“Sorarak
keşfettim. Sorarak ve kendime sorarak; yaşadığımız bu gezegen nereden
geliyordu, her dakika otuz çocuğun açlıktan ya da hastalıktan ölmesi için her
dakika silahlara bir milyon dolar harcayıp hiçbir ceza görmeyen bu dünya
nereden geliyordu! Sorarak ve kendime sorarak: Bu dünya, bizim dünyamız, bu
mezbaha, bu tımarhane tanrının eseri mi, insanların eseri mi! Hangi geçmiş
zamandan doğdu bu şimdiki zaman! Niçin bazı ülkeler diğer ülkelerin sahibine
dönüştü, bazı insanlar diğer insanların, erkekler kadınların, kadınlar
çocukların, mallar insanların sahiplerine dönüştü!”
Biz Hayır
Diyoruz-Eduardo Galeano
Foto: Salgado
Sunuş, Bülent
Kale,
Latin Amerika’da
militan gazeteciliğin önde gelen isimlerinden Eduardo Galeano çok erken
yaşlarda başladı gazeteciliğe. Bu seçkide de yer alan "Bir Otoportre İçin
Notlar" adlı yazısında "ilk çizimini 14 yaşında (haftalık sosyalist
gazete El Sol'e) yaptığını, boş bir sayfa karşısında ilk paniğini 18 yaşında
yaşadığını" söyler. Karşısında ilk paniğini yaşadığı o boş sayfa daha
sonra Latin Amerika' nın Uruguay'da yayımlanan efsanevi haftalık gazetesi
Marcha'da yayımlanmıştı. 1939'dan, 1974'te diktatörlük tarafından kapatılana
kadar tam 35 yıl yayımlanan ve Pablo Neruda'dan Octavio Paz'a, Che Guevara'dan
Salvador Allende'ye, Juan Goytisolo'dan Jean
Paul Sartre'a
kadar dünya çapında pek çok ismin yazdığı dergi Uruguay'da (ama aslında La Plata'nın hemen öte
tarafındaki Arjantin'de de) üç farklı kuşağın oluşumunda büyük rol oynadı.
Uruguaylı eleştirmen Ángel Rama'nın "eleştirel kuşak" olarak
tanımlayıp üzerine kapsamlı bir deneme kitabı yazdığı son derece politik bir
kuşak yarattı. Eduardo Galeano bu eleştirel kuşaktan, kendisini yaratan
ustalarıyla beraber (1960-64 yıllarında Marcha'nın yazı işleri müdürlüğünü
yaptı) aynı idealler için yazmayı sürdüren bir gazeteciydi, hâlâ da öyle.
Daha sonra 1964'te
militanı olduğu MLN-T (Movimiento Nacional de Liberación – Tupamaros)
hareketinin yayın organı olan Época gazetesini kurdu ve yönetti. 1973 yılındaki
diktatörlüğün ardından 1976'daki darbeye kadar yaşadığı Buenos Aires'te
Arjantinli meslektaşları ve Marcha okulundan sürgündeki gazetecilerle
kurdukları Crisis'te gazeteciliğe devam etti. Marcha diktatörlük yıllarında
Meksiko'da aylık olarak Cuadernos de Marcha adıyla yayımlanırken de,
diktatörlüğün ardından, doğduğu ülkede (derginin kurucusu Carlos Quijano'nun
ailesi karşı çıktığı için) Brecha adıyla yeniden yayın hayatına başlayınca da
katkıda bulunmayı sürdürdü, sürdürüyor.
Kendisiyle yapılan
söyleşilerde ve yazılarında şaka yollu Uruguay kahvelerinde Latin Amerika'ya
özgü inanılmaz hikâyeler dinleyerek büyüdüğünü söyler ki doğrudur, ancak
formasyonunu, bütün yazılarını temellendirdiği o insan odaklı bakış açısını,
karamsarlıktan beslenen sonsuz umudunu, çalışma disiplinini, yıllar içinde
yarattığı üslubunun temellerini Marcha'da edindiğini söylemek gerekir. Bu
anlamda, bu yetileri kazanmasına büyük emeği geçmiş iki ustasından biri
Marcha'nın kurucusu ve yayın yönetmeni Don Carlos Quijano, diğeri de Latin
Amerika edebiyatının en özgün isimlerinden Uruguaylı yazar Don Juan Carlos
Onetti'dir.
