Tuesday, April 17, 2012

İSMAİL KADARE

DON QUIJOTE GİBİ DELİ VE HAYALCİYİM:  İSMAİL KADARE


İspanya’nın en büyük edebiyat ödüllerindenAsturias Prensi Edebiyat Ödülü’nü Arnavut yazar İsmail Kadare aldı

Yıllardan 1983… Ünlü İtalyan aktör Marcello Mastroianni, savaştan 20 yıl sonra Arnavutluk’a dönen ve ölen askerlerin kemiklerini arayan bir general rolünde karşımıza çıkar. “Yerin altına gömülü on binlerce askerin cesedi uzun yıllardır onun gelişini bekliyordu, ve o sonunda buradaydı, bir mesih gibi, elinde listeler, yanında haritalar ve onları çamurdan çıkarıp aileleri ile buluşturacak direktifler. Diğer generaller bitmez tükenmez asker taburlarını yenilgiye ve yıkıma sürükledi. Ama o, kalan birkaçını unutuluş ve ölümün elinden almaya geldi. Mezarlıktan mezarlığa dolaşacak, ülkedeki bütün savaş alanlarını kaybolanları bulmak için dolaşacaktı. Ve çamura karşı verdiği mücadelede hiçbir aksilik yaşamayacaktı çünkü arkasında istatistiksel kesinliğin sihirli gücü vardı.” Bu cümleler Mastroianni’nin Ölü Ordunun Generali adlı filmde canlandırdığı General Ariosto’yu anlatıyordu. Bu kelimelerin sahibi ise geçen hafta İsyanya’nın bu alandaki en büyük onurlarından Asturias Prensi Edebiyat Ödülü’nü kazanan Arnavut yazar İsmail Kadare’ye aitti.
 BALKANLARIN DON QUIJOTE’Sİ
Kadare, dünya çapında üne kavuşmasını sağlayan Ölü Ordunun Generali kitabını, filmden 20 yıl önce 1963’te yazmıştı. Aslında Kadare, Arnavutluk halkı için bir yazardan çok daha fazla şey ifade ediyordu. O Balkanların Don Quijote’siydi. Seçici kurul ödülü verirken, Kadare’nin Arnavutluk edebiyatının en üst seviyesini temsil ettiğini ve kendi köklerini unutmadan sınırları geçerek totaliterizme karşı evrensel bir ses gibi yükseldiğini söylemişti. Jürinin kararını okuyan İspanya Kraliyet Akademisi Başkanı Victor Garcia de la Concha ise Kadare’yi şu sözlerle tanımlamıştı: “Topraklarında trajediyi, devam eden savaşları gündelik bir dille, lirizmi de kullanarak anlatma yeteneğine sahip bir yazar.”
1936’da Gjirokaster’de doğan yazar, Tiran Üniversitesi’nde Tarih ve Filoloji okumuş, ardından da Moskova’daki Maksim Gorki Edebiyat Enstitüsü’ne devam etmişti. 1936’da doğan Kadare, 20 yaşındayken öğretmenlik diploması almıştı.
1970’te Halkın Konseyi’ne delege olarak seçilmiş ve bu Kadare’ye seyahat etme, kitaplarını yurtdışında yayımlatabilme özgürlüğü vermişti. 1971’de yazdığı Taştaki Kronik, Tavşan Kaç kitabı ve serisi ile meşhur olan  Amerikalı yazar John Updike tarafından New Yorker’daki bir makalede “sofistike ve şiirsel düzyazı özelliğinin yanı sıra anlatım derinliğine sahip” sözleriyle anlatılmıştı.
YAZMASI ÜÇ YIL YASAKLANDI
ismail-3Ülkesinde önce bir şair olarak adından söz ettiren Kadare’nin en büyük esin kaynağı ise Balkan tarihi ve efsaneleriydi. 2005’te de Booker Ödülü’nü kazanan Kadare’nin eserleri ilk kez Enver Hoca’nın baskıcı komünist rejimi sırasında ilgi görmeye başlamıştı. Yazar, komünizm döneminde totaliterizme ve ince alegorilerle sosyalist gerçekçiliğe saldırmıştı. 1975’te yazdığı siyasi hiciv içeren bir şiiri yüzünden üç yıl boyunca yazması yasaklandı. Daha sonra Kadare 1977’de Enver Hoca’yı öven bir roman yazarak hükümeti bir daha karşısına almamaya çabalamıştı.
