Sunday, March 18, 2012

Milliyetler ve Sınırlar Balkanlar, Kafkasya ve OrtaDoğu

Stefanos Yerasimos – Milliyetler ve Sınırlar Balkanlar, Kafkasya ve OrtaDoğu

Yakın coğrafyamız içerisinde yakın tarihte gerçekleşen olaylara her zamanki ustalığı ile göz atmış Stefanos Yerasimos

Giriş bölümünde doğu sorununun tanımı yapılmakta ve I. Dünya savaşının nedenlerinden birini oluşturan bu meselenin parçalanan Osmanlı imparatorluğu üzerinde ulus devletlerin kurulması sorunu olarak belirtilmektedir. En geniş sınırları Slovakya ve Ukrayna’dan Somali ve Yemen’e Kafkasya’dan Cezayir’e uzanan topraklar üzerinde bugün 30 kadar devlet kurulmuştur.

Savaş sonrasında Osmanlı imparatorluğu gibi Avusturya –Macaristan imparatorluğu da çöküşe geçmiş ,ancak Rus imparatorluğu komünizmle birlikte 70 yıl daha direnmiştir.

Doğu sorunundan etkilenen topraklar Balkanlar ve Orta-Doğu olarak 2 coğrafî bölgeden oluşur. Buna bir de Kafkasya eklenmiştir. Ancak Rusya’nın burayı kontrol altına almasıyla XIX. yüzyılda doğu sorununun dışında kalmıştır. 1917-1921 arasında ve 1990 sonrasında Rusya’nın zayıflamasıyla bu bölgenin jeopolitik önemi öne fırladığı düşünülürse doğu sorununa Kafkasya’nın da eklenmesi gerekir.

Balkanlarda XIX. Yüzyıl boyunca din farklılıklarından başka hiçbir farkı önemsemeyen Osmanlı devleti I. Dünya savaşı öncesinde balkanlardan atılınca yeni devletler arasındaki sınırlar büyük devletlerin kendi çıkarlarına uygun olarak belirlenmiş ve etnik yapıya önem verilmemiştir.

Orta-Doğu ise geçmişi oldukça eski olan Türkiye – İran sınırı dışındaki sınırlar, yerel yöneticilerin katılımı olmaksızın batılı güçler tarafından, hatta amacı yeni ulus devletlerin kurulması bile olmayan endişelerle çizildi.

DOĞU AKDENİZ ve BALKANLAR
 
1. BİR GEÇİŞ ALANI OLARAK DOĞU AKDENİZ:

Anadolu’nun Perslerden itibaren medeniyetlerin geçiş noktası olduğu, Roma imparatorluğunun ikiye ayrılması sonrasında Doğu Roma ardından Osmanlılar bölgeye hakim oldular. Osmanlıların bizansın yerine geçmesi, islamın öncülüğü yanında ilginç olarak Katolikliğe karşı Doğu Hıristiyanlığının da koruyuculuğunu üstlenmiştir. Osmanlı idareci asker gibi önemli güçlerini devşirmelerden seçerken Arap dünyasını kendi kaderine terk etmiştir. Nitekim Arap dünyası gerilemesinden hep Türk hakimiyetini sorumlu tutmuştur.

Balkanlarda Katolik Kilisesiyle doğu Hıristiyanları arasındaki uzlaşmanın sağlanması Osmanlı devletine karşı ulusal hareketlenmeye sebep oldu. Ayrıca milliyetçilik fikirleri de ulusal hareketleri hızlandırdı.

Savaş sonrasında oluşan komünist demirperde her şeyi basitleştirdi. Balkanlarda demirperde dışında kalmayı sadece Yunanistan başarabildi. Ancak Varşova Paktı güçlerine karşı denge kurmak için Türkiye ile ittifak kurmak zorunda kaldı. 1952-1955 arası geçerli olan dostluk Kıbrıs kriziyle düşmanlığa dönüştü. Öyle ki NATO üyesi olan bu iki ülke birçok kez savaşın eşiğine geldi. 1980’lerde Yunanistan Varşova doktrini yerine Türkiye doktrinini benimsedi. Avrupa’nın geri kalanı Türkiye’yi batının vazgeçilmez bir müttefiki olarak tanımasına rağmen Avrupa bünyesine almaya da yanaşmadı.

