Dağın Kadın
Hali: “Kendini, Özünü Bulan” Kadın Gerillalar
Arzu Demir
"Dağın Kadın Hali"nde duyulması, görülmesi, hissedilmesi “makbul ve
makul” karşılanmayanların sesine vasıta oluyor. Dağda mücadele yürüten kadın
gerillalar Demir’in kaleminden Türkiyeli okurlarla buluşuyor.
ETHA editörü
ve ANF muhabiri Arzu Demir'in 11 kadın gerillayla yaptığı söyleşilerden oluşan
“Dağın Kadın Hali” kitabı Ceylan Yayınları’ndan çıktı. “Savaşta Barışta
Özgürlükte Aşkta” üst başlığını taşıyan kitap, Demir’in 2013 yılının Aralık
ayında Medya Savunma Alanları’ndaki görüşmelerinden oluşuyor.
Demir, kendi
ifadeleriyle “hayatın onu hiç karşılaştırmadığı ama hep yan yana yürüttüğü”
kadınların hayatlarını, düşlerini, gerillaya katılım süreçlerini, örgütlenme
içinde kadın olmaktan ötürü yaşadıkları sorunları, bastırılan, yok edilen
kadınlıklarını dağda, gerilla faaliyetinde nasıl yeniden keşfettiklerini sade,
yalın, kendi duygularını da katarak ama esas hikayenin kendisininki olmadığını
vurgulayarak aktarıyor.
“KCK Basın ”
adı verilen operasyonda gözaltına alınan, gazetecilik faaliyetleri durdurulmak
istenen, özgür basın geleneğinin çeşitli alanlarında yıllarca hakikatin peşine
düşen Demir’in bu ikinci kitabı. İlk kitabı “Medreseden 5 No’luya Nuri Yoldaş”
ile Diyarbakır Zindanı’nda tutulan komünist Nuri Duruk ve onun ailesinin
hikayesini anlatıyordu. Demir ikinci kitabında da duyulması, görülmesi,
hissedilmesi “makbul ve makul” karşılanmayanların sesine vasıta oluyor. Dağda
mücadele yürüten kadın gerillalar Demir’in kaleminden Türkiyeli okurlarla
buluşuyor.
Demir, Dağın
Kadın Hali’nde görüştüğü kadınların hikayelerini portre şeklinde anlatmayı
tercih etmiş. Aynı anlamı taşıyormuşçasına, yanlış bir şekilde birbirinin
muadili olarak kullanılan röportaj ve söyleşi geleneğimizin ölmeye yüz tuttuğu
ya da ses kaydının çözülerek soru ve cevapların yayınlanmasından ibaret
sayıldığı günümüzde Demir’in çabası “eski moda gazetecilik”in unutulan
hünerlerine bir gönderme olarak okunabilir. Demir, kolaycılığa ve “zamanın
ruhu”na kapılmayı reddederek; her bir görüşmenin kendinde bıraktığı izleri,
kendi hayatıyla, kendi kadınlığı, devrimciliği ile görüştüğü on bir kadın
gerillanın hayatı arasındaki ilişkileri de ustalıkla anlatmayı tercih etmiş.
Böylelikle biz okurlar için de, Demir vasıtasıyla dile gelen kadınlar bir ses
kayıt cihazının metalik sesinden ziyade kanlı canlı, yaşayan, sevinen, ağlayan
insanlara dönüşüyor. Her bir kadının hikayesi okuyucuyu derinden sarsıyor. Dağ
başları ile ovalar ve kentler arasında olduğunu varsaydığımız görünmez duvarlar
yıkılıyor. Yıllardır “terörist, cani, vahşi” olarak kodlanan kadın gerillaların
hayatlarının bizim korunaklı hayatlarımızdan çok da farklı olmadığını
görüyoruz.
