Thursday, March 22, 2012

BİR DİRİLİŞ’İN HİKÂYESİ



BİR DİRİLİŞ’İN HİKÂYESİ *

“İnsani kurumlar hiçbir zaman kusursuz olamaz.”

Lev Tolstoy – Diriliş

Diriliş, Lev Tolstoy’un 1899 yılında tamamladığı, hayatının en önemli üç eserinden (diğer ikisi “Anna Karenina” ve “Savaş ve Barış”) birisi olarak gösterilen ve yaşlılık döneminin de zirvesi sayılan romanıdır. Tolstoy, Diriliş’te dönemin Rusya’sının karamsar bir tablosunu çizer. Sosyal kurumlarının eksiklik ve yozlaşmışlığından, Hıristiyanlığın bozulan temel öğretilerine kadar hemen her alanı sert bir dille eleştirir yazar. Bütün bunları romanın başkarakteri olan Nehludov’un (nadir de olsa bazı kaynaklarda Nehlüdof ya da Nekludov olarak da geçer) etrafında betimleyerek, okuyucuya bir yandan mesaj verirken diğer yandan da okuyucunun kendini romanın gidişatına bırakmasını sağlar. Eserin temasını Nehludov’un yaşadığı değerler sistemini reddedip bir yeniden doğuş sürecine girmesi oluşturur. Bu yeniden doğuş ise Nehludov’un geçmişte baştan çıkardığı Katyuşa Maslova isimli kadını, jürisi olduğu bir mahkemede cinayetten yargılanan bir hayat kadını olarak görmesiyle başlar.

Diriliş’in Çıkış Noktası: Katyuşa Maslova’nın Gerçekliği

Tolstoy’da, Diriliş’i yazma fikri 1887’de onu ziyarete gelen arkadaşı Koni ile sohbetinden sonra aklına gelir. Koni, St. Petersburg mahkemesindeki savcılık görevi esnasında orada karşılaştığı bir olayı Tolstoy’a anlatır. Cezaevinde tutuklu olan Rosalie Oni, bir marabanın kızıdır. Babasının ölümünden sonra Rosalie, mal sahibinin evinde hizmetçi olarak çalışmaya başlar. Bu zaman zarfında evin oğlu tarafından baştan çıkarılır ve hamile kalır. Hamile olduğu anlaşılınca evden kovulur ve o da fahişe olarak hayatına devam eder. Bir gün müşterilerinden birisi onu hırsızlık yaptığı gerekçesiyle şikâyet eder ve o da tutuklanarak mahkeme karşısına çıkar. Onu baştan çıkaran adam ise mahkemede jüri üyelerinden birisidir. Tamamen tesadüfî bir şekilde gelişen bu olay neticesinde, jüri üyesi adam büyük bir vicdan azabına kapılarak Rosalie’ye evlenme teklif eder ve böylece hem hatasını telafi etmek hem de vicdanını rahatlatmak ister. Ancak evlilik olayı gerçekleşmeden Rosalie hapiste ölür.

