Friday, June 14, 2013

Gündelik Hayatın Eleştirisi II - Gündelik Hayat Sosyolojisinin Temelleri



Henri Lefebvre
Özgün Adı : Critique de la vie quotidienne, Tome: 2 - Fondements d’une sociologie de la quotidienneté
Çeviren : Işık Ergüden

Henri Lefebvre iktidar ilişkilerinin, meta fetişizminin ve yabancılaşmanın her gün yeniden üretildiği, buna rağmen değişimin ve devrimlerin gerçek temeli olmaya devam eden gündelik hayatın eleştirisine odaklandığı üç ciltlik çalışmasının Giriş niteliğindeki ilk cildinin ardından, Gündelik Hayat Sosyolojisinin Temelleri isimli bu ikinci ciltte, konuyu incelemek için gereken yöntem ve teorik kategorileri ele alıyor.
İhtiyaçlar ve arzu, düş ve gerçeklik gibi kavramları tartışan Lefebvre, insanların gündelik hayatın sınırlarını ancak devrim anlarında parçalayarak yaşantılarını tarih sahnesine çıkardıklarını, fakat tarihin ve yaşantının denk düştüğü bu momentler dışında gündelik yaşamın kendi içine kapandığını söylüyor.  “Dolayısıyla, gündelik hayatı yaşamın kısa kenarı, mütevazı ve iğrenç öğesi olarak mı tarif edeceğiz?” diye soran düşünür, daha bütünlüklü bir bakış açısının peşinde, “parçalı bilimler”, felsefeciler, tarihçiler, döneminin yapısalcıları, kültürcüleri ve siyaset bilimcileri ile de tartışıyor. Yabancılaşma, fetişizm gibi meselelere canlılık kazandırdığı bu çalışmasıyla Lefebvre, yalnızca teorinin merkezine gündelik hayatı koymakla kalmıyor, onun aracılığıyla bu disiplinlerin parçalı kavrayışlarını da eleştiriyor. Radikal politika ve sosyal bilimlerin merkezine mekan ve kent sorununu yerleştirdiği için günümüzde daha fazla dikkat çeken Lefebvre’in kuramı kadar, ’68 Hareketinde etkin olan düşünce ve eleştirilerin de izi sürülebiliyor.

HENRI LEFEBVRE, 1901’de Fransa’da doğdu. Sorbonne’da felsefe eğitimi aldı. 1924 yılında katıldığı “Philosophies” topluluğunda birlikte çalıştığı Politzer, Friedmann, Nizan gibi düşünürlerle birlikte 1928 yılında Fransız Komünist Partisi üyesi oldu. 1940’da Fransız Direnişine katıldı. 1958’de Komünist Parti’den ihraç edilmesinin ardından, Strasburg Üniversitesi’nde sosyoloji profesörü olduğu yıllarda Sitüasyonistlerle ilişki kurdu. 1947 yılında kaleme aldığı üç ciltlik Gündelik Hayatın Eleştirisi (Türkçesi: Işık Ergüden, Sel Yayıncılık, 2012) başlangıçta sessizlikle karşılansa da ilerleyen yıllarda birçok çevrede güçlü bir entelektüel etki yarattı. Lefebvre, bu çalışmasının yanı sıra, mekan konusunu toplumsal analizin, Marksist felsefe ve sol siyasetin gündemine taşıyan ilk düşünürlerdendir; metinlerine son yıllarda giderek daha fazla referans verilmesinin nedeni de budur. Kentsel Devrim (1970) ve 1974 yılında yayımlanan La production de l’espace (yayın programımızdadır) 2. Dünya Savaşı’nın ardından bu alanda yapılan ilk kayda değer çalışmalar olduğu kadar güncel önemi giderek artan iki temel eserdir. 20. yüzyılın bu önemli düşünürü, 1991 yılında Paris’te öldü.

