Thursday, January 24, 2013

Stefan Zweig Satranç



Stefan Zweig Satranç ’ı intiharından yalnızca birkaç ay önce tamamlamış. Bu bana, bu muhteşem uzun öykünün nasıl bir ruh hali içerisinde yazıldığını hatırlatıyor sürekli. Savaş karşıtı yazar, 1881’de Viyana’da doğmuş, Nazi ’lerin baskısı sebebiyle ülkesini terk etmeye zorlanmış. Bunun yanında kişisel görüş olarak ikileme düştüğü zamanların olduğundan söz ediliyor. I. Dünya Savaşı patlak verdiği zaman Savaş Bakanlığı ’nda çalışmak için gönüllü olurken, aynı zamanda özel yaşamında ulusal coşkuyla hareket etmenin yarattığı kuşkulardan bahsetmiş yazar dostlarına mektuplarında (Yeri gelmişken söyleyeyim; bu dostların arasında Maksim Gorki, Sigmund Freud gibi isimler var, bkz. Dostlarla Mektuplaşmalar). Avrupa’nın içinde bulunduğu siyasi duruma dayanamayan Zweig, eşi ile birlikte 1942’de Brezilya’da intihar etmiştir.
Satranç, oldukça sancılı bir döneme tanıklık eden, bundan yaşamından vazgeçecek kadar etkilenen bir yazarın eseri. O yüzden illa ki okurken karakterleri yazarın hayatıyla, yaşadığı dönemle bağdaştırıyorsunuz. Öyküde Zweig’in satrancı merkeze alarak aslında farklı şeyler anlatma derdinde olduğu anlaşılıyor.
  
Kitapta; hayatta iyi yaptığı tek iş satranç oynamak olan cahil ve duygusuz olarak nitelendirilen Czentovic ile yaşadığı ağır travma yüzünden sürekli kendiyle çatışan olgun bir kişiliğe sahip Dr. B gibi iki karşıt karakterden bahsediliyor. Satranç şampiyonu, herkese tepeden bakmayı seven Czentovic küçük bir “Hitler” modeli olarak aktarılırken bize, özgürlüğü elinden alınmış, Gestapo’nun günlerce psikolojik işkence ile sorguladığı, insani özelliklerine vurgu yapılan (ki Czentovic ’in de bu yanının hiç olmadığına sürekli vurgu yapılıyor) Dr.B ’de ise yazarın kendini bulmuş olduğu aşikardır. Özellikle siyah ve beyaz taşların oyunu ile kendisi de takım değiştiren, Czentovic ’e karşı oynarken bile aslında kendisine karşı oynayan Dr. B, Stefan Zweig ’in kendisini yansıtmakta.

Karakterlerin oldukça iyi psikolojik analizleri, yazarın muhakkak gözlemlerinden faydalanarak yarattığı gerçekçi dünyayı anlatımı ve bunu bir de satranç gibi pek çok sanatın ilgi alanına giren bir zeka oyunu ile yapması okumak için yeterli sebepler bence. Can Yayınları ’ndan çıkan bu uzun öykü 71 sayfa, zaten sürükleyici olan kurgusuyla bir solukta okunabilecek -ki böylesi etkileyici bir konudan kopmamak adına öyle yapılmalı- bir kitap. Benim okuduğum ilk Zweig eseriydi, fakat son olmayacağa benzer. Başlamak için iyi bir seçim, kesinlikle tavsiye edilir.


"Suskunluğun siyah okyanusundaki cam fanuslu bir dalgıç gibi yaşıyordu insan, kendisini dış dünyaya bağlayan halatın kopmuş olduğunu ve o sessiz derinlikten hiç bir zaman yukarı çekilmeyeceğini ayrımsayan bir dalgıç gibi hatta.. Duracak, görecek, hiçbir şey yoktu, her yerde ve sürekli ve sürekli hiçlikle çevriliydi insan, boyuttan ve zamandan tümüyle yoksun boşlukla...`"
Stefan Zweig,  Satranç