2.BALKANLARDA AZINLIKLAR

Balkanlarda XIX. Yüzyıldan başlayarak ulus devletlerin ortaya çıkmasında azınlıklar düşman komşunun 5. Kolu gibi görülüyordu.

Yunanistan: Makedonya ve Girit’te yaşayan müslüman azınlık 1923’te Türkiye’deki Ortodoks Hıristiyanlarla mübadele edildi. Türkiye’ye giden 390000’e karşılık 1200000 kişi Yunanistan’ın kuzey bölgelerine yerleştirildi. Ayrıca Bulgaristan ile 1919 yılında yaptığı anlaşma ile Doğu Makedonya’daki 60000 Slav, 25000 Yunanlı ile değiştirilmiştir. Yunanistan İstanbul’dan ayrılmasını istemediği 120000 Rum’a karşılık aynı sayıda Batı Trakya da yaşayan Müslüman azınlığı tanıdı.

Bu durum 1950’lere kadar korundu. Ancak Kıbrıs krizi sonrasında kitlesel göçe zorlanan Rumların sayısı 3000 kişiye kadar düştü. Dengenin bozulması üzerine Yunanistan Türk azınlığa karşı önlemler almıştır. Fakat sonuçta kalan azınlığın; 70000 Türk , 30000 Pomak , 20000 Çingene kendisini halen Türk kabul etmektedir.

Türkler dışında Yunanistan’da 1928 sayımlarına göre 28000 kişi Slavca konuşan tespit edilmiş ve 1930-1940 tarihleri arasında işbaşına gelen Metaksas bunların asimile edilerek Helenleştirilmesine uğraşmıştır. Hatta bu konuda ABD tarafından 1990 yılında kınanmıştır.

Ortodoks Hıristiyanlar ile Müslüman Arnavutlar Osmanlı döneminde bütün Yunanistan ile adalarda dağınık olarak rahatça yaşıyorlardı. Osmanlının zayıflamasıyla Müslümanlarda Türkler gibi göçe zorlandı.

Bulgaristan: Yunanistanda asimile olma yolundaki azınlıkların toplam nüfusa oranı %4 (10.400) iken bulgaristanda bu aran % 10 ‘u aşmaktadır.

1877-1878 Rus işgali sırasında ilk kez müslümanlar göçe zorlandı. Komünist rejim sonrasında 1951’de 155000 kişi 1968-1977 arsında da 100000 kişi göç etti. 1970’lerde Türk okulları Bulgar okulları içinde eritildi. Türkçe yasaklanarak, asimile çalışmalarına hız verildi. 1984-1985 yıllarında Bulgarlaştırma, isim değiştirme ve direnenlerin öldürülmesi ardından 1989 yılında da Türkleri sürme kararı alındı. Mayıs ve Ağustos aylarında 300000 Türk göçe zorlandı. 1990 yılında 130000 kişi ekonomik koşullardan dolayı Bulgaristan’a geri döndü. Todor Jivkov ‘un istifası sonrasında rejim değişti. Türklere isimlerini kullanma hakkı, 1990 Kasım’ında verildi. Seçimler sonrası Türkler de 24 milletvekiliyle siyasal tabloda anahtar konumuna geldi.

Türklerden başka, bulgaristan da 200000 dolayında Makedonyalı bulunmaktadır. Bulgaristan da özerklik isteyen tek grup Makedonlar dır. Bunlardan başka Bulgaristan da 600000 Çingene bulunmaktadır. Müslüman olanları Haklar ve Özgürlük Hareketine, hiristiyanları da Demokratik Güçler Birliği içinde örgütlenmişlerdir. 20000 ermeni ve az sayıda yahudi komünist rejim altında örgütlenmesine izin verilen azınlık gruplardır.

