Saturday, June 23, 2012

Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim Değildir


Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim Değildir
Emma Goldman

Emma Goldman, ya da herkesin bildiği adıyla 'Kızıl' Emma:
Hayat, doğal olarak, kendisini farklı yaşlarda farklı şekillerde sunar. Ben de sekiz yaşımdan on iki yaşıma kadar Judith olmayı hayal ediyordum. Halkımın, Yahudilerin çektikleri acıların intikamını almayı, Holofernos’un kellesini uçurmayı arzuluyordum. On dört yaşındayken doktor olmayı istedim; böylece sevdiklerime yardım edebilecektim. On beşime geldiğimde karşılıksız bir aşka tutuldum ve bunun acısıyla bir ton sirke içerek romantik bir yoldan intihar etmeyi düşledim. Aşkımdan intihar etmenin beni mezarımda  uçuk ve ilginç, solgun ve şiirsel göstereceğini düşünmüştüm; ama on altıma geldiğimde daha görkemli bir ölümde karar kıldım. Ölene kadar dans edecektim.”

Hayatın kendisini farklı şekillerde sunduğunu şüphesiz hepimiz biliyoruz. Hanginiz intiharının şiirsel olacağını, ya da doktor olup babasının hastalığını iyileştireceğini düşünmedi ki? Hepiniz. Hepiniz istediniz bunları. Kafanızın bir köşesinde hâlâ daha duranları da var, biliyorum.

Artık zaman değişti. Her şeyi anlıyoruz, kavrıyor ve farkına varıyoruz. Ya da öyle olduğunu düşünüyoruz. Her zaman daha iyisini, daha çok haz verenini arıyor, bulamıyoruz. Burnumuzu bir türlü indirmeyi başaramadık. Öyle ki, filmlerdeki aşk öykülerini, kahramanlıkları da göklerde arıyoruz. Gereken kahramanın kendimiz olabileceğini, içinde bulunduğumuz sefilliklerden bizi ancak bizin kurtarabileceğinin de farkında değiliz. Hiçbiriniz dans etmeyi istemiyorsunuz henüz. O kalkık burnun yanında duranların farkında değilsiniz. Kiminiz hiç fark etmeyeceksiniz, kiminiz için de çok geç olacak. Hayat hep böyle değil mi zaten? Bunu siz de pekâlâ biliyorsunuz. Öyleyse neden hâlâ aynı bok çukuruna düşüyorsunuz? Neden oturup kara kara düşünmek yerine kalkıp dans etmeye başlamıyorsunuz?

“Küçüklük böler, genişlik birleştirir. Gelin, geniş ve büyük olalım. Üzerimize gelen önemsiz şeyler yüzünden hayati olanları gözden kaçırmayalım. Cinsler arasındaki ilişkide fethetme ve fethedilme kavramlarına yer yoktur; bir tek bir yüce şey vardır: İnsanın kendisini daha zengin , daha derin ve daha iyi bulması için sınırsız olarak vermesi vardır. Bu arzu tek başına boşluğu doldurabilir ve kadının özgürleşmesindeki trajediyi neşeye ve sınırsız eğlenceye dönüştürebilir.”

Hayatın ne demek olduğunu, yaşamanın ne demek olduğunu her zaman fark eden birkaç kişi oldu. Siz, yaşamak için yanıp tutuşan aymazlar, hem yaşamak isteyip hem de nasıl farkına varamıyorsunuz. Yaşamak dediğinizin dans etmenin ta kendisi olduğunu nasıl hâlâ fark edemiyorsunuz. En çok sizlere acıyorum. Hem yaşamak isteyip hem de dans etmeyi bir kenara bırakan sizlere. Din, aile, kurum ve yasa gibi yine insanın elinden çıkan köhneliklerin esiri olan sizler, kırın zincirleri mademki yaşamak istiyorsunuz. Tutuklanmaktan, dinden çıkarılmaktan, sizi siz olduğunuz için kabul etmeyenler tarafından sevilmemekten korkmayın. Toplumun çirkin ördek yavruları olabilirsiniz ama kırın size vurulan zincirleri. Elbet bir gün kuğularla birlikte yükselirsiniz. Yapabileceğinizin en iyisi şimdilik bu. Ki olur da zincirlerini kıranlar birbirini bulursa, yapmanız gereken yüreğinizi başka bir kuğuya vermekten başka bir şey değildir. İşte o zaman kuğular gökyüzünde beraberce dans etmeye başlayacaktır.

“Yoğun ve bilinçli bir içsel hayatı olan hiç kimse, zihinsel acı ve ıstıraptan azade olmayı umut edemez. Şeylerin sonsuza dek iyi gitmesi arzusunun yerine gelmeyişinden duyulan keder ve çaresizlik, hayatımız boyunca bizi bırakmayan kalıcı duygulardır. Fakat bu duygular bize dışarıdan dayatılamaz; esas kaynağı şu ya da bu kötü kişilerin kötücül eylemleri değildir. Bu tür duyguları koşullandıran şey, varlığımızın ta kendisidir; daha doğrusu varoluşumuzda bize eşlik eden bin türlü müşfik ve hoyrat ipliğin bir arada dokunmuş halini yansıtırlar.”

Dans etmeye başlayan sizler. Siz de şunun farkına varın. Dans etmek demek, sonsuza kadar süren bir mutluluk değildir. Dans etmek demek, yaşamak demektir. Ve yaşamak, mutlulukların ve umutların dansı olduğu kadar keder, acı ve ıstırabın da dansıdır. Yaşamayı öğrenmek, hem çirkin hem de güzel olmaktan geçer. Yaşam hem umuttur hem umutsuzluk, hem neşe hem de keder. Unutmayın, önce dans etmeyi öğrenin. Ve ardından dans etmenizi engelleyecek olan tüm devrimleri silin. Çünkü dans edemeyecekseniz bu sizin devriminiz değildir.

“Evlilik insan doğasına aykırıdır, esas olarak kadınları baskı altında tutmaya yarar ve bir kurum olarak kadınların cinselliklerini özgürce yaşamalarını engeller...

Kadın ile erkek arasında aşkla kutsanmamış, doğal olmayan her türlü birlik fuhuştur.
Kıskançlık ise, aşkın meyvesi olmaktan ziyade, erkeklere seks tekeli kurmayı sağlayan bir bahanedir...

Teizm insan zihnine bir hakaret, ateizm ise hayatın, güzelliğin ve insan bilincinin en güçlü biçimde ve ebediyen onanmasıdır.

Vatanseverlik, dünyamızın her biri demir parmaklıklarla çevrili, küçük parçalara bölünmüş olduğunu ve bazı özel parçalarda doğma şansına sahip olanların, üstünlüklerini başka parçalarda yaşayanlara göstermek için onlara savaş açma ve onları öldürme hakları olduğunu öngörür.

Anarşizm insanın ufkunu açıp onu özgürleştiren bir güçtür; insanlara kendi yeteneklerine güvenmeyi, herkesin eşit ve güvenlikte olacağı bir hayat uğruna mücadele etmeyi,
tek birimiz bile tutsaksak hiçbirimizin özgür olamayacağını öğretir.