Thursday, March 29, 2012

Yükselen Duvarlar, Zayıflayan Egemenlik

Yükselen Duvarlar, Zayıflayan Egemenlik
 Wendy Brown
Özgün adı: Walled States, Waning Sovereignty
Berlin Duvarı'nın sevinç gösterileri içinde yıkılışından sadece yirmi yıl sonra, neden birçok devlet sınırlarına duvar çekme yarışına girdi? Her şeyin küreselleşmesinden büyük bir hoşnutlukla söz edilen bir dönemde, nasıl oluyor da dünyanın dört bir yanında kilometrelerce uzunlukta duvarlar yükseliyor? Ulus-devletlerin aşınan egemenlikleri ile bu duvarların örülmesi arasında nasıl bir ilişki var? Kaçak göçmenlere ve kaçak ticarete karşı devletlerine sınırlara set çekme çağrısında bulunan yurttaşları harekete geçiren düşünceler, daha doğrusu duygu ve arzular neler? Mantıkları bakımından Çin Seddi'nden pek de farklı olmayan bu sınır bariyerleri amaçlarına ulaşabilir mi, nereye kadar?
 Neoliberalizme eleştirel yaklaşan teorisyenler arasında önde gelen bir isim olan Wendy Brown, bu sorulara cevap ararken, siyaset felsefesi, iktisat ve tarihin yanı sıra –tıpkı daha önce yayımladığımız Tarihten Çıkan Siyaset'te olduğu gibi– siyasallaştırılmış bir psikanalize başvuruyor. Ortaya attığı soruları farklı cepheleriyle ele alarak, meseleyi kavramamızı kolaylaştıracak zengin bir tablo sunan Brown, aynı zamanda, sınır duvarları gibi özel ama maddi bir olgudan yola çıkarak, içinde yaşadığımız dünyanın genel gidişatını muhalif bir bakış açısıyla değerlendiriyor.
Sosyal bilimlerde konuyu bu ölçüde doğrudan ele alan ilk kitap Yükselen Duvarlar, Zayıflayan Egemenlik. Ayrıca, yazarın birikimi ve kıvrak zekâsıyla da son derece özgün bir metin. Küresel siyasetin güncel gelişmeleriyle ve günümüzün siyaset felsefesiyle ilgilenenlerin, ama aynı zamanda içinde yaşadığımız dünyayı anlamaya çalışan herkesin ilgisini çekecek bir yapıt.
Okuma Parcasi:
Savunma amaçlı tahkimat 1944'te Atlantik Duvarı'nda açılan gedikle nereden bakılırsa bakılsın son buldu. Bundan sonra da asli bir savunma aracı olarak resmi duvarların hiçbir hükmü kalmamıştır.
        – Paul Hirst, Space and Power (Mekân ve İktidar)
         Artık esnek sınırlara ihtiyacımız var, katı, geçirimsiz sınırlara değil... Yirmi birinci yüzyılın eşiğinde, egemenliği güçlendirmemizin bir esprisi kalmadı.
        – Şimon Peres, Yeni Ortadoğu
         Onlara söyledim: Yerleşim yerlerinizin etrafını tel örgüyle çevirmeyin. Tel örgü koyarsanız, genişlemenize de sınır koymuş olursunuz. Bize ait yerlerin değil, Filistinlilerin etrafına tel örgü örmemiz gerekiyor.
        – Ariel Şaron, aktaran Neve Gordon, Israel's Occupation
        (İsrail'in İşgali)
         Duvar kampı yaratmamış, kamp kurma stratejisi ve gerçekliği duvarın yapımına yol açmıştır.
        – Adi Ophir ve Ariella Azoulay, "The Monster's Tail"
        (Canavarın Kuyruğu)
         Kalelerin genellikle yarardan çok zararı dokunur.
        – Niccolo Machiavelli, Titus Livius'un İlk On Kitabı Üzerine Söylevler
        Artık "Küresel Dünya" diye adlandırır olduğumuz bu dünya, açma ile set çekme, kaynaşma ile ayrışma, silme ile yeniden yazma arasında esaslı gerilimler sergiliyor. Bu gerilimler bir taraftan sınırların giderek liberalleşmesiyle, bir taraftan da sınır tahkimatına görülmemiş düzeyde kaynak, enerji ve teknoloji yatırımı yapılmasıyla somutlaşmaktadır. Küreselleşme birbiriyle bağlantılı birçok gerilimi belirleyici birer özellik olarak taşıyor bünyesinde: Küresel ağlar ile yerel milliyetçilikler, sanal güç ile fiziksel güç, özel mülkiyet ile açık kaynak, gizlilik ile şeffaflık, yurtlaş(tır)ma ile yersiz-yurtsuzlaşma arasındaki gerilimleri. Bunun yanında, ulusal çıkarlar ile küresel piyasa, dolayısıyla ulus ile devlet ve tebaanın güvenliği ile sermaye hareketleri arasındaki gerilimler de küreselleşmenin belirleyici özellikleri olarak karşımıza çıkıyor.