Thursday, June 13, 2013

1 Mayıs 1977 İşçi Bayramı Neden ve Nasıl Kana Bulandı?



   
                Korhan Atay
1 Mayıs 1977
İşçi Bayramı Neden ve Nasıl Kana Bulandı?
Yayına Hazırlayan: Müge Gürsoy Sökmen, Eylem Can
Kapak Tasarımı: Emine Bora
Kitabın Baskıları:
1. Basım: Nisan 2013


1 Mayıs 1977'de, Taksim'de DİSK'in düzenlediği işçi bayramı kutlamaları saldırıya uğradı. Kalabalığın üzerine ateş açıldı, kurşunlar yağdı, panzerler yürüdü, 34 kişi öldü, yüzlerce kişi yaralandı... Hükümet, polis, medya sözbirliği etmişçesine yaşananlardan solcuları sorumlu tutarken; sendikalar, DİSK ve sol örgütlerin çoğunda giderek olayın soğukkanlı bir provokasyon olduğu görüşü hakimiyet kazandı. Bu kanlı olay sol hareket üzerinde derin bir iz bıraktı; sol içi kimi bölünmelerin derinleşmesine yol açtı. Aradan geçen yıllara rağmen alanda tam olarak ne olduğu büyük ölçüde karanlıkta kaldı, gerçek failler hiçbir zaman hesap vermedi.

1 Mayıs 1977'de, diğer deyişle Kanlı 1 Mayıs'ta Taksim'de olan bitene ışık tutmaya çalışan, ayrıca öncesi ve sonrasında Türkiye'de yaşananlara değinen belgesel niteliğindeki bu kitap söyleşilerden oluşuyor.

Korhan Atay, o gün orada, Taksim Meydanı'nda ya da meydana çıkan yollarda olan, olayların tanığı, farklı siyasetlerden on üç kişiyle görüştü: Ahmet Sami Belek, Bingöl Erdumlu, Dinçer Doğu, Doğan Ülgen, Feyyaz Kurşuncu, Gün Zileli, Kâmil Arslantürk, Leman Fırtına, Mahir Sayın, Mehmet Karaca, Murat Belge, Murat Tokmak ve Osman Cavit İyigün. Büyük çoğunluğu o sırada içinde yer aldıkları sendika, grup ve siyasi hareketlerin etkili isimleriydi.

1 Mayıs 1977'nin, öncesi ve sonrasındaki yılların, ilk defa farklı perspektiflere söz hakkı tanıyarak çizilmiş çok boyutlu tablosuyla yüz yüze geleceksiniz bu kitapta. Yalanlarla yazılmış bir yakın tarihi düzeltme çabasına katkıda bulunması için...



Önsöz, s. 9-11

1 Mayıs 1977'de, diğer deyişle Kanlı 1 Mayıs'ta o gün Taksim'de olanlara; ayrıca öncesi ve sonrasında Türkiye'de yaşananlara değinen bu kitabın kendi kaleme aldığım bölümlerinde, ben olayı "1 Mayıs 1977 katliamı" olarak anacağım. Bu olaya ilişkin sürüp giden yoğun siyasi tartışma içinde "katliam" nitelemesinin en tarafsız yaklaşım olacağı kanısındayım. Çünkü olaya hangi siyasi, sosyal ya da duygusal görüşün penceresinden bakılırsa bakılsın, o gün orada yaşananların insanlığa karşı işlenmiş bir katliam suçu olduğu konusunda güçlü bir fikir birliği var.

En azından ben öyle olduğunu umuyorum.

kKitapla ilgili fiili çalışmanın başlangıcı 2009 yılı sonlarına kadar gidiyor. Düşünsel ve moral hazırlıklarım, belgesel araştırmalarım, tek tek kişilerle konu hakkındaki tartışmalarım ise çok daha eskilere dayanıyor.

Bu kitaba ilişkin kaydettiğim ilk görüşmeyi –sonra yeniden görüşmekle birlikte– 18 Eylül 2009 Cuma günü Bingöl Erdumlu'yla yaptım. Erdumlu olay günü Tarlabaşı'nda "Maocu" diye nitelenen grupların alana girmesini engellemekle görevli DİSK (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) güvenlik ekibi içerisindeydi.

Çeşitli kişisel nedenlerle uzayan kitap çalışması, 12 Eylül 2012 Çarşamba günü Doğan Ülgen'le yaptığım son görüşmeyle tamamlandı. Ülgen de o gün Kurtuluş grubunun ardından Dev-Lis (Devrimci Liseliler Birliği) grubuyla birlikte DİSK güvenlik ekibinin onayıyla Tarlabaşı'ndan Taksim'e giriyordu ki, silahlar patlamaya başladı.

Yıllara yayılan bu görüşmeler sürecinde, 1 Mayıs 1977 günü Maden-İş Topkapı Şube Başkanı ve Saraçhane'den gelip Tarlabaşı yoluyla Taksim'e giren DİSK kortejinin güvenlik sorumlusu olan Murat Tokmak'ı yazık ki 12 Ocak 2011'de kaybettik. Kitapta kendi anlatımıyla yer alan metin, olasılıkla 1 Mayıs 1977'yle ilgili son görüşleri ve son sözleri.

