Thursday, April 2, 2015

İnsanlığın Körleşmesi...


Elias Canetti’nin “ Körleşme” si üzerine.

Eren Arcan

1981 yılında Nobel ödülü ile onurlandırılan Bulgaristan doğumlu Alman romancı, toplumbilimci, deneme ve oyun yazarı Elias Canetti edebiyat otoriteleri tarafından James Joyce ve Dostoyevski ile kıyaslanır.

Canetti 1905 de Bulgaristan’ın Rusçuk kentinde, arkaik bir dil olan Ladino konuşan, Sefardik bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Kültürlü ve varlıklı bir aileden gelen ve Ladino’dan başka Bulgarca, İngilizce ve Almanca konuşan Canetti 1928 yılında Balzac’ın “İnsanlık Komedyası” ına benzeyen bir nehir roman yapısı içinde, insanlığın delilklerini anlatan sekiz romanlık bir eser dizisi planlamış ve başyapıtı   “Körleşme” yi bu serinin ilk kitabı olarak yayımlamıştır. Faşizmin her türünü ince bir alay ile anlatan kitap basılır basılmaz  Nazi otoriteleri tarafından yasaklanmıştır.. Canetti’nin planladığı bu seride her kitap, saplantının bir çeşidini ele alacaktı. Ancak seri, Körleşme ile sınırlı kaldı.

Canetti ancak 1960’larda İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan iki kutuplu soğuk savaş dünyasının yenişememesini anlatan antropolojik çalışması “Kitle ve İktidar“adlı eseri yayımlandıktan sonra üne kavuşmuştur.

Bu kitabında Canetti “insanoğlunun hayatta kalma içgüdüsünün en aşağılık tezahürü, öldürmektir.” der. Kitabın ilk yarısı değişik insan sürülerini ve kalabalıklarını araştırır. İkinci bölümünde ise toplulukların kendilerini yönetenlere neden boyun eğdiklerini inceler. Hitler’i, idare ettiği kitlenin hayranlığı ile yaşamış olan paranoyak bir lider olarak yorumlar.

Kitle hareketleri, gösteriler, politik cinayetler, terörizm dalgaları ile çalkalanan zamanının ortamından bir aydın olarak fazlasıyla etkilenen Canetti insanın kırılganlığını görmüş, ama aynı zamanda da insandaki karakter ve ahlak yoksunluğunun da farkına varmıştır. Hem Almanya’da hem de Avusturya’da Nazizmin, daha sonra da Doğu Avrupa’da Stalinizmin yönetime el koyması ile insandaki zalimliğin, gaddarlığın, çürümüşlüğün, açgözlülüğün akıl almaz boyutları karşısında dehşete düşmüştür. 
“...Kitle bu arada yeni bir saldırı için hazırlanır. Bir gün gelecek kitle artık parçalanmaz olacak: belki önce bir ülkede başlayacak bu gelişme; sonra orayı çıkış noktası yapıp çevresinde ne varsa yutarak ilerleyecek; ta ki artık Ben, Sen. O kavramları değil ama yalnızca kitle varolacağından kitlenin varlığına ilişkin tüm kuşkular ortadan kalkana dek. “ ( Körleşme 461)
1933-35 yılları arasında yazılan Körleşme , gelişmekte olan kıyıcı, kaotik dünyanın bir öngörüsü olarak görülebilir. Pek çok eleştirmen geleceği bu kadar net gören Canetti’de peygambervari bir “içgörünün” var olduğundan sözeder.
Die Blendung / Körleşme

