Friday, March 16, 2012

Cebelavi Sokağı’nın Çocukları

Cebelavi Sokağı’nın Çocukları
Necib Mahfuz

Ortadoğu'nun Balzac'ı olarak nitelendirilen Necip Mahfuz eserlerinde ülkesi Mısır'ı bir belgesel titizliği ile okuruna aktarır. Adalet-zulüm, özgürlük-kulluk, bilim-din, savaş-barış gibi dualist karşıtlıkları üzerine kurulu olan eserleri, yoğun tasavvufî değerler taşımaktadır.  Fanatizmden nefret eden, etik değerleri herşeyin üstünde tutan,   Mahfuz için  "Cebelavi Çocukları olmasaydı Salman Rüşdi'nin "Şeytan Ayetleri" yazılmazdı," diyen  islamî fanatikler "dine hakaret ediyor," bahanesiyle fetva çıkardılar.  1994 yılında saldırıya uğrayan Mahfuz kılpayı ölümden döndü.
           
Cebelavi Sokağı’nın Çocukları – Necib Mahfuz

Necib Mahfuz’un ‘Cebelavi Sokağı’nın Çocukları’, 1959 yılında tefrika edildiğinde aforoz edilmişti. Arapça ilk ve tek baskısı 1967 yılında Lübnan’da yapılabildi. Kitabın Türkiye macerası da farklı değil. Peki ne yazmıştı da böyle yasaklarla karşılaşmıştı Mahfuz? Cebelavi kimdi, çocukları kimlerdi? Ona öfkeyle saldıranlar bu sokağın neresindeydiler?

İlk kez 1959 yılında El- Ahram gazetesi nde tefrika halinde yayımlanan Cebelavi Sokağı’nın Çocukları, İslam dünyasının en eski dini kurumu sayılan El Ezher Üniversitesi tarafından aforoz edilmişti. ‘Dini aşağılıyor’ iddiasıyla Başkanlık Sarayı’na yapıla şikâyet, eleştirmenlerin romanı kötüleme kampanyaları, sokaklara dökülen göstericiler; sonuçta kitap haline getirilmesi mümkün olmamıştı. Arapça ilk ve tek baskısı 1967 yılında Lübnan’da yapılabildi. Bütün bu tartışmaların dışında duran Necib Mahfuz, birbiri ardına yazdığı romanlarıyla edebiyat kariyerini sürdürecek, 1988 Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer bulunacak, ne var ki Arap dünyasına verilen bu ilk Nobel Necib Mahfuz’un hayatını pek kolaylaştırmayacaktı. Dünya Ticaret Merkezi’ne düzenlenen bombalı saldırının planlayıcısı olarak yargılanan ve ömür boyu hapis cezasına çarptırılan Ömer Abdurrahman’ın açıklamasıyla kitap bir kez daha gündeme taşındı; “O herif, Sokağımızın Çocukları romanı yayımlanır yayımlanmaz ortadan kaldırılsaydı, Salman Rüşdi bugün Şeytan Ayetleri’ni yazmaya cesaret edemezdi”… Cebelavi Sokağı’nın Çocukları’nın Mısır’da günlük bir yayın organında yeniden tefrika edilmesiyle aynı zamana denk gelen bu açıklama kimileri için bir fetva niteliği taşıyordu. Çağrı cevapsız kalmadı. 1994 yılında saldırıya uğrayan Mahfuz yaralandı, boynuna aldığı bıçak yarası nedeniyle sağ kolu felce uğradı. 2006 yılında -95 yaşında- öldüğünde Kahire’de devlet töreniyle gömülen Necib Mahfuz, geride bıraktığı otuz dört romanı, üç yüz elliden fazla hikâyesi, filme çekilen senaryoları, siyasi tavrı ve yarattığı tartışmalarla sadece Mısır’ın değil, Arap edebiyatının en büyük yazarlarından biriydi.

Tanrı’nın çocukları
Cebelavi Sokağı’nın Çocukları’nın Türkiye macerası da Mısır’dan farklı değil. Yazılmasından yaklaşık elli yıl sonra Türkçeleştirilen roman, yayınevi tarafından gerekçe gösterilmeksizin toplatılmıştı.

