Thursday, March 15, 2012

Kendi dilimde susuyorum


Kendi dilimde susuyorum
GÜLER YILDIZ

Sana kendi dilimde yazıyorum; en iyi anladığım ve sığınmasını bildiğim bu belalı limandan bakıyorum…
Belalı bir limandır dil; çünkü yalnızlığı öfkeyle hesaplayabilirsin en çok ve ne çok…
Durmasını bilene yokuşlu bir yol, akmasını bilene unutulmuş bir dere, yemesini bilene tarla ortasında suskun bir şekok…
Yalnızlık ne çok benzer bir dilin dilsizlik karşısında öğrenilmesine…
Suskunluk ne çok yakışır kullanmasını bilemediğimiz hecelere…
Sana en sevdiğim dille anlatmak isterdim, ama biliyoruz ki o dil kilitli bir ömürdür… Aramaya çalıştıkça kaybolan; kayboldukça büyüyen, dirileşen bir gövde gibidir içimizde…
Kullanmadıkça tükenen deyişlerin sürgünüdür bu yaşam. Ne ki çoğalır yitik deyişler ve kilitleniriz üç ila beş sözcük arasında dönen bu âleme. Belki de yalnızca bu nedenle susmak en çok yakışandır bize… Bilmeyi merak etmediğimizden, farkında olarak köreltmekten, her dildeki elifbaları…
‘Bir Garip Aşk Öyküsü’nde* anlatıcının içi çok sıkılır anlaşılamamaktan ve kendini şöyle bağlar harflere:
“Hiç değilse kesin olan bir şey var ki, herhangi bir dil öğrenmeyen sağırın hayatı zindan olur. İnsanlar ve eşyaların ismi yoktur; yaşam bir kaos olur, kronoloji yok olur. Soru ve cevap kavramı anlamsızlaşır, soyutlama varlığını kaybeder, zeka iki yaşındaki birinin düzeyinde kalır. Çünkü geçmiş ve geleceğin sembolik alanına ancak dil aracılığıyla girilebilir; soyutlama ve sınıflandırma dil aracılığıyla yapılır.”
Kürdili bir şarkının orta yerinde durup ağlıyorsan, gece vakti eski bir dosta yaslanmak yerine yılmış bir şiir mırıldanıyorsan, çirkin yüzlü bir adamın hayatını okurken aralıyorsan perdeleri, seni geceye taşıyan ayaklarını bir dilsizlikle buluşturup adımsızlaşıyorsan ve dahi koşmak için yüzyıllık eskimişlikten kopamıyorsan, gitmek en çok yakışandır bize… En çok ve ne çok yakışandır o gitmeler; çünkü kaldığın yeri bir tek harfle tanımlayamıyorsan, durduğun yeri tanımıyorsan, durmak kim için ve niye?
Sana kendi sözcüklerimden bir cümle kurmak istiyorum. Önceden hecelenmiş tüm duyarlılıkların kaybına gömdükçe başımı, omuzsuz bir direğin sarmaşığı olan kollarını anımsıyorum. İçinden çağlayan bir nehrin yakarışına kapanan kulaklarını, dilsiz bir ormanın sancıyan esmerliğini ve geleceksiz çocukların hiçbir yere çıkmayan yollarda koşmalarını… Adına özgürlük denen saçmalığın basit dilsel esaretten başka bir şey olmadığını sonra…
Sana sürgünün sarısı ile seslenmek istiyorum; yıkanmış ve defne kokan bir saç yumağının arasından bakmak istiyorum kıyısız kara parçalarına… Harfleri çalınmış bir adsız ülkenin bağrına sıkılı bir yumruk atmak, çatısız evlerin bacalarına duman olmak sonra…
Zeytinden kıymetli tuzun varlığıdır, diyorum ve kokladığım tuzların kesikliği ile geliyorum bu satırlara…
Zehir zemberek bir dil, ummansız bir hayat, mavisiz kalan kuşlar kadar yorgunum ne çok ve en çok…
Sana kendi dilimde susuyorum… Konuşmak, akmak ve anlatmak istediğim onca hikaye birikmiş kalbimde, tutup onları bir viraneye çeviriyorum… Sana kendi dilimde konuşmak istiyorum!
Bir itiraf ile hayatı çıkmaz sokaktan kurtarmalıyım oysa: Ben kendi dilimi bilmiyorum!
Öğrendiğim dil yaşamak istediğim dil değil… Sevdiğim hiç kimse sevmek istediğim değil…
Belki de yalnızca bu gerekçenin rahatlatıcı yanına dayanıyorum tüm varlığımla:
Bir dilin içinde yüzmek istiyorum, ama bildiğim dil denizim değil!


