Kapitalizme uçan tekme!
Okurken gerçek bir tiksinme duygusu yaratan 'Pigme', tüketim toplumuna, onun değer yargılarına ve popüler kıldığı her şeye, şöhrete, 'leşçi akbaba' medyaya, mülkiyete, iktidar kavramına, dine ve daha bir sürü şeye uçan tekme atıyor
Chuck Palahniuk
MELİSA KESMEZ
Bu ara her ne hikmetse okur kaderime “sakıncalı” yazarların kitapları denk geliyor. Şikâyetim yok elbet. Tek sıkıntım, geçenlerde bir arkadaşıma da dediğim gibi, kötücül dehanın feci şekilde esiri olmam şu sıra. Aklımın sınırlarını zorlayan, beni rahatına düşkün okurluktan meneden, avcunun içine alıp limon gibi sıkan, bir güzel pataklayıp bir kenara atan kitaplardan sonra, daha naif duygularla yazılmış, hayatın tatlı ve de minnoş bir yer olduğu inancıyla yaratılmış kitaplardan etkilenmem zor. En azından bir süre. Geçen hafta Henry Miller’ın ‘Yengeç Dönencesi’ni bitirir bitirmez, bir koşu gidip ısrarla kitapçımdan istediğim Chuck Palahniuk’un ‘Pigme’sini okuyan biri olarak –hafta boyunca nedensiz Radiohead dinlediğimi de hesaba katarsak- an itibarıyla ağır bir ameliyattan çıkmış gibiyim. Hâlâ narkozun etkisinde olduğumdan, yazacaklarımdan sorumlu değilim. Baştan anlaşalım.
‘Ne yazsa okurum’
Memlekette halihazırda bir kitabının (‘Ölüm Pornosu’) davası devam ederken, geçen hafta yeni kitabı ‘Pigme’yle Türkçeye geri dönen Chuck Palahniuk, müthiş üslubu ve her satırda “vay arkadaş!” nidalarına sebebiyet veren tuhaf hayal gücüyle bir kez daha aklımızı almaya ant içmiş gibi. “Chuck Palahniuk’tan babam çıksa okurum” ekolünden gelen okurların dilinde biraz farklı bir tat bırakması muhtemel olan’ Pigme’, hiç Palahniuk okumamış biri için ise bence kesinlikle ilk durak olmamalı. Kitap en özet haliyle, totaliter bir devlet tarafından (hangi devlet olduğunu bilmiyoruz) çok küçük yaşta ailesinden alınıp askeri amaçla yetiştirilen ve değişim öğrencisi olarak, kitlesel bir bozgun şeklinde planlanan Kargaşa Operasyonu’nu gerçekleştirmek üzere Amerika Birleşik Devletleri ’ne gönderilen 13 yaşındaki pigmenin yani ajan 67 numaranın (gerçek adını bilmiyoruz) hikâyesini anlatıyor. Kitabın bu açıdan en belirgin özelliği baştan sona ajan 67 numara tarafından kırık bir İngilizceyle yazılmış –dolayısıyla kırık Türkçeye çevrilmiş- “resmi kayıtlara geçsin” tadında raporlardan oluşuyor olması. (Kitabın çevirmenine buradan sevgi ve saygılarımı yolluyorum.)
‘Pigme’nin, bilindik kalıpların dışına çıkan, Palahniuk tarafından maharetle manipüle edilmiş diline başta alışmam zor olsa da, bir kere kaptırınca su gibi akıp gittiğini, hatta bir süre sonra kitap hakkında aldığım notların diline dahi sızdığını söylemem gerek. Beri yandan, bu dil seçiminin Amerikan toplumuna dışarıdan bakan bir “yabancı”nın gördüklerini en basit -ve en mesafeli- haliyle yansıtması açısından kusursuz bir seçim olduğunu, pigmenin yabancılaşma duygusunu ziyadesiyle artırdığını ve bu sayede kitabın yerle bir ettiği dünyaya onun durduğu yerden bakıp o dünyadan en az onun kadar nefret etmemizi sağladığını eklemeliyim. Parlak renkli mürekkep boyalarıyla üzerlerine yazı ve resim basılmış paket labirentindeki tekerlekli gümüş sepetler… Şehrin dinsel propaganda üretim ve dağıtım merkezindeki birbirine çapraz tutturulmuş iki kalas üzerinde işkence gören, yaraları kan kırmızıya boyanmış, alçıdan sahte ölü erkek heykeli…
Plastik telefon aletinin titrettiği üçüncü dünya emeği giysiler… Üzerinde “dünyanın en harika babası” yazan seramikle kaplanmış toprak kaplar… Modern hayatın içine saçılmış, çoğu tüketim toplumunun simgesi olan çeşit çeşit nesneye bu gözle –ama en çok sahteliklerini vurgulayarak- bakmaya zorlamak, okuru sadece Amerika ’da değil batı medeniyetinden nasibini almış her toplumda hayatın aldığı son hal üzerine düşündürmek için eşsiz bir yöntem bana sorarsanız. Time’a verdiği bir röportajda kitabın diline dair şöyle diyor Palahniuk: “Gerçekten de tahripkardı. Düzyazı yerine şiir yazmak gibiydi. Kasten yanlış yapıyordum ve birçok nedenim vardı. Örneğin; ön ek kullanmadım; unhappy, unconscious gibi. Onun yerine “no happy, no conscious” şeklinde yazdım. Benim de “no conscious” dediğim çok oldu. Bu dili içselleştiriyorsunuz ve düşünce şekliniz kafanızda ve bilincinizde korunuyor. Bu WalMart, megakilise gibi gündelik ve taze şeylerde daha sıradan düşünmemi kolaylaştırdı.”
