Nobakov’un
edebiyattaki fikirsizliğine sağlam bir yanıt: Ötekileştirilen Ben’den hortlayan
ÖTEKİ – Berivan Kaya
09 Şubat 2013
Rus asıllı ABD’li
yazar ve eleştirmen Vladimir Nabokov, “Öteki Ben, Dostoyevski’nin yazdığı en
güzel şeydir.” der. Nobakov’un edebiyat anlayışıyla genel olarak örtüşmesem de,
Dostoyevski’nin çoğu eserini okumuş biri olarak bu görüşünü paylaşmaktayım. Nobakov,
Gogol üzerine yazdığı incelemesinde, yazara ait eserlerin hiçbir toplumsal
ileti veya mesaj kaygısı taşımadığına, örneğin Ölü Canlar’ın, Çarlık
Rusya’sının kokuşmuş bürokrasisine, yozlaşmış devlet yönetimine karşı herhangi
bir eleştiri içermediğine; yazarın o an içinden geçtiği gibi, öylesine
yazdığına değinir. Nobakov, genelde sanata ve edebiyata bakışını yansıtan bu
“ideoloji karşıtı” görüşünü Gogol üzerine yazdığı incelemesinde şöyle dile
geliyor:
“Elbette sanatın
bu en üst noktasında, edebiyatın derdi, mazlumlara acımak yahut zalimleri
lanetlemek değildir. Edebiyat şimdi insan ruhunun gizli derinliklerine hitap
etmektedir ki, buralarda diğer dünyaların gölgeleri, isimsiz ve sessiz
gemilerin gölgeleri misali gelip gider.”
Edebiyatı,
toplumsal anlamdan soyarak salt iç dünyanın gizemi haline getirmek, diğer
dünyaların birey dünyasıyla olan bağlantısını koparmak; postmodern anlayışın
toplumu, bütüncül insancıl görüşlerden, sosyalist tasarımlardan kapitalist
tahakkümün tekilliğine gömen saldırısını açıkça gözler önüne seriyor. Sanatın
derdi elbette ki mazlumlara acımak değil ama mazlumlardan yana olabilmektir.
Çünkü mazlumlar, mağdurlar dünya insanlığının yüzde doksan beşi. Nobakov’un
yaşadığı döneme göre bugün sadece sınıfsal bileşim yoksul köylülükten ve küçük
esnaftan proleter nüfusa doğru kaydı ama yüzde doksan beşin sömürüsü,
eşitsizliği, hak ihlalleri değişmedi, derinleşerek devam etti. Öyleyse sanatın
böyle bir derdi olmadığını söylemek sanatın toplumun genelini oluşturan ezilen
sınıf ve topluluklar için var olmadığını söylemektir. Geriye ne kalıyor; yüzde
beşlik ezen sınıflar… Demek ki Nobakov ve benzeri anlayışta olan ‘elit sanat
düşünürleri’ sizler sanatı ezen sınıflar için var etmektesiniz, o yüzden
toplumsal düşünceden soyutlayarak ruha ait bir iç gizem derinliği saçmalığına
dönüştürmektesiniz.
Dostoyevski, Gogol’un 1842’de yayımlar
yayımlamaz Rus soylu aristokrasisinin, düzen koruyucularının saldırılarına ve
baskılarına maruz kaldığı Palto öyküsüne dönük “hepimiz Gogol’un paltosundan
çıktık” derken elbette ki gerçekçi edebiyatın düzenle olan eleştirel, çatışmacı
özelliğini gözler önüne seriyordu. Nitekim Dostoyevski Palto’nun
yayınlanmasından dört yıl sonra Öteki’yi yazacak ve roman içerik ve üslup
olarak Palto ile belirgin benzerlikler taşıyacaktı. Öteki, gerçeği bulup ortaya
çıkarması, eleştirel, çatışmacı bakış açısı, insanı içine çeken iğneleyici ve
mizahi dili, ironi gücü, coşkun ve samimi anlatımı, deyim ve eğretilemedeki
zengin kullanımı ile Gogol’un genelde öykü ve romanlarındakine benzer bir
farkındalık bilinci ve haz duygusu yaşamamıza izin vermekte.
