Wednesday, September 28, 2016

Dağın Kadın Hali: “Kendini, Özünü Bulan” Kadın Gerillalar Arzu Demir

Dağın Kadın Hali: “Kendini, Özünü Bulan” Kadın Gerillalar

Arzu Demir "Dağın Kadın Hali"nde duyulması, görülmesi, hissedilmesi “makbul ve makul” karşılanmayanların sesine vasıta oluyor. Dağda mücadele yürüten kadın gerillalar Demir’in kaleminden Türkiyeli okurlarla buluşuyor.

ETHA editörü ve ANF muhabiri Arzu Demir'in 11 kadın gerillayla yaptığı söyleşilerden oluşan “Dağın Kadın Hali” kitabı Ceylan Yayınları’ndan çıktı. “Savaşta Barışta Özgürlükte Aşkta” üst başlığını taşıyan kitap, Demir’in 2013 yılının Aralık ayında Medya Savunma Alanları’ndaki görüşmelerinden oluşuyor.
Demir, kendi ifadeleriyle “hayatın onu hiç karşılaştırmadığı ama hep yan yana yürüttüğü” kadınların hayatlarını, düşlerini, gerillaya katılım süreçlerini, örgütlenme içinde kadın olmaktan ötürü yaşadıkları sorunları, bastırılan, yok edilen kadınlıklarını dağda, gerilla faaliyetinde nasıl yeniden keşfettiklerini sade, yalın, kendi duygularını da katarak ama esas hikayenin kendisininki olmadığını vurgulayarak aktarıyor.
KCK Basın” adı verilen operasyonda gözaltına alınan, gazetecilik faaliyetleri durdurulmak istenen, özgür basın geleneğinin çeşitli alanlarında yıllarca hakikatin peşine düşen Demir’in bu ikinci kitabı. İlk kitabı “Medreseden 5 No’luya Nuri Yoldaş” ile Diyarbakır Zindanı’nda tutulan komünist Nuri Duruk ve onun ailesinin hikayesini anlatıyordu. Demir ikinci kitabında da duyulması, görülmesi, hissedilmesi “makbul ve makul” karşılanmayanların sesine vasıta oluyor. Dağda mücadele yürüten kadın gerillalar Demir’in kaleminden Türkiyeli okurlarla buluşuyor.
Demir, Dağın Kadın Hali’nde görüştüğü kadınların hikayelerini portre şeklinde anlatmayı tercih etmiş. Aynı anlamı taşıyormuşçasına, yanlış bir şekilde birbirinin muadili olarak kullanılan röportaj ve söyleşi geleneğimizin ölmeye yüz tuttuğu ya da ses kaydının çözülerek soru ve cevapların yayınlanmasından ibaret sayıldığı günümüzde Demir’in çabası “eski moda gazetecilik”in unutulan hünerlerine bir gönderme olarak okunabilir. Demir, kolaycılığa ve “zamanın ruhu”na kapılmayı reddederek; her bir görüşmenin kendinde bıraktığı izleri, kendi hayatıyla, kendi kadınlığı, devrimciliği ile görüştüğü on bir kadın gerillanın hayatı arasındaki ilişkileri de ustalıkla anlatmayı tercih etmiş. Böylelikle biz okurlar için de, Demir vasıtasıyla dile gelen kadınlar bir ses kayıt cihazının metalik sesinden ziyade kanlı canlı, yaşayan, sevinen, ağlayan insanlara dönüşüyor. Her bir kadının hikayesi okuyucuyu derinden sarsıyor. Dağ başları ile ovalar ve kentler arasında olduğunu varsaydığımız görünmez duvarlar yıkılıyor. Yıllardır “terörist, cani, vahşi” olarak kodlanan kadın gerillaların hayatlarının bizim korunaklı hayatlarımızdan çok da farklı olmadığını görüyoruz.
