Birkaç sene
önce “Vasatın İktidarı” diye bir yazı yazmıştım. Özetle internet nedeniyle
sanatta çöküşü, vasat eserlerin ön plana çıkmasını anlatıyordum. O yazıyı
kaybettim. Yeniden yazayım istiyordum ama baktım ki vasatın iktidarı dönemi de
bitmiş, “cehaletin iktidarını” yazmanın vakti gelmiş. Okuma yazma bilenlerin
öldürüleceği günlere “henüz” gelmedik ama tarihte bu görülmemiş değil. Çok eski
değil, 20. yüzyılda Kızıl Kmerler bunu yapmıştı mesela.
Baskıcı ve
hırsız iktidarlar için cahil kitlelerin faydası saymakla bitmez. Özellikle
cahil, eğitimsiz, zeki olmayan bir diktatör eğitimli, düşünen insanları hem
kıskanır, hem tehdit olarak görür. Tarihsel örneklere geçmeden önce
edebiyattaki örneklerini anlatayım…
Zor Şey Tanrı
Olmak
Rus bilimkurgu
yazarları Arkadi ve Boris Ştrugatski kardeşler, özellikle “Piknik na
obichine”(Türkiye’de “Uzayda Piknik” adıyla yayınlandı. Tarkovsky’nin Stalker
filmi bu eserden uyarlanmıştır) ile ünlüdürler. “Trudno Byt Bogom” (Zor
Şey Tanrı Olmak) kitaplarında ise aydınların, yazarların öldürüldüğü bir
uygarlık anlatılır. Kitabın kahramanı başka bir dünyaya gönderilen bir bilim
insanıdır. Sadece gözlem yapmalıdır. Ama gözlem yapmak üzere
gönderildiği uygarlık yazarların öldürüldüğü, kitapların yasaklandığı bir
hale gelince zor duruma düşer.
Bindokuzyüzseksendört
George Orwell’ın
1984 adlı romanı, kahramanın bir deftere yazı yazmasıyla başlar. Bu ölümcül bir
suçtur. Baskıcı iktidarın amaçlarından biri yayınladığı sözlüklerle
“kelimeleri” yok etmektir. Çünkü kelime yok edilirse, onu düşünmek de mümkün
olmayacaktır. Örneğin “özgürlük”…
Fahrenheit 451
Ray Bradbury’nin
bu muhteşem eserinde, itfaiyenin görevi yangın söndürmek değil, kitap
yakmaktır. Kitap okumak, bulundurmak ölümcül bir suçtur. İnsanların pembe dizi
izlemesi teşvik edilir.
Gulag Takım
Adaları
Alexandr
Soljenitsin’in eserinde Stalin döneminde aydınların yaşadıkları anlatılır.
Gülün Adı
Umberto Eco’nun
Ortaçağ’da geçen kitabında kahramanımız bir manastırda gerçekleşen ölümleri
inceleyen bir papazdır. Ölümlerin nedeni zehirlenmedir. Katil yasak kitapların
sayfasına zehir sürerek, okuyanların ölmesini sağlar.
Bu tür
eserlerin çoğunun bilimkurgu olmasının nedeni iktidar ve dönem eleştirisi
yapmalarıdır. Sovyetler Birliği’nde yazarlar ve kitaplar sıkı denetim ve sansür
altındaydı. Bilimkurgu türünde yazınca sistemi eleştirmek mümkündü. Bu nedenle
Rus bilimkurgusu gelişti. Ray Bradbury ise ABD’de McCharty’nin Cadı Avı
dönemini eleştiriyordu. Komünist olmakla suçlanan senarist, yazar ve
akademisyen yargılanıyor, iş bulamaması sağlanıyordu.
21. yüzyılda
bize garip gelse de tarihte bir iktidar seçeneği olarak, kitleleri cahil tutma
isteği sanıldığından çok görülmüştür. Yazarlar, şairler, kütüphaneler, kitaplar
hep hedef olmuştur. Meşhur İskenderiye Kütüphanesi üç kez yandı: Sezar’ın Mısır
seferinde, Hrıstiyanlar ve Hz. Ömer dönemi Araplar tarafından. Doğu Roma,
İmparator Konstantin döneminde Hrıstiyanlığı seçtikten sonra kilise giderek
güçlendi. Hrıstiyanlar bir yandan kendi aralarında güç mücadelesi içindeyken,
bir yandan da pagan inançlara karşı insafsız bir savaş sürdürüyorlardı. O dönem
Anadolu’da bazı kentler halkıyla birlikte, ya hakim olan inanca aykırı
Hrıstiyan inancı, ya da pagan oldukları nedeniyle yok edildi. Türklerin
Anadolu’ya geldiğinde nüfusun az olmasının sebeplerinden biri budur.
Ortaçağ
bilgiye, kitaplara sistemli savaş sürdürülen en belirgin dönemdi. Kilisenin
görüşlerine aykırı her kitap ve görüş yok ediliyordu. Umberto Eco’nun “Gülün
Adı” adlı romanında bu dönem anlatılıyor. Eski Yunan medeniyeti düşünürlerinin
kitapları Doğu’da ve Endülüs Emevi devletinde korundu. Yoksa bugün bu kitaplar olmayacaktı.