Nobakov’un
gerçekçi edebiyatta, düzene yönelik eleştiri ya da fikri anlamamasının nedeni
aslında Nobakov ve sanattaki benzeri “ideoloji düşmanlarının’, gerçekçi
duruşun, gerçekliği saptırmadan, abartmadan, tarafsız verebilme özelliğini
görmek istemeyişinde yatar. Nobakov’un mesaj veya fikir diye sinirlendiği ve
asla olmadığını dile getirdiği ileti aslında gerçekçiliğin bu müdahale
edilemez, nesnel kendindenliğidir. Bir gerçekliğin nesnel bir şekilde
açıklanması onun oluş biçiminin tarifinden çok öte bir şeydir. Nerede bir
gerçekten bahsediyorsanız sadece olgusal ve genelde egemen ideoloji tarafından
üstü örtülmüş (çarpıtılmış) bir gerçekten bahsediyorsunuzdur; nerede bir
gerçekten sınıfsal, toplumsal, siyasal ve tarihsel ilişkileri ile bütünsel
bahsediyorsanız orada gerçeği açıklıyorsunuzdur. Oluşun ya da gerçeğin örtük
verilişi, insanda esere dönük sadece duygusal bir özdeşleşme yaratır; üzüntü,
hüzün, öfke, sevinç, acıma, gücenme, nefret duyguları gelir gider. Ama oluş,
neden ve sonuçlarıyla, toplumsal ve tarihsel karakteristiğiyle ve çelişkisiyle
birlikte verilirse aynı zamanda bir düşünce oluşturur. İşte birinci durum
oluşun romantik, natüralist, görünen ve ya dışa vurumcu kurgusuyken ikincisi
gerçekçi kurgusudur. Birincisi, canlanan duygu durumlarıyla beraber oluşa karşı
bir kapılma, durağanlaşma oluştururken diğeri ortaya çıkardığı düşünceyle
birlikte farkındalık ve değişimcilik oluşturur. Sanatın anlamı tam da bu
değişimciliğin fakat insan ve toplumu ileriye, özgürlüğe (ki sınıflar ortadan
kalkmadan özgürlük olmaz) taşıyan devrimci değişimciliğin coşkusal ve
estetiksel hazzıdır. Gogol ve Dostoyevski’nin başarısı, son derece yalın bir
anlatımla gerçekliğin kendinden sahip olduğu bu düşünceyi ve iletiyi diyalektik
akışında göstermiş olmalarındadır. Palto ve Öteki, Nobakov’un algısıyla, iki
zavallı devlet memurunun başına gelen kötü olayları edebi kaygıyla anlatan salt
lisan fenomenleri yapısında estetik ve üslup başarısı metinler değildir. Maalesef,
bizim gibi kurcalayıcılar bir yana herhangi bir okuyucunun bu eserlerdeki
insana ve topluma dokunan anlamı görmesi ve heyecan duyması hiç de zor
olmamaktadır. Bu notlar ışığında şimdi Öteki romanına dönebiliriz.
Hepimizin içinde
bir öteki vardır: Uyumlu olan, toplum içinde kabul gören, verili değer
ölçütleriyle kalıplanmış diğer “ben.” Bir bakıma Sigmund Freud’daki egoya, Carl
Jung’daki personaya denk düşer. Bu bağlamda Dostoyevski’nin, toplumun alt sınıf
insanının sağlıklı birey olma zorluğunu ele alan Öteki romanı, gerçek ben ile
bürünmek zorunda kalınan maskeler-toplumsal ahlaki yasa ve değerler- arasında
yaşanan gerilimin; ortaya çıkan yabancılaşma ile özbenlik üzerinde gelişen
parçalanmışlığın öyküsüdür. Doğal ortamında zararsız olan, temel ihtiyaçlarını
kolektif bir çabayla karşılama eylemini öğrenen, kendi halinde yaşayıp gitme
eğilimi gösteren insan toplumsal/sınıfsal alanda bencil, çıkarcı, entrikacı,
üçkâğıtçı, yalaka, rekabetçi, acımasız bir yabancıya dönüşmeye nasıl
zorlanmaktadır? Doğasına ters bir yabancıyla yaşamak hele ki ona dönüşmek,
bütünleşmek istemeyen insanın ruhsal yapısını nasıl bir parçalanmışlık
beklemektedir?