Makedonya: Etnik Çeşitlilik.
10Eylül 1991 tarihinde bağımsızlığını kazanmıştır. Makedonya daki nüfusun 1.910.000 kişinin 1.281.000 makedonyalı kabul edilirken 370000 Arnavut 44600 Sırp 39500 Müslüman 47200 Çingene 86600 Türk 7200 eflaklı bulunmaktadır.
Soğuk savaşın başında Nato üyesi Türkiye en büyük tehlike olarak kabul edildiğinden 80000-150000 Türk göçe zorlandı. Avrupa Topluluğu Makedonya adlı bu devleti tanımayacağını açıklaması krize neden oldu.

Arnavutluk: Din Farklılıkları

Arnavutlukta etnik sorun din sorunu ile iç içedir. II. Dünya savaşı sonrasında nüfusun % 70 i müslüman %17 Ortodoks %10 Katolik idi. En önemli etnik grup Yunan sınırındaki Yunanlılardır. 1992 rakamlarına göre Yunanca konuşanlar 57000 olarak tahmin edilirken Yunanistan bunu Ortodokslarla eş anlamlı tutar ve sayıyı 400000 e çıkarır.
İkinci etnik grup ise Yunanistan ile Makedonya sınırında yaşayan 20000 kadar Slavlar gelir. Arnavutluk da etnik olarak olmasa da, dinsel yönden yeni çelişkilerin yaşanması beklenen bir bölgedir. Ayrıca Arnavutlar, bölgede yarısına yakını ulusal sınırlar dışında yaşayan tek halktır.

3.DOĞU SORUNUYLA İLGİLİ KÜÇÜK JEOPOLİTİK ATLAS:

Balkanlar dağlık bir bölge olmasına rağmen, dağlar yörede geçiş imkanı veren
vadilerden daha belirleyicidir. Bütün seyyah ve fatihlerin varış noktası İstanbul dan bakıldığında Balkanlardaki yollar üç kola ayrılır. Rusya dan gelen sağ kol, Viyana’dan gelen orta kol antik Roma’nın Via Egnatiyasını izleyen sol kol. Sağ kol Kiev den başlar, Dinyester’i Purut’u ve Tuna‘yı geçerek Edirne ve İstanbul’a ulaşır. Osmanlı zamanın imparatorluk yolu denilen orta yol viyana ve Belgrat arasında Tuna boyundan Sofya ovasını geçerek Meriç üzerinden Edirne’ye varır. Soldan gelen yol en zor olanıdır. Cünki kıyıya paralel olarak uzanan bir çok vadi tarafından kesilen Dinar Alplerinin aşılması gerekir. En kuzeydeki yol Neretva vadisini izleyerek Mostar ve Saraybosna üzerinden Yenipazar, Kosava ve Uskup e ulasır. İkincisi İskodra; Drina vadisinden Prizden üzerinden Üskübe baglanır. Ücüncüsü ise Antik vıe eğnatiya olup Drac’tan baslar,.Sukumhi vadisinden Ohriye varır. Bitola üzerinden Selanik’e ve kıyı boyunca Merice ulaşır ve oradan İstanbula gelir.

Osmanlının cekilmesinden sonra farklı etnik grupları ulus devletler şeklinde parcalandı.Bizans, balkan devletleri ve Macaristanı haritadan silen Osmanlı devleti üç imporotorlugun sınırına ulastı. Venedik deniz imparotorlugu Dalmacya eteklerine, kutsal RomaGermen imparotorlugu Macaristan duzluklerıne, Rus İmparotorlugu Ukrayna sınırlarına ulaştılar. Venedikliler Dalmacya topraklarındaki yogun Katolık nüfusa sahip bölgelerde savastılar ve Kotoru Osmanlıya teslim etmediler. 1683 yılındaki Viyana bozgunundan sonraki donemde Avrupa, Avusturya,Polonya, Rusya ve Venedik kutsal ittifakı kurdu. Osmanlı imparatorluğu 1699 da doğal sınırına ulaştı. Temeşvar ve Banat dışında Macaristan geri verildi. Polonya da Podolya’yı geri aldı. Venedik ise 1715 de Mora’yı işgal etti. Pasarofça ile Banat kaybedilirken Kırım 1774 Küçük Kaynarca anlaşmasıyla elimizden çıktı. 1792 de Besarabya,1773 de Bukovina ve 1815 de Dalmaçya işgal edildi.

