Saturday, August 3, 2013

Deli Kadın Hikâyeleri



Size kadınlıkla lanetlenmiş bir varoluş hezeyanı anlatacağım.
Sizi saçlarının ve ayaklarının ucu arasında olup biten şeylerden ibaret,
Doğurmaya mahkum,
Çocuklarını kaybetmekle mühürlü,
Yalnız, yapayalnız bir kalabalıkta dolaştıracağım.
İçlerine açılan kapıların arkasına saklanmış kadınların
Delirerek bedenlerinden dışarı açtıkları pencerelerden bakacağım.
O pencerelerden tekrar ve tekrar ve tekrar kendimi aşağı atacağım.
diyerek başlıyor ve “delirerek ölenlere” ithaf ediyor kitabını Mine Söğüt. Delirmeyi, delirerek ölmeyi idrak edebilmek, anlayabilmek çok yakın tanıklıklar olmadan ya da insan kendini deliliğin sınırında hissetmeden pek mümkün değilmiş gibi geliyor. Hele de söz konusu “kadın” olunca… Ancak yazar, bir çok öyküsünde insanın geldiği kaotik noktayı, onu buraya getiren duygu durumlarıyla beraber hissetmemize, algılamamıza olanak tanıyor. Kadınlığa dair, cinsiyete dair uçurumların kenarlarında gezdiriyor okuyucusunu.
Kitap 21 öyküden oluşuyor ve 21 inde de ağır bir yalnızlık kol geziyor. Ana karakterler hep kadın da olsa, bazı öykülerde yer alan erkek ve çocuklar da çok yalnız. Tacizi, tecavüzü, ensesti, ağır kayıpları, tanıklıkları, kadının saçı ve ayak ucu arasında gerçekleşen acı veren, deliliğe götüren ve intiharın eşiğine getiren durumları öykülerde çoğunlukla sona saklayarak, kendine has bir dille anlatıyor yazar.
Travmatik olan bu durumları, yazarın da sürpriz olsun diye öykü sonlarında açıklığa kavuşturduğunu sanmıyorum. Kitabı edindiğinizde, önce ismi dikkate alıp, daha okumaya başlamadan Bahadır Baruter imzalı resimlere şöyle bir göz gezdirirseniz, az sonra okuyacaklarınız hakkında hafif bir karın ağrısı hissetmeye başlayabilirsiniz. Belli ki hassasiyetlerinize bir yerden de olsa temas edecek. Özellikle resimler gerçekten etkileyici, birçok duygunuza sesleniyor.
Öykülerin tamamına yakınında çokça yer alan kelime ya da kelime öbeği yinelemeleri, bazen insana çarpıyor ve yerinde kullanılmışlığı hissettirip, işaret edilen anlamı kuvvetlendiriyor ama bazen de gereksiz ve hoyratça öykülere savrulmuş gibi geliyor. Bu elbette ki bir tercih ama ben bu tercihten çok hoşlanmadığımı itiraf etmeliyim. Okunan şeyin duygusu okuyucuya yeterince geçiyorsa, anlamın daha daha kuvvetlenmesi kaygısına çok da gerek olmadığını düşünüyorum.
Şayet bu yineleme, bu tekrar hali “deliliğe” bir atıfsa; çoğu öykünün içeriği ve ifade biçimi yinelemelere gerek kalmadan derdini anlatıyor zaten.
21 öykünün 21 inin de çok iyi olduğunu söyleyemeyeceğim ama yalnızca bir ya da birkaç öykünün bile içinizde bir yerlere çarpması, aklınızı meşgul etmesi, heyecanlandırması ihtimali için karıştırılması, bakılması ve okunmasını tavsiye edeceğim bir kitap “Deli Kadın Hikayeleri”.

 Yazan :