“Dün, bugün, yarın...”,
Javier Marías, kimileri için İspanya’nın hatta dünyanın yaşayan en büyük yazarlarından biri; başyapıtı Yarınki Yüzün ise Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanma younda önemli bir adım. İsmini IV. Henry’den alan, Marcel Proust’a gönderme anlamına gelecek şekilde yedi bölümden oluşan Yarınki Yüzün, üç ciltlik tek bir roman. 2002’de yayımlanan ‘Ateş ve Mızrak’ı, 2004’te ‘Dans ve Rüya’, 2007’de ‘Zehir, Gölge, Veda’ izlemişti... Daha önce Beyaz Kalp (1999), Yarın Savaşta Beni Düşün (1999), Ufkun Öte Yanı (2000), Duygusal Adam (2009) romanları ve Yazınsal Yaşamlar (2008) adlı deneme kitabı ile tanıdığımız Marías’ın en önemli eseri Yarınki Yüzün’ün ilk cildi ‘Ateş ve Mızrak’ geçen günlerde Roza Hakmen tarafından Türkçeleştirildi.
1951’de Madrid’de doğan Javier Marías, çocukluğunun bir kısmını babası düşünür Juliân Marías’ın çeşitli üniversitelerde ders verdiği ABD’de geçirdi. Baba Julian Marías, Franco döneminde uzun sure hapis yatmıştı. Oğul Javier Marías, Yarınki Yüzün’de babasını ve faşist rejimde maruz kaldığı baskıları doğrudan katmış romanına. Anlatıcının hayat hikâyesi ile yazar arasındaki benzerlikler çok açık. Aslında, yorumcu ya da çevirmenlerden oluşan kahramanlarıyla bütün romanlarında bu tarz benzerlikler bulmak mümkün. Ama ne Yarınki Yüzün ne de diğerleri otobiyografik roman kategorisine girmiyor. Çünkü Marías’a göre “kimlik gerçekten önemsiz, hayatta olduğumuz gerçeği ise tamamıyla rastlantısal”...
Macera ve çizgi roman merakıyla edebiyata ilgisi erken başlamış Marías’ın. Hatta onları taklit ederek kısa hikâyeler bile yazmış. On dokuz yaşındayken yayımlanan ilk romanının (Kurdun Toprakları) gençlik döneminde okuyup sevdiği romanların tuhaf bir karışımı olduğunu söylüyor. İkinci romanı Travesia del horizonte ise Antartika’da geçen bir macera romanı. Ardından uzun bir süre ara vermiş yazmaya. Madrid Universitesi’nde gördüğü İngiliz edebiyatı eğitimini bitirdikten sonra çevirmenliği tercih etmiş. Çevirdiği yazarlar arasında Hardy, Conrad. Nabokov, Faulkner, Kipling, James, Stevenson, Browne ve Shakespeare gibi önemli klasikler, çevirileriyle kazandığı ödülleri var.
Dalgın ve dikkatli
1980’li yıllarda Madrid, Oxford, Venedik ve Boston’da dersler veren Marías, 1992 yılında yayımlanan Corazón tan blanco (Beyaz Kalp) ile ticari ve edebi açıdan büyük bir başarı yakalamıştı. Eserleri otuzdan fazla dile çevrilen, beş milyon kopya satan, çok sayıda ödül kazanan, 2006 yılında İspanyol Kraliyet Akademisi’ne seçilen Marías, halen Reino de Redonda adlı küçük bir yayınevinin yöneticiliğini sürdürüyor. ‘Ateş ve Mızrak’, bugünü anlamak için geçmişle gelecek arasında mekik dokuyan zihinsel bir serüven romanı. Ian Fleming ve kahramanı James Bond’u sıklıkla anan entelektüel bir casusluk hikâyesi anlatırken –ya da parodisini yaparken– 20. yüzyıl tarihinin en karanlık bölgelerinde dolaşıyor Marías. Başka bir gelecek hayaliyle geçmişle ve bugünle keskin bir hesaplaşmaya girişmek niyetinde.
Anlatmak üzerine yoğunlaşan bir ilk bölümle başlıyor Jaime Deza’nın hikâyesi. Anlatmanın yarattığı sıkıntılar üzerinde durması, üç cildin sonunda bir trajedi yaşanacağını sezdiren bir ipucu olabilir. Kaydetmek gerekli. Karısından ve çocuklarından ayrı yaşayan, onların özlemini çeken, karısını düşündükçe içini kıskançlık kaplayan İspanyol vatandaşı Deza, İngiltere’ye BBC’de çevirmenlik yapmak için gelmiş. İngilizcesinin mükemmelliği dışında bir özelliği daha var ki, Deza için neredeyse bir lanete dönüşmüş. Keskin bir gözlem gücüne, gözlediklerini yorumlama yeteneğine sahip o. Bu özelliklerini fark eden yakın dostu Peter Wheeler’in tavsiyesiyle İngiliz Gizli Servisi’ne alınıyor. Görünürdeki işi Güney Amerikalıların sorgusunda çevirmenlik yapmak ama servis şefi Tupra’nın ondan beklentisi daha farklı;
“Hayat yorumcusu olarak işe almıştı beni. İnsan tercümanı ya da yorumcusu demek daha iyi olurdu: İnsanların davra nış ve tepkilerinin, eğilimlerinin, kişiliklerinin, dayanma güçlerinin; esnekliklerinin ve itaatkârlıklarının, gevşek ya da sağlam iradelerinin, tutarsızlıklarının, sınırlarının, masumiyetlerinin, ilkesizlikleri nin ve dirençlerinin; sadakat ya da alçaklıklarının muhtemel derecesi nin, hesaplanabilir bedellerinin, zehirlerinin ve kışkırtılarının; ayrıca çıkarsamayla varılabilecek hayat hikâyelerinin, geçmiş değil gelecek, henüz gerçekleşmediğinden önlenebilecek hayat hikâyelerinin. Ya da oluşturulabilecek hayat hikâyelerinin.”