Demir’in
kitabı bir yanıyla “insan olmaktan çıkarılan”, insan ait olduğunu varsaydığımız
vasıfları yokmuş gibi lanse edilen kadınların, hakikat peşindeki insanlar
olduğunu ortaya koyarken; diğer yandan kadın gerillaların bu hakikat uğruna
kendilerinde ve çevrelerinde yarattıkları devrimi de görünür kılıyor. PKK
içerisinde doçkayı ilk kullanan kadın gerilla Menal Bagok’un, “PKK ortamı aynı
zamanda bir ameliyat ortamıdır. 24 yıldır buradayım. Ama hâlâ kendimi ele
aldığımda sistemin izlerini görebiliyorum. Sistemden kopmak basit bir şey
değil. ‘Sistemi bıraktım, yeni bir kişilik yaratıyorum’ demekle olmuyor. Bu
mücadeleyi buralarda da sürekli yürütmen gerek. 24 saat bunun üzerine, ekmek ve
su kadar ihtiyaç duyup durmak gerekiyor. ‘Ben bitirdim’ demekle olmuyor”
sözleri bu devrimin en somut hâli denebilir. Kadın gerillaların hepsinin
anlatımında bu sürekli sorgulama, her an değişme ihtimaline açık olma,
‘sistemden kopuşu’ sürekli kılma arzusu öne çıkıyor. Demir’in görüştüğü her
kadın gerilla bu değişim, dönüşüm ve daha iyisini inşa etme düşüyle dolu. Dağın
kadın halinde temel belirleyen bu sürekli sorgulama hâli…
Demir’in
görüştüğü bir diğer gerilla Mizgîn Agirî de dağda olmanın kendisini nasıl
özgürleştirdiğini anlatıyor. Sohbetleri dağda yetişen bitkilerin faydalarıyla
başlıyor. Agirî Demir’e kaynatıp içmesi için “hîra çiçeği” getiriyor. İltihabı
gidereceğini söylüyor. Bir demet de papatya. Kent yaşamının kendimize yabancılaştırdığı,
doğadan uzaklaştırdığı bir de üzerine “moda” diye kendi özünü arama arayışı
dayattığı zamanımızda; Agirî’nin anlatılarını okumak ister istemez bir özenme
duygusu yaratıyor. Bir yandan da muzur bir düşünceye kapılıyorum. Acaba
Cihangir’in, Nişantaşı’nın “doğal yaşam”, “organik meyve sebze” meraklısı cici
bey ve hanımları Agirî ile tanışsa ne hissederdi?
Diğer bütün
kadınların hikayelerinden etkilensem de, Demir’in anlatımıyla Agirî dağın vücut
bulmuş hali gibi geliyor bana. Bir yanda biksi kullanan bir savaşçı kadın; aynı
bedende bin yılların otacı kadın geleneğini yaşatabiliyor. Birbiriyle uyum
içerisinde bir devrim sürekli ama sürekli kendini gerçekleştiriyor. Kadınlığın
saklanan hünerleri Agirî de birleşiyor. Tek farkla; artık o hünerler çok daha
gelişkin ve kendine güvenen ellerden insanlığa akıyor: “Dağlarda daha
güçlendim, kendime güvenim arttı, düşünsel anlamda genişledim. Kadın olarak
kendimi daha doğru tanımlıyorum. Kendimi tanıdım. Zayıf yönlerimi, güçlü
yönlerimi ve güçlenmem gereken yönlerimi gördüm. Anlam arayışım güçlendi
dağlarda.”
Gerilla olmak
hayatın ve ölümün en keskin hakikatlerinin tam orta yerinde, arafta dans etmek
gibi geliyor bana Demir’in yazdıklarını okudukça. Öyle bir dans ki, pervane
gibi dönerek ateşe, hakikate ulaşma çabası. Yaklaştıkça yanmak ve arafın öte
yanına, ölüme bir adım daha yakın olmak… Demir’in görüştüğü kadınlardan bir
diğeri Deniz Amed, “Bir kadın olarak özgürlüğümü arıyorum” diyor. Amed, tarih
boyunca katliamlara uğrayan, çok yakın zamanda da Şengal’de IŞİD saldırılarına
maruz kalan Ezidî halkından. Kadim bir halkın çok genç bir evladının ağzından
ölüme dair şu bilgece sözler dökülüyor usulca: “Ölümün ne zaman, nereden
geleceği belli değil. Bir gerilla için hiç belli değil. Çünkü sürekli savaş
ortamındasın. Ama buralarda ölümü hiç düşünmüyorum. Ne ölümden korkuyorum ne de
ölümü düşünüyorum. Ama bir gün önüme çıkacağını da biliyorum…”
Demir’in
kitabına başlarken birçokları gibi benim de en merak ettiğim mesele erkek
egemenliğine karşı kadınların mücadelesi oluyor. Bir yandan özgürlük için erkek
yoldaşlarıyla omuz omuza direnen kadınlar; erkek yoldaşlarının erkiyle nasıl
mücadele ediyor? Kitap bu soruya öyle bir yanıt veriyor ki; birçok ezberimizi
yeniden sorgulamak durumunda kalıyoruz.
