Ezra Pound
Pound, 1945’te İtalya’da vatana ihanet suçlamasıyla
tutuklanmasının ardından ABD’ye gönderilip Washington DC’deki cezai ehliyeti
bulunmayanlara yönelik St. Elizabeth’s Hospital’a kapatılmıştı. Kendisine doğru
veya yanlış şizofreni teşhisi konulmuş ve burada 13 yıl tutulmuştu. Hastaneyi
bir şekilde benimseyen Pound, burada kaldığı süreyi Sofokles’in “Trachis
Kadınları” ve “Elektra”sının çevirileriyle “Kantolar” (The Cantos) üzerine çalışarak
ve birçok ziyaretçiyi eğlendirerek geçirdi. Hastanede nispeten mutlu olmasına
karşın dostları salıverilmesi için uğraştı—Hemingway, Pound 1954’te Nobel
edebiyat ödülünü kazandıktan sonra Time dergisine yaptığı açıklamada “Şairlerin
salınması için uygun yıl bir olabilir,” dedi. Pound, artık hastanede
tutulmaması gerektiğine hükmeden bir federal mahkeme kararıyla serbest
bırakıldı.
Friedrich Nietzsche
Nietzsche 1889’da akıl sağlığını yitirdiğinde dostlarına
kısa, abuk sabuk mektuplar gönderdi; (iddialara göre) sahibi tarafından
acımasızca kırbaçlanan bir ata doğru koşup kollarını boynuna dolamış sonra da
olduğu yere yığılmıştı. Dostları tarafından bir yıl süreyle Jena’da bir kliniğe
yatırılan Nietzsche burada doktorlar ve bir sanat tarihçisi tarafından tedavi
edilmeye çalışıldı. Nietzsche’ye o dönemde üçüncül sifilis teşhisi konulmuş
olsa da rahatsızlığına ilişkin daha yakın çalışmalar bipolar bozukluk, farklı
demans türleri ya da CADASIL sendromu gibi hastalıkları akla getiriyor. Oysa
romantik olan tabii ki bir dahinin apansız, teşhis edilemez deliliği.
Sylvia Plath
Plath’in akıl hastalığı çokça tartışılmış ve
belgelenmiştir; özellikle de ünlü yarı otobiyografik romanı “Sırça Fanus”ta
(The Bell Jar) şairin kendisi tarafından. Hayatının büyük bölümünde kilinik
depresif bir ruh haliyle yaşayan Plath için elektroşok tedavisi öngörülmüş ve
tedaviler 1953 temmuz ayında başlamıştı. O yılın ağustos ayında intihara
teşebbüs eden Plath çok geçmeden altı ay boyunca daha fazla elektrik ve insülin
şoku tedavisi gördüğü Belmont’taki McLean Hospital’a yatırıldı. Kronik
depresyonu sonunda hayatına mal olacaktı.
Anne Sexton
Bir başka trajik kadın şair, bipolar bozukluktan mustarip
ve intihara meyilli Sexton hayatının büyük bölümünde akıl hastanelerine (daha
önce bahsi geçen ünlü MacLean’in de aralarında bulunduğu) girip çıkmıştı.
Aslında Sexton şiir sanatını Glenside Hospital’daki terapisti Dr. Martin
Orne’nin kendisine önerdiği bir tedavi aracı olarak keşfetmişti. Sexton’ın
yapıtlarının daha çok delilik ve zihinsel acı üzerine olmasının nedeni de bu
olmalı. Sonunda Sexton da Plath gibi kendi canına kıymayı seçti.
Zelda Sayre Fitzgerald
Kısa süreli yaşamı boyunca İsviçre’deki Prangins
Clinic’te geçirdiği 15 aylık süre de dahil birçok akıl hastanesinde kalan
Fitzgerald’a da bipolar bozukluk, şizofren veya daha başka hastalık teşhisleri
konuldu. Hep dengesiz, kalıcı olarak zihinsel acıya mahkum Fitzgerald’ın
depresyonu sürekli kötüye gidiyordu. Fitzgerald, 1948’de Asheville’de insülin
şoku tedavisi aldığı bir akıl hastanesinde çıkan yangında hayatını kaybetti.
Paulo Coelho
Paul Coelho yeniyetmeliği sırasında ebeveynlerince bir
akıl hastanesine gönderilmişti. Kaçtıktan sonra yeniden aynı hastaneye
gönderildi. Sonunda 20 yaşında taburcu edilmeden önce hastaneden iki kez daha
kaçtı. Yaşadıklarını şöyle kaleme aldı Coelho: “Tıbbi dosyalarımdaki nedenler
bayağıydı. Okulda içine kapanık, hasmane ve mutsuz olduğum belirtiliyordu. Deli
değildim oysa, sadece gerçekten yazar olmak isteyen 17 yaşında bir çocuktum.