 Bu gerilimlerin yuvalandığı yerlerden biri, yerküreyi çizgi çizgi bölen yeni duvarlardır. Soğuk Savaş Avrupası'nın son kaleleri ile Güney Afrika'daki apartheid rejiminin yıkılışı dünya çapında sevinçle karşılanırken dahi, bu duvarların yapımına büyük bir şevkle devam edilmiştir. En iyi bilinenleri, ABD'nin güney sınırına inşa ettiği heyula ile İsrail'in Batı Şeria sınırı boyunca uzanan duvardır. Aynı taşeron firma(1) tarafından, aynı teknolojik donanımla gerçekleştirilen bu iki proje meşruiyetini de birbirinden almaktadır. Bunlar gibi daha birçok duvar var. Kendi sınırları dahilinde iç duvarlar ve kontrol noktalarıyla bir labirente benzeyen apartheid sonrasının Güney Afrikası, Zimbabve sınırına tartışmalara yol açan elektrikli bir güvenlik bariyeri inşa etmiştir. Yemen sınırında inşasına giriştiği üç metre yüksekliğindeki beton güvenlik duvarını yakın zamanda tamamlamış olan Suudi Arabistan, Irak sınırına da benzer bir duvar inşa etmeyi planlamaktadır; Suudilerin dediğine göre, böyle giderse bütün ülkenin duvarlarla çevrilmesi olasılık dahilindedir. Hindistan ise, daha yoksul komşularından gelen sığınmacı akınını kesmek, olası bir toprak anlaşmazlığı durumunda kendi topraklarını korumak, İslamcı gerillaların Pakistan sınırından sızmasının ve silah kaçakçılığının önüne geçmek amacıyla Pakistan, Bangladeş ve Burma sınırlarına derme çatma duvarlar örmüş ve ihtilaflı Keşmir bölgesini ablukaya almıştır.(2) Bu sınırlardaki duvarlar derme çatma olmakla birlikte, görünüş bizi yanıltmamalıdır, zira Hindu-Keşmir sınırındaki iki sıra dikenli tel arasında kalan alana mayın döşenmiştir. Özbekistan, resmi açıklamasında "İslamcı teröristlerin" ülkeye girişini engellemek için olduğunu söylese de aslında yine bir toprak anlaşmazlığı nedeniyle, 1999'da Kırgızistan, 2001'deyse Afganistan sınırına duvar örmüştür; gelin görün ki şimdi de Türkmenistan bu ülkeye set çekmektedir. Botsvana 2003'te Zimbabve sınırına elektrikli tel örgü çekmeye başlamıştı, bunu yaparken her ne kadar büyük baş hayvanlarda görülen şap salgınını engellemeyi gerekçe göstermiş olsa da, asıl amacı Zimbabvelilerin girişini engellemekti. Tayland'ın güneyindeki isyan dolayısıyla, yasadışı göç ve kaçakçılığa karşı Tayland ve Malezya birlikte çelik-beton alaşımı bir duvar inşa etmiştir. Mısır'la Gazze'yi birbirinden ayıran duvar ise, ancak 2008 yılının Ocak ayında gıda, yakıt ve başka temel ihtiyaç maddelerine ulaşmaya çalışan Gazzelilerin açtığı tünellerle delindiğinde dünya kamuoyunun dikkatini çekmiştir. İran da şimdilerde Pakistan sınırına duvar inşa etmektedir. Limbang'dan gelen göçmen ve kaçakçıların ülkeye girmesini önlemeyi amaçlayan Brunei, bu sınırı duvarlarla tahkim etmektedir. Çin, Koreli sığınmacı akınını önlemek için Kuzey Kore sınırına duvar çekerken, Kuzey Kore de bu duvarın bir kısmına paralel başka bir duvar inşa etmektedir.