Demir’in kitabı bir yanıyla “insan olmaktan çıkarılan”, insan ait olduğunu varsaydığımız vasıfları yokmuş gibi lanse edilen kadınların, hakikat peşindeki insanlar olduğunu ortaya koyarken; diğer yandan kadın gerillaların bu hakikat uğruna kendilerinde ve çevrelerinde yarattıkları devrimi de görünür kılıyor. PKK içerisinde doçkayı ilk kullanan kadın gerilla Menal Bagok’un, “PKK ortamı aynı zamanda bir ameliyat ortamıdır. 24 yıldır buradayım. Ama hâlâ kendimi ele aldığımda sistemin izlerini görebiliyorum. Sistemden kopmak basit bir şey değil. ‘Sistemi bıraktım, yeni bir kişilik yaratıyorum’ demekle olmuyor. Bu mücadeleyi buralarda da sürekli yürütmen gerek. 24 saat bunun üzerine, ekmek ve su kadar ihtiyaç duyup durmak gerekiyor. ‘Ben bitirdim’ demekle olmuyor” sözleri bu devrimin en somut hâli denebilir. Kadın gerillaların hepsinin anlatımında bu sürekli sorgulama, her an değişme ihtimaline açık olma, ‘sistemden kopuşu’ sürekli kılma arzusu öne çıkıyor. Demir’in görüştüğü her kadın gerilla bu değişim, dönüşüm ve daha iyisini inşa etme düşüyle dolu. Dağın kadın halinde temel belirleyen bu sürekli sorgulama hâli…
Demir’in görüştüğü bir diğer gerilla Mizgîn Agirî de dağda olmanın kendisini nasıl özgürleştirdiğini anlatıyor. Sohbetleri dağda yetişen bitkilerin faydalarıyla başlıyor. Agirî Demir’e kaynatıp içmesi için “hîra çiçeği” getiriyor. İltihabı gidereceğini söylüyor. Bir demet de papatya. Kent yaşamının kendimize yabancılaştırdığı, doğadan uzaklaştırdığı bir de üzerine “moda” diye kendi özünü arama arayışı dayattığı zamanımızda; Agirî’nin anlatılarını okumak ister istemez bir özenme duygusu yaratıyor. Bir yandan da muzur bir düşünceye kapılıyorum. Acaba Cihangir’in, Nişantaşı’nın “doğal yaşam”, “organik meyve sebze” meraklısı cici bey ve hanımları Agirî ile tanışsa ne hissederdi?
Diğer bütün kadınların hikayelerinden etkilensem de, Demir’in anlatımıyla Agirî dağın vücut bulmuş hali gibi geliyor bana. Bir yanda biksi kullanan bir savaşçı kadın; aynı bedende bin yılların otacı kadın geleneğini yaşatabiliyor. Birbiriyle uyum içerisinde bir devrim sürekli ama sürekli kendini gerçekleştiriyor. Kadınlığın saklanan hünerleri Agirî de birleşiyor. Tek farkla; artık o hünerler çok daha gelişkin ve kendine güvenen ellerden insanlığa akıyor: “Dağlarda daha güçlendim, kendime güvenim arttı, düşünsel anlamda genişledim. Kadın olarak kendimi daha doğru tanımlıyorum. Kendimi tanıdım. Zayıf yönlerimi, güçlü yönlerimi ve güçlenmem gereken yönlerimi gördüm. Anlam arayışım güçlendi dağlarda.”
Gerilla olmak hayatın ve ölümün en keskin hakikatlerinin tam orta yerinde, arafta dans etmek gibi geliyor bana Demir’in yazdıklarını okudukça. Öyle bir dans ki, pervane gibi dönerek ateşe, hakikate ulaşma çabası. Yaklaştıkça yanmak ve arafın öte yanına, ölüme bir adım daha yakın olmak… Demir’in görüştüğü kadınlardan bir diğeri Deniz Amed, “Bir kadın olarak özgürlüğümü arıyorum” diyor. Amed, tarih boyunca katliamlara uğrayan, çok yakın zamanda da Şengal’de IŞİD saldırılarına maruz kalan Ezidî halkından. Kadim bir halkın çok genç bir evladının ağzından ölüme dair şu bilgece sözler dökülüyor usulca: “Ölümün ne zaman, nereden geleceği belli değil. Bir gerilla için hiç belli değil. Çünkü sürekli savaş ortamındasın. Ama buralarda ölümü hiç düşünmüyorum. Ne ölümden korkuyorum ne de ölümü düşünüyorum. Ama bir gün önüme çıkacağını da biliyorum…”
Demir’in kitabına başlarken birçokları gibi benim de en merak ettiğim mesele erkek egemenliğine karşı kadınların mücadelesi oluyor. Bir yandan özgürlük için erkek yoldaşlarıyla omuz omuza direnen kadınlar; erkek yoldaşlarının erkiyle nasıl mücadele ediyor? Kitap bu soruya öyle bir yanıt veriyor ki; birçok ezberimizi yeniden sorgulamak durumunda kalıyoruz.
