Frantz Fanon otuz
altı yaşında lösemiden öldüğünde Cezayir henüz bağımsızlığını kazanmamıştı.
Dünya nüfusunun önemli bir kısmı bugün ?gelişmekte olan ülkeler? olarak
nitelendirilen coğrafyalarda ?gelişmiş? hamilerinin buyruğu altında yaşıyordu.
Batı hümanizmasının hâkim söylemi ?ilkel ve çocuk kalmış? toplumları
uygarlaştırmak ve büyütmek sevdasından vazgeçmemişti henüz. Dünya iki
kutupluydu ve bu iki kutbun arasında rüştünü ispatlayamamış bir üçüncü dünya,
siyasette söz söyleme sırasının kendisine gelmesini bekliyordu.
Fanon 1925?te
Fransız sömürgelerinden birinde, Karayipler?in Martinik adasında doğdu. 18
yaşında Nazilere karşı savaşmak üzere Fransız ordusuna katılan Fanon, savaştan
sonra Fransa?da tıp ve psikiyatri eğitimi gördü. Kişisel deneyiminden yola
çıkarak beyaz bir toplumda siyah olmanın imkansızlığını ve sömürge kültürünün
insan ruhu üstündeki etkilerini anlattığı ilk kitabı Siyah Deri, Beyaz Maske?yi
bu dönemde yazdı. 1953?te dokuz milyon Arap ve Berberi?nin bir milyon Fransız
tarafından yönetildiği Cezayir?de psikiyatrist olarak çalışmak üzere Fransa?dan
ayrıldı. Cezayir?de işgalin kültürel ve psikolojik etkileri üstüne çalışan
Fanon, ulusal hareketin başlamasıyla birlikte Ulusal Bağımsızlık Cephesi?ne
katıldı ve sınır dışı edilene kadar etkin olarak Cezayir?in bağımsızlığı için
mücadele etti. 1961?de, ölmeden hemen önce, son kitabı Yeryüzünün
Lanetlileri?ni tamamlayan Fanon?un eserleri birçok dile çevrildi ve sayısız
çalışmaya konu oldu.
Fanon
yazdıklarında o güne kadar üzerinde pek durulmayan bir konuya, tahakkümün
kültürel ve ruhsal boyutuna eğilerek, emperyalizm ve ırkçılık karşıtı
mücadelelere yeni bir bakış açısı kazandırdı. Cezayir?deki Fransız yönetimi
işgal demekti ama dahası başka türlü olmayı öğrenmek, öğrenmek zorunda
bırakılmak demekti. Başka bir dili, başka şekilde davranmayı, başka şekilde
giyinmeyi, işgalcinin anladığı anlamda ?uygar insan? olmayı öğrenmeliydi işgal
edilen ülkenin yerlisi. Kendi kültürünün aşağı olduğunu kabul etmeliydi. Fanon bu kültürel bozgunun
yarattığı ruhsal tahribatı, işgal edilen toprakların asıl sahibinin kendi
ülkesinde yabancılaşmasını bizzat gözlüyor; eğitimini aldığı Batı biliminin
yerli karşısındaki kifayetsizliği ve kibri karşısında, deneyimi ile örtüşen
özgün tıbbi yöntemler geliştiriyordu.
Doktorluğu siyasi
duruşundan ayırmıyordu Fanon. İşgalin şiddetinin, işgalci güçlerin varlığı
kadar, bu kültürel ufalanma ve aşağılanmada saklı olduğunu söylüyordu yüksek
sesle. Bağımsızlık mücadelesinin, bu şiddeti, bu yabancılaşmayı sona erdirmenin
yegâne yolu olduğunda ısrar ediyordu. Dönüştürücü bir gücü vardı direniş
hareketlerinin. Yeni bir insan, yeni ve özgün kavramlar yaratmanın yolu
mücadeleden geçiyordu. Fanon?un askeri zorun iktisadi ve siyasi tahakkümün
olmazsa olmazı olduğu bir dönemde işgal altındaki halkın şiddete başvurmasını
onaylaması ve şiddetin onarıcı gücünden bahsetmesini onaylamıyordu kimi solcu
aydınlar. Fakat Fanon için şiddet eşitsiz koşullarda kendi kimliğinin
aşağılığına inandırılmaya çalışılan bir birey için özsaygısını inşa etmenin ve
işgalciye direnmenin tek vasıtasıydı. Kamusal bir siyasi alanın mevcut olmadığı
bir dönemde işgal saf şiddet demekti ve ona karşı yalnız şiddet ile
direnilebilirdi (Sekyi-Otu, 1996:118).
Bağımsızlık ile
bitmiyordu mücadele. Bağımsızlığını kazanmış ülkeler, henüz kendi ulusal
kültürlerini inşa edemeden, kendi yollarını çizemeden, kendi kaderlerini tayin
etmelerini sağlayacak bir ulusal bilinç geliştiremeden Soğuk Savaş?ın sağladığı
sözde avantajdan faydalanmaya, kapitalist ve sosyalist dünya arasında seçim
yapmaya itiliyordu. Fanon ise yeni bir dünya hayal edebilmenin kendi yolunu
bulma mücadelesinden, Üçüncü Dünya?nın hakkı olanı talep etme mücadelesinden
geçtiğini söylüyordu. Gelişmekte olan ülkeler ne yol izleyeceklerine, neyi
üreteceklerine, neyi ihraç edeceklerine kendileri karar vermeliydi. Fakat
bizzat sömürü ile semirmiş gelişmiş ülkelerin elinde kaynaklar, bağımsızlığını
yeni kazanmış ülkeyi yola getirmeyi sağlayan ve işbirliği koşuluyla dağıtılan
birer silaha dönüşüyordu.