Böyle bir belgesel kitabı hazırlamaya karar verip başlamamın temel nedeni, 1 Mayıs 1977 katliamının her grup ve görüşten en geniş anlamıyla sol içinde yeterince tartışılmamış, daha da önemlisi yeterince özeleştirisinin yapılmamış olduğunu düşünmemdir.

Haksızlık yapmamak gerek. 1 Mayıs 1977 katliamıyla ilgili yıllara yayılan süreçte pek çok eleştiri, kitap kaleme alındı. Başarılı gazetecilik girişimleriyle polis telsiz kayıtları dahil önemli bilgilere ulaşıldı. Basılı ya da dijital ortamlarda çeşitli grupların ya da artık var olmayan hareketlerin uzantısı olan siyasi kişiler, karşıt gördükleri siyasetlere ilişkin pek çok eleştiri kaleme aldı.

Kişisel kanım, bunca tartışma ve eleştirinin, olayın resmi, hukuki, polisiye yanlarını bir yana bırakırsak özellikle "sol içi" yanına fazla girmediği yönünde. Katliamın adalet ve insan haklarıyla ilgili yanı doğal ki çok önemli. Ancak "sol içi" yanı da o ölçüde önem taşıyor.

Türkiye ve dünyanın geleceğine ilişkin çözümlemelerde, sola hâlâ misyon yüklüyor ve şans tanıyorsak eğer; solun, öncelikle 1 Mayıs 1977 katliamından çıkarılacak derslere ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Bu ciddi ihtiyacın karşılanabilmesinde katkısı olacağını umduğum için bu belgesel kitap çalışmasına kalkıştım.

Açık yüreklilikle düşünmeye çalıştığımda, böyle bir kitap hazırlamak istememde kişisel siyasi geçmişimin, yani Taksim Meydanı' na kadar ulaşan o günlerin en kırıcı tartışmasının; birbirlerine "Sosyal Faşist!" ve "Maocu Bozkurt!" diye saldıran "Maocu" ve "Sovyetçi" blokların "Maocu" tarafında yer almamın moral etkisinden de söz edilebilir.

Bu belgesel kitabı ortaya çıkarmak için görüştüğüm on üç kişinin tamamı o gün Taksim Meydanı'nda ya da meydana yaklaşan yollardaydı. Leman Fırtına ve 1 Mayıs 1977'de henüz 19 yaşında olan Doğan Ülgen dışında kalanlar, o sırada içinde yer aldıkları sendika, grup ve siyasi hareketlerin etkili isimleriydi.

Görüştüğüm kişilere üç temel soru yönelttim:

1. 1 Mayıs 1977'ye giden süreçte Türkiye ve sol nasıl bir dönemden geçiyordu? 15-16 Haziran 1970 işçi direnişi, 12 Mart 1971 darbesi, 1974 affı, DİSK başta olmak üzere sendikal hareketteki değişimler, 1 Mayıs 1977 arifesinde nasıl bir Türkiye solu tablosu ortaya çıkarıyordu?

2. O gün Taksim'de kişisel olarak nelere tanık oldunuz ve ne yaptınız?

3. 1 Mayıs 1977 sonrasında Türkiye ve solun görünümü nasıldı? 12 Eylül 1980 darbesine giden süreçte Türkiye ve sol neler yaşadı?

Bu üç soruyu Ahmet Sami Belek, Bingöl Erdumlu, Dinçer Doğu, Doğan Ülgen, Feyyaz Kurşuncu, Gün Zileli, Kâmil Arslantürk, Leman Fırtına, Mahir Sayın, Mehmet Karaca, Murat Belge, Murat Tokmak ve Osman Cavit İyigün'e yönelttim, onlar yanıtladı.

Yanıtları blok metinler olarak deşifre ederek sadece dil kuralları açısından elden geçirdim. Bugün hayatta olan ya da olmayan üçüncü kişileri rencide edecek veya cevap hakkı doğuracak ifadeleri metin dışında tutmaya çaba harcadım. Başkaca bir düzeltme veya kısaltma uygulamadım.

