Monday, April 21, 2014

Auschwitz’ten önce Auschwitz’ten sonra…



Primo Levi’nin bir kimyager olarak maddeye, bir insan olarak da mânâya erişmek için çıktığı arayışın hikâyeleri var Periyodik Tablo’da.

Primo Levi, Periyodik Tablo’da kimyacılık eğitimi ve mesleki faaliyetleri ile ilgili anılarını yirmi bir hikâyede toplamış. Kendi aralarında -yazarın hayatı üzerinden- bir bütünlük sağlayan hikâyeler bir romanın bölümleri olarak da düşünülebilir… Levi’nin Türkçeye daha önce çevrilmiş kitaplarını -özellikle Bunlar da mı İnsan?- okuyanlar yazarın hayatında ve edebiyatında Auschwitz’in özel bir yeri olduğunu bilirler. Periyodik Tablo’da da bu utanç verici tarihe, cehennemden farksız toplama kampına değinmeler bulacaksınız. Ancak Auschwitz’e odaklanmamış Levi; hayatının Auschwitz öncesi ve sonrasını, “toplumsallık ile bireysellik, bilinç ve bilinçaltı, ideal ve gerçek arasında bölünen yabancılaştırılmış bir bireyin yaşadıklarını” kimyasal metaforlarla anlatıyor.

Maddeden mânâya 1919-1987 yılları arasında yaşayan Primo Levi, Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Torino’da dünyaya gelmişti. Torino Üniversitesi’nde kimya eğitimi aldı. 1943 Eylülü’nde İtalya’nın Almanlarca işgali üzerine anti faşist direniş hareketine katıldı, kısa bir süre sonra faşist milislerce yakalanarak tutuklandı. Auschwitz’e nakledildiğinde, kimya işlerinde çalıştırıldı. Kimya bilgisi hayatını kurtarmıştı. Kızıl Ordu kampı ele geçirdiğinde, 650 İtalyan Yahudiden geriye kalan yirmi kişi arasındaydı Levi. Periyodik Tablo’da kurtuluştan sonraki duygularını şu sözlerle ifade edecektir; “Auschwitz’le ve yalnızlıkla mücadele edip zafer kazandığım gibi, herkesle ve her şeyle başa çıkabileceğim duygusunun sarhoşluğu içindeydim.” Ancak sarhoşluk uzun sürmez. Bir yandan yaşamış oldukları içini yakmakta, kendisini canlılardan ziyade ölülere yakın hissetmektedir, öte yandan suçluluk duygularıyla boğuşmaktadır. İnsan olmanın suçluluğudur bu; çünkü Auschwitz’i insanlar kurmuştur, Levi’nin hayret ve dehşetle “Bunlar da mı insan?” diye sorduğu insanlar… Yaşananları anlatarak arınabileceği fikrine sarılacaktır Levi. Kısa ve kanlı şiirlerle, yazılı ya da sözlü olarak yaşadıklarını kendisinden geçercesine anlatmaya başlar. Onu İtalya’nın ve 20. yüzyılın en büyük yazarları arasına sokan kitapları işte böyle şekillenmiştir.

Periyodik Tablo, 1975 yılında yayımlanmış, 2006 yılında İngiltere’deki Kraliyet Bilim Enstitüsü tarafından -Richard Dawkins, James Watson, Tom Stoppard, Bertolt Brecht ve Charles Darwin gibi isimlerin kitapları arasından sıyrılarak- en iyi bilim kitabı kabul edilmişti. “Bir bilim kitabı kurmaca değildir ama bir kurmaca olmasına rağmen Periyodik Tablo tüm evreni ve tüm alt-atomik dünyayı, burada olup biten her şeyi barındırıyor” tarzında övgüler topladı. Gerçekten de bilim ve hayat, madde ve mânâ arasında -edebiyat yoluyla- eşsiz bir bileşim sunuyor Primo Levi. Fen bilimleri okumuş, bilimi ve mesleğini seven bir gencin faşist bir rejim altında yaşadıklarını, geçirdiği dönüşümleri, Auschwitz’deki tecrübelerini kaleme alırken kurmaca ile gerçeklik ya da kurmaca ile otobiyografi arasındaki ilişkiye de farklı bir açılım getirmiş. Levi’nin bir kimyager olarak maddeye, bir insan olarak da manaya erişmek için çıktığı arayışın hikâyeleri var Periyodik Tablo’da.