Galeano, 1981
Temmuzu'nda diktatörlük yüzünden Meksiko'da yine Don Carlos Quijano'nun
yönetiminde çıkan Cuadernos de Marcha'nın yıldönümüne bir mektupla katılır ve
20 yıl önce omuz omuza çalışarak gazeteciliği öğrendiği ustasına dünyanın dört
bir yanına dağılmış olmanın hüznü ve Uruguaylılara özgü bir melankoliyle şöyle
seslenir: "Çok şey gördüm çok şey yaşadım geçen yirmi yılda. Neredeyse hiç
saçım kalmadı, ama ne arzum ne azmim azaldı. Ve yazarlık mesleğinin onuruna
asla ihanet etmedim: Sizin bize kelimeleriniz ve eylemlerinizle öğrettiğiniz o
onur ve sorumluluk duygusuna asla ihanet etmedim." Bu satırlar 26 yıl
sonra, bugün de geçerlidirler. Galeano için sözün onuru vardır; insan etten ve
kemikten yapılmıştır ama söylediği kelimelerden de yapılmıştır.
Eserleri Türkçeye
henüz çevrilmemiş olan Uruguaylı ünlü yazar Juan Carlos Onetti, Marcha'nın yazı
işleri müdürü ve aynı zamanda Reuters'in Latin Amerika muhabiriydi. Edebiyat
tarihinin en sıra dışı figürlerindendi. Diktatörlük sona erdikten sonra
Uruguay'a dönmeyi reddetti. 1994 yılında Madrid'deki evinde öldüğünde on beş
senedir yatağında susarak, sigara içerek ve özel bir düzenekle bir hortumun
ucundan şarap içerek yaşıyordu. Galeano yirmi yaşından beri tanıdığı ve
İspanya'daki sürgün yıllarında sık sık görüştüğü Onetti'yi yakın zamandaki bir
belgeselde yine melankoliyle anar: "Çok şey öğrendim Onetti'den. Onetti.
Juan Carlos Onetti. Sürekli küfrederdi. Usta, gözlerini tavana diker, sürekli
sigara içer, çok az şey söyler ya da hiçbir şey söylemezdi. Ve böyle küfrede
küfrede bana yaşamayı hak eden
kelimelerin yalnızca sessizlikten daha iyi kelimeler olduğunu öğretti."
Teori Onetti'ye
aitti ama yöntem Meksika'dan bir başka ustadan geliyordu: "Baltayla
yazıyorum, ona nasıl yazdığını sormuştum, bana baltayla yazıyorum, diye
fısıldadı, çünkü böyle fısıldayarak konuşurdu. Yazmayı ondan öğrendim, ben de
baltayla yazıyorum." Latin Amerika edebiyatının en önemli isimlerinden,
Meksikalı yazar Juan Rulfo'dan bahsediyor Galeano. Yine yakın zamandaki bir
söyleşisinde şöyle der: "Üslubumu geliştirmemde ustam Juan Rulfo'nun payı
oldu. Onunla dost olma şansına eriştim. Şu arkasında silgisi olan eski
kalemlerle yazar gibi yazmak lazım, derdi bana, çünkü ucundan çok arkasıyla
yazılır kalemin, yani ekleyerek değil; silerek." Yazmak üzerine kaleme
aldığı bir metinde hâlâ ustasının tavsiyelerine sadık olduğunu gösterir:
"Aynı metni bir, iki, üç, beş, yirmi farklı şekilde yazarım, her seferinde
daha kısa, daha yoğun, düzeltilmiş ve küçültülmüş son hali çıkar ortaya."
"Kısa tutmayı
öğrendim," der gazetecilikten edindiği becerileri sıralarken. Ama bazı
şeyleri dışarıda bırakarak kısa tutmayı değil: "Beni,
bir sürü şey söylemek isteyen biri için elzem olan bir senteze zorladı."
Ve gazeteci olmanın getirdiği, yazılarına renk katan çok önemli bir özelliğini
daha açık eder: "Gazetecilik seni o küçük çevrenden çıkmaya ve gerçekliğe,
başkalarının dansına katılmaya zorlar."
