Thursday, April 19, 2012

GULAG


Ve kader herkesi eşit kildi
Kanunun erişemediği yerlerde
Bir kulak ya da kızıl komutanın oğlu...
Burada tüm sınıflar eşitlenmişti
Tüm erkekler kardeşti,
Kamp arkadaşları hepsi,
Damgalandı herkes hain diye...
Aleksandr Tvardovski- belleğin tanıdığı hak ile-
 Bu GULAG’in tarihçesidir: bir zamanlar beyaz denizdeki adalardan Karadeniz kıyılarına kadar, kutup çizgisinden orta Asya düzlüklerine kadar, Murmansk’tan Vorkuta’ya ve Kazakistan’a, Moskova’nın merkezinden Leningrad banliyölerine kadar Sovyetler Birliği’nin bir ucundan diğer ucuna yayılmış olan geniş çalışma kampları şebekesinin tarihidir. Kelime olarak GULAG bir kısaltmadır: anlamı, Glavnoye Upravleniye Lagarey yani Ana Kamp İdaresi’dir. Zaman içinde Gulag sözcüğü sadece toplama kamplarının idaresinin degil ayni zamanda her şekilde ve çeşitte Sovyet esir çalıştırma sisteminin de göstergesi haline geldi. Çalışma kampları, ceza kampları, suçlu ve siyasi kampları, kadın kampları, çocuk kampları, geçiş kampları. Daha da kapsamlı olarak ‘’Gulag’’ mahkûmların bir zamanlar ‘kimya makinesi’ dedikleri bir dizi prosedür anlamına da geldi. Tutuklamalar, soruşturmalar, ısıtmasız hayvan vagonlarında ulaşım, zorla çalıştırma, ailelerin parçalanması, sürgünde geçirilen yıllar, erken ve gereksiz ölümler...

Gulag’in kökleri Çarlık Rusya’sına ve 17.yy.dan 20.yy.ın başına kadar Sibirya’da isletilen zorunlu çalışma taburlarına dayanıyordu. Bundan sonra Rus ihtilalinin neredeyse hemen arkasından, Sovyet sisteminin ayrılmaz bir parçası olan daha çağdaş ve tanıdık halini aldı.

1921’de, çoğunluğu ilk halk düşmanlarını ‘’rehabilite’’ etmek üzere kurulmuş, 43 eyalette 84 kamp bulunuyordu.

1929dan itibaren kamplar yeni bir önem kazandılar. O yıl Stalin, SB’nin hem sanayileşmesini hızlandırmak hem de neredeyse hiç kimsenin yasamadığı ücra kuzeyindeki doğal kaynaklarını yeraltından çıkarmak için zorunlu çalışmayı uygulamaya karar verdi. O yıl Sovyet gizli polisi ülkenin tüm kamp ve cezaevlerini adalet kuruluşlarından yavaşça kopartırken, ayni zamanda Sovyet ceza sisteminin de kontrolünü ele almaya başlamış oldu.  1937 ve 1938 deki toplu tutuklamalarla kamplar hızlı bir genişleme dönemine girdi. 1930larin sonlarında, bunlar SB’ ki 12 saat diliminin her birinde bulunabiliyordu.
 Gulag’in büyümesi 1930larin sonunda durmadı. Aksine 2.dünya savası ve 1940lar boyunca devam ederek 1950lerin başında doruk noktasına ulaştı. O zamana dek kamplar Sovyet ekonomisinde önemli bir rol oynar hale gelmişti. Ülkenin altınının üçte birini, kömür ve odunun çoğunluğunu ve hemen her şeyin de büyük kimsini üretiyorlardı. Sb’nin varlığı boyunca cinde yüzlerce ile binlerce rasinda insan bulunan binlerce kamp barındıran en azından 476 önemli kamp tesisi oluşturuldu. Mahkûmlar kerestecilik-kömürcülük-inşaat-fabrika isi-çiftçilik-uçak ve cephane tasarımı gibi akla gelebilecek her turlu sanayide çalışıyor ve doğrusu, ülke içindeki bir ülkede, neredeyse ayrı bir uygarlık gibi yaşıyorlardı. Gulag’in kendi kanunları, kendi adetleri, kendi manevi değerleri, hatta kendi küfürleri vardı. Kamplar kendi edebiyatını, kendi canilerini, kendi kahramanlarını doğurmuştu ve içinden gecen herkesin üzerinde, ister mahkûm olsun ister gardiyan, izini bırakmıştı. Serbest bırakıldıktan yıllar sonra bile Gulag sakinleri, çoğu zaman sokakta gördükleri eski mahkûmları sırf ‘gözlerindeki bakıştan’ tanıyabiliyorlardı.

Bu tip karşılaşmalar çok yaygındı. Çünkü kampların insan bakımından devri daimi çok yüksekti. Tutuklamalar kadar tahliyeler de yaygındı. Mahkûmlar hükümlerini doldurdukları için, kızıl orduya alındıkları için, hasta ya da küçük çocuklu kadınlar oldukları için, tutukluktan gardiyanlığa geçtikleri için salıveriliyorlardı. Sonuç olarak kamptaki insan sayısının genellikle 2 milyon dolayında seyretmesine rağmen, siyasi ya da adli suçlu olarak az cok bir kamp tecrübesine sahip Sovyet vatandaşlarının toplam sayısı daha yüksek. 1929 da Gulag’in esas genişlemesine başlamasından, 1953te Stalin’in ölümüne dek, en iyi tahminler 18 milyon dolayında insanin bu muazzam sistemden geçtiğini gösteriyor. 6 milyon kişi de sürgüne, kazak çöllerine ya da Sibirya ormanlarına sürüldü. Sürgün kasabalarında kalmaya kanunen mecbur tutulanlar da dikenli teller arkasında olmamalarına rağmen zorunlu işçilerdi.

Milyonlarca insandan oluşan kitlesel bir zorunlu çalışma sistemi olan kamplar, Stalin’in ölümüyle yok oldu. Tüm hayati boyunca Sovyet ekonomisinin büyümesinde Gulag’in önemli rolü olduğuna inanmasına rağmen, Stalin’in siyasi varisleri kampların aslında bir gerileme kaynağı ve çarpık bir yatırım olduğunu söylediler. Olumunu takip eden günler içinde, Stalin’in halefleri onları tasfiye etmeye başlamışlardı. 3 büyük ayaklanma, daha küçük ama azımsanamayacak olaylar eşliğinde, bu süreç hızlandı.
 Yine de kamplar tamamıyla ortadan kalkmadı. Bunun yerine evrim geçirdiler. 1970-1980ler boyunca içlerinden birkaçı, yeni bir demokratik eylemci, Sovyet karşıtı nasyonalist ve suçlu kuşağı için yenilenerek kullanıma geçirildiler. Gorbacov, 1987 yılında---kendisi de bir Gulag tutuklusunun torunudur---bu kampları topluca dağıtmaya girişti..............
 
GULAG—Anne Applebaum—Arkadas Yayinevi—Ankara 2008---Çeviri Editörü:
Melih Pekdemir, Ceviri: Ufuk Demirbaş.