Görüştüğüm on üç kişi 1 Mayıs 1977 günü birbirlerinden farklı, hatta düşman kamplarda yer alıyordu. Bugün, tanıklıkları ve otuz yılı aşkın bir zamanın süzgecinden geçen fikirleriyle o kanlı güne ışık tutmaya çalışıyorlar. Sol hareketin 1960'ların sonlarından 1980'lerin başlarına uzanan bir zaman diliminde yaşadığı değişimleri, nedenleriyle birlikte açıklamaya çalışan anlatımlar, 1 Mayıs 1977'nin tek bir günden ibaret olmadığını ortaya çıkarıyor.

Anlatımların tümünü okuduğunuzda 1 Mayıs 1977'nin, öncesi ve sonrasındaki yılların, farklı perspektiflerle çizilmiş çok boyutlu tablosuyla yüz yüze geleceksiniz.

Bu çok can acıtıcı ve ezber bozucu tabloyla yüzleşmeye hazırsanız, buyurun bakın...

2 Ekim 2012

        
Giriş: 1 Mayıs 1977'de Türkiye'nin en görkemli işçi bayramı kana bulandı, s. 13-15

Uluslararası İşçi Bayramı'nın Türkiye'de o güne değin görülmedik bir görkemle kutlanacağı 1 Mayıs 1977'ye yaklaşan günlerde, kendisini sol çizgide gören tüm sendika, parti, grup ve örgütler hummalı bir hazırlık içindeydi. 1 Mayıs İşçi Bayramı, İstanbul Taksim'e endekslenmiş gibiydi.

Ülkedeki sol birikim tüm gücünü o gün Taksim'de meydana sürecek; bayram kutlamanın ötesinde, devrim yolunda önemli bir adım atılacaktı sanki. En büyük pankartlar o gün için hazırlandı. Grafiker ve ressamlar tüm maharetlerini pankartlar üzerine döktü. Türkiye' nin dört bir yanından otobüsler 1 Mayıs sabahı İstanbul'da olacak şekilde kiralandı. Yalnızca grup ve örgütler değil; kendisine komünist, sosyalist, devrimci, solcu, sosyal demokrat diyen herkes 1 Mayıs günü Taksim'de olmak için hazırlanıyordu.

Kutlamayı Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) organize ediyor; diğer sol parti ve grupların meydana nasıl ve nereden gireceğine, hangi pankartların açılıp, hangi sloganların atılacağına ilişkin pazarlık sürüyordu.

Bu süreçte DİSK, "Maocu" grupların Taksim'e sokulmayacağını açıkladı. Maocu denilen Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu, Halkın Birliği grupları da, "Ne pahasına olursa olsun 1 Mayıs'ı Taksim'de kutlayacaklarını" açıkladı. Aynı safta yer alan Halkın Sesi/Aydınlık grubu ise "Provokasyona zemin hazırlayacağı" gerekçesiyle kutlamaya grup olarak katılmamaya, her bireyin kendi sendikal ya da meslek örgütü çatısı altında katılmasına karar verdi.

DİSK yönetiminde önemli ağırlığa sahip TKP (Türkiye Komünist Partisi) ve Maocu denilen gruplar arasındaki, birbirlerine "Maocu bozkurtlar!" ve "Sosyal faşistler!" demeye kadar varan, "Sizi almayacağız-Biz gireriz" çekişmesi, var olan kaygıları daha da artırdı.

Onca hazırlık arasında önlenemeyen bir kaygı uç vermiş, gelişiyordu. Çoksatan günlük gazeteler hoş karşılamadıkları 1 Mayıs İşçi Bayramı sırasında Taksim'de kanlı olaylar meydana geleceğinden söz etmeye başlamıştı. Gazeteler meşreplerine göre, kimi zaman "Maocu grupların alanı basıp kan dökeceğini", kimi zaman da "Komünistlerin birbirlerini öldürüp, çevreyi yağmalayacağını" öne sürüyordu. Kısacası, sendikalar, siyasi parti, grup ve örgütler, polis, MİT, hükümet, basın, herkes kötü bir şeylerin yaşanabileceğinin, kötü olayların hatta bir provokasyonun meydana gelebileceğinin farkındaydı.

Başka kaygılananlar da vardı tabii. Türkiye'deki solun, 1 Mayıs' la daha da ivme kazanacağı varsayılan göreceli yükselişi, SSCB ile yürüttüğü Soğuk Savaş'ta müttefik kaybetmek istemeyen ABD'yi de enikonu kaygılandırıyordu.