Eleştirmenler,
gazeteciliğin, öykünün ve şiirin sınırlarında dolaşan, her üç disiplinden de
belli ölçülerde yararlanan üslubuyla dikkat çektiğini söylüyorlar. Her zaman
"dansına katıldığı öteki"lerin yanından yazdığını, laf kalabalığını
sevmediğini, sessizlikten daha değerli olduğuna inanmadığı sözü asla
söylemediğini de belirtmek gerekir. O yoğun, kısa metinlerinin şiirden yoksun
olmadığını, gerçekliği anlatırken düşleri de anlattığını, bize gerçeklerimizle
düşlerimiz arasındaki kaçınılmaz ilintiyi hissettirdiğini, hayatın öznesi
olduğumuzu sürekli hatırlattığını da ekleyelim. Galeano eline geçen her şeyi
parçalamakta usta olan, bize sürekli iki seçenekten birini ya da çoğu zaman
hiçbirini sunan sistemin gerçek yüzünü ortaya çıkarır ve bizi, sistemin bize
sunduğu hayatı yaşamamaya, kendi hayatımızı yapmaya davet eder. Hayat da tıpkı
tarih gibi yapılabilen bir şeydir onun metinlerinde.
Ben, son olarak,
metinlerinin okuru asla dışarıda bırakmayan bambaşka bir büyüsü olduğunu da
söylemek istiyorum. Galeano metinleri bize ne yalnızca dünyanın gidişatı
hakkında esaslı bir ders verirler, ne de yalnızca edebiyatın tadı damağımızda
kalan lezzetli meyvesinden ikram ederler. Galeano metinleri, konusu ne olursa olsun,
okura, bahsi geçen nimetlerden yoksun olmayan, keyifli bir sohbet sunarlar.
Konuşan bizimle aynı kaygıları taşıyan, aynı sorulara cevap arayan bir
benzeşimizdir. Kendiliğinden bir "biz" ruhu oluşur ve okurla yazar
arasında benzerine çok az rast gelinebilecek son derece keyifli, son derece
doyurucu bir muhabbet hasıl olur. Büyük saygı duyduğumuz bir yazardır ama aynı
zamanda yol arkadaşımızdır, dostumuzdur.
Bu seçkide,
gazeteciliğin edebiyatın bir alt kolu olmadığına inanan, başlı başına, hem de
en etkililerinden bir edebiyat türü olduğunu savunan Eduardo Galeano'nun
çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmış 26 yazısına yer verdik. Her biri
farklı temaları ele alan ama bizim de "sessizliğe yeğlediğimiz kelimeler
ve düşünceler"den oluşan, edebiyatın hakkıyla kullanıldığında gazeteciliği
ne denli etkili kılacağını gösteren güçlü metinler bunlar.
İlki Che'nin
öldürülmesi üzerine kaleme alınan 1967 tarihli "Büyülü Bir Yaşam İçin
Büyülü Bir Ölüm", sonuncusu 2006 Dünya Kupası ve Zidane üzerine yazılan
bir metin olan kırk yıla dağılmış bu gazetecilik ürünlerinin her birinin altına
–okurun yazarın üslubunda ya da ele aldığı temalardaki farklılıkları ya da
sürekliliği takip edebilmesini kolaylaştırmak için– kaleme alındıkları tarihler
not düşüldü. Che, Zidane, Salgado, Evo Morales, Latin Amerika edebiyatı,
yazarın işlevi, televizyon, beden, işkence, sürgün, Şili, Küba, Bolivya, ABD,
emekçiler, eşcinseller, beyazlar, siyahlar, yerliler, Latin Amerika gibi pek
çok farklı konuya değinen metinleri seçerken Galeano'nun üslup özelliklerini ve
bazı temel konularını –Latin Amerika tutkusu, Amerika'nın gerçek kimliği,
dünyanın ve doğanın talanı, halk kültürünü hor gören ve bizi kendimize
yabancılaştıran sistemin ifşası gibi– barındıran metinler dışında, politik
tarihimizdeki benzerlikler dolayısıyla –askeri darbeler, sürgünler, ardından
gelen demokrasi bozuntuları gibi– bizi ülkemiz hakkında düşünmeye sevk eden
metinleri de dahil etmeye çalıştık. Bu vesileyle, bu seçkinin oluşmasında
yapıcı eleştirileriyle katkılarını esirgemeyen Müge Gürsoy Sökmen'e ve Tuncay
Birkan'a teşekkür ederim.
Son olarak, bu
seçkiyi oluştururken bizlere büyük keyif ve heyecan veren bir ayrıntıyı da
sizlerle paylaşmak isteriz. Seçkide yer alan 1999 tarihli "Çalışanların
Hakları Arkeolojik Bir Konu mu?" dahil 2000'li yıllarda yazılmış 11 metin
bizzat Eduardo Galeano tarafından seçildi. Onunla farklı kıtalardan da olsa
birlikte yayıncılık yapmanın tarifsiz onuruyla, onunla birlikte, büyük bir
keyif ve inançla "Biz de hayır diyoruz!"
Metis Yayinlari
Metis Yayinlari