Viyana Kongresi sonrasında merkez imparatorlukların balkanlara yayılması durdu. Sadece Bosna-Hersek 1876 da Avusturya tarafından işgal edildi. Bu durum Rusya’yı tedirgin etti. Ayrıca Rusya 1774 de Osmanlı imparatorluğunda yaşayan Ortodoksların hamiliğini de üstlenmişti.

Merkez imparatorluklar bölgede yalnız değildi. İngiltere ve Fransa birçok sebeplerden Osmanlı imparatorluğu ve balkanlar ile yakından ilgileniyorlardı. Hatta Rusya Osmanlı ile savaşı göze alarak bağımsızlığını sağladığı balkanlı devletler bir süre sonra batılı devletlerin kucağına düşüyordu.

İlk bağımsızlık hareketi 1804 de Sırplar tarafından başlatıldı. Ardından yunan isyanı Rusya – Fransa ve İngiltere desteğinde 1829 da başarıya ulaştı. Hatta Osmanlı devleti isyanı bastıramayınca Mısır valisi Mehmet Ali Paşadan yardım istedi. Edirne’ye gelen Rus ordusu Yunanistan’ın bağımsızlığını dayattı. İngiltere’nin 1838 de Osmanlı ile serbest ticaret anlaşması imzalaması, 1841 de boğazlarda ticaret serbestisini düzenleyen anlaşmayı imzalaması, yakın doğunun ekonomik ve jeopolitik dengelerini altüst etti.

Bu sırada Rusların silahı Pan-Ortodoksluk idi. Kırım savaşı sonrasında Rusları durdurabilecek tek gücün Türkiye olması bu iş için toplanan Paris Kongresini Osmanlının da davet edilmesi ile, Osmanlı devleti Avrupa uluslar camiasına kabul edildi.
Rusya’ya karşı Fransa ve İngiltere Osmanlıyı desteklemiş ve İngiliz hakimiyeti bölgeye yerleşmiş idi. Tuna deltası geri alınmış ancak 1858 de Eflak ve Boğdan birleştirilerek Romanya Prensliği kurulmuştu.

1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında Rusların İstanbul önlerine kadar gelmeleriyle Bulgaristan ve Makedonya toprakları elimizden çıktı. Böylece Avusturya’nın doğu yolu kapatıldı. Ancak Bismark büyük Bulgaristan’ın üçe bölünmesi için Berlin’de bir kongre topladı. Makedonya da ıslahat yapılmak şartıyla Osmanlıya geri verildi. Bulgaristan bağımsız olacaktı. Doğu Rumeli ise özerk hale geldi.

1893 nüfus sayımına göre Avrupa topraklarında İstanbul ve adalar hariç 4 milyondur. Bunlardan 1800000 müslüman, 1200000 Rum, 800000 de bulgar gösterilmiştir. Sayıda kullanılan ölçüt dindir. Bulgarların Rumlardan ayrılmasının sebebi Rumların Ortodoks Bulgarların ise Bulgar Kilisesine bağlı olmasıdır. Ayrıca bu sayımda ne sırplar nede Arnavutlardan söz edilmiştir. Çünkü Sırplar Ortodoks Arnavutlar ise müslüman nüfustan sayılmışlardır.

1908 ihtilalinin ilk amacı yenilmiş bir Türkiye’nin Makedonya da düzeni sağlayacak onu aç gözlü komşularına karşı koruyacak ve II. Abdülhamit’in Alman yanlısı politikasını tekrar İngiltere’ ye çevrilmek şeklindedir.

İngiltere ve Rusya’nın osmanlıya karşı birleşmeye çağırılan balkan devletleri 1912 yılında osmanlıya saldırdı. Bulgarlar İstanbul önlerine kadar geldi. Makedonya’nın büyük bölümü işgal edildi. Ancak büyük Bulgaristan’a karşı Sırbistan itiraz ederek Yunanistan ile ittifak yaparak savaş açtı. Osmanlı devleti de bu sırada Edirne ve Trakyayı geri aldı. Balkan savaşları sırasında üç mağlup vardı. Türkler, Avusturya ve Bulgarlar. Buna karşılık Sırp Yunan ve Karadağ topraklarını üç katına çıkardı.