Arkadaşının anlattığı bu gerçek hikâyeden bir hayli etkilenen Tolstoy, kendi geçmişini hatırlar. Geçmişinde bir hizmetçiyi baştan çıkardığını, bir köylü kadını hamile bıraktığını hatırlar ve kendi önüne bir ayna konmuşçasına anlatılanlarda kendisini görerek vicdan azabına kapılır. Şüphesiz ki Tolstoy’un böylesi bir duyguya kapılmasında ilerlemiş yaşının da etkisi vardır. Belki de benzer bir vakayı genç yaşlarında dinlemiş ya da öğrenmiş olsaydı, bu şekilde etkilenmeyecek ve kendisi ile ilgili bir özdeşim kurmaktan ziyade, herkesin yaşayabileceği bir olay gibi görecek ve üzerinde çok da düşünmeden geçip gidecekti. Ancak Tolstoy’un, deyim yerindeyse ununu elemiş eleğini asmış bir konumda olması, onun birtakım sosyal ve psikolojik durumlar karşısında daha hassas ve daha düşünceli olmasına sebep olmuştur. Bu düşünceler ile Tolstoy çok etkilendiği bu olayı yazmaya karar verir. 1889 yılında ilk satırlarını yazdığı hikâyeye beş yıl dokunmaz ve ancak 1895’te kısa bir müsvedde yazar. Bunu yazarken de mahkemeleri gezer, hukuk sisteminin işleyişi hakkında araştırmalar yapar, hapishaneleri dolaşır, tutuklularla konuşur Tolstoy. Tolstoy’un bu tavrı, ayrıntılara ne kadar önem verdiği ve yazdıklarındaki realist çizgileri daha da keskinleştirmek adına yaptıklarını gözler önüne serer. Diriliş’i yazarkenki takındığı bu tavır, yani mahkemeleri ve hapishaneleri dolaşması, tutuklularla görüşmesi, dönemin hukuki işleyişi hakkında daha derin bilgiye sahip olmak istemesi arzusunu, daha önce yazmış olduğu Savaş ve Barış’ta da hatırlarız. Öyle ki Savaş ve Barış’ı yazmadan önce, anlatacağı Fransız-Rus savaşının geçtiği toprakları elindeki haritasıyla birlikte at sırtında gezerek dönemin koşullarını içselleştirmeye çalışmış ve olayların daha da içine girerek, gerçek ve ayrıntılarla dolu bir eser sunmuştur bizlere. Diriliş üzerinde de aynı fikirle hareket eden Tolstoy, eseri için çok düşünmüş, ince eleyip sık dokumuştur. Özellikle kendi yaşam deneyimlerinden de hareket eden yazar, büyük bir sosyal ve psikolojik bunalım içine düşmüştür. Eserinin yazılış aşamasında pek çok değişikliğe ve düzenlemelere giden yazar, bir süre sonra hikâyeyi zayıf bulur ve yazmaktan vazgeçeceğini söyler. Nihayetinde öyle de olur ve Tolstoy üç yıl boyunca kalemi eline almaz. Ancak 1898’de romanı yeniden ele alır ve çalışmalara başlar. Bunun sebebi ise bir yardım projesidir. Dukhoborlar’a yardım projesi…

Dukhoborlar

Dukhoborlar, Rus kökenli Hıristiyan bir topluluktur. Dini bir felsefeleri olan, bir etnik grup ve sosyal bir harekettir. Şimdi kökenleri üzerinde çok fazla durmayacağımız Dukhoborlar’ın bizi ilgilendiren özellikleri şüphesiz Tolstoy’un hayat felsefesi ile büyük ölçüde örtüşen felsefeleridir ki kendi düşüncelerini oluşturmalarında Tolstoy’un eserlerinin büyük etkisi olmuştur. İçki ve sigaradan uzak durmak, tüm malları ortaklaşa kullanmak ve şiddete şiddet ile karşılık vermemek gibi temel ilkeleri vardı. Şiddet yanlısı olmamaları sebebiyle askere gitmeyi de reddetmişlerdir. Bu yüzden sıkı bir denetim altına alınmışlardır. Üzerlerinde ağır cezalar ve yaptırımlar uygulanmıştır. Bir süre sonra topraklarına el konulan insanlara ağır zulümler edilmiştir.  Tolstoy bunlardan haberdar olduğu vakit büyük bir yıkıma uğramıştır. Konu ile ilgili makaleler yazmış, yardım çalışmalarında bulunmuştur. İşte bu yardım çalışmalarının bir ayağını da Diriliş oluşturur ki Diriliş’in basımından elde edilecek olan maddi geliri Dukhoborlar’a yardım projesi için kullanacaktır Tolstoy.