Tuzaklarla dolu
bir yoldu bağımsızlıktan egemenliğe giden yol. Kehanette bulunmuyordu Fanon,
uyarıyordu. Ulusal bağımsızlık mücadelesinin liderlerinin nihayet kavuştukları
yönetimleri tekellerinde sultaya dönüştürme eğilimine karşı uyarıyordu. Yeni
yeni ortaya çıkmakta olan şehirli üst sınıfların Batı burjuvazisinin bir karikatürü
olmaktan öteye gidemeyeceklerini söylüyor, kendi çıkarları doğrultusunda
sömürge mirasını uzatmaktan başka arzusu olmayacak bir kapitalist sınıftan
burjuva toplumu yaratma beklentisinin yersizliğine işaret ediyordu. Yerli
entelektüelin Batı?dan borç alınmış dili ile kendini gerçeğin tek ve hakiki
savunucusu sanmaya yatkın kibrine ya da sözüm ona halkçı bir ilgiyle eski ve
geleneksel kültürel formları şeyleştirmeyi marifet sayan takipçiliğine karşı
uyarıyordu.
Bugün Yeryüzünün
Lanetlileri?nin yazılmasının üstünden neredeyse elli yıl geçti. Cezayir?e
bağımsızlık Fanon?un umut ettiği dönüşümü getirmedi. Tersine, tuzaklara takıldı
bir bir bağımsızlık mücadeleleri. Pek çok eski sömürgede ulusal yönetim güçlü
azınlıkların -generallerin ve bürokratların- eline geçti. Ulusal bağımsızlık
mücadeleleri yerini etnik ve dini çatışmalara bıraktı. Gelişmekte olan
ülkelerin ?bağımsız? yönetimleri iktisadi egemenliği ulusal ve uluslararası
teknokratlara devretti. Postmodern söylenceler küreselleşme ve tek kutuplu dünyayı,
ideolojilerin ve ütopyaların sonu ilan etti. Aydınlanma felsefesi eski
cazibesini yitirdi. Görünürde ?gelişmiş? ülkelerin ?gelişmiş? devletleri,
uygarlaştırma projesinden vazgeçti, bayrağı piyasanın serbest koşusuna
devretti.
Kimilerine göre
Fanon?un tarif ettiği mücadelenin koşulları ortadan kalktı. Bugün Birinci Dünya
yalnız Batı?da değil çünkü; yalnız beyazlar değil zenginlikten ve güçten payına
düşeni alan. Bugün ?gelişmekte olan? ülkelerde yalnız Batılı gibi giyinmek,
Batılı gibi görünmek sevdasında olan egemenler değil söz söyleyen. Küreselleşme
kültürel çoğulculuğu mümkün kıldı; ırkçılık, ayrımcılık, kültürel tahakküm
ortadan kalkmadı şüphesiz, fakat çok yol kat ettik bu kimilerine göre.
Hakikaten dünyanın
lanetlileri şimdi nerede?
Uygarlaştırılması
gereken Üçüncü Dünyalar çoğalıyor Birinci Dünyalar içinde. Fanon?un pek güzel
tarif ettiği Üçüncü Dünyalılığın ruh hali göçmenlerde ve kültürel azınlıklarda
devam ediyor. Siyasi hayattan dışlanan, kültürel olarak hor görülen, iktisadi anlamda
güçsüz kitleler Doğu?da ve Batı?da, Kuzey?de ve Güney?de azalmıyor. Gelişmiş
ülkelerin gelişmemiş göçmenleri eğitilmesi gereken, topluma uyumu sorun teşkil eden taraf olarak en iyi
ihtimalle özümlenmek ile ikinci sınıf kalmak arasında tercih yapmak zorunda
bırakılıyor. Dünyanın geri kalmış bölgelerine uygarlık ve özgürlük götürme
gerekçesiyle meşrulaştırılan işgaller ve askeri müdahaleler sona ermedi.
Evrensel olarak sunulan kimi değerler makul olanın sınırlarını belirlemeye
devam ediyor. Farklılıkların bir arada yaşayabildiği küresel bir kültür temenni
eden nice
yazar-çizer piyasa ekonomisini ve liberal demokrasiyi bu küresel kültürün
olmazsa olmazı tayin etti. İktisadi eşitsizliğin doğal olduğu belletilirken
doğduğu coğrafyanın, ırkın ve cinsiyetin sancısıyla uyanmaya devam ediyor
yeryüzünün lanetlileri.
Bugün Fanon?u
okumak insanlık durumunun değişmeyen yaralarını fark etmenin yanında daha iyi
bir dünyanın ancak hakların ve kaynakların adil dağıtımı ile
gerçekleşebileceğini hatırlatıyor.
Kaynakça
Fanon, Frantz.
2004. The Wretched of the Earth, çev. Richard Philcox. New York : Grove Press.
Fanon, Frantz.
1967. Black Skin, White Masks, çev. Charles Lam Markmann. New York : Grove Press.
Sekyi-Otu, Ato.
1996. Fanon?s Dialectic of Experience, Cambridge :
Harvard University Press.