Wilhelm Reich / Cinsel Devrim
İçgüdüyle ahlâk arasındaki çatışmada ve ben'le dış dünya arasındaki kavgada, ruhsal organizma dış dünyaya karşı olduğu kadar içgüdüye karşı da zırhlanmak, kendini «soğuk»Iaştırmak zorundadır. Ruhsal organizmanın «zırh kuşanması»ysa yaşama elverişliliğiyle yaşama etkinliğinin az ya da çok sınırlanması sonucunu doğurur. İnsanların çoğunun bu zırhın sıkıntısını çektiği söylenebilir; bir duvar vardır yaşamla aralarında. Toplu yaşayış içersinde bunca insanın yalnızlığının başlıca nedeni bu zırhtır.
Kişilik çözümlemesi yoluyla iyileştirme, bireylerin zırha takılıp kalan bitkisel enerjilerini özgürlüğe kavuşturur. Bu zırhlanmanın en dolaysız sonucu, topluma aykırı ve sapık içtepilerin yoğunlaşması, toplumsal bunalım ve ahlâki baskıdır. Aynı anda çocukluktan kalma baba ocağına bağlanıp kalmalar, küçük yaştaki örselenmeler ve cinsel yaşamı engelleyen yasaklar ortadan kaldırılabilirse, gittikçe artan oranda enerji cinsel dizgeye döner. Böylece, doğal cinsel gereksinimler yeniden canlanır ya da ilk kez uyanır. Ayrıca, hastanın tam bir bedensel doyuma erebilmesi için cinsel bilinçaltına itişlerle cinsel bunalım yok edilirse, hasta kendine uygun bir cinsel eşe rastlayacak kadar talihliyse, genel tutumunda insanı şaşırtacak kadar geniş bir değişiklik olur. Şimdi bu değişikliğin en önemli görünüşlerini inceleyelim.
Sağaltımdan (tedaviden) önce düşünce ve eylemin bütünü bilinçdışı, akıldışı dürtülere bağlıyken, hasta gittikçe akılcı eylemde bulunabilme yeteneğine kavuşur. Bu süreç içersinde, gizemcilik, dincilik, çocukça bağlanma, boş şeylere inanma eğilimleri yavaş yavaş yok olur, üstelik de hastaya herhangi bir «eğitim» verilmeden. Eskiden kalın bir zırh içersindeyken, kendisiyle ve çevresiyle ilinti kuramazken, yalnızca doğal olmayan sözümona ilintiler kurabilirken, gerek güdüleriyle, gerek çevresiyle doğal ve dolaysız ilintiler kurabilme elverişliliği gittikçe artar. Bunun sonucu, şundan bundan ödünç alınmış, düzmece davranışların yerine, gözle görülür biçimde, doğal, kendiliğinden davranışların geçmesidir.
Hastaların çoğunun ikili bir yapıya sahip olduğu söylenebilir; dışardan bakıldıklarında, düzmece ve garip gözükürler; oysa, bu hastalıklı dış görünüşün ardında, sağlıklı bir şey vardır. Bugünkü durumda bireyleri birbirlerinden ayıran, bireysel sinir üstyapılarıdır. İyileştirme süreci boyunca, bireysel ayrılık hissedilir derecede azalır, yerini davranışın yalınlaşmasına, bırakır; bu yalınlaşmanın sonucunda, iyileşme yolundaki hastalar bireysel özelliklerini yitirmeksizin, kalın çizgilerde birbirlerine daha benzer olurlar.
Böylece, her hasta birey, çalışmaya uyamayışını kendine özgü bir biçimde gizler; çalışmasını engelleyen bozukluk yok olur da yetilerine güvenini yeniden kazanırsa, aşağılık duygusunu ödünlemesine yardım eden kişilik çizgileri de silinir gider; ödünlemeler son derece bireysel şeyler oldukları halde, herhangi bir işi gerçekleştirmekteki kolaylığa dayanan kendine güven duygusu herkeste temelinden benzerdir.
…
Bedensel boşalma güçleri bozulmuş kişilerin, yani insanların çoğunun tutumuysa bambaşkadır: cinsel edimden çok daha az zevk aldıklarından, kısa ya da uzun süre cinsel eşsiz yaşayabilirler; ayrıca, sevişme onlar için büyük bir anlam taşımadığından, pek titiz de değildirler. Cinsel ilişkilerinin kayıtsızlığı işte bu bozukluğun sonucudur. Cinsel yanları bozuk bu bireyler ömür boyu tekeşli yaşamaya daha yatkındırlar. Oysa bağlılıkları cinsel doyuma değil, ahlâki baskıyla cinsel arzularını bilinçaltına itme dizgesine dayanır.