Önce yaptığı işe mesafeli. Hatta ahlaki bir ikilemin içinde. Kendi babasını falanjistlere ispiyonlardan babasından fazla nefret eden bir adamın bir başka ülkenin derin devleti için çalışmayı, çıkarsamalarıyla insanların kaderlerini tayin etmesyi kabul etmesi tuhaf değil mi? Aslında başlangıçta biraz gergin, çekingen, yaptığı işle kendisi arasında tuhaf bir uzaklığı var. Sanki nötr bir kişilik, olaylar ve sonuçlarıyla ilişkisiz, olacaklardan sorumsuz gibi. Kendisi hakkında servisin hazırladığı rapor anlatıcının kişiliğini çok iyi özetlemiş;
“Sanki kendisini pek iyi tanımıyor. Kendine kafa yormuyor ama yorduğunu sanıyor. Kendini görmü yor, bilmiyor, daha doğrusu dinlemiyor, incelemiyor. Evet, daha ziya de öyle; kendini tanımıyor değil de, bu bilgi onu ilgilendirnıiyor, do layısıyla geliştirmiyor. Derinine inmiyor, bunu vakit kaybı gibi görü yor olsa gerek. (...) O kendindeki değişim leri kaydetmiyor, çözümlemiyor, haberdar bile değil değişiklikler den. İçe dönük biri. Bununla birlikte en çok kendi içine döndüğü zan nedilen anda dışarıya bakıyor. Onu sadece dışarısı, başkaları ilgilen diriyor, bu yüzden de bu kadar iyi görüyor.”
Ancak günler geçtikçe ortama daha fazla uyum sağlayacak, kendine güveni gelecek, cüreti artacak ve belirsizlik taşıyan ifadeleri bir yana bırakıp kesinlikli konuşmaya başlayacaktır...
Romanda, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarından günümüzdeki ABD tezgâhı darbelere kadar pek çok önemli mesele tartışılmış. Ama ‘Ateş ve Mızrak’ta asıl öne çıkan İspanya İç Savaşı. Sadece İspanyollar açısından değil; Cumhuriyetçi saflardaki bölünme ve çatışmalarla Sosyalizm tarihine de uzanıyor. Özellikle Troçki’nin sekreteri Andrés Nin’in Stalinciler tarafından kaçırılıp öldürülmesi üzerinde durmuş. Kendi kuşağından pek çok yazar gibi Marías da Franco dönemiyle, kirletilmiş her şeyle hesaplaşırken geçmişi kavramaya ve kendi yolunu bulmaya çalışan bir yaklaşım içinde. Deza ile birlikte kendi tarihini de aydınlatmaya, geçmişle yüzleşmeye, hesaplaşmaya çalışıyor.
Edebiyat içi seyahatler
Zihinsel bir serüven demiştim ‘Ateş ve Mızrak’ için. Roman kahramanın ya da kişilerini diyerek genişletelim, şimdiki zamanda başlarından geçen dişe dokunur bir olay yok. Ama çarpıcı olaylar var; bütün bu savaşlarla dolu siyasi tarih Deza ile o tarihe tanıklık etmiş dostu Wheeler arasındaki konuşmalar aracılığıyla aktarılıyor. Elbette tartışılanlar sadece siyasete takılıp kalmıyor; insan ilişkileri, aşklar, evlilikler, geçmiş, adalet, iyilik, kötülük, sevgi ve şiddet.... Bunların hepsini edebiyat metinleri ve tarih kitapları arasında yapılan geziler eşliğinde ele alınmış. İnsan yüzünü bir metafor olarak kullanıyor Marías. Bugünkü yüzümüzle –kimliğimizle– yarınki arasında doğrusal bir ilişki kurulup kurulamayacağını, insanın görme konusunda kendisine uyguladığı sansürü, gerçeklerden bu nedenle tarihten kaçışını ya da tarihi çarpıtışını sorguluyor.
Ele aldığı meselerin ağırlığı romanın ağırlığı düşüncesini uyandırabilir. Aslında uzun konuşma bölümlerinde zaman zaman sıkıntı yaşayabilirsiniz. Marías, anlattığı meselerle roman kahramanı arasında incelikli ve dokunaklı ağlar kurarak sıkıntıların üstesinden geliyor. Hatta zaman zaman oyuncaklı bir hikâye okuduğunuzu fark edeceksiniz. Öyle ki, romanı yorumlarken metinlerarasılığıyla Borges’i, karanlık mizahıyla Pynchon’u, huzur verici şiirselliğiyle Proust’u, üslupçuluğuyla Henry James’i hatırlattığını ileri sürenlere rastlamak mümkün. Teşbihte hata olmaz derler. Gerçekten de saydığım bütün bu yazarla hatta fazlasıyla ilişkilendirmek mümkün. Ama bana kalırsa Peter Weiss’in Direniş Estetiği gerek biçim gerek içerik anlamında daha uygun bir model. Weiss gibi Javier Marías da 20. yüzyılın tarihsel toplumsal gerçekliğini insan hayatlarıyla eleştirel bir yolla ilişkilendirerek siyasi tarihi ve nereden gelip nereye gittiğimizi edebiyat yoluyla sorguluyor.
A. Ömer Türkeş,