Sunday, February 10, 2013

Ötekileştirilen Ben’den hortlayan ÖTEKİ



Nobakov’un edebiyattaki fikirsizliğine sağlam bir yanıt: Ötekileştirilen Ben’den hortlayan ÖTEKİ – Berivan Kaya

09 Şubat 2013   
Rus asıllı ABD’li yazar ve eleştirmen Vladimir Nabokov, “Öteki Ben, Dostoyevski’nin yazdığı en güzel şeydir.” der. Nobakov’un edebiyat anlayışıyla genel olarak örtüşmesem de, Dostoyevski’nin çoğu eserini okumuş biri olarak bu görüşünü paylaşmaktayım. Nobakov, Gogol üzerine yazdığı incelemesinde, yazara ait eserlerin hiçbir toplumsal ileti veya mesaj kaygısı taşımadığına, örneğin Ölü Canlar’ın, Çarlık Rusya’sının kokuşmuş bürokrasisine, yozlaşmış devlet yönetimine karşı herhangi bir eleştiri içermediğine; yazarın o an içinden geçtiği gibi, öylesine yazdığına değinir. Nobakov, genelde sanata ve edebiyata bakışını yansıtan bu “ideoloji karşıtı” görüşünü Gogol üzerine yazdığı incelemesinde şöyle dile geliyor:
“Elbette sanatın bu en üst noktasında, edebiyatın derdi, mazlumlara acımak yahut zalimleri lanetlemek değildir. Edebiyat şimdi insan ruhunun gizli derinliklerine hitap etmektedir ki, buralarda diğer dünyaların gölgeleri, isimsiz ve sessiz gemilerin gölgeleri misali gelip gider.”
Edebiyatı, toplumsal anlamdan soyarak salt iç dünyanın gizemi haline getirmek, diğer dünyaların birey dünyasıyla olan bağlantısını koparmak; postmodern anlayışın toplumu, bütüncül insancıl görüşlerden, sosyalist tasarımlardan kapitalist tahakkümün tekilliğine gömen saldırısını açıkça gözler önüne seriyor. Sanatın derdi elbette ki mazlumlara acımak değil ama mazlumlardan yana olabilmektir. Çünkü mazlumlar, mağdurlar dünya insanlığının yüzde doksan beşi. Nobakov’un yaşadığı döneme göre bugün sadece sınıfsal bileşim yoksul köylülükten ve küçük esnaftan proleter nüfusa doğru kaydı ama yüzde doksan beşin sömürüsü, eşitsizliği, hak ihlalleri değişmedi, derinleşerek devam etti. Öyleyse sanatın böyle bir derdi olmadığını söylemek sanatın toplumun genelini oluşturan ezilen sınıf ve topluluklar için var olmadığını söylemektir. Geriye ne kalıyor; yüzde beşlik ezen sınıflar… Demek ki Nobakov ve benzeri anlayışta olan ‘elit sanat düşünürleri’ sizler sanatı ezen sınıflar için var etmektesiniz, o yüzden toplumsal düşünceden soyutlayarak ruha ait bir iç gizem derinliği saçmalığına dönüştürmektesiniz.
 Dostoyevski, Gogol’un 1842’de yayımlar yayımlamaz Rus soylu aristokrasisinin, düzen koruyucularının saldırılarına ve baskılarına maruz kaldığı Palto öyküsüne dönük “hepimiz Gogol’un paltosundan çıktık” derken elbette ki gerçekçi edebiyatın düzenle olan eleştirel, çatışmacı özelliğini gözler önüne seriyordu. Nitekim Dostoyevski Palto’nun yayınlanmasından dört yıl sonra Öteki’yi yazacak ve roman içerik ve üslup olarak Palto ile belirgin benzerlikler taşıyacaktı. Öteki, gerçeği bulup ortaya çıkarması, eleştirel, çatışmacı bakış açısı, insanı içine çeken iğneleyici ve mizahi dili, ironi gücü, coşkun ve samimi anlatımı, deyim ve eğretilemedeki zengin kullanımı ile Gogol’un genelde öykü ve romanlarındakine benzer bir farkındalık bilinci ve haz duygusu yaşamamıza izin vermekte.
Nobakov’un gerçekçi edebiyatta, düzene yönelik eleştiri ya da fikri anlamamasının nedeni aslında Nobakov ve sanattaki benzeri “ideoloji düşmanlarının’, gerçekçi duruşun, gerçekliği saptırmadan, abartmadan, tarafsız verebilme özelliğini görmek istemeyişinde yatar. Nobakov’un mesaj veya fikir diye sinirlendiği ve asla olmadığını dile getirdiği ileti aslında gerçekçiliğin bu müdahale edilemez, nesnel kendindenliğidir. Bir gerçekliğin nesnel bir şekilde açıklanması onun oluş biçiminin tarifinden çok öte bir şeydir. Nerede bir gerçekten bahsediyorsanız sadece olgusal ve genelde egemen ideoloji tarafından üstü örtülmüş (çarpıtılmış) bir gerçekten bahsediyorsunuzdur; nerede bir gerçekten sınıfsal, toplumsal, siyasal ve tarihsel ilişkileri ile bütünsel bahsediyorsanız orada gerçeği açıklıyorsunuzdur. Oluşun ya da gerçeğin örtük verilişi, insanda esere dönük sadece duygusal bir özdeşleşme yaratır; üzüntü, hüzün, öfke, sevinç, acıma, gücenme, nefret duyguları gelir gider. Ama oluş, neden ve sonuçlarıyla, toplumsal ve tarihsel karakteristiğiyle ve çelişkisiyle birlikte verilirse aynı zamanda bir düşünce oluşturur. İşte birinci durum oluşun romantik, natüralist, görünen ve ya dışa vurumcu kurgusuyken ikincisi gerçekçi kurgusudur. Birincisi, canlanan duygu durumlarıyla beraber oluşa karşı bir kapılma, durağanlaşma oluştururken diğeri ortaya çıkardığı düşünceyle birlikte farkındalık ve değişimcilik oluşturur. Sanatın anlamı tam da bu değişimciliğin fakat insan ve toplumu ileriye, özgürlüğe (ki sınıflar ortadan kalkmadan özgürlük olmaz) taşıyan devrimci değişimciliğin coşkusal ve estetiksel hazzıdır. Gogol ve Dostoyevski’nin başarısı, son derece yalın bir anlatımla gerçekliğin kendinden sahip olduğu bu düşünceyi ve iletiyi diyalektik akışında göstermiş olmalarındadır. Palto ve Öteki, Nobakov’un algısıyla, iki zavallı devlet memurunun başına gelen kötü olayları edebi kaygıyla anlatan salt lisan fenomenleri yapısında estetik ve üslup başarısı metinler değildir. Maalesef, bizim gibi kurcalayıcılar bir yana herhangi bir okuyucunun bu eserlerdeki insana ve topluma dokunan anlamı görmesi ve heyecan duyması hiç de zor olmamaktadır. Bu notlar ışığında şimdi Öteki romanına dönebiliriz.
