Saturday, June 16, 2012

Rüzgâra Karşı Edebiyat ve Müzik Geç Dönem Üslûbu Edward Said (1935-2003)

 Geç Dönem Üslûbu
Edward Said
           
Editörün Notu: Adorno ve Edward Said,  ölümün gölgesinin üzerine düştüğü dönemde sanatçının inatla ama farklı bir bakış açısıyla eserler ürettiği  dönemi “geçlik “ olarak tanımlar. Kitabın alt başlığı olan “Rüzgâra karşı edebiyat ve müzik” hayata tutunmaya çalışan sanatçının bu “geç” dönemdeki yaratma uğraşını anlatır. Said yeni bir ifade düzeyine ulaşan sanatçı için geçlik tanımını şöyle yapar: “Geçlik yolun sonunda, her şeyin bilincinde, anılarla dolu ve hatta doğaüstü bir biçimde, bugünün farkında olmaktır.”
 
Rüzgâra Karşı Edebiyat ve Müzik
Geç Dönem Üslûbu
Edward Said (1935-2003)

Eren Arcan

“Geçlik yolun sonunda, her şeyin bilincinde, anılarla dolu ve hatta doğaüstü bir biçimde, bugünün farkında olmaktır.”

Samuel Beckett “Ölüm bir günümüzü boş tutmamızı istememiştir bizden,” derken ölümün kestirilemezliğini ima eder. Ancak ölümün kenarda beklediği zamanlar da olur. Böyle dönemlerde geçmiş ve gelecek kavramları önemini yitirir ve bir anlamda, “şimdiki zamanın” gölgesinde kalır. Adorno ve Edward Said sanatçının ölümün gölgesinde kaldığı bu dönemi “geçlik “ olarak tanımlar. Kitabın alt başlığı olan “Rüzgâra karşı edebiyat ve müzik” hayata inatla tutunmaya çalışan sanatçının bu “geç” dönemdeki yaratma uğraşını anlatır.

Edward Said’in 1991 yılında sağlık kontrolünden geçtiği sırada lösemi olduğu ortaya çıkar. Filistin sorununu ve kendi hayatını anlatmak için “Yersiz Yurtsuz” kitabını yazmaya başlar. Kitap 1999 da yayına girer. Yazar 2003 yılında ölür. Bir anlamda kendisi de ölümün gölgesinde, bir “geç dönem” yazarı olarak son bir eser ortaya koyar. Columbia Üniversitesinde verdiği “Geç Dönem Üslûbu” derslerinde Adorno, Mann, Richard Strauss, Lampedusa, Britten, Mozart, Beethoven ve daha pek çok ölümsüz sanatçıyı ele alır.

Geç dönemi daha iyi açıklamak için Proust’un “Kayıp Zamanın İzinde “ eserine başvurur. Proust günün uyarılarıyla, geçmişi geri getirebilme yetimizden söz eder. Kokuların, tatların, seslerin, objelerin, yordamıyla anılarımıza dönerek geçmiş zamanımızı yeniden yaşadığımızı, bu yeniden kurguladığımız geçmiş zamanın aklımızda resimlenerek mekâna dönüştüğünü söyler. Bir kafeteryada yediği madlen keki Proust’u teyzesinin evinde ıhlamur çayıyla birlikte yediği günlere götürür. Kokuların uyarısıyla geçmiş, bellekte, yeniden inşa edilmiştir.

Proust - “Ne var ki, uzak bir geçmişten geriye hiçbir şey kalmadığında, insanlar öldükten, nesneler yok olduktan sonra, bir tek, onlardan yoksun, daha sürekli, daha sadık olan koku ve tat, daha çok uzun bir süre, ruhlar gibi, diğer her şeyin yıkıntısı üzerinde hatırlamaya, beklemeye, ummaya, neredeyse elle tutulmayan damlacıklarının üstünde, bükülmeden, hatıranın devasa yapısını taşımaya devam ederler.” Proust’un anlatıcısı kurabiyenin kokusu ile sökün eden anıların netliğiyle şaşkın, hem de teyzenin kaybıyla ızdırap içindedir. Orhan Pamuk “Aklın derinden bildiği ama eşyalar, fotoğraflar, kokular olmasa bir daha hatırlayamayacağı yaşanmış şeyler” diye sözünü  ettiği bu geri dönüşlerle geri getirilebilen anılardır.