28 haziranda Arşidük Ferdinand Saraybosna da öldürülünce I. Dünya savaşı patlak verdi. 1915 de İngiltere-Fransa ile birlikte Çanakkale’yi açmaya çalışacak fakat başarısız olacaktır. Ve savaşın gidişatı değişecektir. Rusya savaştan geri çekilmek zorunda kalacaktır.

4. BALKANLAR:BÜGÜNUN DÜNÜN VE GELECEĞİN SINIRLARI

Yunanistan Trakya’sındaki üç ilde 110000 kadar müslüman yaşamaktadır. Bu nüfusun 1/3 ü kadar islamiyeti kabul etmiş olan Pomaklardır. Yunanistan Türkiye ile imzaladığı 24 Temmuz 1923 Lozan Anlaşmasıyla Trakya Türklerine İstanbul’daki Rumlar karşılığında bir statü vermiştir. Trakya Türkleri ile İstanbul Rumlarının yerlerinde kalmaları Türkleri öne sürdükleri iki talep konusunda bir anlaşma ile sağlanmıştır. Bu talepler müslümanların çoğunlukta olduğu Batı Trakya da bir plebisit yapılması ve İstanbul’daki Rum Patrikliğinin sınır dışı edilmesi ile ilgilidir.

Türkiye’nin Yunanistan ile sorunları Lozan da çözülmüş gibi görünse de 1955 de Kıbrıs sorunu ile yeniden karşı karşıya getirmiştir. 1950 de iki ülkenin de NATO ya girmeleri ve Selanik de ortak bir Genel Kurmay kurması öngörülüyordu. Ancak soğuk savaş boyunca Yunanistan komünist tehlikeye karşı, doğudaki Türk tehdidini kabul etti.

Makedonya’nın 1991 de bağımsızlığa kavuşmasında Yunanistan bu adı taşıyan bir devleti tanımadığını ilan etti. Sebep olarak tarihi bir “Makedonya” isminin tek sahibinin kendisi olduğunu düşünmesidir. Ancak Bulgaristan‘ın Makedonya’yı tanıyacağını ilan etmesi Makedonya sorununun ortaya çıkması için yeterli bir sebeptir. Bu sorunun temelinde bölgesel bir etnik sorun ve bölge dışı boyutları ile olan jeopolitik bir sorunun üst üste binmesi yatar.

5. ORTA DOĞU : ORTA DOĞUDA ETNİK VE DİNSEL AZINLIKLAR

Günümüz Orta-Doğu jeopolitikasına taraf olan devletler şunlardır: Etnik olarak Araplar, Türkler ve İranlılar bulunmaktadır. Çevre ülkeleri Mısır İran ve Türkiye’dir. Merkez ülkeler; Irak, İsrail, Lübnan, Ürdün ve Suriye’dir. Arap yarımadasında Suudi Arabistan, Bahreyn, BAE, Katar, Umman ve Yemen’dir.

İnsanlık tarihinde derin izler bırakan ilk yazılı uygarlıkların beşiği olan bu bölge, aynı zamanda üç tek tanrılı dinin doğduğu yer olması bakımından oldukça çelişkili görüşlerin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Bölgenin medeniyetler beşiği olması dışında Ermeni, Nusayri, Alevi, Maruni ve Dürzi gibi pek çok etnik gruplara da barınak olmuştur.

6. ORTA-DOĞUNUN BUGÜNKÜ SINIRLARI NASIL ÇİZİLDİ:

XIX. yüzyıl başına kadar Orta-Doğu Karadeniz den Basra körfezine kadar uzanan tek bir sınır ikiye ayırmaktaydı. Sınırın bir tarafında Osmanlı devleti, diğer yanında ise İran bulunuyordu. İki güç arasında yıllarca süren savaşlar sonrasında çizilen bu sınır 1639 da çizilen Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla kesinleşti. Bu sınır bazı ufak değişikler dışında bu günkü İran-Irak, İran-Türkiye, Türkiye-Ermenistan sınırları ile aynıdır.