19. yüzyıl Çarlık
Rusyası’nda geçer hikâye. Yedinci dereceden memur Yakov Petroviç Goladkin, bir
devlet dairesinde masa şefi yardımcısı olarak çalışmaktadır. Burun bükülmeyecek
memuriyet işinin yanı sıra tembel, huysuz, üçkâğıtçı uşağı ile bir apartman
katındaki minnacık dairesinde etliye sütlüye karışmadan kendi halinde
yaşamaktadır kahramanımız. Görünürde huzurlu bir yaşam süren Goladkin, içinde
giderek artmakta olan endişelerin varlığından haberdarıdır ve bunu romanın
başında şöyle dile getirir:
“Çok şükür, her
şey iyi gidiyor; dedi. Ya aksilik olsun diye suratımda bir sivilce filan
çıksaydı, pek kötü olurdu doğrusu. Yok yok, her şey son derece yolunda” (Sf:5
öteki, Varlık yayınları 2004)
Dostoyevski’nın
son derece ince bir kurgu ustalığıyla romanın başına oturttuğu, Goladkin’in
önemsizmiş gibi görünen bu mizahi endişesi, aslında roman izleğinin bundan
sonraki temel nüvesi olarak parçalanma eşiğine gelmiş bir kişilik yapısını
deliliğe kadar götürecek olan sürecin habercisidir.
Goladkin sık sık
kendini özü sözü aynı, dürüst, çalışkan, erdem sahibi biri olarak tanımlar.
Yüksek topluma karışan, davetlerden balolardan eksik olmayan diğer memur ve
müdürler gibi düzenbaz, entrikacı, ikiyüzlü asla değildir. Ne var ki erdem
sahibi kalmaya çabalarken diğerleri arasında kabul görmemekten; sessiz, sinik
bir kişiliğe dönüşmekten, yalnızlaşmaktan dolayı da acı çekmektedir.
Goladkin, iç dünyasında
korkunç bir mücadele vererek sonunda, yüksek dereceli, varlıklı memurların
düzenlediği bir davete gitmeye karar verir. Bu yağlı tabakanın arasında kabul
görmek için eli sıkılığı bir kenara bırakarak yüksek fiyata bir kupa arabası
kiralamış, uşağına ve kendine özel kıyafetler satın almış, yüksek sınıfın
arasına katılmanın tüm gereklerini yerine getirmiştir. Fakat Goladkin için bu
davete katılmak, başka bir kimliğe dönüşmeye zorlanmanın, kendine
yabancılaşmayı kabullenmenin kırılma noktasıdır aynı zamanda. Kendisine rağmen
başkası olamaya çalışmak, kişiliğindeki parçalanmayı hızlandırarak içine
gömdüğü ötekinin hortlamasına neden olacaktır. Bu dönüşümün korkunçluğunu
önceden sezen ve bu yüzden kaygıya kapılan Goladkin, davete gitmeden son bir
çare olarak doktoruna başvurarak onu rahatsız eden ne varsa anlatmaya koyulur.
Çalıştığı dairedeki adam kayırmalardan, entrikalardan yakınır; insanların
taktığı maskelerden, yalakalık ve düzenbazlıklarından usanmıştır. Dürüst ve
erdem sahibi biri olduğu için de bu sahte yüzlerin arasına karışmak
istemediğini, yalnızlığı seçtiğini belirtir. Doktor ısrarla davetlere
gitmesini, içki içmesini, kadınlarla ilgilenmesini salık verir; hatta ona deli
muamelesi çekip ilaç yazmaya kalkar.
Burada Goladkin’in
duygusal tepki ve özdeşleşim yaratan naturasının, zavallılığının yanı sıra asıl
olarak bürokrasi ve devlet aygıtının yozlaşmışlığı eleştirel bir bakışla ele
alınır. Öyle ki devletteki bu çürümenin gerçekte toplumun diğer üyelerine,
insan kavramının en kutsal sayıldığı doktorluk mesleğine dahi nasıl nüfuz
ettiğini fark ederiz. Doktor, Goladkin’in hastalığının asıl sebepleri üzerine
düşünmez, hatta bunları dile getirdiği için rahatsızlık duyar, çünkü kendi de o
yüksek toplumun bir üyesidir; oradan beslenir, para, kariyer, şöhret edinir.