Bunu kimse anlamadığı için aylarca kilit altında tutuldum ve gırtlağıma kadar
sakinleştiriciye boğuldum. Tedavim sırf elektroşoktan ibaretti. Bir gün bu
yaşadıklarımı yazacağım ve böylece genç insanların hayatlarımızın en erken
aşamalarından itibaren kendi rüyalarımız uğrunda savaşmak zorunda olduğumuzu
anlamalarını sağlayacağım konusunda söz vermiştim kendime.”
Robert Lowell
Bu listede alan diğer şairler gibi Lowell da hayatının
büyük bölümünde bipolar bozukluktan mustaripti. Biri, annesinin 1954’teki
ölümünden sonra yattığı şairlerin zorunlu uğrağı namlı MacLean’de olmak üzere,
birkaç akıl hastanesi deneyimi yaşadı. Lowell, yaşadıklarını bazı en büyük
şiirlerine, özellikle de “Life Studies”e yansıtmıştı. Sonunda hastalığını
kontrol altına almak için lityum kullanmaya başladı. “Lowell’s Letters”ın
(Lowell’ın Mektupları) editörüne göre, ilaçlar onu “ahlaken ve duygusal olarak
kötüye gidiyor oluşundan sorumlu olduğu düşüncesine maruz kalmaktan kurtarsa da
hastalığının tekrarlamasına bütünüyle çare olamıyordu... Ve hayatının sonuna
doğru hastalığının kötüleşmesinin ailesi ve arkadaşları üzerindeki etkisi
nedeniyle üzgün ve kaygılıydı.”
Richard Brautigan
Richard Brautigan 1955’te delirdiğine karar verdi.
Gerilimli bir gecede yerel polis karakoluna girip kendisini tutuklamalarını
istedi. Polisler bu isteğini yerine getirmeyince, karakolun camlarını taşladı.
Sonucunda aldığı 10 günlük hapis cezasının yedi gününü çektikten ve bir
pratisyen hekim tarafından muayene edildikten sonra Salem’deki Oregon Eyalet
Hastanesi’ne yatırıldı. Brautigan yaklaşık üç ay kaldığı hastanede elektroşok
ve ilaç tedavisi gördü. Taburcu edildiğinde aceleyle verdiği karardan duyduğu
pişmanlığı daha sonra kızına şöyle anlatacaktı: “Çok büyük bir hata yaptığımı
fark ettim. Bu nedenle oradan olabildiğince kadar çıkmak için elimden geleni
yaptım. Örnek bir hasta oldum.”
David Foster Wallace
McLean’de tedavi altına alınan bir başka namlı depresif
edebiyat siması Wallace 1989’da dört haftasını bu hastanede geçirdi. Biyografi
yazarı D. T. Max, bu süreci şöyle anlattı: “Hastanede geçirdiği günler onun
hayatını değiştirdi. Wallace alkolik ve depresiflerin kaldığı ve on iki adım
programı toplantıları için büyük bir odayı da içeren bir bölüme
yerleştirilmişti. Tıbbi personel ona ağır bir alkol ve uyuşturucu kullanıcısı
olduğunu ve her ikisini de kullanmaya son vermediği takdirde 30’unda hayatını
kaybedeceğini anlattı. Wallace bu haberi ertesi gün ziyaretine gelen
üniversiteden oda arkadaşı ve yakın dostu Mark Costello’ya aktardı. ‘Ben bir
depresifim ve bir şey diyeyim mi?,” dedi, Wallace, “Alkol de bir yatıştırıcı!”
Gözyaşları içinde güldüğünü hatırlıyor Costello ve ‘sanki beş yaşındaki bir
çocuğa komik bir şaşırtmaca anlatıyormuş gibiydi,” diyor. Kuşkusuz Wallace’ın
zaten bildiği bir şeydi bu. Alışkanlıkları hafifletmeyi hedefleyen on iki adım
programı Wallace’ta başarılı olmuştu. Eski hayatından koparılıp tutku ve
alışkanlıklarından uzak tutulması yaramıştı ona. Yine de nihayetinde en önemli
sonuç muhtemelen alkollü Wallace’ın artık başarılı bir şekilde yazamıyor
oluşuydu ki bu da ayık bir Wallace’ın yazabileceği umudunu açık tutuyordu.”