Almancada “kamaşma” anlamına gelen Die Blendung / Körleşme İkinci Dünya Savaşı öncesi aklî dengesini yitiren ve dünya tarihinin en büyük yıkımlarından birine sebebiyet verecek olan kaotik olayların  parodisidir. 
Salman Rüşdi’ye göre: Körleşme ‘de hiç kimse esirgenmemiştir. Kitap “profesör, mobilya satıcısı, hizmetçi, pezevenk, hırsız, doktor. her tür insana acımasız bir saldırıdır. Canetti herkese acımadan çullanır. Komedinin en galiz kurgusu ile inşa edilen bu ortam yirminci yüzyılın en dehşet veren edebî dünyasıdır.”
Körleşme üç bölümden oluşur :”Dünyasız bir Kafa”, ile Descartes’ın dualisminin “Kafasız bir Dünya” ile Kant’ın metafizik idealizminin, “Kafadaki Dünya” ile Berkeley’in dogmatik idealizminin bir taşlaması olduğu söylenmektedir. Kitapta  Descartes, Hegel, Berkeley, Spinoza ve Kant gibi düşünürlerin de bu acimasız eleştiriden nasibini aldıkları görülür.   Canetti’nin kitabının ilk adı “Kant Fangt Feuer” “Kant Ateşi Yakalıyor” olduğuna göre, eserin baş karakteri Kien’in Kant olarak kaleme alındığı varsayılabilir.
Kien, Kafka’nın Joseph K.sı. Musil’in Niteliksiz Adamı, Joyce’un Bloom’u, Proust’un Albertine’i, gibi edebiyatın hüzün veren pasif karakterleri arasına girmiştir. Bu bağlamda Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar adlı başyapıtının Turgut/Olric karakterini de saygıyla anmamız gerekir.
Canetti Körleşme ’de sembolik olarak medeniyetin yıkımını simgeleyen kitapların  yakılması motifini işler.  1933 yılında Nazi gençleri 34 Alman kentinde geceleri ellerinde meşalelerle,  "Alman ruhuna aykırı" olduğu düşünülen  25,000 dolayında kitap  yakmışlardır.  Körleşme  aynı zamanda 1933 yılında iktidara gelen Hitler'in Yahudi yazarlara karşı giriştiği akıl almaz saldırılarına karşı bir tepkidir.
Ayrıca 1927 yılında Viyana’da bir gürûh tarafından Adalet Sarayı yakılır. Olay sırasında kalabalık arasında sıkışan Canetti hem mala, hem de insan hayatına kasdetmiş kalabalıktan dehşete düştüğünü söyler.. Yazılarında bu dehşeti dile getirir. Adalet Sarayı yangınından sonra Avusturya'da Nasyonal Sosyalistler idareyi ele almış,  ülke yönetimi anti-semitik, faşist bir rejime dönüşmüştür.
Fildişi kulesinde bir aydın.
Körleşme, fildişi kulesinde, bilimin sığınağında yaşayabileceğini sanan aydını simgeleyen sinelog (Çin Bilimleri uzmanı) Profösör Kien’in öyküsüdür. Kien antik diller hakkında çok bilgili olmasına rağmen güncel dünyayı çözümlemekten acizdir. Canetti Körleşme ’de, katı, yaşamın gerçeklerinden kopuk, dogmatik entelektüelliğin, kaos ve yıkımın üstesinden gelebileceğine inanmanın tehlikelerini müthiş bir ironi ile dile getirir.
Kütüphanesinde 25,000 kitaba sahip olan Kien bir gece rüyasında kitaplığının yandığını görür. Kitaplarının üzerine titreyeceğini sandığı hizmetçisi Therese ile evlenir. Edebiyat dünyasının en aşağılık tiplemelerinden biri olan, küstah, arsız, sırnaşık Therese kimliğinde,  faşizm simgelenmiştir.
Bir aydının entelektüel alanının nasıl daraltıldığı kitapta etap etap ele alınır. Zayıf kişilikli.“Uzun boylu bir Hiç” olarak tanımlanan Kien kütüphanesinin büyük bir bölümü zorla ele geçirilince gözlerini kapayarak gönüllü bir kör olarak yaşamını sürdürür. Etrafındaki çember daraldıkça kulaklarını tıkar. Karısı ile ilişkiye girmediğinde dövülür. Acımasız bir komedi olarak kaleme alınan olaylar zincirinde edebiyat tarihinin en ürkütücü dünyalarından biri vücut bulur.
Kendine olan saygısını yitiren Kien köpekleşir, Onurunun böylesine çiğnenmesi ile “küçülür, küçülür... kendini arar olur...” Artık güncel zaman ile yüzleşemez, “geleceğe” kaçmaya çalışır.