Bu noktada dikkat edilmesi gereken, daha önce de belirttiğimiz gibi Tolstoy’un sosyal bilincidir. Diriliş’in sadece muhtevasını değil, yazılış sebebini de bir sosyal algı oluşturur. Belki de Tolstoy Dukhoborlar ile bu şekilde bir etkileşim içerisine girmeseydi, yıllar önce kapattığı defterini yeniden açmayacak ve Diriliş’i olduğu haliyle yani tamamlamadan bırakacaktı. Ancak Tolstoy kendi yaşadıklarını, Rosalie Oni hakkında anlatılanları ve onu kendi hayatıyla örtüştürmesini, yaşadığı vicdan azabını ve daha başka psikolojik durumları bir kenara bırakmış, kalemini Dukhoborlar için eline almıştır. Tabir yerinde ise Dukhoborlar, Diriliş’in yazılmasında, daha doğrusu tamamlanmasında yadsınamayacak bir temel oluşturur.

İşte böylesi bir sosyal sorumluluk algısı üzerine kurulmuş olması, Diriliş’in yerini, sadece Tolstoy’un eserleri arasında değil, bütünüyle bir edebiyat dünyasında da daha özel bir konuma taşır. Romanın yazılış amacının roman üzerinde birtakım zafiyetlere neden olup olmadığı konusunda net bir fikir oluşmamış olsa da sanatsal kaygılardan ziyade Dukhoborlar’a yapılan çeşitli saldırı ve zulümlerin Diriliş’in yazılım sürecini etkilemiş olduğu konusunda şüphe yoktur. Tolstoy, zaten sürekli olarak sert eleştirilerde bulunduğu dönemin Rusya’sına, bu olayın da etkisiyle daha fazla saldırır ve yazdığı çeşitli makale ve bildirilerde de bu sert hicvini sürdürür. Diriliş de bundan hem üslup hem de muhteva olarak fazlasıyla nasibini alır ve nihayetinde 1899 yılının Mart ayında yayımlanmaya başlar.

Diriliş’in Temel Çizgileri

Tolstoy, Diriliş’teki temel toplumsal atmosferi betimlerken hukuk, din, aile, evlilik, adalet gibi kurumları merkeze koymuş ve bunları çıkış noktası olarak iki ana karakter üzerinden eleştirmiştir. Konu bütünlüğünü sağlayan ve romana süreklilik kazandıran, başkarakter olan Nehludov ve Nehludov’un Maslova ile karşılaşmasından sonra ruh ve vicdanında gerçekleşecek olan yeniden doğuş sürecidir. Diğer büyük romanlarının aksine, bu romanda okuyucuyu zorlayacak karmaşık karakterler yoktur. Örneğin Savaş ve Barış’ın karmaşık atmosferi zaman zaman romanın sürekliliğini sekteye uğratacak kıvama geliyorken, Diriliş’te büyük ölçüde takip etmemiz gereken tek karakter Nehludov’dur. Tabi ki romanda farklı karakterler de mevcuttur ve bu karakterlerin de fikirleri, davranışları, iç dünyaları incelikle gözler önüne serilir ancak hiçbiri romanın belirleyici unsuru değildir. Bütün başka karakterler ve olaylar belli bir mantık çerçevesi içinde Nehludov’un çevresinde şekillenir. Bu durum da az önce söylediğimiz üzere romanın sürekliliği üzerinde etkilidir. Savaş ve Barış ya da Anna Karenina’nın aksine Diriliş’te, kurguyu yavaşlatacak öğeler çok fazla ya da belirgin değildir. Neredeyse her konu başlığı içinde Nehludov’u görmemiz mümkündür. Yazar ara yollara girmeden tek bir hat üzerinden ilerleyerek bir bakıma okurun da işini kolaylaştırıp, romanın içine daha yoğun bir şekilde girmesine yardımcı olur.