Gerçi Hz. Muhammed kendisini ve İslam’ı eleştiren birkaç şaire suikastçı
göndermiştir ama İslam’ın kendi Ortaçağ’ı daha sonra, özellikle İmam Gazali ile
başlar. İmam Gazali felsefeye düşmandı, “Matematik şeytan işidir” gibi meşhur
bir sözü var. İmam Gazali’ye göre, “Kimyai Saadet” adlı eserinde yazdığı gibi
“Mutluluğun kaynağı inançtır”. Bilgi, bilim, düşünme, sorgulama zararlıdır.
Nazi iktidarı
döneminde ise kendi görüşlerine aykırı fikirlere sistematik bir düşmanlık
vardı. Akademisyenler kovulur, yazarlar ve gazeteciler toplama kamplarına
atılır, kitap yakma şenlikleri düzenlenirdi. Kitaplardan oluşan koca piramitler
ateşe verilirdi.
Stalin
Sovyetler’i ondan aşağı değildi. Yazarlar Sibirya ve Gulag Takımadaları’ndaki
kamplara sürülür veya kurşuna dizilirdi. Eserler ve yazarlar partiye,
politikalarına hizmet etmiyorsa yasaklanırdı. Bu da belirsiz bir şeydi: bir
dönem parti politikası olan, bir dönem yasaklanabiliyordu. Örneğin Hitler ile
ittifak yaptığında Hitler’i eleştirenler idam edildi. Stalin iki ay önce
söylediğine tamamen aykırı bir görüşe geçebiliyordu. (Tanıdık geliyor mu?)
Stalin dönemini anlamak için Gulag Takımadaları ve Arthur Koestler’ın “Gün
Ortasında Karanlık” kitabını okuyabilirsiniz.
20. yüzyılda
görülen Kızıl Kmer terör yönetimi ise Kamboçya halkının dörtte birini
katletti. Pol Pot yeni bir başlangıç için eskiye ait her şeyi yok
etmeyi kafaya koymuştu. Şehirlerdeki insanlar, kırsala, ölüm tarlalarına
sürüldü. Okuma yazma bilenler infaz edildi. Gözlük takan insanlar, okuma yazma
bildikleri düşünüldüğü için öldürüldü.
ABD’de ise
senatör Joseph McCarthy komünist ve eşcinsellere karşı cadı avı başlattı.
Hollywood büyük baskı altına alındı. Senarist
ve akademisyenler komünist oldukları şüphesi olduğunda bile iş bulamıyordu.
Bir diktatörün
en çok korktuğu şey düşünen insanlardır. Etrafını kendisinden daha vasat,
yalaka ve karakter olarak zayıf insanlardan oluşturur ki, iktidarına bir
tehlike ve alternatif oluşmasın. Diktatörler çevrelerinde yolsuzluk yapan,
cinsel sapkınlıkları ve tehlikeli bağımlılıkları olan insanları tutar. Diktatör
bunları bilir ve kendisine tam bağlı olmaları için kullanır. Zeki, karakterli,
dürüst insanlara güvenmez. Bu bir kısır döngüdür, zira çevresine topladığı
yalakalar sadece onun duymak istediklerini söylediği için gerçekle bağı kesilir
ve giderek daha paranoyaklaşır. Buna rağmen tarihteki diktatörlerin çoğu
korktuğu düşünen insanlar veya kitleler tarafından değil, yakınındaki insanlar
tarafından öldürülmüştür.
Diktatöre
yakın olmak insanın kendisini güvence altına almasını sağlamaz: üç ay önce A
dediğine, bir sabah kalktığında B diyebilir. Böyle durumlarda ona tapan
kitlenin bir sürü gibi “A’yı savunurken”, birden hurra “A’ya düşman olup, B’yi
benimsediğini” görürüz.
Bir diktatör mutlak iktidarına tehdit gördüğü her şeyi düşman belirler. İktidar yolundaki müttefik olduklarını tasfiye etmeye başlar. Hitler de iktidara gelirken, eski yol arkadaşlarının bir kısmından kurtulmuştu. (Ernst Röhm ve SA’lar.)
Bir diktatör mutlak iktidarına tehdit gördüğü her şeyi düşman belirler. İktidar yolundaki müttefik olduklarını tasfiye etmeye başlar. Hitler de iktidara gelirken, eski yol arkadaşlarının bir kısmından kurtulmuştu. (Ernst Röhm ve SA’lar.)
“Cehaletin
İktidarı” kendi içinde istikrarlıdır. Cahil tabanı üzerinde mutlak hakimiyet
sağlayan lider kendisini güvende görür ama ya sonuç? Cehalet ve karanlık
üzerine inşa edilen iktidarlar kendi yapılarının doğal sonucu olarak yıkılır.
Zira cehaletin iktidarı hakim olduğu toplum için tarihi dondurur veya karanlık
çağa döndürür ama etrafındaki dünya gelişmeye devam eder. Gelişen ülkelerin
veya teknolojinin onun hedef almasına bile gerek yoktur. Oluşturulan çöplük
kendi kendine çürümeye devam eder veya teslim olur.
Hazırlayan: Orkun
Uçar