Periyodik Tablo’daki hikâyelerde pek çok kimya deneyimi, bir dolu yaşanmış olay yer almakla birlikte okuduklarımızın bilimle ilişkisi edebi bir metnin kaldıracağından daha derin değil. Otobiyografik öğeler de öyle. Evet, bu anı ve atom parçacıklarıyla dolu hikâyelerde Primo Levi kendisini, mahrem hayatını, daha doğrusu duygusal süreçleri titizlikle anlatı dışında bırakmış. Babasının hastalığından, ilk koluna girdiği kız arkadaşından, karısı ve küçük kızından söz ediyor ama sevgi ve özlem üzerine yazmıyor. Buna karşılık entelektüel ve siyasi duruşuna, toplama kamplarında çektikleri açlığa özel bir vurgu yapmış. Kuşkusuz bunlarda otobiyografik öğeler. Ama “her yazı, hatta insana ait her eser belli sınırlar ve simgeler çerçevesinde bir otobiyografi değil midir zaten?” Bu nedenle Levi’ye göre “her kitap, bir tarih kitabı sayılabilir.” Öyleyse Periyodik Tablo’da “meslek yaşamının sonuna yaklaşan ve sanatı artık yerinde saymaya başlayan herkesin anlatmak istediği türden, bir mesleğe ve yenilgilerine, zaferleriyle sefaletine dair bir mikrotarih kitabı sayılır (ya da olması düşünülmüştür)”.

Gerçekten de tarih anılar ve elementler kadar önemli bir yer tutuyor. Gündelik hayatın içinden akan, o hayatı kesen, dağıtan, kanatan uğursuz bir tarih var; Faşizmin Avrupa ve İtalya’daki yükselişinin tarihi… Levi içinde yaşarken o tarihi ve yol açtığı olayları başlangıçta yeterince kavramadığının, hatta görmezden geldiğinin farkında. İşte o nedenle faşizmi başlangıçta sadece soytarılık ve dikkatsiz bir yönetim biçimi olarak görmüş ve geçmiştir. Ancak çok geçmeden işin ciddiyetinin farkına varacak ve İtalya özelinden geçerliliğini bugün de koruyan evrensel bir faşizm tarifi yapacaktır; “Bu rejim İtalya’yı haksız ve hasta bir savaşa sürüklemekle kalmamış, aynı zamanda bunu yüceltmiş ve emeğin sömürüsüne, düşünen ve esir olmak istemeyenlerin sessizliğine dayalı, sistematik, hesaplı yalanların üzerine kurulmuş tiksindirici bir hukuk ve düzenin bekçisi olmuştu.”

Öncesi ve sonrasıyla savaştan, toplama kamplarından, yani acıdan, ölümden söz eden hikâyelerin hüzünlü olması kaçınılmazdır. Perodik Tablo’da bu hüznü duymamak mümkün değil. Ama hemen yanı başında neşeyi, acının bilgisinden yoğrulmuş hayatta kalma sevincini, olup bitenlere soğukkanlı bir bakışı bulmak da mümkün. Mizahi ve şiirsel anlatımıyla sanki edebiyat yoluyla bir terapi uyguluyor Primo Levi.

Hikâyelerin ne kadarı doğru, ne kadarı kurmaca bilemiyoruz. Zaten edebiyatın doğruluğu gerçeğe uygunluğu ile ölçülmez. Mesela hakikati aramaktır. Son sözü Primo Levi’ye bırakalım; “Sayısız öykü anlatabilirim, hepsi de doğru olacaktır: Geçişlerin doğası, düzeni ve Zamanı açısından temelinde doğru sayısız öykü. Atomların sayısı o kadar fazladır ki, kapris olsun diye uydurulan herhangi bir öyküye uyacak bir atom daima olacaktır. Çiçeklerde renk ya da koku olan karbon atomlarının, miniminnacık yosunlardan kabuklulara, bunlardan giderek daha iri balıklara geçen ve sonunda denizsuyuna karbonmonoksit olarak karışan atomların sayısız öyküsünü anlatabilirim. Tümü de, bir avcının bir başkası tarafından avlandığı, diğerlerinin arşivdeki belgelerin sararmış sayfalarında ya da ünlü bir ressamın tuvalinde süslü bir yarısonsuzluğa ulaştığı ya da bizi meraklandırmak için bir polen taneciği olarak kayaçlarda fosil izleri bırakan, hatta her birimizin doğma nedeni olan insan tohumu formunda düşerek zarif bir ayrılma, çoğalma ve birleşme sürecinden geçen gizemli habercilerin, ebedi ürkütücü bir atlıkarıncaya benzeyen yaşam ve ölüm döngüsünün bir parçası olurlar.”

A. ÖMER TÜRKEŞ

PERİYODİK TABLO, Hayatta Kalma Öyküleri, Primo Levi, Çeviren: Feza Özemre Kırmızı Kedi Yayınevi 2014, 224 sayfa