İyileşmekte olan hasta kendine uygun bir cinsel eş buldu mu, sinir hastalığı belirtileri yok olduğu gibi, çoğu kez şaşkınlıkla, yaşamını düzene koyabildiğini, çatışkılarını o güne dek tanımadığı bir kolaylıkla, hastalıklı olmayan yollardan çözebildiğini görür. Bütün bunları yaparken, en doğal biçimde zevk ilkesini izler. Ruhsal yapısında, düşünce ve duygularında dile gelen tutum yalınlaşması, yaşayışındaki bir sürü çatışmayı ortadan kaldırır; aynı zamanda, bugünkü ahlâkî düzene karşı eleştirici bir tutum takınır.
Şurası açık ki, ahlâkî düzenleme ilkesi cinsel düzensizlik yoluyla kendi yaşamını düzene koyma ilkesiyle çelişir.
Cinsel yönden hasta toplumumuz cinsel sağlığın düzeltilmesi girişimine katkıda bulunmaya yanaşmadığından, bedensel boşalma gücünün yeniden kazandırılması çalışmaları bin türlü aşılmaz engelle karşılaşır: ilk engel, hastanın, iyileşmeye yüz tuttuğu zaman rastlayabileceği cinsel yönden sağlıklı kişilerin sayısının sınırlı oluşudur; ardından da, zorlayıcı cinsel ahlâkın getirdiği türlü sınırlandırmalar gelir. Cinsel yönden sağlığa kavuşan kişi, sağlıklı ve doğal cinsel yaşamının gelişmesini önleyen bütün şu toplumsal kurum ve durumlar karşısında, bilinçsiz ikiyüzlülüğü bir yana bırakıp bilinçle ikiyüzlü olmak zorunda kalacaktır. Kimileriyse, yakın çevrelerini, şimdiki toplumsal düzenin sınırlayıcı etkisini önemsiz kılacak biçimde değiştirebilme yeteneklerini geliştirirler.
…
Ruhçözümlemesinin yanlış değerlendirdiği, kafa eğitimi konusunda ruhçözümcülerin kuramıyla çelişen olguları özetleyelim:
· Bilinçaltının kendisi de, hem nicelik, hem nitelik açısından, toplum tarafından belirlenir.
· Çocuksu ve topluma aykırı içtepilerin bırakılması, her şeyden önce, doğaya uygun bedensel cinsel gereksinimlerin doyurulmasına bağlıdır.
· Ruhsal aygıtın köklü zihinsel gerçekleştirilmesi demek olan yüceltme (sublimation) ancak cinsel arzular bilinçaltına itilmezse başarılabilir; bu yüceltme, ergin insanda, cinsel içtepilere değil, yalnız üretkenlik öncesi cinsel itkilere uygulanabilir.
· Cinsel tutumbilimin sinir hastalıklarının önlenmesinde ve bireyin yeniden toplumsal etkinliğe uyabilecek duruma getirilmesinde temel etken saydığı cinsel doyum, bugünkü yasalarla ve bütün ataerkil dinlerle her yönden çelişir.
· Ruhçözümlemesinin hem bir iyileştirme yolu, hem de toplumsal bilim olarak önerdiği cinsel arzunun bilinçaltına itilmesinin ortadan kaldırılması, bu itilmeye dayanan toplumumuzun bütün eğitsel öğelerine aykırıdır.
Ruhçözümlemesi, ataerkil kafa eğitimine bağlılığını ancak kendi zararına sürdürebilmektedir. Ruhçözümcülerin ataerkil kültürden gelen kavramlarıyla bu kültürü aşındıran bilimsel sonuçlar arasındaki çatışma, ataerkil dünya görüşünün yararına çözülmüştür. Ruhçözümlemesi kendi buluşlarının sonuçlarını kabul etme yürekliliğini göstermeyince, bilimin sözümona siyaset-dışı ("kılgısal olmayan") karakterine sığınır; oysa, gerçekte, ruhçözümcü kuram ve uygulamanın her aşaması birtakım siyasal ("kılgısal") sonuçları sorun konusu eder.