Zaman, zaman acımasız olabilen geçmişten tek kaçış yolu, ünlü İngiliz şair Gerard Manley Hopkins şiirinde belirttiği gibi, uyku ya da ölümdür.

“Ey zihin, koca, koca dağların var, derin uçurumların
Dehşet saçıyor, dimdik, dibi görünmüyor. Yakala onları,
Asla yakına yaklaşmayanları.
Küçük mahpusluğumuzun
O sarplıkla ya da derinlikle işi kalmasın artık. İşte! Sürün,
Biçare kasırgaya diz çöken bir avuntunun altında; her
Hayat mutlaka son bulur ve her gün, uykuda ölür.”

Said sanatçıların yaklaşan ölüme farklı tepkiler gösterdiğini söyler. Sofokles, Shakespeare, Rembrandt, Matisse, Bach, Wagner gibi sanatçılar ömürlerinin son evrelerinde “zamanla” mücadeleyi bırakarak dinginleşmişler ve yatışmışlardır. Hayata yeni bir sükûnet, uzlaşma ve bilgelik ile bakarlar.

Ancak sanatçı ya yolun sonuna hazırlıklı olmanın olgunluğuna sükûnetine erişmemişse?… Beethoven de olduğu gibi: "Beethoven’in geç dönem üslubu olumsuzdur. Daha doğrusu bu içten gelen güç, olumsuzluktur. Tam da sükûnet ve olgunlukla karşılaşmayı beklediğimiz yerde, öfkeli, zorlu, yılmaz ve hatta insanlık dışı – bir meydan okuma buluruz... Beethoven’in geç dönem çalışmaları daha yüksek bir senteze girmeden, dâhil olmadan, ortada kalır. Hiçbir tasarıya uymaz, uydurulamaz. (s31)

Geç dönem eserlerinin esası çözülemezlik ve çok parçalı bir yapıda olmasıdır. Ne süslemedir, ne de başka bir şeyin sembolü. Onun hayat dolu dik başlı çalışması artık çok daha dik başlı ve egzantriktir. Bu çalışmalar acı ve dikenlidir, kendini hazza teslim etmez. . Hiç bir tasarıya uymaz, uydurulamaz... “Hegel’e göre uzlaşmaz karşıtlıklar diyalektik ile çözülebilir. Ve bunun sonunda büyük sentez ortaya çıkar. Ama Beethoven’in geç dönem üslûbu uzlaşmaz karşıtlıkları ayrı tutar ve böylece müziği anlamlı bir şeyden çetrefilli bir şeye dönüştürür." (s32)

İnsanın kendini keşfetmesi, hayatını anlamlandırması, oluşturması sürer gider ancak kendini oluşturduktan sonra bozması ile ise sanatçı geç dönem üslûbuna yaklaşır. Ölümü çelişki ve başkaldırı ile karşılayan Beethoven gibi Adorno, Mann, Strauss, Genet, Lampesduna, Kavafis ve daha pek çok sanatkârın geç dönem eserlerine çözümsüzlük, devir ile uyumsuzluk (anakronizm) ve kuralsızlık (anomali) siner.

