Sunday, April 8, 2012

Kürtçe tiyatro yapmak daha büyük bedel istiyor

Kürtçe tiyatro yapmak daha büyük bedel istiyor

Destar Tiyatro'nun kurucuları Berfîn Zenderlioğlu ve Mîrza Metîn, "Bu ülkede tiyatro yapmak zaten bedel isteyen bir şeyken, bir de Kürtçe tiyatro yapmak daha büyük bedeller istiyor" diyor

Destar Tiyatro’nun Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananları anlattığı ‘Disko 5 No’lu’yu duymayan kalmamıştır. Bundan birkaç ay önce, Berfîn Zenderlioğlu’nun yönettiği, Mîrza Metîn’in oynadığı oyunu izlemeye gittiğimde, henüz neyle karşılacağımı bilmiyordum ve işin doğrusu kimse de uyarmamıştı! Islak zemin, dev örümcek ağı, kırmızı halat, şişe ve sandalyeden oluşan basit ve yalın bir sahnede, sırayla örümcek, sinek, fare, köpek, gardiyan ve mahkum olarak beliren bir adam, kelimelere dökülemeyecek bir ‘duvara toslama’ hissi veriyordu... Ben işte o gün karar vermiştim onların hikâyesini dinlemeye... Röportaj için buluştuğumuzda, soru-cevaptan ziyade, aramızdaki ses kayıt cihazını unutmuş, uzun zamandır tanışıyormuşuz gibi dertleşir olmuştuk...

“Kürtçeyi sonradan mı öğrendiniz?” diye soruyorum ve Zenderlioğlu’yla başlıyoruz ‘bilinmeyen dil’i dillendirmeye: “İlçelerinde, köylerinde konuşulur ama Bitlis merkezde Kürtçe hâkim değildir. Orası iyice asimile olmuş bir il. Ailem ‘Aman kızımın Türkçesi bozuk olmasın, Kürtçeyi nasılsa sonradan öğrenir’ diyerek dört yaşından sonra, daha doğrusu okul süreciyle birlikte benimle asla Kürtçe konuşmadı, hep Türkçe hâkim oldu evde. Kürtçeyi, evet, İstanbul’da öğrendim diyebilirim”.

Bu durumun onların ailelerine özgü mü yoksa o bölgede sık karşılaşılan bir durum mu olduğunu merak ediyorum, Mîrza Metîn yanıtlıyor: “Kürtlerdeki bu durum genel bir sömürge psikolojisi olarak özetlenebilir. Çocuğun Türkçesi bozuk olduğunda, kendini ifade etmekte zorlanıyor, insanlarla daha zor ilişki kuruyor. Ben üç yaşındayken Kars’tan çıkmışım, İstanbul’a gelmişim. Dört yaşıma kadar Kürtçe konuşmuşum, ardından okul süreci başlayınca Türkçe gelmiş. Aklımda çocukluğuma dair tek bir cümle var Kürtçe konuştuğuma dair: ‘Nene min cûco kuşt’ (Nene civcivi öldürdüm). Civcivleri severken öldürüyormuşum (Gülüyor).

Peki aileleriyle hangi dilde konuşuyorlar? Metîn “Türkçe” diyor: “Günlük hayatın dili Türkçe şu an İstanbul’da. Ailesiyle çocukluğundan beri Kürtçe konuşanlar devamında da Kürtçe konuşuyor ama benim ailem benimle Türkçe konuştu, devamında da öyle gelişti. Bazen Kürtçe konuşuyoruz, bazen Türkçe. Ama çoğunluk Türkçe”.
Zenderlioğlu ise ailelerin ‘Çocuklarımıza zarar gelmesin’ duygusuyla, tamamen korumacı bir mantıkla yaklaştığını ama öte yandan dille ilgili ne kadar büyük bir tahribata yol açtıklarının farkına varmadıklarını söylüyor. “Neyse ki biz sıyrılanlardanız. Hayatımıza sanatın girmesiyle dille tanışıklığımız başladı. Ama hâkim dil Türkçe, evet”.