        Bir de duvar içinde duvarlar vardır: ABD'nin her yerinde güvenlikli konut siteleri peyda olmuştur, bu yerleşimlere en çok da Meksika sınırına yakın güneybatı şehirlerinde rastlanıyor. Batı Şeria'daki İsrail yerleşimlerini çevreleyen duvarlar "güvenlik bariyerinin" bitişiğindedir, Kudüs Hoşgörü Müzesi'nin büyük tartışmalar koparan yapım yerini çevreleyen duvarlar ise şehri bölen duvarlara çok yakındır. Beytüllahm devasa beton duvarlarla Kudüs'ten tamamen ayrılmış durumdadır. Avrupa Birliği Fas'taki İspanyol yerleşim bölgelerini kuşatan üç sıralı duvarların inşasını finanse ederken, Fas da uzun süre tartışma yaratan Batı Sahra kaynaklarını koruma amaçlı uzun bir "banket" yapmaktadır. Kuzey İtalya'da, Padua'nın sosyalist belediye başkanı "Fransız hadiseleri" diye tabir ettiği durumu önlemek adına, beyaz orta sınıfın yaşadığı mahalleleri çoğunlukla yeni göçmenlerin mesken tuttuğu "Afrika gettosu" denen bölgeden ayırmak için geçtiğimiz yıllarda Via Anelli Duvarı'nı inşa ettirmiştir.
 Her geçen gün yeni duvarlar inşa edilmektedir: 2007'de Bağdat'a yapılması önerilen duvarın yarattığı infiale rağmen, ABD ordusu bu şehirde Yeşil Hatla belirtilen bölgenin etrafını duvarla çevirme sevdasındadır. ABD zaten Ademiye ve Azamiye gibi Sünni mahallelerinin etrafına tartışmalı duvarlar çekmiş, böylece ABD işgaliyle birlikte kontrolden çıkan kanlı mezhep çatışmalarına cevaben Irak kentlerinde inşasına başlanan "güvenlikli konut sitelerine" de model oluşturmuştur.(3) Brezilya, Paraguay sınırına çelik-beton alaşımı bir duvar yapmayı planlarken, İsrail Sina Çölü'ndeki Mısır sınırına eski tel örgünün yerine yeni bir güvenlik bariyeri inşa etmeyi tasarlamakta, Birleşik Arap Emirlikleri de Umman sınırında bir duvarın inşasına hazırlanmaktadır. Kuveyt ise, sınırlarında tel örgü bulunmasına rağmen, Irak sınırının yakınındaki silahsızlandırılmış bölgeye bir duvar inşa etmeyi amaçlamaktadır. Bunun yanı sıra, ABD-Meksika sınırındaki duvarın Kanada sınırına yapılacak bir duvarla tamamlanması; Avrupa'ya geçişte aktarma noktası işlevi gören adalara Kuzey Afrika'dan gelebilecek göçmenlere set çekilmesi için de ciddi tasarılar ortaya atılmaktadır.
        Bu duvarlar engellemeyi amaçladıkları şeyler –yoksullar, işçiler yahut sığınmacılar; uyuşturucu ve silah gibi kaçak mallar; vergiye tabi kaçak mallar; kaçırılan veya köleleştirilen çocuklar; terör; etnik veya dinsel grupların iç içe geçmesi; barış ve başka siyasi istikballer– açısından çeşitlilik gösterse de, dünya tarihinin bu anında sayılarındaki artışın birtakım ortak boyutları olduğu muhakkaktır. Öncelikle, siyasi yelpazenin çok farklı noktalarında yer alan birtakım kişiler –neoliberaller, kozmopolitler, yardımseverler ve solcu aktivistler– (ister küresel girişimciliğin, piyasaların, vatandaşlığın, isterse küresel yönetimin sonucu olsun) sınırları olmayan bir dünya hayal etse de, zenginiyle yoksuluyla ulus-devletler duvar inşa etmeye pek hevesli görünüyor. İkinci olarak, görünüşe göre zafer kazanmış evrensel siyasal biçim olan (ve Avrupalı post-Marksistlerin, seküler Müslümanların ya da Amerikan neo-muhafazakârlarının her biri kendi istediği yere çekmekle birlikte, yeğe göğe sığdıramadığı) demokrasinin sınırları içinde sadece barikatlar değil, bu barikatlar arasında geçiş yolları da çıkıyor karşımıza; söz konusu geçiş yolları da üst-düzey işadamları, sıradan yolcular ve kökeninden yahut görünüşünden ötürü şüpheli görülen yolcular arasında ayrım güdüyor.(4) Üçüncü olarak, birleşik tesirleri, gitgide küçülen boyutları ve canlı bombalardan tutun gözle neredeyse görülmeyen biyokimyasal toksinlere dek çok farklı biçimlerde yer değiştirebilmeleri bakımından tarihte eşi benzeri bulunmayan imha kapasitelerine sahip bir çağda yaşadığımız göz önünde tutulursa, bu ölü ama gayrimaddi güçlere duvarların katı fizikselliğiyle karşılık vermenin akla mantığa sığar bir tarafı yoktur. Öyleyse üç paradoks var karşımızda: Bu paradokslardan ilki eşanlı bir açma ve set çekmeyle, ikincisi dışlama ve katmanlaşmaya koşut bir evrenselleşmeyle, üçüncüsü de fiziksel barikatlarla karşılanan şebekeleşmiş ve sanal güçle öne çıkıyor.
