmesiyle hızlanmış ve yüz yıl kadar bir süre içerisinde tamamlanarak “Amerika Amerikalılarındır” sloganı altında “Beyaz adamın” zaferi ilan edilmiştir.

Önce Şükranlarını Sundular Sonra Katlettiler
Avrupa’dan ilk yerleşimcileri getiren geminin adı sempatikti (May Flower, yani Mayıs Çiçeği) ve Kızılderililer de onları sempatiyle karşılamışlardı. Pilgrimler denilen yerleşimci ve hacılar aylarca süren deniz yolculuğundan sonra hasta ve aç haldeyken yerlilerle karşılaşırlar. Kızılderililer misafirperverliklerini gösterip onları kurtardığı gibi onlara mısır yetiştirmeyi ve hindi avlamayı da öğretirler. Bu ilk karşılama olayının etkisiyle üç yıl sonra bu kez İngiliz vali yerliler için bir yemek töreni düzenler ve şükranlarını sunar. Yemek geleneği sonraki yıllarda devam ettirilirken, 1941 yılında ABD Kongresi bu geleneği karara bağlar ve her yılın kasım ayının son perşembesi ŞÜKRAN GÜNÜ adıyla ulusal bayram ilan edilir. Şükran Günü bayramı yerli halklarla kardeşleşme adına önemli bir adımdır, fakat araya soykırımlar girmiştir
Kızılderili soykırımı için yapılan hazırlık Avrupalı kapitalistlerin uzak kıtanın zenginlikleri için kralları teşvik etmeleriyle başlamıştır. Kraliyet himayesindeki kâşifler, gezginler, din adamları, gemiler ve silahlar hazırlık sürecinin temel araçları olmuştur. Portekiz, İspanyol ve İngilizleri diğer Avrupalılar takip etmiştir. Oralarda yaşayan vahşilere medeniyet götürülecektir Daha sonra medeniyet götürme propagandası yerini “vahşiler yok edilmelidir” e bırakacaktır.

-Korku salmak, boyun eğdirmek için işkence ve katletmeler sınırsızca geliştirilerek bazen cesetlerini köpeklere yem etmişlerdir.
-Yerlilerle ilk karşılaşmada yapılan katliam denemeleriyle birlikte uygulanan temel yöntem göç ettirme olmuştur. Göçe zorlanarak topraklarından kovulan yerlilerin çoğu yollarda hayatını kaybetmiştir. Gittikleri yerler de daha sonra ellerinden alınarak vatansızlaştırılmışlardır.
-Yok etme işleminin hızlı olması için yerlilere salgın hastalıklar bulaştırılmıştır. Battaniyeler, yiyecek-içecekler yoluyla bulaştırılan hastalıklar biyolojik silah rolünü oynamış ve toplu kırımlara yol açmıştır. Bunu bilinçli yapmadıklarını, hastalıkların kendilerinden bulaştığını ama yerlilerin bağışıklık sistemi olmadığı için etkilendiklerini iddia etseler de hiçbir tedavi çabasına girişmemiş olmaları bile nasıl planlı bir soykırımın geliştirildiğini göstermeye yetmektedir.
-Öldürmelerin yaygınlaşması ve ortada hiçbir tehdit kalmaması için toplumun tümü cinayete teşvik edilmiştir. Yerli avcılığı geliştirilmiş, kelle başına dolar ödenmiştir.
-Apaçi, Siyu ve Komançi gibi direnen kabilelere savaş açılmış, askeri teknikler sonuna kadar kullanılmıştır.
-Kara ve demir yolları hızla açılarak binlerce kilometre uzaklıkların işgali geliştirilmiştir.
-Bazı toprakların parayla satın alınması yoluna gidilmiştir.
-Madencilik teşvik edilmiş ve altına hücum seferleriyle topraklara yerleşim sağlanmıştır.
-Büyük baş hayvanlarını yok ederek, hububat depolarını yağmalayarak, doğanın sunduğu nimetlerden yararlanmasınlar diye doğa katliamına girişerek ekonomik kaynaklarını kurutmuş ve açlıkla terbiye etmişlerdir.
-Kıtalar arası köleciliği geliştirmişlerdir. Esir aldıkları yerlilerin bir kısmını kaçırıp Avrupa’da köle olarak satarken, Afrika kıtasından kaçırdıkları yerlileri de Amerika’ya köle olarak getirmişlerdir.
-Savaşçı ve direngen kabilelere boyun eğdirmek için küçük bir parça toprak rüşvetiyle yerleşik bir alanda yaşamalarına fırsat vermişlerdir. Düzen içine çekmek için teslim olanları ve kendilerine benzeşenleri desteklemişlerdir. Bir nevi “itirafçılık” ve “koruculuk” sistemini geliştirmişlerdir.
-Dinsiz oldukları propagandasıyla onlara yardım edilmesini önlemiş, katledilmeleri için “fetvalar” çıkarmış ve öte yandan okuma-yazma ve din eğitimi adı altında asimilasyon tekniklerini kullanmışlardır. Kendi dillerini ve kültürlerini korumaya çalışanların cezalandırıldığı okul sistemleri ile soykırımdan arta kalan on binlerce Kızılderili çocuğuna asimilasyon eğitimi verilmiştir.
-Doğumla nüfusları artmasın diye kadınlara kısırlaştırıcı yöntemler uygulanmıştır.
-Çocuklar yasa yoluyla zorla hizmetçi yapılmış ve alınıp satılmıştır.
-“En iyi Kızılderili ölü Kızılderili’dir” sözü zihinlere işlenerek toplumda korku ve nefret duyguları uyandırılmıştır.
-Soykırımdan geriye kalanlar Rezervasyon denilen toplama kamplarına alınmıştır.

