Monday, May 27, 2013

Akıl hastanelerine düşen dokuz yazar



Akıl hastanelerine düşen dokuz yazar 

Ezra Pound

Pound, 1945’te İtalya’da vatana ihanet suçlamasıyla tutuklanmasının ardından ABD’ye gönderilip Washington DC’deki cezai ehliyeti bulunmayanlara yönelik St. Elizabeth’s Hospital’a kapatılmıştı. Kendisine doğru veya yanlış şizofreni teşhisi konulmuş ve burada 13 yıl tutulmuştu. Hastaneyi bir şekilde benimseyen Pound, burada kaldığı süreyi Sofokles’in “Trachis Kadınları” ve “Elektra”sının çevirileriyle “Kantolar” (The Cantos) üzerine çalışarak ve birçok ziyaretçiyi eğlendirerek geçirdi. Hastanede nispeten mutlu olmasına karşın dostları salıverilmesi için uğraştı—Hemingway, Pound 1954’te Nobel edebiyat ödülünü kazandıktan sonra Time dergisine yaptığı açıklamada “Şairlerin salınması için uygun yıl bir olabilir,” dedi. Pound, artık hastanede tutulmaması gerektiğine hükmeden bir federal mahkeme kararıyla serbest bırakıldı.

Akıl hastanelerine düşen dokuz yazar 

Friedrich Nietzsche

Nietzsche 1889’da akıl sağlığını yitirdiğinde dostlarına kısa, abuk sabuk mektuplar gönderdi; (iddialara göre) sahibi tarafından acımasızca kırbaçlanan bir ata doğru koşup kollarını boynuna dolamış sonra da olduğu yere yığılmıştı. Dostları tarafından bir yıl süreyle Jena’da bir kliniğe yatırılan Nietzsche burada doktorlar ve bir sanat tarihçisi tarafından tedavi edilmeye çalışıldı. Nietzsche’ye o dönemde üçüncül sifilis teşhisi konulmuş olsa da rahatsızlığına ilişkin daha yakın çalışmalar bipolar bozukluk, farklı demans türleri ya da CADASIL sendromu gibi hastalıkları akla getiriyor. Oysa romantik olan tabii ki bir dahinin apansız, teşhis edilemez deliliği.

 Akıl hastanelerine düşen dokuz yazar

Sylvia Plath

Plath’in akıl hastalığı çokça tartışılmış ve belgelenmiştir; özellikle de ünlü yarı otobiyografik romanı “Sırça Fanus”ta (The Bell Jar) şairin kendisi tarafından. Hayatının büyük bölümünde kilinik depresif bir ruh haliyle yaşayan Plath için elektroşok tedavisi öngörülmüş ve tedaviler 1953 temmuz ayında başlamıştı. O yılın ağustos ayında intihara teşebbüs eden Plath çok geçmeden altı ay boyunca daha fazla elektrik ve insülin şoku tedavisi gördüğü Belmont’taki McLean Hospital’a yatırıldı. Kronik depresyonu sonunda hayatına mal olacaktı.
 Akıl hastanelerine düşen dokuz yazar

Anne Sexton

Bir başka trajik kadın şair, bipolar bozukluktan mustarip ve intihara meyilli Sexton hayatının büyük bölümünde akıl hastanelerine (daha önce bahsi geçen ünlü MacLean’in de aralarında bulunduğu) girip çıkmıştı. Aslında Sexton şiir sanatını Glenside Hospital’daki terapisti Dr. Martin Orne’nin kendisine önerdiği bir tedavi aracı olarak keşfetmişti. Sexton’ın yapıtlarının daha çok delilik ve zihinsel acı üzerine olmasının nedeni de bu olmalı. Sonunda Sexton da Plath gibi kendi canına kıymayı seçti.
 Akıl hastanelerine düşen dokuz yazar

Zelda Sayre Fitzgerald

Kısa süreli yaşamı boyunca İsviçre’deki Prangins Clinic’te geçirdiği 15 aylık süre de dahil birçok akıl hastanesinde kalan Fitzgerald’a da bipolar bozukluk, şizofren veya daha başka hastalık teşhisleri konuldu. Hep dengesiz, kalıcı olarak zihinsel acıya mahkum Fitzgerald’ın depresyonu sürekli kötüye gidiyordu. Fitzgerald, 1948’de Asheville’de insülin şoku tedavisi aldığı bir akıl hastanesinde çıkan yangında hayatını kaybetti.
 Akıl hastanelerine düşen dokuz yazar