30 Nisan gecesi sol gruplar ve partiler doldurdukları otobüslerle Türkiye'nin dört bir yanından İstanbul'a doğru akmaya başladı. Devrimci marş ve türkülerin avaz avaz söylendiği, bazılarının ilk kez İstanbul göreceği devrimci ya da sempatizan genç kız ve genç erkeklerin katıldığı neşe ve umut dolu yolculuklardı onlar.

1 Mayıs 1977 sabahı, farklı anlatılardaki rakamlara göre 300 ila 500 bin kişi bir festivale, bayrama, düğüne gider gibi İstanbul'un çeşitli merkezlerinde toplanmıştı. Ailecek, çoluk-çocuk, büyükanne ve dedeleriyle gelenler de vardı.

Saat 13:00'te Taksim alanına doğru Beşiktaş ve Saraçhane'den yola çıkan kortejlerin en önünde DİSK'e bağlı işçiler vardı. Arkalarından diğer parti ve gruplar kendi slogan ve pankartlarıyla geliyordu. Saraçhane'den yola çıkan devasa kortejin en arkasında ise, DİSK'in alana sokmayacağını söylediği "Maocu" gruplar vardı.

DİSK'in her iki kortejini, işçilerle diğer gruplar arasına giren ve yol boyunca istenmeyen katılımları önlemeye kararlı tam yirmi bin DİSK güvenlik görevlisi koruyordu.

Kutlama ve miting beklendiği gibi son derece coşkulu ve görkemliydi. Miting devam ederken kortejler hâlâ alana ulaşmaya ve kutlamaya katılmaya çalışıyordu.

Saat 18:00'e doğru, DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler'in konuşmasını bitirmesinin hemen ardından ilk kurşun sesleri duyuldu. Bu ilk sesleri çok daha fazla sayıda silah patlaması izledi.

Pek çok tanığın iddia ettiğine göre, meydana bakan Sular İdaresi'nin üstünden ve bugün The Marmara Taksim olarak adlandırılan dönemin Intercontinental Oteli'nin pencerelerinden alana kurşun sıkıldı. Ardından polis panzerleri siren çalıp su sıkarak meydana, insanların üstüne sürüldü.

Art arda büyük patlamalar oluyor, panik kontrol edilemez hale geliyordu.

Yüz binlerce kişinin doldurduğu meydan fırtınalı bir deniz gibi dalgalanmaya, insanlar can havliyle devasa gruplar halinde kaçışmaya başladı. Büyük insan kitleleri Taksim'e açılan cadde ve sokaklara daracık kayalık bir boğazdan geçmeye çalışan deli ırmaklar gibi akıyordu.

Meydan boşaldığında geride yalnızca kurşunla vurulanlar, ezilenler ve kaçarken yitirilen on binlerce ayakkabı kaldı.

Olayla ilgili iddianameye göre o gün Taksim'de 34 kişi öldü, yüzlerce kişi yaralandı. 34 kişinin beşi, biri polis olmak üzere kurşunla vurularak; 29'u izdiham sırasında nefes alamadığı için boğularak ya da ezilerek ölmüştü. Yaralıların 34'ü baş ve göğüslerinden kurşunla vurulmuş ancak hiçbiri yaşamını yitirmemişti.

Kurşunla vurularak ölenlerden üçü DİSK güvenlik ekibi içinde yer alan UZEL fabrikası işçileriydi. Üçü de Taksim Meydanı'nın Tarlabaşı girişinde vurulup öldü...

Tıpkı Gabriel García Márquez'in ünlü Kırmızı Pazartesi romanındaki gibi 1 Mayıs 1977'de de herkesin bildiği, korktuğu hatta neredeyse beklediği felaket; göstere göstere, bağıra bağıra geldi, yapacağını yaptı.

Ancak romanla gerçek yaşam arasında çok önemli bir fark var: 1 Mayıs 1977 katliamının sorumluları asla bulunamadı, bulunmak istenmedi...

Sonraki yıllarda cinayetler çığ gibi büyüdü. Yalnızca sol ve sağ arasında değil sol içinde de silahlı çatışmalar ve cinayetler hızla yayıldı. Pek çok "solcu" bizzat "solcular" tarafından katledildi.

Üç yıl sonra gelen 12 Eylül 1980 darbesinin ardından, sorumluları arayıp bulacak ve adaleti yerine getirmeye kalkışacak kimse zaten kalmadı.