Saturday, August 18, 2012

Siyasete soyunan askerler

İttihat ve Terakki tarihi darbeci zihniyetin tarihi mi? İktidarı paylaşma hırsı olan entelektüeller ile askerlerin, saltanat muhalefeti mi? Halka yol göstermeye çalışan aydınların, demokrasi çabası mı?

Siyasete soyunan askerler
Manastırda Meşrutiyet kutlamaları.




Özellikle 18. ve 19. yüzyılda kıta Avrupası’nı, Batı dünyasını ve dolaylı olarak Orient’i ve Uzak Doğu’yu etkileyen gelişmeler yaşandı. Dünya devletlerini elinde tutan saltanat sahiplerine, monarşilere karşı hareketler baş gösterdi. Halk uyanıyor, sıradan insan kaderini kabul etmiyordu. Köylülükten, feodal düzenin onu toprağa bağladığı zincirlerden çıkıp, fabrikalarda işçi sınıfına dönüşenler bir yandan; sermaye sayesinde burjuvalaşıp mavi kan ile gelen asalete kafa tutan yeni yetme zenginler diğer yandan.
Sonuçta monarşiden, parlamenter monarşi dediğimiz Meşrutiyete, ardından Cumhuriyete geçildi malumunuz. Bu süreçte bizler, serüvenimizi İttihatçılara borçluyuz. Resmi tarihin elinin değdiği kitaplarında her ne kadar İttihatçılar vatan haini, I. Dünya Savaşı’nın müsebbibi diye geçseler de, İttihat ve Terakki’yi anlamak demokrasi tarihimizi anlamak demektir. Bugün ordusundan, parlamentosuna tüm kurumlarıyla Türkiye Cumhuriyeti ’nin gösterdiği reflekslerin temeli İttihatçı zamanlarda atılan tohumlarda yatmaktadır kanaatimce.

Darbeler, fedailer, gizli örgütler...
İttihat ve Terakki, Mutlakıyet ile Cumhuriyet arasında geçen tarihimize damgasını vuran bir oluşumdu. Fransız ihtilalinden etkilenmişlerdi. Birlik ve yükseliş anlamına gelen isimleri “İttihat ve Terakki” yi Fransız parti “Union et Progrès”den, mottoları olan “ hürriyet , müsavat, uhuvvet”i, yine Fransız devrim ekolünün “liberte, egalite, fraternite” söyleminden aldılar. Anayasa için giriştikleri fikri mücadele sonuç vermeyince silaha sarıldılar. Muhaliflerini susturma ve cezalandırma yöntemlerini usule bağladıkları da oldu. Darbeleri, fedaileri, gizli örgütleri de. Onlar Osmanlı’nın son döneminde siyasete soyunan askerlerdi.
Osmanlı’nın en eğitimli askeri kadrosu, imparatorluğun Batı’ya açılan kapısı Selanik’teki 3. Ordu’ya yerleştirilmişti. Anayasal sistemi getirmek isteyen İttihatçı hareket de burada doğdu. Öğrencilerin kurduğu gizli bir fikri cemiyetten ihtilal yapan askeri bir fraksiyona, oradan da siyasal partiye dönüştüler. Bir çoğu devlet eliyle yurtdışında eğitim almış bu aydınların handikabı, üzerlerinde asker üniforması taşıyor olmalarıydı. II. Abdülhamid kendi sisteminin cilvesine uğramış, zihinlerine yatırım yaptığı aydın -asker kadroların yenilikçi süngüleri sonunda kendine doğrultulmuştu. 1907’de düzenlenen İkinci Jön Türk Kongresi’nde yayınlar yolu ile II. Abdülhamid yönetimine karşı yapılan fikri muhalefetin terk edilerek silahlı mücadeleye başlanması esas kabul edildi. Bu karar çerçevesinde, cemiyet yeni esaslara dayanan nizamname değişikliklerini kabul etti. Hatta yeni bir kuruluş olarak fedailik bile oluşturuldu. Bu yöntem değişikliği beraberinde suikastleri de getirdi. Anayasayı tekrar yürürlüğe koyup ardından da devleti usulünce yönetmek genç askerler için kolay olmadı.
İttihat ve Terakki tarihi darbeci zihniyetin tarihi mi? İktidarı paylaşma hırsı olan entelektüeller ile askerlerin, saltanat muhalefeti mi? Yoksa ‘kurtuluş’ peşinde halka yol göstermeye çalışan aydınların, demokrasi çabası mı? Ve anayasal düzeni amaç edinmeleri kullandıkları araçları meşru kılar mı ? İttihatçılarla ilgili pek çok araştırma, belge okudum. Benim bile kafam karışık, kendime bu soruları sorarım. Tüm bunları düşünürken ki, cevaplar siyaset felsefesinin alanına giriyor fakındayım, elime İttihat ve Terakki’yi anlatan başka bir kitap daha geçti. Kitabın yazarı üretkenliği ve kapsamlı araştırmalarıyla tanınan değerli bir araştırmacı Murat Çulcu. E Yayınları’ndan çıkan çalışmasının adı ise ‘İttihat ve Terakki: I. Meşrutiyet’ten II. Meşrutiyet’e. Yorumuna katılın katılmayın bilirim ki Çulcu bir konuyu ele alırken mutlak suretle dönemin kaynaklarına, örneğin mahkeme tutanaklarına, resmi belgelere, o devrin neşriyatına bakar. Bu çalışmasında da aynı sağlamcı yöntemi kullanmış. Ele aldığı 1876-1913’lü yıllara yaydığı anlatısını, söz konusu dönemde yayınlanan risalelere yani kitapçıklara dayandırarak yapmış. Çulcu, devrin hesaplaşmalarını risaleler üzerinden takip etmiş. Abdullah Cevdet’in ‘Uyanınız!’ risalesi de kitapta değinilen metinlerden. Kuşkusuz bunlar arasında en dikkat çekicisi, kitabında tam metin tercümesine de yer verdiği ‘Hayya ale-l felah’.