Orta-Doğuda petrol kaynadığı herkes tarafında biliniyordu. Ancak petrolün merhem ve gaz lambaları dışında işe yaraması gerekiyordu. Bunun anlaşılması da Almanları denizlerde yenmenin gerekliliğine inanan İngilizleri donanmada petrolün yeni yakıt olarak kullanılması olacaktır. 1888 de petrolün parlak geleceğini gören II. Abdülhamid Musul ve Bağdat vilayetlerindeki petrol sahalarının gelirlerini güvene almak için bu araziler padişahın has arazisi haline getirilmiştir.

Aynı şekilde İngiltere d e Avustralya da altın madeni işleterek zengin olmuştu. Bu zenginlikle İran da petrol arama imtiyazı alan İngiliz vatandaşı D’Arcy İngiltere’nin desteği ile Orta-Doğudaki petrol için de harekete geçti. Bu iş için daha sonra İngiliz petrol gücünün göz bebeği olacak olan British Petroleum (BP) adını alacak olan APOC kuruldu.

Osmanlı topraklarını paylaşmakta olan İngiltere, balkanlı milletleri Osmanlı aleyhine kışkırtan Amiral Fisher de I. Dünya savaşının 1914 Temmuzunda patlak vereceği kehanetinde bulundu. Bu sebepten Türk devletinin Asya topraklarındaki petrol imtiyazları güvenceye alınmalıydı. Bu amaçla petrol imtiyazları, özel şirketler kurularak bunlar üzerinden elde edilmeye çalışıldı.

Savaş sonrasında ise İngiltere daha önceden planladığı şekilde Osmanlının Orta-Doğu topraklarının Anadolu yaylasına kadar elinde tutuyordu. Ancak İngiltere daha önceden Suriye topraklarını Syks-Picot gizli anlaşmasıyla Fransa’ya vaat ettiğinden, Fransa da İngiltere’nin Musul üzerindeki haklarını tanıması gerekiyordu.

İngiltere bölgedeki Arap şeyhlerini de çeşitli vaatlerle kandırarak çıkarlarının korumaya çalıştı. Bölgeden en zararlı çıkan devlet ise diğer bölgelerde olduğu gibi osmanlı devleti oldu.

7. İSKENDERUN SANCAĞI, BİR TOPRAK PARÇASI OLUŞTURMA VE BÜTÜNLEŞTİRME SÜRECİ:

İskenderun sanacağının bir toprak parçası olmasından önce Anadolu’yu Suriye’ye bağlayan büyük doğu ticaretinin mal yükleme merkezidir. Bu sebepten oldukça jeopolitik öneme sahip olması buranın elde tutulmasını her millet için gerekli kılmıştır.

I. Dünya savaşı sonunda İngiliz-Arap güçlerinin Haleb’e ilerlemesi İskenderun da eşrafın Arap milliyetçiliği hareketine katılmasına sebep oldu. Türk güçleri de bu sırada İskenderun civarındaydı. Mondros öncesinde Türk güçleri İngilizlerle aralarındaki boşluğu doldurmaya çalışıyordu. Çünkü Türk ordularının bulunduğu mevziler gelecekte egemenlik sınırları olacaktı.

Ancak Mondros ateşkesinde Suriye’nin boşaltılmasına dair maddeler içermesine
rağmen Mustafa Kemal Suriye’nin kuzey sınırlarının Haleb’in 100 Km. güneyinden geçtiğini söylüyordu. Ancak Sancak ile ilgili sorun Lozan da Fransa ile Türkiye arasında problemli meseleler arasında kalmıştır. Mustafa Kemal Sancağın hiçbir zaman Türk egemenliğinden çıkmadığını belirterek, bu yolda sonuna kadar mucadeleye son vermemiştir.