***

Stefan Zweig Hayatı ve Eserleri
Stefan Zweig, (d. 28 Kasım 1881, Viyana, Avusturya – ö. 23 Şubat 1942, Petrópolis, Brezilya) Avusturyalı romancı, oyun yazarı, gazeteci ve biyografi yazarı.
Yaşamı
Babası varlıklı bir sanayici olan Stefan Zweig, küçük yaşlardan itibaren kültür ve edebiyat alanında eğitim görmeye başladı; İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Latince ve Yunanca öğrendi. Viyana ve Berlin üniversitelerinde felsefe öğrenimi gördü. İlk şiirlerini lisedeyken, Hugo von Hofmannsthal’ın ve Rainer Maria Rilke’nin eserlerinin etkisiyle yazdı. 1901′den sonra Fransızca yazan Paul Verlaine ve Baudelaire’in şiirlerini Almancaya çevirdi. 1907-1909 yılları arasında Seylan, Gwaliar, Kalküta, Benores, Rangun ve Kuzey Hindistan’ı gezdi, bunu, 1911′deki New York, Kanada, Panama, Küba ve Porto Riko’yu kapsayan Amerika yolculuğu izledi. 1914 yılında Belçika’ya Émile Verhaeren’in yanına gitti.
I. Dünya Savaşı’nda (1914-1917) gönüllü olarak Viyana’da savaş karargâhında “Savaş Arşivi”nde memur olarak çalıştı. Savaştan sonra Avusturya’ya dönerek Salzburg’a yerleşti. 1920 yılında, Frederike Von Winternit ile evlendi. Stefan Zweig Salzburg’da yaklaşık 20 yıl yaşadı. Kapuzinerberg’in yamacındaki villasında geçirdiği yıllar, Zweig’ın en verimli yıllarıdır. Kapuziner yokuşu, 5 numaradaki villayı, Friderike ile evli olduğu yıllarda satın aldı. Salzburg’da geçirdiği yıllardır Zweig’ı edebiyatta doruğa tırmandırdı, en güzel eserlerini, kente ve Salzach’a yukardan bakan iki katlı, ağaçlar arasına gizlenmiş villada yazdı. Kısa sürede ünlü insanlarla dostluk kurdu, onları sık sık Salzburg’da konuk etti. Romain Rolland, Thomas Mann, H.G. Wells, Hugo von Hoffmannstahl, James Joyce, Franz Werfel, Paul Valery, Arthur Schnitzler, Ravel, Toscanini ve Richard Strauss, Zweig’in konuğu oldu.
Salzburg’da geçen yıllarında Zweig, Avrupa’nın düşünsel birliği için ağırlığını koydu; makaleleriyle ve konferanslarıyla aşırılıklara karşı uyarılarda bulundu; diplomatik çevrelere, akıl ve sabır çağrısı yaptı. 1927′de Almanya’nın Münih şehrinde “Duygu Karmaşası”, “Yıldızın Parladığı Anlar” ve “Tarihsel Baş Minyatür” adlı kitapları yayımlandı, yine 1927′nin 20 Şubat tarihinde “Rilke’ye Veda” başlıklı konuşmasını yaptı. 1928′de Leo Tolstoy’un 100. Doğum Yıldönümü Kutlamaları’na katılmak üzere, Sovyetler Birliği’ne gitti.
1933′de, Nazilerin yakmaya başladıkları kitaplar arasında Yahudi kökenli Zweig’ın eserleri de yer alıyordu. 1934′te Gestapo’nun villasını basıp, silah araması üzerine Zweig ülkesini terk etmek zorunda kaldı ve İngiltere’ye, Londra’ya yerleşti. Ancak, kendini burada da rahat hissetmedi.
Zweig, 1937′de ilk karısı Frederike’den ayrıldı ve bir yıl sonra Portekiz’e yanında Lotte Altman adında bir kadınla gitti. O sıralarda Avusturya, Alman Reich’ına katılmıştı ve Zweig da İngiliz vatandaşlığına geçmek için müracaat etti. 1939′da “Kalbin Sabırsızlığı” adlı romanı yayımlandı ve Zweig da, Portekiz seyahatine birlikte çıktığı Lotte Altman ile evlendi. 1940′ta İngiliz tabiiyetine girdi, II. Dünya Savaşı sırasında New York’a, Arjantin’e, Paraguay’a ve Brezilya’ya gitti. Zweig konferanslar için gittiği Brezilya’ya yerleşmeye karar verdi. Orada ünlü “Bir Satranç Öyküsü”nü kaleme aldı. Stefan Zweig, 1941′de Montaigne üzerine çalışmaya başladı ve “Dünün Dünyası – Avrupa Anıları” adlı otobiyografisini kaleme aldı. “Dünün Dünyası” kitabı, 1900’lerin başında gençliğini yaşamış bir yazarın yaşadığı dünyanın asla eskisi gibi olmayacağını farkettiğinde eski günlere düzdüğü bir övgüdür.
Avrupa’nın içine düştüğü durumdan duyduğu üzüntü ve yaşamındaki düş kırıklıkları nedeniyle 22 Şubat 1942′de Rio de Janeiro’da, karısı Lotte ile birlikte intihar etti. Buna Hitler’in dünya düzenini kalıcı sanmasının verdiği karamsarlığın yanı sıra, kendi dünyasının asla bir daha varolmayacağı düşüncesi neden oldu.