Nehludov ve Katyuşa Maslova’nın üzerinden anlatılan yozlaşmış bir Rusya’dır. Tolstoy, zaten sivri olan kalemini biraz daha sivrilterek gider olayların üstüne. Mekânlar, somut ve görünen atmosferin aksine karanlık ve pistir. Adalet kavramı anlamını kaybetmiştir. Mahkemelerde gözler önüne serilen ortam çok sert ve hicivli bir üslupla aktarılır okura. Bu sert ve hicivli dil, şüphesiz ki sadece mahkemeleri değil diğer büyük devlet kurumlarını anlatırken de kullanılır yazar tarafından. O kadar ki yazarın bu üslubu bazen çok daha ileriye giderek aktarılanların sinir bozucu derecede gülünç durumunu da betimler. Nehludov, karmaşık bürokrasinin içine bir kere girdikten sonra oradan oraya savrulur ve sıklıkla farklı kişilerle ve farklı bürokratik işlemlerle karşı karşıya kalır. Tolstoy, Nehludov’un bahsi geçen kişi veya kurumlarla her karşılaşmasında, az önce söylediğimiz üslubunu tekrar eder. Aklımıza gelebilecek bütün kurum çalışanlarını iğrenç denilebilecek şekilde resmeden yazar bakanlardan polislere, hâkimlere ve daha düşük ya da daha yüksek rütbeli bütün bürokratlara değdirir kalemini. Bu da Tolstoy’un bize gösterdiği Rus bürokrasinin manevi çöküşünün bir resmidir.

Tekrar Nehludov’a dönersek, yazarın karakter üzerinden bize verdiği mesajlara değinmekte yarar vardır. Her şeyden önce Savaş ve Barış’ın Behuzov’u, Anna Karenina’nın Levin’i gibi Diriliş’te de Nehludov Tolstoy’un bir yansımasıdır. Karakter üzerinden kendi fikirlerini aktarma ve bir bakıma kendini resmetme geleneği Diriliş’te de devam eder. Romandaki Nehludov’un, sosyal konumuna bakarsak Tolstoy’un gerçek dünyadaki sosyal konumu ile örtüştüğünü görebiliriz. Mal mülk sahibi, belli bir ekonomik refah düzeyine sahip, emrinde hizmetçileri olan bir karakterdir Nehludov. Sahip olduğu toprakları köylüler arasında paylaştırmayı düşünebilecek kadar ileri bir toplumsal duruş sergileyen Nehludov’un, Tolstoy’dan pek bir farkı yoktur. Belki de bu yüzden, meseleye sosyal konum ve o konum üzerinden yaptığı çıkarımlar olarak bakarsak Tolstoy’un bütün eserleri arasında ona en çok benzeyen karakterinin Nehludov olduğunu görürüz.

Giriş kısmında, hikâyenin Nehludov’un Katyuşa Maslova’yı görmesi ile başladığı söylemiştik. Bu karakterlerin kesişme noktası, Nehludov’un Maslova’yı yıllar önce hamile bırakıp terk etmesidir. Jürisi olduğu mahkemede karşılaştıklarında Nehludov Maslova’yı hemen tanır ve onu görür görmez içinde şimşekler çakmaya başlar. Nehludov’un vicdan muhasebesinin başladığı an da tam bu andır. Bir işçi kızı olan Maslova’nın, Nehludov’un gözünde hiçbir değeri yoktu ve bu yüzden de Nehludov, Maslova ile birlikte olurken onu temel anlamda önemsemez. Bir anlık bir heves olarak görür. Yıllar sonra karşılaştıklarında ise Nehludov’un yaptığı vicdan muhasebesi, sosyal statüsünün onu taşıdığı nokta ve eylemlerine yansıması ile Nehludov’un bunları süzgeçten geçirmesi, eşitlik ve adalet gibi kavramları sorgulaması, okurun gözünde Nehludov’u bir çeşit üst insan konumuna yerleştirir. Gerçekten de bir süre sonra, okuyucu olarak bizler, sanki Maslova’yı hamile bırakan ve terk eden Nehludov değilmişçesine Nehludov’un kararlarını ve fikirlerini büyük bir hayranlıkla takip ederiz. Tolstoy’un kalemi burada da konuşur ve Nehludov’u üst bir mertebeye taşır.