İskenderun’un özerk yönetime kavuşmasından sonra 1936 daki Sancak ile ilgili son krizin kökleri 1934’e kadar uzanmaktadır. Çünkü 1932 de Irak’ın bağımsızlığı alması üzerine Suriye’nin de bu yolda harekete geçmesi krizin belirleyici unsurları arasındadır. 1939 da ise gelişen olaylar karşısında Hatay’ın Türkiye’ye katılmasında Fransa’ya yapacak bir şey bırakmamıştı.

8. ARABİSTAN SINIRLARI:

Arabistan’ın dünya tarihine gürültülü bir şekilde girmesinin iki sebebi vardır. Birincisi; bölgedeki güçlerin ve çatışmaların güçlenmesinde petrolün belirleyici rolü, ikincisi ise Arabistan’ın petrolden bağımsız olarak önlenemeyen yükselişidir. Çünkü petrol Arabistan da 1932 de fışkırdığında Arabistan çoktan bölgede güç sahibi olmuştu.

Osmanlı imparatorluğunun Orta-Doğu topraklarında yalnız iki ülke sınırlarının çizilmesinde söz sahibi olmuştur. Bunlar Mustafa Kemal’in Türkiye’si ve Abdül Aziz ibn Suud’un Suudi Arabistan’ıdır. Ancak Türkiye bu sınırlar için savaşırken, Arabistan hemen hemen hiç savaşmadan sadece büyük güçlerin yanında yer alarak bu sonuca ulaşmıştır.

KAFKASYA

9.1914-1917 RUS KAFKASYASININ SONU:

Kafkasya karışık bir bölge olmak için ne gerekiyorsa sahiptir. Bugün bile sınırları kesinlik kazanmamıştır. Kuzeyden güneye geçişin sağlandığı bir bölge olduğu kadar, düşmandan saklanacak bir sığınak özelliğindedir.

Bölge etnik açıdan da alabildiğine karışıktır. Büyük Kafkasya sıradağlarının güneyindeki etnik bileşim kuzeye göre daha azdır. Ancak siyasal durumu içinden çıkılamayacak kadar karışıktır. Burada etnik olarak Türkler, Ermeniler, Azeriler, Gürcüler, Abazalar ve Lazlar yaşamaktadır.

Önceleri Bizans’ın sonra İran ve Türklerin hakimiyetine giren Kafkasya XVII. Yüzyıldan itibaren Rus istilasına uğramıştır. Ruslar Kafkaslarda tutunmalarını Ermenilere özerklik vererek himayesi altına alarak devam ettirmeye çalıştı. Bu durum 1916 ya kadar devam edecektir. Ancak Bolşevik ihtilali ile Rusya’nın bölgedeki hakimiyeti sarsılmıştır.

10. 1917-1918 OSMANLI KAFKASYASININ YENİLGİSİ:

1917 deki gelişmeler Ermenileri olduğu kadar itilaf devletlerini de tedirgin etti. Rusların 1914-1915 yıllarında devraldıkları hristiyanları birleştirme çabalarını itilaf devletleri bir kez daha geniş çaplı olarak uygulamaya çalıştı. Ancak Batum anlaşmalarıyla itilaf devletlerinin bu planları çökmüş oluyordu. 1917 de İngilizler Bağdat’ı işgal etmişlerdi. Ancak Almanlar ve Türkler İran veliahtını kendi yanlarına çekmesi İngilizlerin Kafkasya ve Hazar yönünde ilerlemelerini önlemişti.

Savaşın sonunda Mondrosa göre Türk hükümeti Kafkasya’yı boşaltma sözü vermişti. Bunun üzerine İngiliz birlikleri önce Batum’u işgal ettiler ardından da bütün Kafkaslara sahip oldular.

11.1918-1921 İNGİLİZ KAFKASYASININ YENİLGİSİ VE SOVYETLEŞTİRME SÜRECİ:

1917 deki çarlık Rusya’sından ortaya çıkan boşluğa 1918 de osmanlının da çöküşüyle bir boşluk daha eklenmişti. Ancak bölgedeki ikinci gücün burayı terk etmesi söz konusu değildi. Hatta bölgeye 1918 sonrasında üçüncü bir güç olarak İngiltere’nin de yerleştiği görülür.