Bazen kasten yapılmış bu kuralsızlık, bu aykırılık yeni bir türe evirilerek, verimliliğe döner ve bu farklılaşma, sonuçta, sanata yeni bir yön vererek onun bambaşka bir mecraya yönelmesine yol açar. Örneğin Adorno’ya göre Beethoven’in son evresine dâhil olan beş piyano sonatı, Dokuzuncu Senfoni, son altı yaylı çalgılar dörtlüsü, on yedi piyano bagateli, (Genellikle piyano için yazılmış hüzünlü hafif, önemsiz bir parça) ve Missa Solemnis, toplumla bağlarını koparmış, düzene aykırı, yabancılaşmış eserlerdir.
Said, Beethoven’in geç dönem eserlerini daha önceki dönem eserlerinden ayırt eden özellikleri şöyle anlatır.”Beethoven’in geç dönem eserlerinin Adorno’yu bu kadar etkileyen tarafı hiç şüphesiz epizotlardan (bölüm, bölüm parçalar) oluşması, kendi sürekliliğine hiç aldırmaması olmuştur.

Birinci dönemden bir yapıtı örneğin Eroica’yı “Geç Dönem Piano Sonatı no.31 ile karşılaştıracak olursak birincisinin her açıdan ikna edici ve bütünleşmeci dürtülerce yönlendirilen bir mantığı olduğunu, ikincisinin ise biraz kafası karışık, genelde çok dikkatsiz ve kendini tekrarlayan bir nitelik taşıdığını görürüz. Müziğin parçalı niteliği, boşluklarla, susuşlarla paramparça olmasını “ zavallı Beethoven kulakları duymuyordu, adım, adım ölüme yaklaşıyordu, böyle kusurları görmezden gelmeliyiz,” diyerek ne yadsıyabilir, ne de geçiştirebiliriz. (S13)

(Eroica hakkında ufak bir not : Beethoven senfoniyi Napeolon’nun Avrupa’daki askeri başarısından sonra yürüttüğü reformlara ithaf ederek adını “Bonapart Senfonisi” koymuş ancak daha sonra Napoleon imparatorluğunu ilan edince çok kızarak adını "Eroica" – Kahramanlık olarak değiştirmiştir.)

Daha önce de  yabancılaşmış eser olarak sözünü ettiğimiz doksan dakikalık dev bir eser olan Missa Solemnis (Missa – ayin - Solemnis vakur) orkestra, büyük çaplı bir koro, dört solist tarafından icra edilmektedir. Beethoven’in arkadaşlarından birinin anılarına göre sanatçı eserine klasik kilise ayini çerçevesinde başlamış, ilk iki bölümü Kyrie ve Gloria’yı besteledikten sonra gitgide içine kapanmış, kendini dünyadan soyutlayarak, son üç bölümü olan Credo, Sanctus ve Agnus Dei’yi bestelemiştir. Beethoven’in arkadaşı onun bu bölümleri "kilitli kapılar ardında, büyük bir isyan ile çığlık çığlığa, uluyarak, tepinerek, her şeye meydan okurcasına" bestelediğini söyler.

Adorno’ya göre eser. Savaşın alabora ettiği bir dünyada barış umudu olmayan, kaygılı, kırılgan bir yakarıştır. Daha sonra gelen, Schiller’in “Neşeye Övgü” şiiri üzerine yazılmış Dokuzuncu senfoninin son koral parçası bu yakarışa cevap niteliğindedir. Besteci insanlığın çözümü, yaratanın huzurunda eğilmeyle değil, birbirinde bulmaya davet eder. “Barış yolunu göklerde değil birbirimizde, evrensel kardeşlikte aramalıyız,” der

NEŞEYE ÖVGÜ (Ode To Joy)

Neşe, Tanrıların güzel kıvılcımı,
Ey Elizyum kızı,
Giriyoruz coşkuyla,
Senin ilahi, kutsal mabedine!
Senin büyünle birleşir,
Geleceğin acımasızca ayırdığı;
Tüm insanlar kardeş olur,
Yumuşak kanadın altında.

Kim başarırsa,
Bir dostun dostu olmayı,
Kim bulmuşsa kutsal bir eş,
Katılsın sevincimize!
Ya da tek bir kalp bile bulduysa,
Onundur bu mutlu dünya!

Kim başaramazsa bunu
Ağlayarak ayrılsın aramızdan!
…..

Kucaklaşın, ey milyonlar!
Bu öpüş tüm dünyanındır!
……
SCHILLER
(ALINTI)