Sayfalar ilerledikçe Nehludov’un fikirlerinin daha da geliştiğini görürüz. Zaten bir yerden sonra Nehludov kendisini tamamen Maslova’ya adar. Maslova’dan hiçbir karşılık beklemeyen kahramanımız kendisine bir bakıma görev edindiği eylemlerine devam eder. Öyle ki ilerleyen satırlarda Maslova’ya evlenme bile teklif eder ancak olumsuz yanıt alır. Bunun bir bakıma kendini rahatlatma yöntemi olduğunu da düşünebiliriz Nehludov için. Kendisini cezalandırma ya da bir tür nefsanî terbiye… Öyle ki romanın geneline baktığımızda, Nehludov ile Maslova arasındaki duygusal yakınlık ya da aşkın, romanın gidişatını belirlemek için çizilmiş bir yol olduğunu da söyleyebiliriz. Tolstoy’un esas anlattığı sosyolojik açıdan bakıldığında, sosyal adaletsizlik, devletin kurumsal yapısındaki manevi çöküş, birey-toplum ilişkisi; psikolojik açıdan bakıldığında ise vicdan muhasebesi, bunalım ve bir bireyin içinde bulunduğu baş edilemez durum gibi konulardır.

Romanın sonlarına doğru gelindiğinde Nehludov ile Maslova arasındaki ilişki, büyük ölçüde Maslova’nın yön vermesiyle ortadan kalkmaya başlar. Maslova artık başka birisini tercih etmiş ve Nehludov’dan uzaklaşmıştır. Nehludov da bir şekilde artık yalnız kalınca, Maslova ile arasındaki bağ(lantın)ın yok olduğunu fark eder. Eline bir İncil alır ve okumaya başlar. İşte belki de kitaba ismini de veren bu “Diriliş” noktası, Nehludov’un artık yaşadığı hayattan, toplumsal statüsünden, paradan puldan vazgeçip, sosyal ahlak seviyesini de aşarak, Tanrı’ya ulaştığı ve en üst düzey aşkı bulduğu noktadır. Tolstoy’un hem bireysel anlamda hem de toplumsal anlamda bizlere verdiği mesaj, hayatta ölümden başka bir gerçekliğin olmadığı ve bu yüzden de bireyin ve toplumun kurtulması için dine yönelmenin gerekliliğidir. İnsanın ve toplumun ortaya çıkmasındaki temel amaç tesadüfî değildir ve insan, ilahi bir sebeple var olmuştur. Bu yüzden insan, yaşamını buna göre şekillendirmeli ve ilahi olana yönelmelidir. Diriliş’in üzerine oturduğu bu temel, genel çerçevede bakarsak yanlış ya da aykırı değildir ancak yine de bütün bir roman boyunca bireyi, toplumu, devleti ve benzer durumları topa tutan Tolstoy’un romanın sonunda Nehludov’u, tabiri caizse pat diye ilahi bir metne oturtması ve Nehludov’un bir anda imana gelmesi süreci okuyucular için pek de inandırıcı olmaz. Bu durum, romanın akışının tabii bir sonucu olarak ortaya çıkmamış gibidir. Daha çok, Tolstoy’un belki de romandan sıkılması ve bir an önce romanı bitirmek istemesi ile ilişkilendirilebilir. Romanı okuduktan sonra çok etkilenen Anton Çehov da bu fikir üzerinde romanın çarpıcılığından bahsederken yine de romanın sonu için; “… Onca şey yaz, yaz ve sonra birden her şeyi İncil’den bir metnin üzerine at, bu biraz fazla teolojik.” ifadelerini kullanarak, sonun, içerik kadar vurucu olmadığına değinir. Ancak başka Rus romanlarında da rastlayabileceğimiz bu durumu, genelinde Rus romanlarının vermek istediği mesajın romanın kurgusunun önüne geçmesi, özelinde ise Tolstoy’un kişisel durumunun ve hayata bakış açısının romanın sonunu etkilemesi olarak yorumlamamız mümkündür.