İngiltere’deki emperyalist çevreler Kafkasya’nın Hindistan yolu üzerinde bir koridor olduğu gerekçesiyle korunmasını savunsalar da asıl amaç Bakü petrolleridir.

1919 da kurulan İngiliz hakimiyeti sırasında Ermenistan her zaman itilaf devletlerinin vicdanını sızlatan bir ülke rolünü oynamıştır. Çünkü Anadolu’da Ermenilere geniş topraklar vaat edilmiş ancak bu vaatler yerine getirilememiştir. Önce Rusya bölgeden çekilmek zorunda kalmış , sonrada İngiltere Ermeniler için bir gelişme sağlayamadığından güç kaybetmeye başlamıştır. Ayrıca Türklerin çekilmesiyle oluşan boşluk Ermeniler tarafından doldurulmuştur. Ancak Ermenilerin Azeri yönetimini tanımama kararı almaları üzerine ilişkiler sertleşmiş ve Azeriler sert tedbirler alarak Azeri yönetiminin tanınmasını sağlamışlardır.

İngiliz kuvvetlerinin kafkasyadan çekilmesi fazla sorun çıkarmadı. Çünkü osmanlı imparatorluğuna ölüme mahkum gözüyle bakılıyordu. Ancak durum beklendiği gibi olmadı. Mustafa Kemal’in Büyük Ermenistan’a direnme kararı alan kongreleri, ulusal Türk devletini kurma iradesini ortaya koyması İngilizlerin planlarını bozdu. Türk ulusal hareketinin Sovyet Rusya ile bağlantı kurmaya çalışması bölgedeki İngilizlerin durumunu biraz daha tehlikeye soktu.

12. PONTUS MESELESİ (1912-1923)

Günümüzde Pontus meselesinden bahsedilmesi, uzun bir geçmişe sahip Türk-Yunan anlaşmazlığına bir problem daha eklemektir. Pontus sorununa çerçeve çizmek kolaydır. Taraflar birbirlerini suçlamanın dışında bir şey yapmamışlardır. Pontus bölgesi kabaca osmanlının Gümüşhane, Samsun ve Trabzon vilayetlerini içine alan bölgedir. XVI. Yüzyılda bölgede hristiyan nüfus kalanalıktır.

Aslında Pontus meselesinin temelinde balkan savaşları vardır. Anadolu köylülerinin seferberlik sırasında silah altına alınmasına karşılık firar ederek köyüne dönmesi, ancak köyde yaşamaya cesaret edemeyerek çeteler oluşturmasıyla ilk olaylar başlamıştır. Azınlıkların askere alınmasıyla bu durum daha da artmıştır.

Tehcir olayları sırasında bu çeteler Rum nüfusun göçe zorlanması karşısında harekete geçeceklerdir. Ancak başarılı olamayacaklardır. Pontus ahalisi Ankara ve Atina’nın politikalarına boyun eğen genellikle Laz diye adlandırılan ahali, Rum ve Türk diyerek ayrıştırılacaktır. Bu ayrıştırmayı izleyen savaşta Yunan tarafı kendi hayellerinin kurbanı olacaktır.
13. KAFKASYA: RUSYANIN DÖNÜŞÜ

1917 de Çarlık rejiminin yıkılmasıyla Kafkasya halkları bağımsızlıklarını kazandılar. Böylece Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve Dağıstan cumhuriyetleri kuruldu. Ancak bu bağımsızlık Gürcistan için kısa sürdü. 1921 de Sovyet orduları Gürcistan’ı işgal etti. Sovyetler çıkan karışıklardan faydalanarak Kafkasya ya tekrar dönme çabalarına girdiler. Bu dönüş hızlı olmuş ve 1990 lı yıllara kadar Sovyetlerin bölgedeki hakimiyeti ile neticelenmiştir. Ancak bu süreç içinde etnik açıdan hiçbir zaman bölgede huzur kalmamistir..
ALINTI

Stefanos Yerasimos Çeviren: Şirin Tekeli
İletişim Yayınları 1995 - 520 Sayfa