Bilinçaltı içerikleri yönünden din adamlarının, faşistlerin ve gericilerin kuramları incelendiğinde, başlıca özelliklerinin savunma tepkisi olduğu görülür. Bütün bu öğretiler her insanın kendinde taşıdığı bilinçsiz cehennem karşısında duyulan korku tarafından belirlenmiştir
….
Kimileri cinsel tutumbilime uygun yaşamın aileyi yıkacağını ileri sürüyorlar; sağlıklı bir sevisel yaşamın doğuracağı "cinsel uçurum" konusunda gevezelik ediyor, öğretim üyesi ya da başarılı bir yazar oluşlarından yararlanarak halk yığınlarını etkiliyor böyleleri. Oysa neden söz ettiğimizi bilmek zorundayız: her şeyden önce, kadınlarla çocukların gerek iktisadi, gerekse ahlaki köleliğine son vermek istiyoruz; bu iş yapılmadıkça, koca karısını, kadın kocasını, çocuklar da ana-babalarını sevmeyeceklerdir. Dolayısıyla bizim yıkmak istediğimiz şey "sevgi dış görünüşü"nü alsa da, ailenin yarattığı nefrettir. Aile sevgisi söylendiği gibi insanın en büyük ayrıcalığıysa, bunu kanıtlaması gerekir. Eve zincirle bağlanmış bir köpek kaçmazsa, hiç kimse kalkıp da onu sahibine bağlı bir yoldaş sayamaz. Aklı başında hiç kimse, bir erkek elleri ayakları bağlı bir kadınla otururken sevgiden söz edemez. Azıcık dürüst bir erkek kendisine sağladığı bakımla ya da toplumsal gücüyle satın aldığı kadın sevgisiyle övünemez. İnsanlık onuru taşıyan hiçbir erkek özgürlük içinde verilmeyen sevgiyi kabul etmez. Eşlik görevinde ve aile yetkesinde kendini belli eden zorlayıcı ahlak anlayışı, korkak ve güçsüz kişilerin ahlakıdır; bunlar doğal sevgi yetenekleriyle yaşamayı göze alamadıkları şeyleri, boşu boşuna, polisin ve evlilik yasalarının yardımıyla elde etmeye çalışırlar.
….
Resmî cinselbilimin ahlâka aralık bıraktığı başka bir kapı da, cinsel ilişkilerin «tinselleştirilmesi» yolundaki önerisidir. İşe, duyusal hazlara düşkünlük yargılanarak başlanmıştır; ama bir de bakılmıştır ki bu, türlü hastalıklı biçimlerde, insanı çileden çıkarırcasına, yeniden boy gösteriyor. Ee, peki «ahlâkî» yani çileci ve iffetli yaşama biçimine eskisinden daha fazla düşman hale gelen bu güçleri ne yapmalı acaba? Yapılacak şey, «cinsel yaşamı çok üst bir tinsel düzeye çıkarmak»tır. Cinsel yaşam düzeltimcileri arasında pek yaygın olan bu savsöz, içinde kullanıldığı formüllerin belirsizliğine karşın, son derece somut bir şeyi anlatır: cinsel etkinliğin bastırılıp bilinçaltına itilişinin hortlayışı.
….
Helene Stöcker'in tinsel önderliğini yaptığı Deutscher Bund. für Mutterschutz und Sexualreform (Alman Analığı ve Cinsel Düzeltimi Koruma Derneği),
1922'de hazırlanıp oylanan «Programını yayımladı. Önce, cinsel tutumbilim açısından geçerli ilkelere dayanan bu «Program»ı aktaralım.
ALMAN ANALIĞI VE CİNSEL DÜZELTİMİ KORUMA DERNEĞİ'NİN PROGRAMI
Hareketin yapısı ve ereği
«Bu hareket, insan yaşamının yüce değerine inanan, onu destekleyen, iyimser bir dünya görüşüne dayalıdır.
«Hareketimiz, bu ilkelerden yola çıkarak, erkeklerle kadınların, ana-babalarla çocukların, kısacası insanların ortak yaşamını elden geldiğince zengin ve verimli kılmak istemektedir.
«Dolayısıyla görevimiz gittikçe artan sayıda bireye, fahişeliği, cinsel hastalıkları, cinsel ikiyüzlülüğü ve zorlama perhizi hoş gören ve geliştiren toplumsal koşullarla ahlâk anlayışlarının tiksinçliğini göstermektir.