Bu yeni bariyerlerin dikkat çeken yanlarından biri de şudur: Her ne kadar ulus-devletlerin sınırlarını çiziyor veya bu sınırları belirlemeyi amaçlıyor olsalar da, istilacı ordulara karşı yapılan kalelerden, hatta devletler arası savaşlarda fırlatılan füzelere karşı devreye sokulan kalkanlardan farklı olarak, başka egemen güçlerden gelebilecek potansiyel saldırılara karşı savunma niyetiyle inşa edilmiyorlar. İnşalarına gerekçe oluşturan tehditler farklılık gösterse de, bu bariyerler daha ziyade –kişiler, gruplar, hareketler, örgütler, iş kolları veya alanları gibi– birtakım devlet dışı, ulus-aşırı aktörleri hedef alıyor. Uluslararası ilişkilerden ziyade ulus-aşırı ilişkilere, askeri teşebbüslerden ziyade süreklilik gösteren ekseriya gayriresmi veya gizli güçlere tepki olarak inşa ediliyorlar. Duvarlarla önüne geçilmesi amaçlanan şeyler (göç, kaçakçılık, suç, terör, hatta siyasi emeller) genellikle devlet destekli olmadığı gibi, ulusal çıkarları da temsil etmiyor. Bunlar daha çok egemen ulusları hâkim siyasi aktörler olarak konumlandıran uluslararası Vestfalya düzeninin teamülleri dışında biçimlenmekte, bu halleriyle de Vestfalya sonrası dünyanın göstergeleri olarak karşımıza çıkmaktadır.
        (...)
Notlar
(1) İsrail duvarını inşa eden, İsrail'in en büyük sivil savunma şirketi olan Elbit 2006'da imzalanan bir sözleşmeyle Meksika sınırındaki duvarın yapımını Boeing şirketiyle birlikte üstlenmiştir. Jerusalem Post, 22 Eylül 2006, www.jpost.com/servlet/Satellite?pagename=JPost%2FJPArticle%2FShowFull&cid=11579136 83759 adresinden ulaşılabilir (erişim tarihi 6 Ekim 2009). Bu iki bölgede, özellikle duvar inşasına karşı direniş hareketleri arasında da birtakım ulus-aşırı bağlar kurulmuştur: Meksika duvarı üstünde muhalif sanatlarını icra eden Meksikalı sanatçıları Filistinli bir grup geçtiğimiz aylarda İsrail duvarına resim yapmaya davet etmiştir. 
(2) Rama Lakshmi, "India's Border Fence Extended to Kashmir: Country Aims to Stop Pakistani Infiltration", Washington Post, 30 Temmuz 2003; "Border Jumpers: The World's Most Complex Border: Pakistan/India", PBS: Wide Angle, www. pbs.org/wnet/wideangle/episodes/border-jumpers/the-worlds-most-complex-borders/pakistanindia/2340 (erişim tarihi 6 Ekim 2009). 
(3) Alissa J. Rubin, "Outcry over Wall Shows Depth of Iraqi Resentment", Haber Analizi, New York Times, 23 Nisan 2007. 
(4) Yeni bariyerlerin çeşitli giriş yerlerinde cereyan eden akışların bu katmanlı yapısını, hızlandırılmış havaalanı güvenlik sistemlerinden ("Clear" adlı özel güvenlik soruşturması servisi buna örnektir) Kanada ve Meksika'dan ABD'ye ve Filistin'den İsrail'e giriş yapan yolculara uygulanan ayrımcı giriş işlemlerine kadar birçok yerde gözlemlemek mümkündür. "Ekonomik liberalleşme ve ulusal güvenlik önlemleri kimilerinin karşısına yurttaşlığa getirilen kısıtlamalar şeklinde çıkarken, tam bu sırada, işadamı sınıfı ya da birinci sınıf yurttaşlığın ulus-aşırı mekâna nasıl yayıldığına" (s. 1) örnek oluşturan NEXUS adlı hızlandırılmış sınır geçiş programı ve diğer Akıllı Sınır programları hakkında izanlı bir tartışma için bkz. Matthew Sparke, "A Neoliberal Nexus: Economic Security, and the Biopolitics of Citizenship of the Border", Political (ALINTI)