Sanatın Temel Amacı ve Tolstoy’un Diriliş’inde Teknik

“Oysa bir sanat yapıtının güzel ama anlaşılmaz olduğunu söylemenin, bir yemeğin çok iyi, çok lezzetli, çok besleyici olduğunu ama onu insanların yiyemeyeceğini söylemekten bir farkı yoktur.” diyen Tolstoy’un sanat anlayışı, netlik ve açıklık üzerine kuruludur. Bu açıklık olgusunu onun hemen hemen bütün yapıtlarında görebiliriz.  Sanat anlayışını açık bir zemine oturtan yazar, söylemek istediğini çetrefilli yollardan değil net bir şekilde aktarmayı tercih eder. Yukarıdaki sözünden de anlayabileceğimiz gibi Tolstoy’un bakış açısında, sanatın fayda sağlamak, insanlar üzerinde birleştirici ve bütünleştirici etki yapmak gibi özelliklere sahip olması gerekir. Sahte sanat yapıtlarının ve taklidin sert bir şekilde karşısında duran Tolstoy, bu şekilde hareket eden sözde sanatçıları da eleştirmekten kendini alamaz. 23 Ocak 1899 tarihli bir mektubunda kendi ağzından çıkan şu sözler, belki de onun bütün bir sanat anlayışını kavramamız adına büyük bir ipucu olacaktır: “Dizeleri sevmem, şiirin faydasız bir uğraş olduğunu düşünürüm. Bir insanın söyleyecek bir şeyi varsa onu olabildiğince açık söylemelidir. Söyleyecek bir şeyi yoksa, en iyisi susmalıdır.”

Tolstoy’un bu sanat anlayışının Diriliş’in de temellerini oluşturduğunu görmemiz mümkündür. Öyle ki önceki satırlarda bahsettiğimiz, romanın sonunda Nehludov’un bir anda imana gelmesi ve İncil’e sarılması hali, onu o kadar da rahatsız etmemiş olacak ki, romanını bu şekilde sonlandırmayı tercih etmiştir. Bir başlangıç, bir son, süslü bir dil yerine sert mesajlar ve eleştirilerle dolu, çıkış noktasının ve sonun çok da önemsenmediği ve romanın içeriğinde söylenmek istenenin söylenmesinin amaçlandığı bir yazılış şekli vardır Diriliş’te. Belki de Tolstoy’u başka yazarlardan ayıran en büyük özelliği de yazım dünyasındaki bu duruşudur.

Diriliş’te her kesime ait bir dil vardır. Bir memur, memurca konuşur; bir mahkûm mahkûmca… İç monologlarda bile bu çizgiyi bozmaz yazar. Konuşma, kişilerin bulunduğu toplumsal statüden fiziksel durumlarına kadar bütün özelliklerini yansıtır karakterlerin. Bu da yazarın gerçekçi duruşunun ve anlatımında anlaşılır bir üslup tercih etmesinin bir göstergesidir.