Hepimizin içinde bir öteki vardır: Uyumlu olan, toplum içinde kabul gören, verili değer ölçütleriyle kalıplanmış diğer “ben.” Bir bakıma Sigmund Freud’daki egoya, Carl Jung’daki personaya denk düşer. Bu bağlamda Dostoyevski’nin, toplumun alt sınıf insanının sağlıklı birey olma zorluğunu ele alan Öteki romanı, gerçek ben ile bürünmek zorunda kalınan maskeler-toplumsal ahlaki yasa ve değerler- arasında yaşanan gerilimin; ortaya çıkan yabancılaşma ile özbenlik üzerinde gelişen parçalanmışlığın öyküsüdür. Doğal ortamında zararsız olan, temel ihtiyaçlarını kolektif bir çabayla karşılama eylemini öğrenen, kendi halinde yaşayıp gitme eğilimi gösteren insan toplumsal/sınıfsal alanda bencil, çıkarcı, entrikacı, üçkâğıtçı, yalaka, rekabetçi, acımasız bir yabancıya dönüşmeye nasıl zorlanmaktadır? Doğasına ters bir yabancıyla yaşamak hele ki ona dönüşmek, bütünleşmek istemeyen insanın ruhsal yapısını nasıl bir parçalanmışlık beklemektedir?
19. yüzyıl Çarlık Rusyası’nda geçer hikâye. Yedinci dereceden memur Yakov Petroviç Goladkin, bir devlet dairesinde masa şefi yardımcısı olarak çalışmaktadır. Burun bükülmeyecek memuriyet işinin yanı sıra tembel, huysuz, üçkâğıtçı uşağı ile bir apartman katındaki minnacık dairesinde etliye sütlüye karışmadan kendi halinde yaşamaktadır kahramanımız. Görünürde huzurlu bir yaşam süren Goladkin, içinde giderek artmakta olan endişelerin varlığından haberdarıdır ve bunu romanın başında şöyle dile getirir:
“Çok şükür, her şey iyi gidiyor; dedi. Ya aksilik olsun diye suratımda bir sivilce filan çıksaydı, pek kötü olurdu doğrusu. Yok yok, her şey son derece yolunda” (Sf:5 öteki, Varlık yayınları 2004)
Dostoyevski’nın son derece ince bir kurgu ustalığıyla romanın başına oturttuğu, Goladkin’in önemsizmiş gibi görünen bu mizahi endişesi, aslında roman izleğinin bundan sonraki temel nüvesi olarak parçalanma eşiğine gelmiş bir kişilik yapısını deliliğe kadar götürecek olan sürecin habercisidir.
Goladkin sık sık kendini özü sözü aynı, dürüst, çalışkan, erdem sahibi biri olarak tanımlar. Yüksek topluma karışan, davetlerden balolardan eksik olmayan diğer memur ve müdürler gibi düzenbaz, entrikacı, ikiyüzlü asla değildir. Ne var ki erdem sahibi kalmaya çabalarken diğerleri arasında kabul görmemekten; sessiz, sinik bir kişiliğe dönüşmekten, yalnızlaşmaktan dolayı da acı çekmektedir.
Goladkin, iç dünyasında korkunç bir mücadele vererek sonunda, yüksek dereceli, varlıklı memurların düzenlediği bir davete gitmeye karar verir. Bu yağlı tabakanın arasında kabul görmek için eli sıkılığı bir kenara bırakarak yüksek fiyata bir kupa arabası kiralamış, uşağına ve kendine özel kıyafetler satın almış, yüksek sınıfın arasına katılmanın tüm gereklerini yerine getirmiştir. Fakat Goladkin için bu davete katılmak, başka bir kimliğe dönüşmeye zorlanmanın, kendine yabancılaşmayı kabullenmenin kırılma noktasıdır aynı zamanda. Kendisine rağmen başkası olamaya çalışmak, kişiliğindeki parçalanmayı hızlandırarak içine gömdüğü ötekinin hortlamasına neden olacaktır. Bu dönüşümün korkunçluğunu önceden sezen ve bu yüzden kaygıya kapılan Goladkin, davete gitmeden son bir çare olarak doktoruna başvurarak onu rahatsız eden ne varsa anlatmaya koyulur. Çalıştığı dairedeki adam kayırmalardan, entrikalardan yakınır; insanların taktığı maskelerden, yalakalık ve düzenbazlıklarından usanmıştır. Dürüst ve erdem sahibi biri olduğu için de bu sahte yüzlerin arasına karışmak istemediğini, yalnızlığı seçtiğini belirtir. Doktor ısrarla davetlere gitmesini, içki içmesini, kadınlarla ilgilenmesini salık verir; hatta ona deli muamelesi çekip ilaç yazmaya kalkar.
Burada Goladkin’in duygusal tepki ve özdeşleşim yaratan naturasının, zavallılığının yanı sıra asıl olarak bürokrasi ve devlet aygıtının yozlaşmışlığı eleştirel bir bakışla ele alınır. Öyle ki devletteki bu çürümenin gerçekte toplumun diğer üyelerine, insan kavramının en kutsal sayıldığı doktorluk mesleğine dahi nasıl nüfuz ettiğini fark ederiz. Doktor, Goladkin’in hastalığının asıl sebepleri üzerine düşünmez, hatta bunları dile getirdiği için rahatsızlık duyar, çünkü kendi de o yüksek toplumun bir üyesidir; oradan beslenir, para, kariyer, şöhret edinir.