Yedinci dereceden
basit memur Goladkin, sonunda yenik düşmüş ve davete gitmiştir. Yine de
istemediği bir şeyi yapmanın, istemediği kişi olmanın sıkıntısını yolda
giderken kendisini o şık arabanın içinde şık elbiselerle ve şık uşakla görüp
şaşıran, alaycı davranan ve az sonra uğradığı bir lokantada rastladığı iki
daire arkadaşına şöyle açıklar:
“Evet baylar,
şimdiye kadar tanımazdınız beni…
…Bazı insanlar
vardır ki, eğri, çapraşık yollardan hoşlanmaz, ancak maskeli balolara gidince
maske takarlar. Salonlarda kırıtıp reverans çakmayı kendine gaye edinmeyenler,
giydikleri pantolonun kalıp gibi durmasını hayatta en büyük mutluluk saymayan,
mutluluğu başka yerlerde arayanlar vardır. Farfaradan, yılışma ve
yaltaklanmadan, ama en çok üstüne vazife olmayan şeylere burnunu sokmaktan
hoşlanmayanlar da vardır…
….benim kendime
göre kurallarım var. Başarısızlığa uğradığım zaman yılmam, başardığım şeye de
dört elle sarılırım. Yalnız hiçbir zaman sinsilikle hareket etmem. Entrikacı
değilim ve bununla övünmem. Anlayacağınız. Siyaset benim işim değil. (Sf: 23)
Ne var ki
Goladkin, dizleri titreyerek heyecan ve ürküntüyle gittiği baloda uşaklarca
içeri alınmaz, kovulur. Yüksek dereceden zengin memur Olsufi İvanoviç’in kızı
Klara Olsufyevna’nın doğum günü için verilen bir davettir. Çalıştığı dairenin
şefi Andrey Filipoviç ve yeğeni Vladimir Semyonoviç’de davetliler arasındadır.
Daire şefi, yeğenini torpil yaparak terfi ettirtmiş üstelik Goladkin’in sevdiği
Klara ile baş göz etmeye çalışmaktadır. Goladkin onlardan biri olan doktora tüm
bu gerçekleri anlattığı için ev sahibesi Olsufi İvonoviç tarafından eve
alınması yasaklanır.
Goladkin muhalif
kişiliği ile yüksek toplum için bir ÖTEKİ’dir aslında. Dostoyevski, toplum
birey sarmalında ‘öteki’ ilişkisini iki yönlü vererek düşünmemizi sağlar.
Goladkin’in şu anki erdemli kişiliği; yozlaşmanın, çalmanın çırpmanın,
yolsuzluğun kabul gördüğü toplum için kabul edilemezdir. O, genel toplum
değerleri açısından bir ötekidir; dışlanır, horlanır, alaya alınır, küçük
görülür.
Bu durum, sınıflı
toplum gerçeğidir aynı zamanda. Sömürü ve yolsuzluk düzenine ayak
uydurmayanlar, rahatsızlık duyanlar dışlanır ötekileştirilir, hatta muhalif
olmaya kalkanlar sindirme ve baskıyla bir şekilde etkisizleştirilir. Adam
kayırmak, torpil, yağcılık, rüşvet, entrika, dedikodu, ikiyüzlülük sistemin
olağan işleyişidir ve merkezden aşağı doğru güçlendirilir; en dürüst, erdemli
kişi bile zamanla değişime uğrar, batağa çekilir. Sistem erdemli olmaya çalışan
insanı ötekileştirip dışlarken onun içinde çürümeye yüz tutan öteki beni
yaratarak onunla özdeşleşir.
Kovulan,
aşağılanan Goladkin’in, Öteki Ben’i yaratma süreci böylece başlamış olur. Bu
durumu kabullenmeyen ve yara alan Goldkin, bir süre sokaklarda dolaştıktan
sonra davet evine yeniden gider. Sahanlıkta ıvır zıvır eşyaların arasına
gizlenir, eve dalmak için uygun zamanı kollamaya çalışır. İki saate yakın süre
geçer. Başka dünyaların arasına kabul edilmemenin zorluğunu o karanlık soğuk
köşede tüm çıplaklığı ile hisseder. İkinci girişimde eve girmeyi, Klara’nın
yanına kadar yaklaşmayı başarır, hatta onu dansa kaldırmak için hamle de yapar.
Fakat bu kez şatafatlı balo davetlileri, etrafını sararak gülüp kahkaha
atarlar; azarlayıp, aşağılarlar; bir köşeye sessizce sinmek isterken bu kez
yaka paça dışarı atılır. Bu an Glodkin’in kendini ölmüş, tam anlamıyla bitmiş
hissettiği andır, yani hiçleştiği; Öteki’nin ise hortladığı an.