Felsefeyi Kürtçe konuşmak
“Biz tiyatro yapıyoruz ve bu dilde konservatuvarlarımız yok. Dolayısıyla oyuncular, yönetmenler, tasarımcılar yetişmiyor. Bu ülkede tiyatro yapmak zaten bedel isteyen bir şeyken bir de Kürtçe tiyatro yapmak daha büyük bedeller istiyor” diyor Mîrza Metîn. “Biz sonradan öğrendiğimiz dilimizde tiyatro yapıyoruz. Tiyatroyu, felsefeyi, sosyolojiyi Türkçe okuyoruz. Hayata bakışımız, hayatı değerlendirmemiz Türkçe’nin kendi mantığıyla, kendi aklıyla gelişiyor ama bunu Kürtçe yapmak istiyoruz biz. Felsefeyi Kürtçe konuşmak, tiyatroyu Kürtçe tartışmak istiyoruz. Şimdi örneğin Diyarbakır’da iki tane belediye konservatuvarı var artık. Orada müzik ve tiyatro üzerine Kürtçe eğitim veriliyor ama kaynak yok. Kürtçe ne kadar eğitim dili olursa, kaynaklar da o kadar artar. Yayınevleri bu sefer Kürtçe kitaplara yönelir”.

Bu noktada, “Kürtçe tiyatro yapmak zor mu?” diye soruyorum. Türkiye’de değişen siyasetin, süreci belirlediğini söylüyorlar: “90’ların başında gizli saklı yapılıyordu zaten. Mezopotamya Kültür Merkezi’nin bodrum katında gösteri yapılırdı. Bazı gecelerde de gösteriler yapılırdı ama gösteri bittikten sonra arka kapıdan kaçılırdı. Turnelerde, oyuncular oyundan sonra veya hatta bazen oyun yarıda kesilip gözaltına alınırdı. Böyle süreçler yaşadı Kürt tiyatrosu. Sonra turneler gerçekleştiğinde valilikler izin vermiyordu, bir şekilde yolu bulunursa oynanıyordu ama bir yolu bulunamazsa oynanamıyordu oyun”.

“Barış köprüsünü ancak sanat kurabilir” diyen Mîrza Metîn, “Disko 5 No’luyla görüyoruz ki insanlar yüzleştiklerini söylüyor. Bir taraftan insanlar yüzleşirken diğer taraftan Kürt tiyatrosuyla bağ kuruyorlar. Birçok eleştirmen, Türk tiyatrosundan yönetmenler, oyuncular gelip izlemeye başladı oyunu, ama çok geç oldu bu. Biz yıllardır bağ kurmaya uğraşıyoruz” diye ekliyor.

Onlar, Destar Tiyatro olarak dört yıldır perde açıyorlar ama bir konuda sıkıntıları var: “Gruplar çoğalmıyor ki bir rekabet ortamı gelişsin”.

Destar Tiyatro’nun oyunları
Bûka Lekî (Plastik Gelin): Oyun, iletişimsizlik ve plastik hayatlar üzerine... (25 Nisan’da saat 20.30’da)
Cerb (Deney): Diyalogsuz-deneysel olan ‘Cerb’, dört denek mahkumun yaşadığı iktidar kavgasını Panaptikon kavramı üzerinden anlatıyor. (11 Nisan’da saat 20.30’da)
Disko 5 No’lu: Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’ni anlatıyor. (5, 10, 17 ve 24 Nisan’da saat 20.30’da)
Antigone 2012: Berfîn Zenderlioğlu’nun yazıp, Mîrza Metîn ile birlikte oynadığı oyun, Sophokles’in Antigone tragedyasından esinlenerek yazıldı. (Oyun, 12, 18, 19 ve 23 Nisan’da saat 20.30’da)
JêrZemîn( YerAltı): 1991-2011 yılları arasında Türkiye’de yapılmış Kürtçe oyun afişleri sergisi ve bir albüm.