Yedinci dereceden basit memur Goladkin, sonunda yenik düşmüş ve davete gitmiştir. Yine de istemediği bir şeyi yapmanın, istemediği kişi olmanın sıkıntısını yolda giderken kendisini o şık arabanın içinde şık elbiselerle ve şık uşakla görüp şaşıran, alaycı davranan ve az sonra uğradığı bir lokantada rastladığı iki daire arkadaşına şöyle açıklar:
“Evet baylar, şimdiye kadar tanımazdınız beni…
…Bazı insanlar vardır ki, eğri, çapraşık yollardan hoşlanmaz, ancak maskeli balolara gidince maske takarlar. Salonlarda kırıtıp reverans çakmayı kendine gaye edinmeyenler, giydikleri pantolonun kalıp gibi durmasını hayatta en büyük mutluluk saymayan, mutluluğu başka yerlerde arayanlar vardır. Farfaradan, yılışma ve yaltaklanmadan, ama en çok üstüne vazife olmayan şeylere burnunu sokmaktan hoşlanmayanlar da vardır…
….benim kendime göre kurallarım var. Başarısızlığa uğradığım zaman yılmam, başardığım şeye de dört elle sarılırım. Yalnız hiçbir zaman sinsilikle hareket etmem. Entrikacı değilim ve bununla övünmem. Anlayacağınız. Siyaset benim işim değil. (Sf: 23)
Ne var ki Goladkin, dizleri titreyerek heyecan ve ürküntüyle gittiği baloda uşaklarca içeri alınmaz, kovulur. Yüksek dereceden zengin memur Olsufi İvanoviç’in kızı Klara Olsufyevna’nın doğum günü için verilen bir davettir. Çalıştığı dairenin şefi Andrey Filipoviç ve yeğeni Vladimir Semyonoviç’de davetliler arasındadır. Daire şefi, yeğenini torpil yaparak terfi ettirtmiş üstelik Goladkin’in sevdiği Klara ile baş göz etmeye çalışmaktadır. Goladkin onlardan biri olan doktora tüm bu gerçekleri anlattığı için ev sahibesi Olsufi İvonoviç tarafından eve alınması yasaklanır.
Goladkin muhalif kişiliği ile yüksek toplum için bir ÖTEKİ’dir aslında. Dostoyevski, toplum birey sarmalında ‘öteki’ ilişkisini iki yönlü vererek düşünmemizi sağlar. Goladkin’in şu anki erdemli kişiliği; yozlaşmanın, çalmanın çırpmanın, yolsuzluğun kabul gördüğü toplum için kabul edilemezdir. O, genel toplum değerleri açısından bir ötekidir; dışlanır, horlanır, alaya alınır, küçük görülür.
Bu durum, sınıflı toplum gerçeğidir aynı zamanda. Sömürü ve yolsuzluk düzenine ayak uydurmayanlar, rahatsızlık duyanlar dışlanır ötekileştirilir, hatta muhalif olmaya kalkanlar sindirme ve baskıyla bir şekilde etkisizleştirilir. Adam kayırmak, torpil, yağcılık, rüşvet, entrika, dedikodu, ikiyüzlülük sistemin olağan işleyişidir ve merkezden aşağı doğru güçlendirilir; en dürüst, erdemli kişi bile zamanla değişime uğrar, batağa çekilir. Sistem erdemli olmaya çalışan insanı ötekileştirip dışlarken onun içinde çürümeye yüz tutan öteki beni yaratarak onunla özdeşleşir.