Goladkin davet
evinden atıldıktan sonra, soğuk ve yağmurlu havada arkasına bakmadan sürekli
koşmaktadır.
“Dışarıdan birisi
Yakov Petroviç’in bu kös kös, acıklı tırısını görse onun o anda duyduğu acıyı,
koşmasının da doğrudan doğruya kendinden kaçma olduğunu anlardı.” Sf: 39
Öteki, tükenişi
hissettiği o soğuk gecede birdenbire Goladkin’in karşısına çıkıvermiştir.
Fiziki benzerlik olarak Goladkin’in tıpatıp aynısıdır. Üzerindeki palto, şapka
bile aynıdır. Büyük bir şaşkınlık ve korku yaşayan Goladkin heyecanla eve
koştuğunda adamın kendi evine girdiğini, yatak odasında karyolasına oturduğunu
görecektir. Aslında Öteki, Goladkin’in dönüşmekte olduğu yeni kişiden başkası
değildir.
“Esrarlı adam da
Yakov Petroviç gibi paltosunu, şapkasını çıkarmadan karyolanın kenarına
oturmuş, gözlerini kısarak hafifçe gülümsüyor, Goladkin’e hafifçe başını
sallıyordu. Goladkin bağırmak istedi-sesi çıkmadı. Bir şeyler yapmak, karşı
gelmek gereğini anlıyor ama yapamıyordu. Saçlarının başında dikleştiğini
hissetti ve olduğu yerde kendini kaybetti. Yol arkadaşını tanımıştı: Bu adam
kendisi, yani Yakov Petroviç Goladkin’den başkası değildi!”sf:44
Ama Dostoyevski,
Öteki’ni ayrı bir kişiye dönüştürerek hem gerçek hem de gerçek üstü bir
kahraman olarak vermeyi seçecek, aslında bireyin toplumla-düzenle olan
paradoksunu, deliliğe götüren dış ve iç çatışmasını gösterecektir.
Goladkin ertesi
gün işe geldiğinde benzerinin hemen yanındaki masada oturduğunu görür. İşe
alınmıştır. Ekselans’ın, yani genel müdürün torpillisidir. Öteki’nin adı bile
kendi ismiyle aynıdır: Yakov Petroviç Goladkin. Her şeyiyle eşi olan bu tuhaf
kişiye iş yerinde kimse şaşkınlık göstermez, akıl almaz bu benzerliği hiç mi
hiç önemsemezler, sanki farkında değillerdir olanların. Aslında yeni Goladkin
ya da Öteki onlardan biridir ve bu yüzden olağan karşılanmış, hatta
kucaklanmıştır. Goladkin dürüst, erdemli kişiliği ile toplumdan itilirken, göz
önünden uzaklaştırılırken, Öteki tüm düzenbazlığı, üçkâğıtçılığı ile toplumun
çürümüş hücrelerine yağ gibi katışmaktadır.
Goladkin
benzerinin, kendisini yok etme sürecini adım adım gözleyecektir. Öteki
kendisinin tersine canlı, konuşkan, neşeli, esprili biridir; herkesle kolayca
samimi olabilmektedir. Girdiği ortamda ilgi odağı olmayı, insanları
neşelendirmeyi becerir. Bir o kadar da sinsi, kurnaz, kalleş, yalaka ve
entrikacıdır. Daire şefi Andrey Filipoviç’e kendini sevdirir. Goladkin’in
yaptığı işlere el koyarak Ekselans’ın gözüne girmeyi başarır; Goladkin bir
kerecik olsun bile Ekselans’la görüşemezken o rahatça yanına girip çıkar, onun
bazı özel işleri için görevlendirilir. Yıllardır hizmetinde olduğu masa şefi
Anton Antonoviç, Goladkin’den uzaklaşıp Öteki ile yakınlaşır. Kademeli
kademesiz tüm memurlar ona soğuk davranırken, ciddiye almazlarken Öteki
Goladkin ile can ciğer kuzu sarması olmuşlardır. İyi arkadaşı saydığı
Vahrameyev saf değiştirir, hatta hırsız uşağı bile onu terk eder. Sahtekâr
benzer bununla da kalmaz her fırsatta Goladkin’i toplum içinde aşağılamaya,
gülünç duruma düşürmeye çalışır, gittiği lokantalarda benzerlikten faydalanıp
hesapları Goladkin’e ödetir. Goladkin bu durumdan kurtulmak için çareler arar.