‘Hayya ale-l Felah’
Müslüman ülkede yaşayan herkesin aşina olduğu bir tümce bu. Her ezan okunduğunda duyarsınız. Bire bir tercümesi, felah üzerine dirilin. Yani ‘haydi kurtuluşa’ anlamına geliyor. ‘Hayya ale-l felah’ İttihatçılar’ın Selanik’te dağıttıkları kurtuluş reçetelerinden, kullanma kılavuzlarından, propaganda metinlerinden biri . Bununla kendilerini halka anlatıp taraftar toplamaya çalıştılar. Halkın yüzde 80’ninin okuryazar olmadığı bir dönemde bilinç yaratmak için uğraştılar. İnsanlar o dönemde, bilgiyi şifahi kültür dediğimiz ezber yöntemiyle alıyordu. İttihatçılar böyle bir zeminde, Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasal rejimini dönüştürme çabasındaydı. Anayasa , seçim, meclis, vekil, parti gibi kavramların öğretilmesi benimsetilmesi gerekiyordu. Muhalifleri, İttihat ve Terakki’yi İslam ve Osmanlı düşmanı olarak lanse ediyorlardı. Bütün bu hengamede, kitapçığın isminin halkla din yoluyla bir yakınlık sağlamak için seçildiği muhakkak. Ezanla kurtuluş için namaza davet edilmesi gibi, İttihatçılar da halkı kurtuluş için kendi taraflarına çağırıyordu. 20 sayfalık risalede, soru-cevap şeklinde Osmanlı kimliğinin, meşrutiyetin anlamının, rejim meselesinin üzerinde durulur, cemiyetin amacı anlatılıyor. ‘Hayya ale-l felah’ İttihatçılar iktidara geçtiğinde antiemperyalist bir slogana dönüşecektir.

Darbe geleneğinin kökleri
İttihat ve Terakki’nin tarih sahnesinde olduğu döneme projeksiyon tutan Murat Çulcu, anayasal hareketin öncülerinden Mithat Paşa’nın yargılanmasıyla başlattığı akışa, meşrutiyetin ilanı çabaları sırasında, buna engel olarak görülen Sultan Abdülaziz’in tahtan indirilmesini ve şüpheli ölümünü, İttihat ve Terakki’nin gizli bir örgüt olarak gösterdiği faaliyetleri, ihtilali, muhalefeti, 31 Mart Vakası’nı, Babıali Baskını’nı, İttihatçı olmasına rağmen subayların siyasete girmesine direnmesi sebebiyle ortadan kaldırılan Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa’yı da katıyor. Tüm olup bitenler, iç hesaplaşmalar ve fikir ayrılıkları gibi görünse de Çulcu meselelerin arkasında merkez devletler olan İngiliz ve Alman İmparatorluklarının çıkarları doğrultusunda yaptıkları yönlendirmelere satır aralarında işaret ediyor. Örneğin Mahmut Şevket Paşa’nın sadece İttihatçıları değil, düvel-i muazzama dediğimiz büyük devletleri de rahatsız ettiğini vurguluyor. İttihatçılar, Çulcu’nun da anlatımında geçtiği gibi anayasal düzene illegal örgütlenme, ihtilal, ayaklanma ve darbe yoluyla ulaşmaya çalıştılar. Zaten anayasal sürecin başlangıcı da bir askeri darbeyle gerçekleşti. Cumhuriyette de kendini gösteren darbe geleneğinin köklerini, askerin siyasete soyunma eğilimlerini İttihatçı damarlara kadar getirebiliyoruz.

İTTİHAT VE TERAKKİ
I. Meşrutiyet’ten II. Meşrutiyet’e
Murat Çulcu, E Yayınları, 2011, 368 Sayfa, 23 TL