Paulo Coelho

Paul Coelho yeniyetmeliği sırasında ebeveynlerince bir akıl hastanesine gönderilmişti. Kaçtıktan sonra yeniden aynı hastaneye gönderildi. Sonunda 20 yaşında taburcu edilmeden önce hastaneden iki kez daha kaçtı. Yaşadıklarını şöyle kaleme aldı Coelho: “Tıbbi dosyalarımdaki nedenler bayağıydı. Okulda içine kapanık, hasmane ve mutsuz olduğum belirtiliyordu. Deli değildim oysa, sadece gerçekten yazar olmak isteyen 17 yaşında bir çocuktum. Bunu kimse anlamadığı için aylarca kilit altında tutuldum ve gırtlağıma kadar sakinleştiriciye boğuldum. Tedavim sırf elektroşoktan ibaretti. Bir gün bu yaşadıklarımı yazacağım ve böylece genç insanların hayatlarımızın en erken aşamalarından itibaren kendi rüyalarımız uğrunda savaşmak zorunda olduğumuzu anlamalarını sağlayacağım konusunda söz vermiştim kendime.”
 Akıl hastanelerine düşen dokuz yazar

Robert Lowell

Bu listede alan diğer şairler gibi Lowell da hayatının büyük bölümünde bipolar bozukluktan mustaripti. Biri, annesinin 1954’teki ölümünden sonra yattığı şairlerin zorunlu uğrağı namlı MacLean’de olmak üzere, birkaç akıl hastanesi deneyimi yaşadı. Lowell, yaşadıklarını bazı en büyük şiirlerine, özellikle de “Life Studies”e yansıtmıştı. Sonunda hastalığını kontrol altına almak için lityum kullanmaya başladı. “Lowell’s Letters”ın (Lowell’ın Mektupları) editörüne göre, ilaçlar onu “ahlaken ve duygusal olarak kötüye gidiyor oluşundan sorumlu olduğu düşüncesine maruz kalmaktan kurtarsa da hastalığının tekrarlamasına bütünüyle çare olamıyordu... Ve hayatının sonuna doğru hastalığının kötüleşmesinin ailesi ve arkadaşları üzerindeki etkisi nedeniyle üzgün ve kaygılıydı.”
 Akıl hastanelerine düşen dokuz yazar

Richard Brautigan

Richard Brautigan 1955’te delirdiğine karar verdi. Gerilimli bir gecede yerel polis karakoluna girip kendisini tutuklamalarını istedi. Polisler bu isteğini yerine getirmeyince, karakolun camlarını taşladı. Sonucunda aldığı 10 günlük hapis cezasının yedi gününü çektikten ve bir pratisyen hekim tarafından muayene edildikten sonra Salem’deki Oregon Eyalet Hastanesi’ne yatırıldı. Brautigan yaklaşık üç ay kaldığı hastanede elektroşok ve ilaç tedavisi gördü. Taburcu edildiğinde aceleyle verdiği karardan duyduğu pişmanlığı daha sonra kızına şöyle anlatacaktı: “Çok büyük bir hata yaptığımı fark ettim. Bu nedenle oradan olabildiğince kadar çıkmak için elimden geleni yaptım. Örnek bir hasta oldum.”
 Akıl hastanelerine düşen dokuz yazar

David Foster Wallace

McLean’de tedavi altına alınan bir başka namlı depresif edebiyat siması Wallace 1989’da dört haftasını bu hastanede geçirdi. Biyografi yazarı D. T. Max, bu süreci şöyle anlattı: “Hastanede geçirdiği günler onun hayatını değiştirdi. Wallace alkolik ve depresiflerin kaldığı ve on iki adım programı toplantıları için büyük bir odayı da içeren bir bölüme yerleştirilmişti. Tıbbi personel ona ağır bir alkol ve uyuşturucu kullanıcısı olduğunu ve her ikisini de kullanmaya son vermediği takdirde 30’unda hayatını kaybedeceğini anlattı. Wallace bu haberi ertesi gün ziyaretine gelen üniversiteden oda arkadaşı ve yakın dostu Mark Costello’ya aktardı. ‘Ben bir depresifim ve bir şey diyeyim mi?,” dedi, Wallace, “Alkol de bir yatıştırıcı!” Gözyaşları içinde güldüğünü hatırlıyor Costello ve ‘sanki beş yaşındaki bir çocuğa komik bir şaşırtmaca anlatıyormuş gibiydi,” diyor. Kuşkusuz Wallace’ın zaten bildiği bir şeydi bu. Alışkanlıkları hafifletmeyi hedefleyen on iki adım programı Wallace’ta başarılı olmuştu. Eski hayatından koparılıp tutku ve alışkanlıklarından uzak tutulması yaramıştı ona. Yine de nihayetinde en önemli sonuç muhtemelen alkollü Wallace’ın artık başarılı bir şekilde yazamıyor oluşuydu ki bu da ayık bir Wallace’ın yazabileceği umudunu açık tutuyordu.”