Önce uzlaşma yolunu dener; başarısız olunca mücadeleye girişir fakat sık sık
karasızlığa ve cesaretsizliğe düşer. Müdürlere, Öteki’nin sahteliğini
açıklamaya çalışır, ekselansla görüşmeye çabalar; fakat kimse ona inanmak
istemez hatta önemsemez. Dahası, Öteki Ekselans’ın özel hizmetine terfi
edilirken Goladkin’in en çok korktuğu şey başına gelir; işten atılır.
Glodkin’in
benzerinin sahtekârlığını açıklama yönündeki tüm çabaları, Öteki’nin,
‘yozlaşmış toplum’ içindeki varlığını daha da güçlendirmeye yaramıştır. Bu adım
adım deliliğe evrilen süreçte Goladkin sürekli yenilgiler yaşasa da, teslim
olmak yerine hep mücadele etmeyi seçecektir. Ekselans’a yalvaracak noktaya
geldiğinde bile erdemlerinden, değerlerinden vazgeçmez ve Ekselans’a akıl
vermekten geri durmaz.
“-Söylemek
istediğim şey, Ekselans… durum bu merkezde yani… diye başladı. Zamanımızda
sahtekârlık geçer akçe değil. Aksini düşünenler aldanır…
… Yakov Petroviç
bir adım daha ilerledi, kesin bir el işaretiyle korkudan dertop olmuş menhus
benzerini gösterdi:
-İşte bu adam
alçağın, ahlaksısın biridir Ekselans.” (Sf:128)
Goladkin,
bürokrasinin en yukarısında yer alan general rütbesinde, genel müdür
konumundaki Ekselans’a muhteşem malikânesinde en sonunda ulaşmayı başarmış ve
yüzüne, benzerinin bir sahtekâr olduğunu haykırmıştır. Bu haykırış aynı
zamanda, iç coşkusuyla, kendinden dürüstlüğüyle yaşamaya çalışan alt sınıf
insanın, yozlaşmış devlet erkine attığı belirgin bir tokattır. Sistem sıradan
insandan dürüstlüğü, erdemleri bir kenara atıp bir yabancıya dönüşmesini
istemiş, Goladkin direnmiş; sistem bu kez Goladkin’i itmiş, önemsizleştirmiş,
ötekileştirmiş, onun içinden yozlaşmış bir öteki çıkarmaya çalışmış, sonunda
kişiliği parçalamıştır. Bu süreç aslında modern burjuva toplumlarda çok
yakından tanık olduğumuz bugün misliyle yaşadığımız süreçlerdir. İngiliz yazar
ve kuramcı Mark Fisher, Kapitalist Gerçeklik kitabında insanın bugünkü
neoliberal kapitalist dünya içindeki sıkışmasını, yabancılaşmasını; depresyon,
şizofreni gibi psikozların bu sıkışmanın ve siyasi sorumluluğun ürünü olduğunu
dile getirir. Yozlaşmış toplumun Goladkin’i ötekileştirirken, onun içinden
yarattığı diğer Öteki ile bütünleşme paradoksu, Goladkin’i deliliğe götüren
süreçtir.
Nobakov’un
edebiyatı anlamsızlaştırma, fikirden soyundurma, dil anlatım estetiğinin
sınırlarına hapsetme çabalarının aksine, Dostoyevski’nin ortaya koyduğu gerçeği
çözümleme becerisi; toplumsal, sınıfsal ilişkilere dayandırılan bir ruhsal
çatışmayı derin bir şeklide yansıtmayı başarıyor. Dostoyevski bize öteki olmanın,
yabancılaşmanın veya direnerek kendin kalmanın süreçlerini, salt bireyin iç
dünyasının dışa vurumu anlamsızlığına bırakmayıp toplumsal, siyasal, sistemsel
ilişliler içerisinde anlamlandırma boyutuna yükseltgemiştir.
Berivan Kaya
(Bu yazı Berfin&Bahar Dergisi Ocak 2013
sayısında yayımlandı.)
Yararlanılan
kaynaklar:
Öteki:
Dostoyevski-Varlık; Analitik Psikoloji: Carl Gustav Jung-Payel; Kapitalist
Gerçeklik: Mark Fisher-Habitus; Gerçekçilik Yeniden: Yılmaz Onay-Yordam;
Nikolay Gogol: Vladimir Nobakov-İletişim; Edebiyat Eleştirisi: Terry
Eaglaton-İletişim