Wednesday, March 28, 2012

Yayın Kolektifi Genel Çağrısı

Yayın Kolektifi Genel Çağrısı
Piyasa ve para ilişkilerinin bir plazalar ve bataklıklar alanı haline getirdiği kitap yayını alanında yeni bir girişim başlatıyoruz. Yayın Kolektifi, kapitalizmin ve piyasa ekonomisinin mekanizmalarına meydan okur. Kapitalizm bataklığına ve piyasa-paranın zorlayıcı mekanizmalarına rağmen iyi yayıncılık yapılmasının, kaliteli kitap basılmasının, pazarlamacılığın ve şöhretlerin değil, yaratıcılık ve bilinmeyen değerlerin peşinde koşulmasının takipçisidir.Yayın Kolektifinin bünyesine, ilgi duyan herkes, okurlar, yazarlar, yayınevleri, dağıtımevleri, kitabevleri vb. gönüllü olarak katılabilir.
Yayın Kolektifi’nin ilkeleri şunlardır: Özgürlük, Eşitlik, Şeffaflık, Ademimerkeziyetçilik ve Özinisiyatif, Dayanışma ve Paylaşma Genel sloganımız “Bir El Ver”dir. Herkes bir el verdiğinde, binlerce el en ağır yükü bile kaldırır.
Kapitalizme, despotizme ve ayrımcılığa karşı olan Yayın Kolektifi’nin, bu genel hattın dışında belirlenmiş bir ideolojik çizgisi yoktur. Bu sınırlar içinde, karar verici tek organ olan Genel Katılımcılar Toplantısı’nın kararlaştıracağı kitapların basılması için çalışılacak ve yayına ilişkin diğer faaliyetler, Kolektif’in bünyesindeki gruplarla ve yayın kuruluşlarıyla eşgüdüm halinde yürütülecektir. Yayın Kolektifi’nin yayın alanındaki birinci kıstası içerikteki kalitedir (...)
Çağrının devamı:
http://www.yayinkolektifi.com/