Kovulan, aşağılanan Goladkin’in, Öteki Ben’i yaratma süreci böylece başlamış olur. Bu durumu kabullenmeyen ve yara alan Goldkin, bir süre sokaklarda dolaştıktan sonra davet evine yeniden gider. Sahanlıkta ıvır zıvır eşyaların arasına gizlenir, eve dalmak için uygun zamanı kollamaya çalışır. İki saate yakın süre geçer. Başka dünyaların arasına kabul edilmemenin zorluğunu o karanlık soğuk köşede tüm çıplaklığı ile hisseder. İkinci girişimde eve girmeyi, Klara’nın yanına kadar yaklaşmayı başarır, hatta onu dansa kaldırmak için hamle de yapar. Fakat bu kez şatafatlı balo davetlileri, etrafını sararak gülüp kahkaha atarlar; azarlayıp, aşağılarlar; bir köşeye sessizce sinmek isterken bu kez yaka paça dışarı atılır. Bu an Glodkin’in kendini ölmüş, tam anlamıyla bitmiş hissettiği andır, yani hiçleştiği; Öteki’nin ise hortladığı an.
Goladkin davet evinden atıldıktan sonra, soğuk ve yağmurlu havada arkasına bakmadan sürekli koşmaktadır.
“Dışarıdan birisi Yakov Petroviç’in bu kös kös, acıklı tırısını görse onun o anda duyduğu acıyı, koşmasının da doğrudan doğruya kendinden kaçma olduğunu anlardı.” Sf: 39
Öteki, tükenişi hissettiği o soğuk gecede birdenbire Goladkin’in karşısına çıkıvermiştir. Fiziki benzerlik olarak Goladkin’in tıpatıp aynısıdır. Üzerindeki palto, şapka bile aynıdır. Büyük bir şaşkınlık ve korku yaşayan Goladkin heyecanla eve koştuğunda adamın kendi evine girdiğini, yatak odasında karyolasına oturduğunu görecektir. Aslında Öteki, Goladkin’in dönüşmekte olduğu yeni kişiden başkası değildir.
“Esrarlı adam da Yakov Petroviç gibi paltosunu, şapkasını çıkarmadan karyolanın kenarına oturmuş, gözlerini kısarak hafifçe gülümsüyor, Goladkin’e hafifçe başını sallıyordu. Goladkin bağırmak istedi-sesi çıkmadı. Bir şeyler yapmak, karşı gelmek gereğini anlıyor ama yapamıyordu. Saçlarının başında dikleştiğini hissetti ve olduğu yerde kendini kaybetti. Yol arkadaşını tanımıştı: Bu adam kendisi, yani Yakov Petroviç Goladkin’den başkası değildi!”sf:44
Ama Dostoyevski, Öteki’ni ayrı bir kişiye dönüştürerek hem gerçek hem de gerçek üstü bir kahraman olarak vermeyi seçecek, aslında bireyin toplumla-düzenle olan paradoksunu, deliliğe götüren dış ve iç çatışmasını gösterecektir.