"Therese geliyordu. Onu öldürmeye geliyordu ! Kien saklanacak bir yer bulmak için zaman araştırmaya başladı. Tarih boyunca bir yüzyıl aşağı, bir yüzyıl yukarı koşmaya başladı... Kien tarih dağarcığını yarım saniyede tüketivermişti. Kurtuluş hiç bir yerde yoktu; her şey yıkımdı; insan nereye saklanırsa saklansın düşmanlar bulup çıkarıyorlardıİ   Hayranlık duyulan uygarlıklar, haydutların, boş kafalı barbarların eliyle iskambil kağıtlarından yapılmış evler gibi yıkılıveriyordu. Bu noktaya vardığında Kien taşlaştı "
Metaforik olarak kitleyi temsil eden Therese'in saldırıları karşısında Kien gururunu, insanlık onurunu kaybeder.. Tanrıya inancı yokolur.   Kadın onu tekme tokat kendi evinden dışarı atar. Sığındığı kitapların koruyucu zırhından yoksun olan Kien cüceler, orospular, pezevenkler, körler, hırsızlar, dolandırıcılarlarla dolu şehrin grotesk ağına düşer. Bu sığ, sefil insanların çıkarları çatıştıkça. olaylar çılgın, ama aynı zamanda düşündürücü bir taşlamaya dönüşür.
Sahip olduğu, kentin en büyük kütüphanesinden kopmak mecburiyetinde kalan Kien, bu kez kitaplarını “kafasının içinde” taşımaya başlar. Her gece konakladığı yerde kafasındaki kitapları fırsatçı cüce Fischerle ile birlikte kafasından birer birer indirir, üst üste dizerek  odaya titizlikle yerleştirir. Postmodern yazında görüldüğü üzere artık  gerçek bulanıklaşmıştır.
Modernizmin Sonu “Yüksek Modernizm”
Kitlesel, popüler (pop) kültür yerine, sanatı yücelten kültür olarak kabul edilen “yüksek modernizm” Birinci Dünya Savaşı ile İkinci Dünya Savaşı arasındaki zaman parantezinde yayımlanan bazı eserleri kapsar. Yüksek modernist yazarlar arasında TS Eliot, . Forster, Hemingway, Musil, Proust, Rilke, Woolf, Stein, Joyce gösterilmektedir.
Yüksek modernizm, sanata bakışı ciddi, geleceği coşkuyla karşılayan, ince işçilik isteyen, ahlâkî kaygusu, estetik eğilimleri olan bir akım olmuştur.. Joyce’un “Ulysses” i, Kafka’nın “Dava”’sı, ya da Virginia Woolf’un “Deniz Feneri” gibi eserler yüksek modernizmin en seçkin örnekleri arasında sayılmaktadır. Canetti bu ustalardan nasıl derin bir şekilde etkilendiğini "Kafka'nın önünde toz toprak içindeyim, Proust beni doyuruyor, Musil benim kafa jimnastiğim." sözleri ile ifade eder
Modernizmin ardından gelen postmodern akım ile ise, tüketim kapitalizmini üreten ticarî tutum, eklektik (derleme), bölük pörçük yaklaşım, pastiş, parodi, ironi, nihilizm, “herşey serbest” felsefesi hakim oldu. Çoğu edebiyat eleştirmeni Körleşme’yi, Alman edebiyatında modernizmin sonu, postmodernizmin başlangıcı olarak görmektedir. Körleşme ’de ne tanrısal, ne yazar, ne şahit bakış açısı vardır. Kitap her kişinin kendi açısından olayları yorumladığı çoklu bakış açısına sahiptir.
Aslında kaosa tepki olarak yazılan Körleşme , kaosu vurgulamak için grotesk bir anlatımdan yararlanır. Yazar aynı olaya pek çok karakterin farklı açılardan bakarak, ama hiç bir zaman da tek bir kişinin bakış açısını haklı göstermeden sanki üç boyutlu bir mimari yapı halınde, olayları bir karnaval şenliği içinde ortaya koyar. Canetti duygulara yer vermez. Ön planda her zaman eylem vardır. Ayrıca karakterlerin o bölümdeki olaya ait yorumları da fantastik bir biçimde farklıdır. Ama yine olay o karakterin gözüyle görüldüğünde kusursuz yapıya sahip bir bütündür. Her karakter kendi gerçeğini yaşar. Canetti çoklu gerçeği vurgulamak isterken belki de okurun güvenilir, düzenli dünyasını, ayaklarının altından çekmektedir.
Woolf’un eserlerinde olduğu gibi bilinç akışı tekniğinin büyük bir ustalıkla kullanıldığı romanda postmodern bir zaman anlayışı vardır. Zaman lineer değil, atlamalarla, gidip gelmelerle ele alınır.   Canetti Körleşme ’de, postmodern romanın özelliklerinden biri olan metinlerarası ilişkilere sık sık yer verir.
Erasmus “Deliliğe Övgü’