Tuesday, March 27, 2012

Prag Mezarlığı – Umberto Eco



Dünyamızın Gizli Sahipleri: Prag Mezarlığı – Umberto Eco
Umberto Eco Vatikan’ın tepkisini çeken son kitabı Prag Mezarlığı’nda, Hitler’in Yahudi soykırımını haklı görmesine temel oluşturduğu söylenen Siyon Bilgelerinin Protokolleri’ne bağlanan entrikalı bir hikaye anlatıyor.
Ölümü göze alıp savaşmak için de, karşındakini gözünü kırpmadan öldürebilmek için de savaş tek başına yeterli bir motive edici değildir. İnanç olmadan savaşçı olmaz, savaşçı olmadan da savaş. 6 milyon Yahudi’nin katlinden sorumlu olan Adolf Hitler yaptığı yapacağı çılgın şeyleri gerçekleştirebilmek için kendisine gereken inancı, ilk kez 1903 yılında Çarlık Rusyası’da basılan bir kitapta bulmuştu: Siyon Bilgelerinin Protokolleri.
Yahudi, kanını emdiği milletlerin hâkimi olmadıkça ister istemez onların dilini konuşur. Fakat diğer milletler kendilerinin köleleri olur olmaz, bütün Yahudiler, hemen bir dünya dilini, esparantoyu öğrenecekler ve onu konuşacaklardır. Gaye bu araç ile Yahudiliğin iktidarını daha kolay sağlamaktan ibarettir. Yahudilerin dış görünüşü kurtarmak için bütün bir şiddetle reddettikleri Sion Bilgelerinin Protokolleri bu milletin bütün hayatının nasıl devamlı bir yalan üzerine inşa edilmiş olduğunu gösteren eşsiz bir örnektir. (Kavgam – Adolf Hitler)
SBP Yahudilerin dünyaya hakim olmak için izlemeleri gereken bir tür yol haritasıydı. Dünya üzerindeki siyasi, kültürel ve ekonomik faaliyetlerin ele geçirilme yöntemi kitapta 24 protokole bağlanmıştı. SBP’yi fazlasıyla ciddiye alan Yahudi karşıtları (antisemitler) Yahudiler’in bu protokollere uyarak bugün medyayı, BM’yi, Hollywood’u ele geçirdiğine inanıyorlar. Hatta Soğuk Savaş’ın yanında düşman kardeşler komünizm ile kapitalizmin de mimarı onlar. Ama çoğunluk Yahudi cemaat önderlerinin 19. yüzyılın sonlarında gizli toplantılarda yazdığı iddia edilen bu kitabın düzmece olduğunda hemfikir.Doğan Kitap‘tan çıkan ve 20. yüzyılın hemen arefesinde geçen Prag Mezarlığı’nın başkahramanı Simone Simonini adında, hizmetlerini farklı servislere sunmaktan çekinmeyen gizli bir ajan. Alıştığımız başkahramanların aksine nefret edilesi bir karakter. Gizemli bir cinayeti ve siyasi entrikayı çözmesi için görevlendirilen Simonini, Prag Yahudi Mezarlığı’nda yapılacak ve dünyanın kaderini etkileyecek bir toplantıdan haberdar olur. Bu toplantıya engel olmalıdır.
Umberto Eco’nun 2010’da yayımlanır yayımlanmaz çok-satanlar arasına giren, Katolik ve antisemit çevrelerden tepkiler almasına yol açan Prag Mezarlığı adlı kitabı, işte bu netameli konuyu ele alıyor. Satanistleri, hançerli katilleri, ölüp ölüp dirilen rahipleri, casusları, tarikatları, masonları ve komplo teorilerini Sigmund Freud, Léo Taxil, Diana Vaughan, Eugène Sue ve Maurice Joly gibi gerçek tarihi kişiliklerle buluşturan bu zengin çeşnili roman, yararlanılan tarihi belgeler ve illüstrasyonlar sayesinde daha da katmanlanıyor. Eco sınırsız çeşitlilikteki malzemesini simyacı gibi bir bütün haline getirip benzersiz bir kurgu ustası olduğunu gözler önüne sererken, araştırmacılığı, popüler kültür bilgisiyle bizi yine kendine hayran bırakıyor.

Monday, March 26, 2012

Türkiye'nin okuma haritası

Türkiye'nin okuma haritası


En çok kitap satın alınan şehirler sıralamasında İstanbul'u Ankara, İzmir, Kocaeli izlerken, Türkiye dışından en çok kitap siparişi, Almanya ve KKTC'den veriliyor. 

Türkiye'de yıllık ortalama 2,1 milyon adet kitap satan idefix.com, son 12 aylık satışlarını değerlendirerek Türkiye'nin "Okuma Haritası"nı çıkardı.
Değerlendirmeye göre, en çok kitap satın alan iller İstanbul, Ankara, İzmir, Kocaeli, Muğla, Balıkesir, Bursa, Antalya ve Eskişehir olurken, İstanbul'dan siparişi verilen kitaplar toplam satışların yüzde 38,93'ünü oluşturdu.
Kategori yönünden bakıldığında en çok okunanlar listesinde edebiyat türündeki kitaplar ilk sırada yer aldı. Listede edebiyatın ardından gelen türler ise periyodik yayınlar, roman ve kişisel gelişim olarak sıralandı.
Farklı ülkelerden de sipariş alan idefix.com, geçen 12 ayın verileriyle en çok satışın yapıldığı ülkeleri de belirledi. En çok Almanya ve KKTC'ye satışın yapıldığı listede, bu ülkeleri ABD, Hollanda ve Fransa izledi.
Geçen yıl e-kitaplar arasında en çok Canan Efendigil Karatay'ın yazdığı "Karatay Diyeti" satın alındı. Bu kitabı, Gülse Birsel'in "Yazlık" adlı kitabı ve Walter Isaacson'un Steve Jobs biyografisi takip etti.
Yayıncılık pazarı içinde yüzde 3'lük pay 
İdefix.com Genel Müdürü Mehmet İnhan, Türkiye'de online kitap satışlarının henüz yayıncılık pazarı içerisinde yüzde 3 gibi küçük bir paya sahip olduğunu belirterek, ABD'de bu oranın yüzde 10'lar seviyesinde bulunduğunu ifade etti.
Türkiye'de e-ticaretin toplam perakende ticaret içindeki payının yüzde 6 olduğunu, bu rakamların online kitap satışlarının ciddi büyüme potansiyeli taşıdığını gösterdiğini kaydeden İnhan, ABD'de son 4 yıldır yayıncılık sektörünün büyümediğini, buna karşın elektronik kitap ticaretinin son 3 yılda yüzde 1200 gibi bir oranda arttığını söyledi.
Araştırmaya göre basılı kitap satışı şehir oranları (yüzde) şöyle: İstanbul 38,93, Ankara 11,42, İzmir 7,57, Kocaeli 3,45, Muğla 2,61, Balıkesir 2,38, Bursa 1,94, Antalya 1,13, Eskişehir 1,06, Diğer 26,55.