Goladkin ertesi gün işe geldiğinde benzerinin hemen yanındaki masada oturduğunu görür. İşe alınmıştır. Ekselans’ın, yani genel müdürün torpillisidir. Öteki’nin adı bile kendi ismiyle aynıdır: Yakov Petroviç Goladkin. Her şeyiyle eşi olan bu tuhaf kişiye iş yerinde kimse şaşkınlık göstermez, akıl almaz bu benzerliği hiç mi hiç önemsemezler, sanki farkında değillerdir olanların. Aslında yeni Goladkin ya da Öteki onlardan biridir ve bu yüzden olağan karşılanmış, hatta kucaklanmıştır. Goladkin dürüst, erdemli kişiliği ile toplumdan itilirken, göz önünden uzaklaştırılırken, Öteki tüm düzenbazlığı, üçkâğıtçılığı ile toplumun çürümüş hücrelerine yağ gibi katışmaktadır.
Goladkin benzerinin, kendisini yok etme sürecini adım adım gözleyecektir. Öteki kendisinin tersine canlı, konuşkan, neşeli, esprili biridir; herkesle kolayca samimi olabilmektedir. Girdiği ortamda ilgi odağı olmayı, insanları neşelendirmeyi becerir. Bir o kadar da sinsi, kurnaz, kalleş, yalaka ve entrikacıdır. Daire şefi Andrey Filipoviç’e kendini sevdirir. Goladkin’in yaptığı işlere el koyarak Ekselans’ın gözüne girmeyi başarır; Goladkin bir kerecik olsun bile Ekselans’la görüşemezken o rahatça yanına girip çıkar, onun bazı özel işleri için görevlendirilir. Yıllardır hizmetinde olduğu masa şefi Anton Antonoviç, Goladkin’den uzaklaşıp Öteki ile yakınlaşır. Kademeli kademesiz tüm memurlar ona soğuk davranırken, ciddiye almazlarken Öteki Goladkin ile can ciğer kuzu sarması olmuşlardır. İyi arkadaşı saydığı Vahrameyev saf değiştirir, hatta hırsız uşağı bile onu terk eder. Sahtekâr benzer bununla da kalmaz her fırsatta Goladkin’i toplum içinde aşağılamaya, gülünç duruma düşürmeye çalışır, gittiği lokantalarda benzerlikten faydalanıp hesapları Goladkin’e ödetir. Goladkin bu durumdan kurtulmak için çareler arar. Önce uzlaşma yolunu dener; başarısız olunca mücadeleye girişir fakat sık sık karasızlığa ve cesaretsizliğe düşer. Müdürlere, Öteki’nin sahteliğini açıklamaya çalışır, ekselansla görüşmeye çabalar; fakat kimse ona inanmak istemez hatta önemsemez. Dahası, Öteki Ekselans’ın özel hizmetine terfi edilirken Goladkin’in en çok korktuğu şey başına gelir; işten atılır.
Glodkin’in benzerinin sahtekârlığını açıklama yönündeki tüm çabaları, Öteki’nin, ‘yozlaşmış toplum’ içindeki varlığını daha da güçlendirmeye yaramıştır. Bu adım adım deliliğe evrilen süreçte Goladkin sürekli yenilgiler yaşasa da, teslim olmak yerine hep mücadele etmeyi seçecektir. Ekselans’a yalvaracak noktaya geldiğinde bile erdemlerinden, değerlerinden vazgeçmez ve Ekselans’a akıl vermekten geri durmaz.
“-Söylemek istediğim şey, Ekselans… durum bu merkezde yani… diye başladı. Zamanımızda sahtekârlık geçer akçe değil. Aksini düşünenler aldanır…