Kıpırdak bir tavuk
Ajan 67 numaranın hikayesi havaalanında başlıyor. “Tıpkı geniş soluklu bir inek gibi” dediği baba, “kıpırdak bir tavuk, kemikli çenesi tıpkı gaga, durmaksızın dönen ve takırdayan” dediği anne, “sadece domuk köpek” dediği erkek kardeş ve “gizil kedi” dediği kız kardeşten oluşan “orta gelirli yoz Amerikan ailesi”yle ilk kez orada karşılaşıyor. Ve o andan itibaren “kokuşmuş Amerikan yılan yuvasının, bu şer odağının, bu yoz ülkenin” güvenliğini delmek, ölümcül intikam göreviyle Kargaşa Operasyonu’nu gerçekleştirmek için kolları sıvıyor ve bu yolda epey can yakıyor.
Palahniuk’u nasıl bilirsiniz? ‘Dövüş Kulübü’, ‘Görünmez Canavarlar’, ‘Gösteri Peygamberi’, ‘Tıkanma’ başta olmak üzere yazdığı her şeyle altımızdan sandalyemizi çeken ve bundan müthiş bir zevk aldığını gizlemeyen Palahniuk, ‘Pigme’de bildiklerimizin üzerine yeni bir şey katmıyor belki ama öyle bir hikaye kurguluyor, o hikayeyi öyle detaylarla cilalıyor ki, yine yapmış yapacağını dedirtiyor. ‘Pigme’de hedef tahtasında yine vahşi kapitalizm var. Palahniuk, bir üçüncü dünya ülkesinden gelip Amerikan orta sınıf ailesinin “boktan” hayatına dahil olan pigmenin nefret dolu dilinden anlatıyor bir gerçekliği. 67 numaralı ajanın “aptallık, yozlaşma ve önyargı gücüyle yürüyen bir gemi” olarak gördüğü Amerika ’da “arzu kültürünün pençesinde kıvranan” insanlığı resmediyor. Bu açıdan alabildiğine agresif olan kitap, yer yer cinsellik içeren, şiddet sahneleriyle bezeli.
Okurken gerçek bir tiksinme duygusu yaratan, hatta abartmazsam bazen acı veren ‘Pigme’, tüketim toplumuna, onun değer yargılarına ve popüler kıldığı her şeye, şöhrete, “leşçi akbaba” medyaya, mülkiyete, iktidar kavramına, dine ve daha bir sürü şeye uçan tekme atıyor. 67 numaralı ajanı yaratan otoriter devletçiliği ve ajanın nefretle saldırdığı liberal kapitalizmi didikliyor, iki sistemin de ayrı ayrı kirli çamaşırlarını ortaya döküyor. Bunu yaparken edepsiz bir tavır takınıyor ve hiçbir konuda sözünü sakınmadan “hepinizin canı cehenneme” diyor. Pigme’yi okuyup bitirdikten sonra her Palahniuk kitabından sonra aklıma çöreklenen bir düşünce çıkageldi saklandığı yerden: Şehirde bir dövüş kulübü olmaması benim için büyük şans. Şimdi gidip youtube’ta biraz kedi videosu izlesem iyi olacak.
PİGME
Chuck Palahniuk
Çeviren: Gökçe Çiçek Çetin
Ayrıntı Yayınları