Mîrza Metîn
1980’de Kars’ta doğdu. 1994-1995 yıllarında Mezopotamya Kültür Merkezi’nde tiyatro, halkoyunları, Kürtçe dil dersleri alıyor. Daha sonra Teatra Jiyana Nû’da eğitimini sürdürüyordu. Bir dönem İstanbul Teknik Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda eğitimi aldı ama sonra bıraktı gerekçisi ise şöyle: “Üçüncü sınıfta İnkılâp Tarihi dersi vardı. Girdim, sinirlendim, çıktım. Bu tabii nedenlerden birisi.”

Berfîn Zenderlioğlu
1980 Bitlis doğumlu. Sanat hayatına 98’de Mezopotamya Kültür Merkezi’nde başlıyor, ardından kültür- sanat, edebiyat dergisi Jiyana Rewşen geliyor. Oradan ayrıldıktan sonra 2004’te Seyri Mesel Tiyatrosu’nda hem eğitmen hem oyuncu olarak yer alan Zenderlioğlu, 2008’de Mîrza Metîn’le Destar Tiyatro’yu kuruyor. Mekân ihtiyaçları doğunca Destar Tiyatro bileşenleri ile Şermola Performans’ı kuruyorlar.

 Taksim’in Göbeğinde Bir Cezaevi… Disko 5’Nolu…
 
Türkiye’de Türkçe haricinde deneysel tiyatro yapan bir kaç tiyatro grubundan biri olan Destar Tiyatro’nun kürtçe sahnelenen “Disko 5 no’lu” adlı yeni oyunu; Diyarbakır Cezaevi’nde yaşanan işkence gerçeğini tüm yönleriyle ele alıyor...