… Yakov Petroviç bir adım daha ilerledi, kesin bir el işaretiyle korkudan dertop olmuş menhus benzerini gösterdi:
-İşte bu adam alçağın, ahlaksısın biridir Ekselans.” (Sf:128)

Goladkin, bürokrasinin en yukarısında yer alan general rütbesinde, genel müdür konumundaki Ekselans’a muhteşem malikânesinde en sonunda ulaşmayı başarmış ve yüzüne, benzerinin bir sahtekâr olduğunu haykırmıştır. Bu haykırış aynı zamanda, iç coşkusuyla, kendinden dürüstlüğüyle yaşamaya çalışan alt sınıf insanın, yozlaşmış devlet erkine attığı belirgin bir tokattır. Sistem sıradan insandan dürüstlüğü, erdemleri bir kenara atıp bir yabancıya dönüşmesini istemiş, Goladkin direnmiş; sistem bu kez Goladkin’i itmiş, önemsizleştirmiş, ötekileştirmiş, onun içinden yozlaşmış bir öteki çıkarmaya çalışmış, sonunda kişiliği parçalamıştır. Bu süreç aslında modern burjuva toplumlarda çok yakından tanık olduğumuz bugün misliyle yaşadığımız süreçlerdir. İngiliz yazar ve kuramcı Mark Fisher, Kapitalist Gerçeklik kitabında insanın bugünkü neoliberal kapitalist dünya içindeki sıkışmasını, yabancılaşmasını; depresyon, şizofreni gibi psikozların bu sıkışmanın ve siyasi sorumluluğun ürünü olduğunu dile getirir. Yozlaşmış toplumun Goladkin’i ötekileştirirken, onun içinden yarattığı diğer Öteki ile bütünleşme paradoksu, Goladkin’i deliliğe götüren süreçtir.

Nobakov’un edebiyatı anlamsızlaştırma, fikirden soyundurma, dil anlatım estetiğinin sınırlarına hapsetme çabalarının aksine, Dostoyevski’nin ortaya koyduğu gerçeği çözümleme becerisi; toplumsal, sınıfsal ilişkilere dayandırılan bir ruhsal çatışmayı derin bir şeklide yansıtmayı başarıyor. Dostoyevski bize öteki olmanın, yabancılaşmanın veya direnerek kendin kalmanın süreçlerini, salt bireyin iç dünyasının dışa vurumu anlamsızlığına bırakmayıp toplumsal, siyasal, sistemsel ilişliler içerisinde anlamlandırma boyutuna yükseltgemiştir.

Berivan Kaya
 (Bu yazı Berfin&Bahar Dergisi Ocak 2013 sayısında yayımlandı.)

Yararlanılan kaynaklar:
Öteki: Dostoyevski-Varlık; Analitik Psikoloji: Carl Gustav Jung-Payel; Kapitalist Gerçeklik: Mark Fisher-Habitus; Gerçekçilik Yeniden: Yılmaz Onay-Yordam; Nikolay Gogol: Vladimir Nobakov-İletişim; Edebiyat Eleştirisi: Terry Eaglaton-İletişim