Özgürlük Ruhu Yitirilirse Soykırım Amacına Ulaşır
Soykırım, özgürlük ruhunu bitirmeyi hedefler. Bu gerçeği direnen son kabilenin katliamdan geçirilmesinden sonra yaşlı bir Kızılderili çarpıcı ifade etmiştir. Bu son katliam Lakota Siu’larına uygulanmış, 29 Aralık 1890’da 44’ü kadın, 18’i çocuk 150’den fazla Kızılderili öldürülmüştür. Tarihe Yaralı Diz Katliamı olarak geçen bu olayın gerekçesi yerlilerin yaptığı HAYALET DANSI olmuştur. Kızılderililer yitirdikleri her şeyi bu dansla tekrar kazanacaklarını umut ediyorlardı. Amerika yönetimi ise bunun bir savaş dansı olduğundan şüphelenmiş ve isyan hazırlığı olarak yorumlayıp bu dansı yapanların tutuklanması kararını çıkarmıştır. Yerliler tutuklama amacıyla gönderilen askerlere teslim olmamış ve çıkan çatışmada katliam yapılmıştır.
Katliamdan sağ kurtulan Kara Geyik isimli Kızılderili’nin ifadeleri soykırımın en son olarak hayalleri ve özgürlük ruhunu öldürdüğünü anlatmaktadır:
"O zaman kaç kişinin öldüğünü anlayamamıştım. Şimdi kocamışlığımın şu yüksek tepesinden gerilere baktığımda, yerde birbirleri üzerinde yığılı duran boğazlanmış kadınları ve çocukları hâlâ o genç gözlerimle görebiliyorum. Ve orada, o çamurun içinde bir şeyin daha öldüğünü ve o kar fırtınasına gömüldüğünü görebiliyorum. Evet, bir halkın düşü öldü orada..."