   Türkiye’de Türkçe haricinde deneysel tiyatro yapan bir kaç tiyatro grubundan biri olan Destar Tiyatro’nun kürtçe sahnelenen “Disko 5 no’lu” adlı yeni oyunu; Diyarbakır Cezaevi’nde yaşanan işkence gerçeğini tüm yönleriyle ele alıyor. Mirza Metin tarafından yazılıp oynanan oyununun yönetmenliği Berfin Zenderlioğlu’na, sahne tasarımı,  Metîn Çelik’e, ışık tasarımı Alev Topal’a ve müzikleri ise Nizamettin Arıç’a ait.
    Radikal gazetesinden Ertuğrul Mavioğlu, Diyarbakır 5 No’ lu Cezaevi’nde 1981-1984 yılları arasında 34 tutuklunun ölümüne, yüzlerce tutuklunun da sakat kalmasına ve sinir sistemlerinin tahribine neden olan uygulamaları,  20 tutuklunun aldığı ağır darbelerle, beş tutuklunun da açlık direnişinde öldüğü, koşulları protesto eden beş tutuklunun kendini asarak, dördünün de kendini yakarak yaşamına son verdiği, ’vahşet dönemi’ diye adlandırılan bu yılları yaşayan 29 tanık ile iki savunma avukatının anlatımı, Serbesti adlı derginin 14. sayısında yayımlandığını anlatıyor.  http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=94914
    İçeride yaşananlar ise elbette başlı başına bir tez konusu. Ama sanırım şunu açık yüreklilikle söyleyebiliriz. 12 Eylül rejimin somutlaştığı yer olan bu şeytan adasını tasarlayanlar ve içeride “özgün” yöntemler geliştirenlerle Türkiye hesaplaşmadığı sürece bu karanlık örtü kalkamayacaktır.
    Hiçbir görevlinin ise ceza almadığı bu akıl almaz vahşeti, Destar Tiyatro sahipleniyor. Üstelik taksimin göbeğinde perdelerini açan Destar Tiyatro böylesine sert ve vahşet yüklü oyunu kürtçe olarak sahneliyor. Bundan 10 yıl öncesini düşünün. Bırakın böyle bir eyleme kalkışmayı kürtçe konuşmanın bile yasak olduğu bir ülkede yaşıyorduk. Gelinen sürece bakıldığında ise süreçle bir hesaplaşmanın olduğunu çok açık görebiliyoruz.
    Bu genç iddialı ve prensip sahibi Destar Tiyatro,  2008 yılının Mirza Metin ve Berfin Zerderlioğlu tarafından kurulmuş. Grup, önceliklerinin hızlı oyunlar üreterek içeriği boş oyunlarla salonu doldurmanın yerine ekibin sanatsal anlamda mayasını tutturmak ve ekipteki her bireyi üretime itecek, yaratıcı atmosferi oluşturacak teorik ve pratik bir atölye sürecinin olduğunu ifade ediyor.
    Grup ilk oyunu olan Reşe Şeve’nin, bir ihtiyaç sonucu ortaya çıktığını söylüyor. Aynı zamanda kurucu üyeleri farklı Kürt tiyatro gruplarında uzun yıllar çalışmış. Salt Kürt tiyatrosu yapmak yerine farklı deneyimlerle Kürt tiyatrosuna renk ve güç kazandırmayı ve yeni evrensel niteliklerde katmayı hedefliyor. Kendi sahne dilini yaratmayı hedefleyen bu ekip “dil ve kültür” ile ilgili duyarlılıklarının da modern bir sahne dili olmaksızın taşınamayacağı fikrine sahip.
    Aynı zamanda geçtiğimiz günlerde “Tiyatro Tiyatro Dergisi Ödülleri 2011” de yılın en iyi 5 oyunundan biri olarak ödülünü alan Disko 5’Nolu; bilindik bir vahşetin öyküsünü anlatmak yerine farklı bir bakış açısıyla yaşanan süreci iki farklı koldan ele alıyor. Mirza Metin’in yazıp oynadığı bu tek kişilik oyunda oyuncunun hem işkenceciyi hem de işkenceye maruz kalanı ele alması izleyici objektif bir tartım sürecine ve diyalektiğe sürüklüyor.
    Türkiye’nin en karanlık yıllarını bir kez daha gün ışığına çıkararak bizi o yıllarla tekrar yüzleştiren Mirza Metin, metni yazarken kullandığı dilin bakış açısı oldukça spesifik bir üsluba sahip. Hem işkenceciyi hem de işkenceye maruz kalan mahpusu canlandıran Metin, yaşananları örümceğin vücut bulmuş haliyle izleyenlere aktarıyor.
   Elbette bu tür oyunların dramaturgi süreci epey bir araştırmaya ve bir takım yaşanmışlıklara da ihtiyaç duyuyor. Metnin çıkış noktası oyuncuyu ve yazarı rahatsız etmesi gerekiyor. Metnin yazılma fikri de zaten buradan çıkıyor. Bunun bir şekilde seyirciye aktarılması gerektiğine inanan Metin, oyunu o yıllarda kürtçe konuşmanın yasak olduğu cezaevinde kürtçe sahneleyerek bir bakıma tepkisini de ortaya koyuyor. İşin ironik tarafı ise sahnede maruz kaldığı işkencelerden ziyade oyuncunun üslubundaki tepki ve vücut bulmuş örümcek simgesi beni daha çok etkiliyor.