Rüyalar Şatosu kitabında totaliterciliğin politik bir alegorisini yapmıştı. Kitap Osmanlı İmparatorluğu’nun başkentinde geçiyordu ve 1981’de basılır basılmaz yasaklanmıştı. Bir yıl sonra da Kadare, Arnavut Yazarlar ve Sanatçılar Birliği tarafından kurgusunun çoğunu tarih ve mitlerin içine saklayarak siyasetten kasten kaçınmakla suçlandı.
REJİM YANLISI MI MUHALİF Mİ?
Arnavutluk ise kendi değişimini yaşıyordu o dönemde. Enver Paşa 1985’te ölmüştü, yerine Ramiz Ali geçmişti. Arnavutluk’un komünizmden kurtulmasına aylar vardı ama Kadare bunu göremedi, en azından o topraklarda. 1990’a gelindiğinde Kadare, Fransa’ya siyasi sığınma talebinde bulundu. Demokratikleşme lehine açıklamalar yayımlayan
yazar, “Diktatörlük ve gerçek edebiyat  bağdaşmaz. Yazar diktatörlüğün doğal düşmanıdır” demişti. Fransa’ya gittikten sonra, Kadare dünya çapında tanınan bir yazar haline gelmişti. Arada doğduğu topraklara uğrasa da Kadare bugün hâlâ Fransa’da yaşıyor.
Romanlarında genellikle Balkan insanının sorunlarını anlatan Kadare, 1988’de yazdığı Konser kitabında Arnavutluk’un bir diğer komünist ülke olan Çin’den kopuşunu inceliyordu. Hatta bu kitap Fransız dergisi Lire tarafından yılın en iyi kitabı seçilmişti. 1992’de Fransızca yazdığı Piramit romanında ise yazar Enver Hoca’nın süslü heykellere olan ilgisi ile
dalga geçiyordu Arnavut yazar. Piramit formu bilindiği üzere diktatörlerin hiyerarşi sevdasının bir formuydu.
Enver Hoca döneminde bir saygınlığı olduğu için sansüre çok takılmadığı düşünülen Kadare’nin rejim yanlısı mı yoksa muhalifi mi olduğuna dair birçok tartışma vardı, ki bunların çoğu da hâlâ sürmektedir.
Eserleri 40 ülkede yayımlanan Kadare, Nobel Edebiyat Ödülü’ne de aday gösterilmişti. Don Quijote’nin neden Balkan kültürüne ait olduğuna ve hatta ilk olarak Arnavutçaya
çevrildiğine değinen Kadare, “70 yıllık hükümdarlığında komünistler, Batılı liderleri Don Quijotelikle suçladı. Ardından gelenler de aynısını yaptı ve Stalinistleri Don Quijotelikle. (…) Gördüğünüz gibi Don Quijote hep kaybeden çünkü onun adını kullanan politikacılar onun seviyesinde değil ve onun asaletinin birazına bile sahip değil” diyor. Arnavut yazar, bu yüzden politikacıların şövalyenin adını bir aşağılama olarak kullanmalarının yasaklanması gerektiğini düşünüyor.
“Bizim karakterimiz idealist, iyi anlamıyla ben Don Quijote’ye benziyorum, sadece deliliği değil aynı zamanda hayalciliğiyle de. Bu deliliğinin özgürlükle de ilgisi var” diyen Kadare’nin şövalyeye olan aşkından da “Balkanlar’da Don Quijote” eseri doğuyor. Kadare burada bu beyefendiyi Arnavutluk’ta nasıl gördüğünü anlatıyor.
“Burada çok popüler” diyor Kadare ve ekliyor: “sanki ulusal bir karakter gibi algılanıyor, Arnavut birçok yazar Don Quijote’nin maceralarıyla Osmanlı İmparatorluğu döneminde Balkanlar’da geçen maceralar arasında paralellik kuruyor.”
 PINAR İLKİZ