«Bugünkü ahlâki değerlerin karışıklığı, doğurdukları toplumsal kusur ve acılar, tez elden bu soruna çare aranmasını gerektirmektedir. Buysa, hastalık belirtilerinin kaldırılıp atılmasıyla değil, ancak kökteki nedenlerin yok edilmesiyle gerçekleşebilir.
«Ama hareketimizin tek amacı hastalıkların yok edilmesi değildir; aynı zamanda, kişinin toplumsal yaşamının sevinçle dolmasına olumlu biçimde katkıda bulunmak istiyoruz. Dolayısıyla, ereğimiz:
1) Annenin sağlığını güvenlik altına alarak, yaşamı daha kaynağında korumak;
2) Cinsel yaşamı yalnızca döl vermenin hizmetinde bırakmamak, bir cinsel düzeltim gerçekleştirerek bireyin gelişmesinde, yaşama sevincinin sağlanmasında kullanmaktır.
Ahlâk anlayışının genel ilkesi
«İnsan ilişkilerinin, özellikle de cinsel ilişkilerin esenliğe kavuşturulmasının birinci koşulu, zorunlu isteklerini uyduruk doğaüstü buyruklara, dindışı keyfî çekidüzen vermelere ya da düpedüz geleneğe dayandıran ahlâk anlayışlarının etki dışı bırakılmasıdır. Ahlâk da bilimin en son buluşlarına dayanmalıdır. Tam bir sorumsuzlukla, eskiden bir anlam taşıyan ve bazı sınıfların çıkarma çalışan bir temel ahlâk kuralını sonsuza dek saklayamayız. Bizim için «ahlâk»m denektaşı, gerek bireysel, gerekse toplumsal açıdan, insanı daha zengin ve uyumlu bir yaşama kavuşturup kavuşturamayacağıdır.
«Bundan ötürü, beden-ruh karşıtlığını kabul etmiyoruz; cinslerin doğal olarak birbirini çekişine 'günah' damgası vurulmasını, 'duyusal haz düşkünlüğü'nün aşağılık ya da hayvanca bir şey sayılmasını, ahlâklılığın temel ilkesinin 'beli sıkılık' olmasını istemiyoruz! Bizim için insanoğlu parçalanmaz bir varlıktır, bedensel gereksinimleri de, ruhsal gereksinimleri de aynı özen ve sağlığı bekler.
«Ahlâkî ilkeler, ancak dingin, yani bireylere eşit haklar tanıyan, yeteneklerini geliştirebilmeleri için en iyi koşulları sağlayan bir toplumsal yaşamın türlü durumlarından doğal olarak çıktıkları zaman bu adı taşımaya değerler. Bizim için, belirli koşullar altında, bireyin kişiliğini geliştirmesine ve daha iyi toplumsal yaşama biçimlerinin gelişine katkıda bulunan ilke 'ahlâkî'dir.
Cinsel ahlâk
«Şimdiki ahlâk düşüncelerimiz ve toplumsal dizgemiz cinsel ikiyüzlülüğü, dokusal hastalıkları ve daha başka dertleri beslemektedir. Dolayısıyla amacımız, gittikçe genişleyen çevrelere, bu durumun ne denli dayanılmaz olduğunu ve bu düşüncelerdeki karışıklığı göstermek; ve bu düşüncelerle durumlara var gücümüzle savaş açmaktır. Erdem'in 'cinsel perhizle bir tutulmasını da, biri erkeğe, öbürü kadına uygulanan iki ayrı ahlâkın bulunmasını da istemiyoruz. Cinsel ilişki, bu haliyle, ne ahlâklı, ne de ahlâksızdır.
Doğal bir gereksinimden doğan bu ilişki, dış durum ve koşulların araya girmesiyle ve bireylerin takındıkları tutumla ahlâklı ya da ahlâksız olur. Cinsel etkinliğin imlemi aslında başlıca sonucu olan döl vermede tükenmez.
«Tam tersine, bireyin gereksinimlerine karşılık veren cinsel etkinlik gerek iç, gerekse dış yaşamda kurulacak uyumun temel koşuludur. Yapısı gereği, başka birini kendine çekebilme olanağını gerektirir. Bu koşullarda, sevisel yaşam birtakım can alıcı deneylere girişebilme olanağı yönünden zenginleşir, insanın yaşamı anlama ve başkalarını tanıma yeteneğini derinleştirip inceltme yolunu açar, kişiyi analık ve babalık'la, gerçek yaratıcılığa götürür.» ALINTI