Latin ozanı Horatius’un “Hakikati Gülerek Söylemek” ilkesinin belki de en yetkin örneği, Rönesans’ın hümanist yazarı Erasmus’un, “Deliliğe Övgü” adlı gülmece türünde yazılmış kısa eseridir. Erasmus kitapta iki tür deliliği ele alır.. Birincisi: “gerçek bilgelik deliliktir.” İkincisi ise: “kendini bilge sanmak gerçek deliliktir. “ Kitapta, “Delilik”, karakteri “Folly” din de dahil olmak üzere .hayatın her evresinde,  her alanında kendi kendisine övgüler düzer. Deliliği gülmece şekline sokan Erasmus’un  eseri aslında çağının bağnazlığına karşı kaleme alınan en acımasız toplum yergisidir.
Erasmus’un “Folly” karakteri doğrultusunda Canetti’nin eserleri de dengesiz, sabit fikirlerle güdülen karakterlerle doludur. Kendilerini bir tek amaç çerçevesinde hakikatı bulmaya adayan bu tipler, Canetti’yi hem tiksindirmiş, ama aynı zamanda büyülemiştir de. O, deliliği erişilmesi güç, gerçek bir estetik alan olarak nitelendirmiştir.
Canetti, Kien’in saplantısının, aynı zamanda kendi saplantısı da olduğunu söyler. Körleşme ’yi tamamladıktan sonra Canetti kendi edebî yaratımının kendisini ruhsal çökme noktasına getirdiğini anlatır.
“Kitabı bitirdikten sonra kendimi tükenmiş hissettim. Kitapları yaktığım için kendimi affedemiyordum. Herşey yanıp kül olmuştu. Suçlu bendim. Yıkıma ben sebep olmuştum. Ve bu facianın etkisinden kendimi kurtaramıyordum.“
Canetti’nin Kien için kurduğu mükemmel dünya darmadağan olunca üzerine titrediği kendi dünyasının da çökmesi Kien gibi onu da mahva sürüklenmiştir. İnsan ve hayat arasındaki bu karabasan ozmoz sonucunda, Canetti içine kapanır, Platonvari bir saflık arayışı içine girerek çürümüş olan insanlıkla bağlarını kopartmak ister. Marazî bir yalnızlığa gömülür.
Salman Rüşdi, Canetti’nin Kien'e hem özel hayatının mahremiyetini, hem de evinin her boş santimini kaplayan kitap raflarıyla kendi Babil kütüphanesini hibe ettiğini söyler.
“Ben Freud olsaydım kendimden kaçardım!"
Oidipus kompleksi, ölüm içgüüdüsü, kitlelerin davranışı, duyguların bastırılması Canetti’nin Freud öğretilerini benimsediğinin kanıtı olarak gösterilmektedir. Özellikle intihar olgusu Freud’un baskılama teorisi ya da insan yapısının dualistik yorumu ile açıklanmaktadır. Ancak Canetti Freud’un kuramlarıyla dalga da geçer. Ayrıca kitabın sonuna doğru ele alınan Avusturyalı düşünürlerinden Wieninger’ı hicvettiğini söylenen, “misogyny”, “kadın düşmanlığı” ile ilgili sayfalar baş karakterin normallik sınırlarını kaybettiğini, paranoyak sapkınlığa yatkınlaştığını göstermektedir.
Kurtuluş mümkün mü?
Kitlenin insanlığı adım adım mahva sürüklemekte  olduğu bir dönemde Kien medeniyetin simgesi olan kitaplarını ve onların temsil ettiği uygarlığı yıkımdan kurtarabilecek midir?
“Dört bir yana doğru büyüyen, yeri göğü ta ufka dek uzanan, tüm boşluğu dolduran bir kitap görüyordu şimdi. Çevresindeki kor halindeki ateş onu ağır ve sakin bir şekilde kemirmekteydi. Kitap da ses çıkarmaksızın dayanmaktaydı bu işkenceli ölüme. Çığlıklar yükseliyordu insanlardan; kitap ise ses çıkarmadan yanıyordu. Ermişlerle, din uğruna acı çekenler bağırmazlardı.” (S 59)
Kien’nin çabaları boşunadır. Ne yazık ki binlerce yıllık kültür birikimi, ne kendisini ne de meteforik olarak temsil ettiği çağını kurtarabilecektir. İkinci Dünya Savaşı ile birlikte herşey devasa bir yangın yerinde mahvolup gidecektir.
Yirminci yüzyılın grotesk bir destanını yazan Canetti  "Cervantes olmasa, Gogol olmasa, Dostoyevski olmasa, Büchner olmasa ben bir hiçtim: Ateşsiz, köşesiz bir ruh..." diyerek ustalarına saygılarını sunar,
Körleşme ile kendisi de, bu “tüm zamanların” ustaları arasına katılmıştır.

Eren Arcan
Dipnot Kitap Kulübü
İzmir 20 Aralık 2009