Evet, ataerki
her yerde olduğu gibi dağlarda da. Evet, kadınlar aynı zamanda başka bir
mücadele yürütmek durumunda. Kadın ordusu kurulduğunda, “kıyametler de
kopuyor”, kadınlar karar alma
süreçlerinden dışlanıyor. Ama dağda bir fark var. O da kadınların anlatımında
kendisini ele veriyor. Menal Bagok, “Erkekler istemese de kabul etmek zorunda kaldı” diyor. 2013
senesinde dağda 23. yılını deviren Roza Pınar ekliyor: “Kendime ait olmayı bu
dağlarda öğrendim.”
Erkek
egemenliği konusunda kadın gerillaların ifadeleri alışık olmadığımız türden bir
gücü taşıyor. Kadınlar, mağdurun dilinden sıyrılıyor. Özne olarak, tüm
yalınlığıyla her şeyi anlatıyor Demir’e. Bizim pek de alışık olmadığımız bir
özgüven ve özne olma bilinciyle. Benim anladığım kadarıyla, kadın gerillalar
erkeklerin hakimiyetine ilişkin söylenmek ve sızlanmak yerine harekete geçmiş.
Doğrudan eylemle hayatı dönüştürüyorlar. Cümleleri yaşadıkları sıkıntılar,
baskılar, şiddetle örülü değil. Cümleleri bütün bunlara inat yaşama, meydan
okumayla örülü. Olumsuzluklara vurgu yapmayı, mütemadiyen “Unutmayacağız”
demeyi siyaset sanan bizler için ilham olacak nitelikte kurucu bir kadın
politikası ve eylemine işaret ediyor kadın gerillalar…
Kitabı okurken
aklımın gerisinde bir başka soru oyalıyor beni. Her ne kadar son günlerde iyice
“moda “ olan kadın gördüğümüz her yer bir ek cümle mahiyetinde LGBT eklemeyi
eleştirsem de; düşünmeden duramıyorum. Acaba varlıkları her zaman şüpheyle
karşılanan LGBT gerillaların hikayesi de bir gün yazılacak mı? Kadınların dağda
on yılları bulan özneleşme mücadelesinin yankısı; çeşitli cinsel yönelim ve
cinsiyet kimliğinden insanların hikayelerinin görünür kılınmasında,
“marjinallik” duvarlarına hapsedilmeye çalışılan LGBT hakikatinin ovalardan
dağlara; köylerden kentlere her yerde kendisini etmesine ışık tutacak mı?
On yılları
aşan bir özgürlük mücadelesinin her dönemine tanık ve her döneminin ama öyle
ama böyle öznesi kadınlardan öğrenecek çok şeyimiz var. Demir bu kadınlardan 11
tanesini bizlere ulaştırıyor. Öğretmeye alışık bizler için zor bir sınav koyuyor
önümüze. Bu sınava girmeye hevesli olanlarımız için ise; dağda savaşan 11 kadın
gerillanın hikayesinden çok daha fazlası bizleri bekliyor. O hikayelerde kendi
hayatlarımız da saklı, eğer
görmek istersek… (YT/ÇT)
Yıldız Tar
Ailesinin ve
toplumun ona verdiği isim ve cinsiyeti reddettiğini ilan ettiği 2010 senesinde
Boğaziçi Üniversitesi'nde doğdu. Özgür Radyo'da "Gökkuşağı
Sohbetleri" isimli bir LGBT tartışma programının da sunuculuğunu yaptı.
Etkin Haber Ajansı’nda (ETHA) muhabirlik yaptı. Ceylan Yayınları’ndan çıkan
"Yoldaş Ben İbneyim: Solun LGBT ile İmtihanı" kitabının yazarı. Kaos
GL ve Pembe Hayat'ın çıkardığı "Dönmelere Doyamadık", "Medyada
LGBTİ'lere Yönelik Nefret Söylemi" ve Kaos GL'nin "Çalışma Hayatında
Ayrımcılık" kitaplarını yayına hazırladı. Şu anda KaosGL.org haber
sitesinde editörlük yapıyor.