Tolstoy’un bütün eserlerinde olduğu gibi Diriliş’te de betimleyici güç ağır basmaktadır. Bir sokak lambasını, mahkeme salonunda oturmuş herhangi bir jürinin saçlarını, bir mahkûmun gözlerini, masanın üzerinde duran bir su bardağını bile bütün ayrıntılarıyla gözler önüne serer Tolstoy. Çünkü ona göre ayrıntılar önemlidir ve belirleyicidir. Anlatımında sık sık sıfatlara başvurmasının sebebi de bundandır. Uzun, sıcak, donuk, zayıf, şişman, esmer, beyaz, hırçın, gururlu… Bazen tek bir nesneyi ya da karakteri tanımlamak için bile pek çok sıfata başvurur yazar. Bunu yaparken de, okuyucunun gözünün önünce net bir imge belirir. İşte Tolstoy’un kaleminin kuvveti, biraz da bu betimleyici üslubundan kaynaklanmaktadır. “Sanatta hiçbir detayı atlamamak gerekir çünkü bazen sarkan bir düğme, bir bireyin yaşamının bir yönünü anlatabilir. Mutlaka bu düğmeyi betimlemek gerekir. Ama bu düğmenin, kişinin iç dünyasına göre ve dikkatin daha önemli şeylerden, önemsiz, tali şeylere kaymasına yol açmayacak şekilde tasvir edilmesi gerekir.” diyen Tolstoy’u, Diriliş’in sonundaki kurgusal bozukluktan(?) dolayı eleştirmeye hakkımız olabilir mi?

Sonuç Olarak

Diriliş’in yazılmasından sonra geniş kitleler tarafından sahiplenilmesi hatta kimi kesimler tarafından Victor Hugo’nun Sefiller’inden bile daha üst bir mertebeye yerleştirilmesi Rusya’yı şok etti. Toplumsal bir hiciv olarak görülen romana, nüfuzlu kişiler dahi söyleyecek bir söz bulamadılar. Bütün bunlara rağmen romanın iyi bir roman olup olmadığı konusunda hala kuşkuları olan Tolstoy bu övgülerden ve başarıdan yer yer utanç bile duyuyordu. Ancak kitaptan elde edilen gelirin Dukhoborlar yardım projesine akıyor olması, onun en büyük tesellisi idi. İşte daha önce de söylediğimiz gibi, Diriliş sırf bu yönüyle bile yazıldığı dönemden itibaren zamanının ötesine geçmiş bir roman oldu.

Tolstoy’un, Diriliş’i yazma sebebinden tutalım da romanın konusuna, kullanılan dile ve yazarın hayata karşı bakış açısını oluşturan dünya görüşüne kadar çeşitli noktaları açıklığa kavuşturmaya çalıştık. Kuşku yok ki Tolstoy’u anlamak, eserlerini okumanın yanında, onları yazma aşamalarını, dünyaya karşı bakış açısını, hayat felsefesini ve topyekûn yaşantısının ipuçlarını bilmekten de geçer. Romanda birtakım eleştiri unsurları olsa da, Diriliş hem bireysel anlamda hem de toplumsal anlamda çok önemli sözler söylemiş bir romandır. İşte bu sebeple, insan psikolojisinden, hukuki yapıya, bürokrasiye, adalete, eşitliğe, vicdan muhasebesine, nefis terbiyesine kadar, insanın ve toplumun var olduğu her alanda bir şeyler söylemiş olan ve okuduğumuz her satırda, şapkamızı önümüze koyup daha derin düşünmemize sebep olan Diriliş’e, yani Tolstoy’a, sadece onun eserleri arasında değil, bütün bir dünya edebiyatı arasında da hak ettiği yeri vermeli ve gereken saygıyı göstermeliyiz diye düşünüyorum.

KAYNAKÇA:

1-      Diriliş, Lev Nikolayeviç Tolstoy, Can Yay., 2010

2-      Sanat Nedir, Lev Nikolayeviç Tolstoy, Şûle Yay., 2000

3-      Lev Tolstoy, Henri Troyat, İletişim Yay., 2010

4-      Türk ve Dünya Romanlarında Modernizm, Sevim Kantarcıoğlu, Paradigma Yay., 2007

5-      Tolstoy – Hayatı, Eserleri Üzerine Makaleler ve Aforizmalar (Derleme), Kaknüs Yay., 2002

* Ayraç Kitap Tahlili ve Eleştiri Dergisi