ÇALIŞMAK SAĞLIĞA ZARARLIDIR

ÇALIŞMAK SAĞLIĞA ZARARLIDIR –
Annie Thebaud-Mony
 Dünyanın her yerinde, ‘rekabet edebilirlik’ adına, çalışma hayatı öldürüyor, yaralıyor, binlerce kadını ve erkeği hasta ediyor. Sağlıklarına ciddi biçimde zarar verdiğini bilseler de, bu insanların, geçimlerini sağlayabilmek için bu tür işlerde çalışmaktan başka çaresi yok... Fransa'da, iş kazalarından günde iki, asbeste bağlı hastalıklardan sekiz kişi ölüyor. İki buçuk milyon çalışan her gün işyerlerinde kanserojen kokteyllere maruz kalıyor. Milyonlarca kadın ve erkek bir insanın fiziksel ve ruhsal olarak dayanabileceği sınırların ucuna itiliyor. İşyerlerinde intihar ediyor. Kısacası, çalışma hayatı yaralıyor, öldürüyor ve hasta ediyor. Fakat öldüren gerçekten çalışma hayatı mı yoksa yönetim kurullarının oval masalarında çalışma organizasyonunun nasıl olacağına dair muktedirlerin verdiği kararlar mı? Sahte bayraklı armatörlerin ve dünya çelik tüccarlarının yüksek çıkarları için bugün, Hindistan’da Alang sahiline çekilmiş gemileri sökerken, belki iki, belki on, belki altmış işçi ölecek. Burada bahsi geçen, çalışmaktan ölümleridir. Bunlara neden olan riskler gibi ‘kabul edilebilir’ gösterilirler; sorumluları için ise, hiçbir mahkumiyet söz konusu değildir.
Bu kitap, sanayi ve hizmet sektörlerinin farklı iş kollarından toplanan çok sayıda tanıklığa ve asbestin aydınlatıcı örneğine dayanarak kamu sağlığının “kör nokta”sına ışık tutuyor: Çalışanların hayatına, sağlığına ve onuruna yönelen saldırıları görünür kılıyor. Kendine Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nu referans alan yazar, insan öldürme, başkasını tehlikeye atma, onura saldırı ya da tehlikedeki insana yardım etmeme suçlarında, sorumluların nasıl bütünüyle cezasız bırakıldığını gösteriyor. Ayrıca, endüstriyel çıkarlar tarafından manipüle edilmiş bilimsel araştırmaların tehlikeli sonuçlarına dikkat çekiyor. Bireysel ve kolektif direnişe ve yurttaşları tetikte olmaya çağıran sağduyulu, sosyal ve sağlık bilimlerini somut örnekler üzerinden buluşturan canlı bir kitap.
“Tuzla’yı, Davutpaşa’yı, Karadon faciasını, saatli bomba asbestin etkilerini anlamak için kılavuz bir kitap. Usta sosyolog Thébaud-Mony hepimizin bir politika olarak uygulanan güvencesizleştirme ile nasıl sağlık ve canımızı kaybettiğimizi, Fransa, İtalya, Hindistan, Brezilya, Güney Afrika, Kanada’dan somut örneklerle anlatıyor. Sırf iş güvenliği uzmanları için değil, güvenceli güvencesiz, evde, işyerinde, kadın, erkek, Türkiyeli, göçmen çalışma hayatının içindeki herkes için bir ‘YANGIN ALARMI’ veriyor bu kitap.”
İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi www.yanginkulesi.org
“Çalışmak sağlığa ciddi biçimde zarar verebilir mi?” Bu soruyu bir Fransız sosyolog, Annie Thébaud-Mony, önce kendi ülkesi için soruyor; sonra da  Fransa dışına (Kanada, Brezilya, Hindistan, Güney Afrika’ya) bakıyor ve ne yazık ki, “evet; hem de çok ciddi biçimlerde…” diye yanıtlıyor.