Bir edebiyat ürünü etrafında kopartılan tartışmalara, sansüre ve yasaklara, yazarlara karşı maddi manevi linç kampanyalarına alışkın olduğumuz için Cebelavi Sokağı’nın Çocukları’nın ve yazarının başına gelenlere şaşırmıyoruz. Ancak lanetin elli yıldır sürmesi, yasakçı bir zihniyetin bunca yıldır değişmemesi tuhaf değil mi? Peki ne yazmıştı da böyle bir kavgayı ateşlemişti Mahfuz? Cebelavi kimdi, çocukları kimlerdi? Ona öfkeyle saldıranlar bu sokağın neresindeydiler?

Cebelavi Sokağı’nın Çocukları’nda Necib Mahfuz, alegorik bir hikâyeyle insanın yeryüzündeki yüzlerce yıllık macerasını anlatıyor. Kutsal kitaplarda anlatılanlarla paralel ilerleyen bir kurguyla Adem ile Hava’nın, Habil ile Kabil’in, Musa’nın, İsa’nın ve Muhammed’in hikâyelerinden esinlenerek insanlık tarihini farklı bir biçimde yorumlamış.

Cebelavi, Mukattam Çölü’nün kıyısında, kendi adını taşıyan sokakta, yüksek duvarların çevrelediği cennet gibi bir bahçenin içindeki muhteşem konağında yaşayan kudreti sonsuz bir adam. Konağında oğulları İdris, Edhem, Rıdvan ve Abbas ile yaşayan Cebelavi, mülklerin idaresini büyük oğlu İdris yerine Edhem’e bırakınca kıyamet kopar. Babasına isyan eden ve konaktan kovulan İdris, Edhem’i kandırıp ihanete zorlayacak, babasının sözünü çiğneyen Edhem karısıyla birlikte kovulacak, yaşamını konağın yakınlarındaki yıkık bir evde babası tarafından affedilmeyi bekleyerek geçirec ektir.

Cebelavi oğlunu affetmez, ama mirasını yönetmek için torunlarından Hümam’ı konağa davet eder. Kendisi yerine Hümam’ın seçilmesi kardeşi Kadri’yi öfkelendirmiştir. İstemeden de olsa kardeşini öldürür.

Cebelavi, İdris, Edhem, Hümam ve Kadri adlarını Tanrı, Şeytan, Adem, Habil ve Kabil ile değiştirdiğimizde, bütün kutsal kitaplarda yer alan başlangıç efsanesiyle karşılaşıyoruz. Bir farkla; Mahfuz, kötülüğün kökenlerini araştırırken Cebelavi’yi de sorguluyor. Sanıyorum radikallerin öfkesini çeken burası.

Bu hikâyenin ağızdan ağza aktarıldığı çok yıl geçmiş, Cebelavi Sokağı’nın yaşlı efendisi görünmez olmuş, onun mülkünü adaletle yönetmeyi üstlenenler kendi çıkarlarını korumayı düşünmüş, sokak çeteleriyle işbirliği yaparak halka zulüm etmeye başlamıştır. Halklarını zulüm ve yoksulluktan kurtarmak için önce Cebel (Musa) gelir sokağa. Onun kurduğu düzen bozulduğunda sıra Rıfat’ındır (İsa). Bir zaman sonra Kasım’la (Muhammed) kurulur düzen. Ancak toplumların belleği zayıf oldukça tesis edilen adil düzen de kalıcı olmayacak, Cebelavi’nin vakfını yönetmekle yetkili vekiller çetelerle birleşerek bir kez daha kendi iktidarlarını kuracaklardır. Ve bir kez daha kurtarıcı gerekir Cebelavi Sokağı’nın çaresiz çocuklarına…

Kur’an gibi 114 bölümlük romandaki son kurtarıcı Arif için din tarihinden bir eşleşme yapmak mümkün değil. Ama adı ve sanatıyla neyin simgesi olduğu belli; bilimi, rasyonel aklı temsil ediyor Arif. İhtiyar Cebelavi’nin sırrını çözmeye çalışırken ölümüne neden olan Arif, belki yeni bir düzen kuramayacak ama geride insanların sarılacağı bir umut ışığı bırakacaktır; “Gecenin ardından gün nasıl doğuyorsa adaletsizlik de bir gün son bulacaktır. Zorbalığın ölümü de göreceğiz, ışığın ve mucizelerin doğuşunu da.”…

İndirgemek basitleştirmektir
Yüzlerce yıldır tesis edilememiş adaletli bir düzen için dinlerin, mistik inançların karşısına bilimi, rasyonel aklı koyan bir bakış açısının, hele ki Tanrı’yı simgelediği düşünülen bir karakterin öldürüldüğü bir hikâye, radikal İslamcılar için elbette kolay yutulur bir lokma olmayacaktı. Ancak Cebelavi Sokağı’nın Çocukları’nı kutsal kitaplarla, kahramanlarını Tanrı ve peygamberleriyle özdeşleştirmek çok düz bir okuma biçimi, siyasi terminolojiyle söylersek, indirgemeciliktir.

