Tuesday, June 25, 2013

Benden önce bir başkası

Benden Önce Bir Başkası Nurdan Gürbilek’in 2011 yılında yayınlanan kitabı. Kitabın ilk sayfalarında, başlığın altına, kitabın türünü tanımlamak için ‘denemeler’ ibaresi düşülmüş. Böylesine geniş araştırılmış, psikanalizden Marksizm’e, dilden felsefeye kadar, çeşitli alanlarda derin analizlerle kotarılmış, sözcük dağarcığıyla ve üslubundaki samimiyetle insanı içine çeken, kurgusuyla merak duygusunu öğrenmenin zevkine dönüştüren bu yazılara ‘deneme’ demek alçakgönüllülük müdür, içtenlik midir? Nurdan Gürbilek söz konusu olduğunda, alçakgönüllü olmaktaki ‘mış gibi’liği atlayıp, bu soruyu doğrudan “içtenlik” diye yanıtlamak gerekir sanırım. Akademik ya da edebi bir iddiasızlıktan değil, “hiçbir yapıtın boşluğa doğmadığı; akan nehre sonradan eklendiği” düşüncesinden kaynaklanan bir tutumdur bu.
Bu düşünceden yola çıkan Gürbilek, kitabının, “bir yazarı başka bir yazarın ışığında okuyan denemeler”den oluştuğunu ifade ediyor. Ama bu yöntemde söz konusu olan, bir ‘karşılaştırma’dan ziyade, kitabın “kendinden önce ortaya atılmış bir problemle nasıl ilişki kurduğunun, o problemin yerine nasıl kendi problemini geçirdiğinin” irdelenmesidir. Kafka’nın Dostoyevski’yle ‘böcek’ üzerine konuştuğunu, Oğuz Atay’ın Kafka’yla kavga ettiğini, Edward Said’in Cemil Meriç’le oryantalizmi tartıştığını, Tanpınar ve Benjamin’in bir kentin sokaklarında söyleştiğini ‘hissediyor’ Gürbilek, ve elimizden tutup bizi de o hissin izleri üzerinde gezdiriyor. Bir yerel-evrensel, Doğu-Batı, biz-öteki karşılaştırması değildir bu söyleşilerde ortaya çıkan, bir tür metinlerarasılıktır. Günümüzde bu terim bir yazarın kendinden öncekilere şapka çıkarıp sonra da yoluna kaldığı yerden devam etmesini anlatıyor olsa da, Gürbilek için daha psikanalitik bir sürece işaret eder: Yazar, kendinden öncekilerle tıpkı ebeveynleri ile kavga eder gibi kavga eder ve sonunda, sadece öncekilerle konuşarak değil, onlarla mücadele ederek dokunmuş bir yapıt çıkarır ortaya. Bu haliyle, Benden Önce Bir Başkası bir tür karşılaştırmadır, evet, ama daha çok, yazarın bu dünyaya verdiği yanıtların neden benzersiz olduğunu araştıran bir karşılaştırmadır; yazarın problemi nasıl tarif ettiği, yanıtlarken nereye baktığı, kimden yola çıktığıdır araştırdığımız. Asıl önemlisi, “başkasının sorusunun yerine kendi sorusunu geçirebilmiş midir” yazar? Gürbilek, bir yapıtın gücünü “güçsüzlükle uğraşırken bile problemini burnumuza dayayabilmesi, bizi kapıyı açmaya zorlayacak güçte olması” ile tarif eder.
Gürbilek, bir yazarı başka bir yazarın ışığında okumaktan söz ederken, yan yana okuduğu yazarların gerçekten de ‘tek bir dünya’da yaşadıklarını, ve aynı şehirde yaşamış/yaşıyor olsalar, tıpkı yazdıklarında yaptıkları gibi, birbirleriyle koyu bir sohbete dalabilecek olduklarını düşünür.
Kitapta yer alan ilk deneme olan ‘Kafka’nın Böceği’nden söz etmek, yukarda yazdıklarımızı da somutlamamıza yardımcı olabilir. Bu denemede, Kafka’nın Dönüşüm’ündeki ‘böceğin’ aslında yıllar önce Dostoyevski’nin kahramanlarının kâbuslarında ortaya çıktığını anlatıyor Gürbilek. Kendini daha zengin, daha soylu olanlarla, ‘yukarıdakiler’le kıyaslayıp değersiz, önemsiz hissetmenin, aşağılanmanın mecazi ifadesidir ‘böcek olmak’. Kendini böcek gibi hissetmek, aslında bir umut-incinmişlik-hınç üçgenidir.
Kafka’nın Dönüşüm’ündeki böcek ise “daha vurucu, daha tuhaf ve daha hunhar”dır. Dostoyevski’de böcek ‘gibi’ olan kahramanlar, Kafka’da gerçekten böceğe dönüşür. Gregor Samsa bir böcek olarak sürdürür yaşamını, ve kuru bir böcek olarak çöpü boylar. Gürbilek’e göre Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’da kendini böcek gibi hisseden ve inanç sayesinde insan toplumuna geri dönebileceğini düşünen kahramanı Raskolnikov’un tersine, Kafka’nın kahramanları için bir umut yoktur, “[ç]ünkü Kafka’nın dünyasında yasanın bir dışı olmadığı gibi, bu yasa ayakta kaldığı sürece bir yeniden doğuş vaadi, acı çekerek, sevgi ya da inanç sayesinde insan toplumuna yeniden eklenebilme ihtimali de yoktur”; Kafka’nın Dostoyevski’yi aştığı yer işte bu “yasanın dışının olmadığı” yerdir. Ama bu aşma hali yalnızca bir zafer değil, bir yenilgidir aynı zamanda: “Bugün bizi büyüleyen edebi yazgıya ulaşabilmek için, adına ‘güç’ dediğimiz şeyi bu kadar iyi tarif edebilmek için, kendi hayatında yenilmesi gerekmiştir Kafka’nın. Kendi yenilgisinde insanlığınkini görebilmek için yenilgiyi baştan seçtiği bile söylenebilir.”(s. 52)
Nurdan Gürbilek, Benden Önce Bir Başkası[’ndaki denemelerinde, tanrı, yasa, inanç, toplum, baba, mağduriyet, güç, dil, çocukluk, yetişkinlik, yeraltı, sınıf, tarih, kent, ve daha pek çok kavramı tartışıyor. Daha önce Mağdurun Dili’ni okumuş olanlar, Benden Önce Bir Başkası’nda, yazarın orada ortaya koyduğu pek çok önermeyi içselleştirme şansı bulacaklar. Gürbilek’i ilk kez okuyanlar ise, onun diğer kitaplarını okumak isteyecekler. Çünkü Gürbilek’in müthiş empati yeteneği, derin  entelektüel bilgi ve psikanalizden felsefeye uzanan, geniş bakış açısıyla birleşince, kitaplarını okumuyor, adeta yaşıyorsunuz – geçmişte bugünde, Kafka’nın, Oğuz Atay’ın, Dostoyevski’nin, Peyami Safa’nın, Benjamin’in, Tanpınar’ın yanında, sofrasında, oturma odasında, sokakta, yeraltında... Bu yazının yazarı da, kitabı biraz böyle bir ruh haliyle okudu, Gürbilek’le yaşayarak; onu aşma niyetiyle değil ama anlama niyetiyle başlayıp, zaman zaman şaşırıp, bundan keyif alıp, hüzünlenip, içini acıtıp, ama sonra umutlanıp, tüm bu süreçlerden zevk alırken kitabın hiç bitmemesini isteyip, onu, dünyasını ve yazdıklarını severek...
Beyhan Sunal