Kapitalizmin, pek çok kişi tarafından tarihe karıştığı sanılan trajik bir yüzünün 21. yüzyıl başlarındaki çirkin görüntülerini  ortaya koyan bu canlı ve önemli çalışma, emeğin ve emekçinin kaderiyle, gönenciyle  ilgilenen Türkiye’den okurları da yakından  ilgilendirecektir. Prof. Dr. Korkut Boratav
‘son yirmi yıldır, iş hakkındaki politik ve bilimsel diskur, işi, ekonomik ve sosyal maliyet boyutlarına indirgedi.. çalışanlar, gün geçtikçe daha az, kendi tarihlerinin ve çağdaş toplumların tarihinin öznesi olarak kabul görür oldu.. bununla birlikte, yaşama hakkı, sağlık hakkı, onurlu yaşam hakkı temel evrensel haklar arasında.. bugün, bilimsel ve tıbbi bilgileri, çalışma hayatında sağlık kaybının nedenlerinden birçoğunu anlamamıza olanak sağlarken, iş organizasyonu ve çalışma koşulları ile ilgili tercihlerde ve bu tercihleri meşrulaştıran kamu politikalarıyla bir başkasını, bilerek tehlikeye atmanın yaygınlaştığını saptıyoruz.. bu çelişkiyi nasıl açıklamalı?
iş organizasyonu tercihleri, çok uluslu büyük şirketlerin yönetimlerinin, ‘işgücü’ maliyetini sürekli olarak düşürmekle görevli ‘karar vericiler’in ve ‘müdürler’in, işi ve risklerini alt işverene devreden emir vericilerin yetki alanındadır.. fransa’daki gibi, hindistan’da, brezilya’da, çin’de ya da başka ülkelerde; geçici statüde çalışanların, düzensiz (aralıklı, kesintili) çalışanların ve tüm ‘fark edilmeden’ çalışanların; alt işveren iş ilişkisinin son halkasındaki varlığı, insan hakları evrensel beyannamesi’nin ya da fransız ceza muhakemeleri usulü kanunu’nun yasakladığı güvencesizliğe ve aşağılanmaya yeniden dönüldüğünü gösteriyor..
bugün, köleliğin ‘modern’ biçimlerini onaylayarak, bu biçimlere karar ve yön verenleri tamamıyla cezasız bırakan istihdam, çalışma ve sağlık politikalarının, insan haklarının fransa’sında ‘kara yasa’nın köleliğe meşruluk kazandırmasındaki gibi, bir rolü oynayıp oynamadığını sorabiliriz.. politik partiler, sendikalar, birlikler gibi bireysel ve kolektif hakları savunun geleneksel örgütler, sömürünün bu ‘modern’ biçimlerinin meşruiyet temellerini sorgulayacak bir muhalefet oluşturmakta zorlanıyor..
bu kitap, araştırmalar sırasında, nükleer, demir çelik, otomobil, elektronik sektörlerinden ve hizmet sektöründen toplanan çok sayıda tanıklığa dayanarak, sürekli bir biçimde kamu sağlığının ‘kör nokta’sında bırakılan alanı; yani, çalışanların hayatına, sağlığına ve onuruna yönelen saldırıları gösterme amacındadır.. ceza muhakemeleri usulü kanunu’nun tanımladığı temel hakları referans alarak yürürlükteki somut sömürü ve tahakküm ilişkilerini anlamaya; bireysel ve kolektif, dağınık ya da örgütlü direniş stratejilerinin acımasız bastırma yöntemleriyle nasıl karşı karşıya bırakıldığını analiz etmeye çalışmaktadır..’
‘ÇALIŞMAK SAĞLIĞA ZARARLIDIR.. risklerin alt işverene devri, başkasını tehlikeye atma, onura saldırı, duygusal ve fiziksel şiddet, mesleki kanserler..’, ANNIE THÉBAUD-MONY, Çeviri: AYŞE GÜREN, AYRINTI Yayınları, 2012, 284 Sayfa.