1911 doğumlu Necib Mahfuz’un hayat hikâyesiyle modern Mısır’ın siyasi ve toplumsal tarihinin çakıştığını biliyoruz. ‘Ortadoğu’nun Balzac’ı’ olarak tanına yazarın her romanına sinmiştir bu çakışma. İster Kahire’de bir sokağa, ister bir aileye, ister kutsal kitaplara diksin gözünü, onun ilgilendiği Mısır toplumudur, bu toplumun yaşadığı sıkıntılar ve sıkıntıların kaynaklarıdır. Kimi zaman alegoriyle, kimi zaman sembollerle, meforlarla anlatır ülkesinin tarihini; “Ülkesinin içinde bulunduğu durum hakkında açıkça ve doğrudan konuşmak için hayal gücünü kullanan büyük bir sanatçıyı, olağanüstü bir yazarı bulursunuz karşınızda”. Bütün yapıtlarında hakikat ve adalet arayışı vardır. Siyaseti ideolojiye indirmez, siyaset felsefi bir tartışmanın konusudur Mahfuz romanlarında. “Zamanı bir insan topluluğunun kaderini yavaş yavaş değiştiren evrimlerin ya da devrimlerin büyük düzenleyicisi olan apayrı bir karakter olarak kullanır.”

Cebelavi Sokağı’nın Çocukları da benzer bir anlayışın ürünü. Sıkıntılar içindeki Arap toplumunun tekerrür eden tarihini, tarihin neden tekerrü ettiğini, neyin değişmediğini, değiştirmek için yapılması gerekeni sorgulamak için dini efsanelerden yararlanıyor Mahfuz. Bir yandan insana özgü hırs, öfke, kibir, arzu, utanç, korku, sevgi gibi duyguları araştırmış, diğer yandan insanın eşitlik ve kardeşlik temelinde adil bir düzende yaşama arzusunun tarihsel izini sürmüş. Sözün donüp dolaşıp geldiği yer ise romanın yazıldığı dönemdeki Mısır. Toplumun güçlü karşısında boyun eğmişliği, dinin ve kurumlarının bu boyun eğmişlikteki işbirlikçi rolü, yazar ve sanatçıların suskunluğu, maddi kaynakların eşitsiz dağılımı, etnik ayrılıklar, yaşanan sefalet ve unutkanlık. Aşağıdaki alıntılar hiç kuşkusuz Musa’nın değil Mahfuz’un Kahire’sini anlatıyor…

“Sokak sakinlerinin bazıları seyyar satıcıydı, bazıları da dükkân veya kahvehane işletiyordu; birçoğu dilencilik yapıyordu, bir de, eli ayağı tutan herkesin çalışabileceği bir iş dalı vardı: O da uyuşturucu ticaretiydi, özellikle de esrar, afyon ve afrodizyakların ticareti. (…) Genç adamlar cesaret ya da kas gücü sahibi olduklarını keşfeder keşfetmez, barışçıl insanların işine karışmaya başlar, kendi işlerine bakan insanlara saldırır, sokak üzerindeki mahallelere kendilerini koruyucu olarak dayatırlardı. Çalışanlardan haraç toplar, hayatlarını sadece zorbalık yaparak kazanırlardı.”

“Sokağımızın her köşesinde bulunan kahvehanelerdeki şairler sadece kahramanlık çağlarını anlatırlar ve güçlüleri mahcup edebilecek şeyleri ortalıkta anlatmaktan kaçınırlar. Şarkılarında vekilharç ile çetelerini, sahip olmadığımız adaleti, tatmadığımız merhameti, görmediğimiz saygınlığı, var olmayan dindarlığı ve adını bile duymadığımız dürüstlüğü överler.”

Cebelavi Sokağı’nın Çocukları’nda tartışılan meseler özellikle Mısır için çok önemliydi. Bu nedenle işin edebi tarafına pek bakılmadı. Temaları, kişileri, dili ve üslubuyla eski zamanların, sözlü anlatıların ruhunu yakalayan böyle bir romana düşmanlık beslemek ne büyük kayıp!..ALINTI

Yazan: A. Ömer Türkeş - Radikal Kitap