Direnen Son Kişi Kalıncaya Dek…
Soykırıma karşı direnişin sembolü olan ve direnen son savaşçı, gerçek adı Gokhlayeh olan Geronimo’dur. 1858 yılında eşi, annesi ve üç çocuğu İspanyollar tarafından katledilmiş ve o günden sonra Apaçilerin en yılmaz savaşçısı olmuştur. Defalarca yakalanmasına rağmen her seferinde kaçmayı başarmış ve savaşmaya devam etmiştir.
Ömrünün 40 yılını soykırımcılara karşı savaşmakla geçirdikten sonra beş bin Amerikan süvarisi karşısında 24 arkadaşıyla birlikte Dumanlı Dağlar’a sığınmış; askerlerin çevredeki köylerde kadın ve çocukları katletmeye başlaması üzerine halka daha fazla zarar gelmemesi için teslim olmuştur. Geronimo 1909 yılında Oklahoma’da işkence altında katledilmiştir. Halkı onun halen Dumanlı Dağlar’da yaşadığına inanmaktadır…
Soykırım, direnen son kişiye kadar devam ettirilmiştir.
Bir kez geldikten sonra bir daha gitmemişlerdir.
Bir soykırımın özetini Baba filmindeki rolünden dolayı, 1973’te Oscar Ödülü verilen Marlon Brando, Kızılderili soykırımını protesto edip ödülü reddettiğinde dile getirmiştir. Amerikalı bir sanatçının tavrı ve hakikati dile getirmiş olması sebebiyle önemli olan bir sunumdur. Ödül törenine, kendi adına konuşma yapması için genç bir Kızılderili kadını göndermiş ve hazırladığı metnin bir bölümünde şunları yazmıştır:
“200 yıl boyunca toprağı, ailesi ve özgür olma hakkı için savaşan Yerli halka şöyle dedik: ‘İndir silahını arkadaş, gel birlikte oturalım. İndirirsen eğer silahını arkadaş, senle barıştan söz ederiz, senin hayrına anlaşırız birlikte.’ Silahlarını indirdiklerinde onları katlettik biz.
Onlara yalan söyledik. Onları topraklarından koparmak için kandırdık. Onları açlığa mahkûm ettik ki antlaşma dediğimiz ama hiçbir zamanda andımıza sadık kalmadığımız o hileli anlaşmaları zorla imzalasınlar. Onları, yalnızca yaşamın anımsayacağı kadar uzun bir süredir yaşam vermiş bu kıtada dilencilere döndürdük.
Ve tarihi istediği kadar çarpıtılmış dahi olsa nasıl yorumlarsanız yorumlayın: Biz doğru yapmadık. Ne adil davrandık ne de dürüst. Onlara karşı ne haklarını iade etmek zorundaydık ne de anlaşmalarımıza sadık kalmak, çünkü gücümüzün üstünlüğü bize diğerlerinin haklarına saldırma, mallarını gasp etme, yalnızca yaşamlarını ve özgürlüklerini savunmaya çalışırken, onların yaşamlarını ellerinden alma hakkını sağlıyordu ki onların erdemleri suça dönüşürken bizim ahlâksızlıklarımız erdem oluyordu…
Fakat öyle bir şey var ki bu sapkınlığın ulaşamayacağı, o da tarihin büyük hükmü. Emin olun ki tarih bizi yargılayacaktır. Ama umurumuzda mı? O nasıl bir ahlâki şizofrenidir ki tüm dünyanın işitmesi için ulusumuzun en tepesindeki sesle ciğerlerimiz patlayana kadar bizim taahhütlerimizi tuttuğumuzu haykırırız da tarihin tüm sayfaları, Amerikan Yerlilerinin yaşamındaki son 100 yıl boyunca geçirdikleri tüm o aç, susuz günler ve geceler bu sesin dediklerinin tam zıddını söyler...”

Soykırıma Uğrayan Bir Halk – AZTEKLER
Kitap

Aztekler, İspanyol işgali ve soykırımından sağ çıkmayı başarmış birkaç Orta Amerika uygarlığından birisidir. Günümüzün Meksika'sına göç ederek, tarihinen gizemli ve ileri uygarlıklarından birisini yaratmışlardır. Çağının oldukça ötesinde bir astronomi ve mimari bilgisine sahip olan Aztekler, tarım, şehircilik, gökbilimi, mimari ve daha birçok alanda, dünyanın kadim uygarlıklarıyla boy ölçüşecek bir uygarlık yaratmışlar, ancak ''uygar dünya''dan '' keşif '' amacıyla gelen İspanyol denizcileri tarafından kısa bir zaman dilimi içerisinde neredeyse soyları tüketilerek tarihin derinliklerine gömülmüşlerdir. Günümüzde eski güç ve ihtişamlarından hiçbir iz taşımasalar da Meksika'da hala varlıklarını sürdürmektedirler. Elinizdeki araştırma, bu büyük toplumun ortaya çıkışı ve yapılanması, yarattığı uygarlık ve Avrupa'nın aç gözlü kolonicileri tarafından nasıl hunharca yok edildikleri hakkında oldukça kapsamlı bilgiler içermektedir. Tarih meraklıları için eşsiz bir eser...
 ALINTI