 Bir Garip Aşk Öyküsü- Carl-Johan Vallgren
Bu kitap bildiklerinizden değil. Bir aşkın içerisinde ki toplumsal çürümenin, insanlığın kokuşmuş yönelerini, şiddetin, arzunun sapkın duyguların, kin nefret ve öc duygusuyla birleşince neler olabileceğini anlatıyor. Ve bunu anlatırken sizi içerisine öyle bir çekiyor ki kitabımız etkisinden kurtulamıyorsunuz. Olayların felsefik, sosyolojik ve psikolojik açıdan vurgulanması ve okuyucuyu içerisne çekmesi itibari ile gerçekten etkileyici bir kitap. Kitabın yazarı Carl-Johan Vallgren gerçekten etkileyici bir üslup ile okuyucuyu kitabın içine gömüyor. Kitabın ana kahramanı “Herkül Barfus” ile bazen katil oluyor, bazen onun acılarına ortak olurken bazen bu yaptıkları aslında yanlışta dediğiniz olabiliyor. Kitap Türkiye’de Metis Yayınları tarafından çıkarıldı. Ve yazarı Yukarıdada bahsettiğimiz gibi Carl-Johan Vallgren’dir. Yazar 25. İstanbul Kitap Fuarı’na da katılmıştır.
Yazar hakkında kısa bilgi: Carl-Johann Vallgren 1964′te İsveç’in Linköping kentinde doğdu. Barmenlik ve orman işçiliği de yapan yazarın ilk kitabı Nomaderna 1987′de yayımlandı. Söz ve müziği çoğunlukla kendisine ait şarkıları içeren beş albümle müzik alanında da adını duyurmuş olan Vallgren, Malmö, Madrid, Kopenhag ve Berlin’de yaşadıktan sonra Stockholm’e yerleşmiştir. Yedinci ve son romanı Bir Garip Aşk Öyküsü yayımlandığı 2002 yılında August Strindberg adına verilen İsveç’in en önemli edebiyat ödülü August’u kazandı. İsveç’te başka edebiyat ödülleri de kazanan ve aralarında Almanca, Flemenkçe, Fransızca, İngilizce, İspanyolca, İtalyanca, Japonca ve Rusça’nın da bulunduğu çeşitli dillere çevrilen Bir Garip Aşk Öyküsü yazarın Türkçedeki ilk kitabıdır.

Bir Garip Aşk Öyküsü İse;
Özgün Adı: Den vidunderliga kärlekens historia
Çeviri: Ali Arda
İlk Basım: Ekim 2006
Özet: On dokuzuncu yüzyılın başlarında, filozof Kant’ın da doğum yeri olan Königsberg’deki bir genelevde bir hilkat garibesi doğar. Doğarken annesinin ölümüne sebep olan bu canavarımsı yaratık sağır, dilsiz ve ürkütücü bir şekilsizliktedir. Ne var ki çok gizli bir yeteneğe de sahiptir: İnsanların zihnini okur, kalplerinin en derininde olup biteni bilir. Herkül adı verilen bu bebeğe hayatın bahşettiği en büyük armağan, onunla aynı gün genelevde dünyaya gelen güzeller güzeli Henriette Vogel ile birbirlerine duydukları kopmaz aşktır. Ama içinde yaşadıkları dünya –tahmin edebileceğiniz gibi– böyle bir aşkı kaldıramaz, âşıklar birbirlerinden uzağa savrulurlar. Yeteneği başına bela olan, çetin düşmanlar edinen Herkül, on dokuzuncu yüzyıl boyunca aşkının peşinde Avrupa’yı bir ucundan diğerine dolaşır. Tımarhaneler, ucube sirkleri ve manastırların içinden geçerken, dönemin yüksek kurumlarındaki mühim şahısların içyüzüne tanık olur, dehşete kapılır: Gözlerimizin önündeki, kan, hırs ve toplumsal baskıyla, çürüme ve kutsalın kötüye kullanılmasıyla dolu bir tarihtir. İnsan olmanın anlamını sorgularız kahramanımızla birlikte, ama her şey bir yana, garip de olsa sarsılmaz bir aşk öyküsüdür dinlediğimiz. Güzel ve çirkin, saygın ve alçak, yüce ve düşük gibi kavramlarımızı yerinden oynatan, aşkın, nefretin ve duyguların gücünü vurgulayan Carl-Johan Vallgren’in bu müthiş romanı, günümüz İsveç edebiyatının öndegelen yapıtlarından biri. Yazarına İsveç’in en önemli ödülü olan August başta olmak üzere sayısız ödül kazandıran ve çok sayıda dünya diline çevrilen kitap şimdi Türkçede… Kaynak Ve Fazlası İçin : Metis Yayınları
ALINTI