Evet, ataerki her yerde olduğu gibi dağlarda da. Evet, kadınlar aynı zamanda başka bir mücadele yürütmek durumunda. Kadın ordusu kurulduğunda, “kıyametler de kopuyor”, kadınlar karar alma süreçlerinden dışlanıyor. Ama dağda bir fark var. O da kadınların anlatımında kendisini ele veriyor. Menal Bagok, “Erkekler istemese de kabul etmek zorunda kaldı” diyor. 2013 senesinde dağda 23. yılını deviren Roza Pınar ekliyor: “Kendime ait olmayı bu dağlarda öğrendim.”
Erkek egemenliği konusunda kadın gerillaların ifadeleri alışık olmadığımız türden bir gücü taşıyor. Kadınlar, mağdurun dilinden sıyrılıyor. Özne olarak, tüm yalınlığıyla her şeyi anlatıyor Demir’e. Bizim pek de alışık olmadığımız bir özgüven ve özne olma bilinciyle. Benim anladığım kadarıyla, kadın gerillalar erkeklerin hakimiyetine ilişkin söylenmek ve sızlanmak yerine harekete geçmiş. Doğrudan eylemle hayatı dönüştürüyorlar. Cümleleri yaşadıkları sıkıntılar, baskılar, şiddetle örülü değil. Cümleleri bütün bunlara inat yaşama, meydan okumayla örülü. Olumsuzluklara vurgu yapmayı, mütemadiyen “Unutmayacağız” demeyi siyaset sanan bizler için ilham olacak nitelikte kurucu bir kadın politikası ve eylemine işaret ediyor kadın gerillalar…
Kitabı okurken aklımın gerisinde bir başka soru oyalıyor beni. Her ne kadar son günlerde iyice “moda “ olan kadın gördüğümüz her yer bir ek cümle mahiyetinde LGBT eklemeyi eleştirsem de; düşünmeden duramıyorum. Acaba varlıkları her zaman şüpheyle karşılanan LGBT gerillaların hikayesi de bir gün yazılacak mı? Kadınların dağda on yılları bulan özneleşme mücadelesinin yankısı; çeşitli cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinden insanların hikayelerinin görünür kılınmasında, “marjinallik” duvarlarına hapsedilmeye çalışılan LGBT hakikatinin ovalardan dağlara; köylerden kentlere her yerde kendisini etmesine ışık tutacak mı?
On yılları aşan bir özgürlük mücadelesinin her dönemine tanık ve her döneminin ama öyle ama böyle öznesi kadınlardan öğrenecek çok şeyimiz var. Demir bu kadınlardan 11 tanesini bizlere ulaştırıyor. Öğretmeye alışık bizler için zor bir sınav koyuyor önümüze. Bu sınava girmeye hevesli olanlarımız için ise; dağda savaşan 11 kadın gerillanın hikayesinden çok daha fazlası bizleri bekliyor. O hikayelerde kendi hayatlarımız da saklı, eğer görmek istersek… (YT/ÇT)
Yıldız Tar
Ailesinin ve toplumun ona verdiği isim ve cinsiyeti reddettiğini ilan ettiği 2010 senesinde Boğaziçi Üniversitesi'nde doğdu. Özgür Radyo'da "Gökkuşağı Sohbetleri" isimli bir LGBT tartışma programının da sunuculuğunu yaptı. Etkin Haber Ajansı’nda (ETHA) muhabirlik yaptı. Ceylan Yayınları’ndan çıkan "Yoldaş Ben İbneyim: Solun LGBT ile İmtihanı" kitabının yazarı. Kaos GL ve Pembe Hayat'ın çıkardığı "Dönmelere Doyamadık", "Medyada LGBTİ'lere Yönelik Nefret Söylemi" ve Kaos GL'nin "Çalışma Hayatında Ayrımcılık" kitaplarını yayına hazırladı. Şu anda KaosGL.org haber sitesinde editörlük yapıyor.