    Oyunun kürtçe sahnelenmesi ve hikâyeye konu olan konunun bu kadar bıçak sırtı olması güçlükleri de beraberinde getiriyor. Ortada zaten zor bir konu ve anlatım üslubu var. Üstüne bir de sahneleme tekniğini zorlaştırmak açıkçası tiyatroya olan inancımı ve oyunculuğun ne kadar onurlu bir meslek olduğunu hatırlatırken ekibinde ne kadar iddialı olduğunu ortaya koyuyor.
    Alternatif tiyatro bağlamında perde açan Destar Tiyatro’nun Disko 5’nolu adlı oyunda Mirza Metin izleyicisine tek kişilik bir performans sunuyor. Bu performansı sergilerken oyun boyunca bir takım işkencelere maruz kaldığını görüyoruz. Neredeyse oyun boyunca örümceğin vücut bulmuş haliyle sahnede bir hayli zor mizansende bulunuyor. Oyun boyunca sahnede yerlerde sürünüyor. Sahneyi kaplayan sularda yüzüyor. O ıslak elbiseleriyle 1 saat boyunca hasta olacak korkusuyla izleyenleri terletiyor. Diğer taraftan iki farklı kişiyi canlandırıyor. Haliyle hem ses olarak hem de beden olarak altından kalkılması zor bir performansa imza atıyor. Bu performansıyla hem fiziksel olarak hem de psikolojik olarak izleyenleri rahatsız ederek amacına ulaşıyor.
   Oyunun yönetmenliğini üstlenen Berfin Zenderlioğlu, oldukça spesifik bir uygulamaya giderek o küçük sahneyi içeriye girdiğimiz andan itibaren mekanın atmosferiyle izleyici rahatsız ederek işe başlıyor. Özellikle örümcek figürüyle oyuncuya bir hayli yüklendiği görülüyor. İzleyenleri o döneme götürmek için diğer dış etmenlerle oyunu markelemek yerine oldukça sade ve şık bir anlayışla oyunun özüne ve demecine uygun bir teknik kullanıyor. Ziyadesiyle başarılı bulduğum rejisine karşın oyunda kullanılan üst yazıyla ilgili oyunun bütününü etkileyecek çok önemli bir ayrıntıyı gözden kaçırıyor.
    Ekrana yansıyan çevirinin zamanlaması oyunun algılanması açısından çok önemli... Zamanlamanın birebir yakalanması gerekiyor. Diğer taraftan oyun boyunca oyuncunun dilini çeviren ekran, sahneyi kaplayan ağ nedeniyle kısmen görünmüyor. Görmek için verilen uğraşlar nedeniyle bazen oyuncu bile ikinci planda kalıyor. Benim tavsiyem ekranı ağın arkasından alarak daha rahat görebileceğimiz bir yere konulması. Oyunda oyuncu kadar işlev gören bu unsurun mutlaka ama mutlaka bir an önce yer değişmesi gerekiyor. Ayrıca ekrana yansıyan yazıların biraz daha büyütülerek görme problemi yaşayanların algısına destek olmasında da büyük bir fayda var.
   Metîn Çelik’in tasarladığı sahne, oyunda rahatsız eden en büyük öğe. O küçücük sahnenin tam ortasına gerdiği örümcek ağı bile oyunun simgesel boyutuna çok büyük bir katkı sağlıyor. Diğer taraftan sahnenin yüzeyini kaplayan su birikintileri oldukça özgün bir çalışma. Oyunu dekora boğmak yerine oyuncunun rahat hareket etmesine alan sağlayan bu sade tasarımı oldukça başarılı.
   Disko 5’Nolu, Diyarbakır Cezaevinde işkencecinin, bir işkence gören mahpusun bir örümceğin dilinden vücuda gelmesi yaşanılan o vahşetin metafor olarak sahneye aktarıldığı çok ama çok başarılı simgesel bir oyun. Oyunu aynı zamanda Türkçe üst yazıyla da izleyebilirsiniz.

Not: Bu değerlendirme, Yeni Tiyatro Dergisi’nin Ocak 2012 sayısında yayınlanmıştır.

(OYUNUN KÜNYESİ): DİSKO 5 NO’LU

Nivîskar/Yazan: Mîrza Metîn
Derhêner/Yöneten: Berfîn Zenderlîoğlu
Lîstikvan/Oynayan: Mîrza Metîn
Sêwirînerê Dikê/Sahne Tasarım: Metîn Çelik
Sêwirînerê Ronahiyê/Işık Tasarım: Alev Topal
Mûzîk: Nizamettin Ariç / Wêneyên Xewnan
Vîdeo: Pia Rönicke & Zeynel Abidin Kızılyaprak
Afîş: Metin Çelik
Asîstan: Adar Değer, Alan Ciwan, Sevgi Turan
Wergera jor-nivîs ê/Üst-yazı çevirisi: Nazê Yerlikaya
1 Perde / 60 dk. / Kürtçe / Türkçe üst yazılı.
http//:www.sermolaperformans.com