PERİHAN ÖZCAN ozcanperihan@hotmail.com
Céline’in kendini çırılçıplak ortaya koyduğu bir kitap Profesör Y ile Konuşmalar. Zehirli oklarından yazı dünyası kadar özellikle sinema olmak üzere sanat dünyasının da payını aldığı bir hesaplaşma.
Küçümsemiş, benimsememiş, onaylamamışlardı onu. Adı sanı duyulmamış yazar bozuntusu olarak görmüş, dünyanın en romantik dilini hoyratça kullanmasına ateş püskürmüşlerdi. Kimileri de onu yere göğe sığdıramamıştı ama. Sözlüklerde rastlanmayacak kelimeleri, ancak arka sokaklardaki sefillere, düşkünlere yakıştırılabilecek bir dili yazıya dökme cesareti gösterdiği için övgüler yağdırmışlardı.
Louis-Ferdinand Céline, 1932 yılında yayımlanan ilk romanı Gecenin Sonuna Yolculuk’la Fransa’da edebiyat dünyasını ikiye bölmüştü. Azılı düzen düşmanı kahramanı Bardamu vasıtasıyla dile getirdiği fikirleri değildi mesele. “Anlamadığınız ne varsa odur” dediği, “evrensel boyutta bir soytarılık”tan başka bir şeye benzetemediği savaşa lanetler yağdıracak barış yanlıları vardı şüphesiz. “Tek değerli şey yaşamdır” sözlerini savunacakların sayısı az değildi. Sorun düşüncelerini dile getirme biçimi, kelime seçimleriydi. Savaşmayı “hıyarca” bulduğunu ifade etmesindeydi problem, “anneciğim” diyen askerlerin “geberip kan işerken” nasıl “zırladıklarını” söylemesindeydi. Alışılageldiği üzere estetik değildi cümleleri, saldırgan bir alaycılık vardı üslubunda. Konuştuğu gibi yazıyordu Céline, ağzına geldiği gibi.
Coşku konuşulan sözün içinde
Hararetle tartışanların fark edemediği, öngöremediği şuydu: Birdenbire ortaya çıkıveren bu dil anarşisti, kendine has üslubuyla, pek çok yazarın ilerlemeyi tercih edeceği farklı bir kulvar açmıştı edebiyatta.
Céline ne yaptığının farkındaydı ve sırrını yirmi üç yıl sonra kaleme aldığı Profesör Y ile Konuşmalar’da açıklayacaktı. Nihayet Türkçeye çevrilen Profesör Y ile Konuşmalar’da Céline’in karşısına oturttuğu, gelmiş geçmiş en güçlü yayıncılardan Gaston Gallimard’ın hayali editörü. Basılı bir kitabı olması için yanıp tutuşan bu kişi bir anlamda kendisine karşı olanları temsil eden bir figür ve Céline onun şahsında bu kesimle kozunu paylaşıyor.
Dili yine küfürbaz, tahrik edici ve müstehzi. “Siz bir şey icat ettim falan dediniz!.. ne icat ettiniz?” diyen editöre “Yazı dilinde coşku” diye karşılık veriyor. “Kâğıda dökmek istiyorsan coşkuyu, konuşma dilinden geçeceksin, başka yolu yok!.. konuşma dilinin hatırasıdır kâğıda dökülen!” Bunu kolaycılık olarak görenlerin lafını ağzına tıkmak için olsagerek, hemen ilave ediyor: “Sonsuz bir sabır ister! Defalarca yazacaksın, düzeltip baştan yazacaksın!” “Coşku, yalnız ama yalnız, bin bir cefaya karşılık, ‘konuşulan sözün’ içinde yakalanabilir.”
Céline’in kâğıda döktüğü, geldiği geçtiği yerlerde gördüğü, hissettiği “coşku”ydu. Yoksul ailesinin iyi bir eğitim alması için gönderdiği yatılı İngiliz okulunda, on birinde mecburiyetten başladığı çıraklıkta, Birinci Dünya Savaşı sürerken kendini bulduğu cephede, aldığı ölümcül yaralar nedeniyle bağlanan malul maaşını döküp saçtığı birahanelerde yaşamıştı sözünü ettiği “coşku”yu. Çalıştığı kereste şirketinin gönderdiği ve sıtmaya yakalanınca terk etmek zorunda kaldığı Kamerun’da, Paris Üniversitesi’nin tıp fakültesinde, Milletler Cemiyeti adına çalışırken gezdiği ülkelerde, toplum sağlığı konusunda çalışmak üzere bulunduğu Ford fabrikalarında, Paris’in banliyölerinden Clichy’deki belediye kliniğinde, başka bir banliyöde açtığı muayenehanede tecrübe etmişti bu “coşku”yu.
“Coşku”yu yazıya aktarma biçimini “dile tecavüz” olarak değerlendirenlere öfke kusuyor Céline kitapta. “1932’den bu yana, layıkıyla vurduk dibe, tecavüzcülüğümüz kesmedi, üstüne bir de hain olduk, kesmedi soykırımcı olduk, kesmedi öcü olduk... adını bile anmayacaksın benim gibisinin!..” Donanmada gönüllü doktorluk yaptığı İkinci Dünya Savaşı’nda Fransa düştükten sonra direniş saflarında yer almadığı, savaşla ilgilenmeyip kendi hayatına döndüğü için “hain” demişlerdi ona. “Soykırımcılığı” ise savaşın Yahudiler yüzünden çıkacağını, dünyanın bir Yahudi komplosuyla karşı karşıya olduğunu söylemesinden ileri geliyordu. Antisemitist kitapçıklarda dile getirmekten çekinmediği düşünceleri yüzünden yargılanmış ve mahkûm edilmişti Céline. Fakat Naziler tarafından da kabul görmemişti. Çünkü Hitler’in aslında bir Yahudi olduğunu ve dünyayı savaşa sürüklemekten başka bir amacının olmadığını savunuyordu. Céline’i edebiyatın en ilginç yazarlarından biri yapan bir neden de buydu. Savaş karşıtı bir faşist olması!
Argo deyip geçmeyeceksin
Céline hâlâ tartışılan bir yazar. Yahudi düşmanlığı nedeniyle asla bağışlanamayan ama inan denen pisliğin özünü çiğneyip çiğneyip yüzüne tekrar tekrar vurduğu için de görmezden gelinemeyen bir kalem. Sartre, Genet, Le Clézio, Queneau, Beckett, Bukowski, Henry Miller gibi büyük isimlerde etkileri açıkça görülen bir deha.
Fakat o, başka yazarların kendisinden ilham almasını değerlendirirken kızgın: “Kaç defa taklit ettiler be beni, kaç defa çalıp çırptılar benden, kaç defa sırtımdan paraya kondular, tam yedi el yazmamı yaktılar be benim!.. yedi tane, yedi! dur diyemezsin cehalete!..” İçinde küskünlük barındıran bir kızgınlık var sözlerinde: “Ha ama soyup soğana çevirmek serbest tabii. eline sağlık soyanın! dımdızlak bırakacaksın bunun gibisini ortada! ismi var cismi yok, daha hâlâ vızıldanıp duruyor!.. ciğeri beş para etmez herif yaşıyor mu ki lan şu dünyada!” Birbirinden kopya çeken yazarların başta Goncourt olmak üzere aldıkları ödüllere de laf ediyor, Gecenin Sonuna Yolculuk üzerine aldığı Renaudot Ödülü’nü hiç hatırlamadan: “O reklam ajanslarını, o milyonluk reklamlarını bir ellerinden alsınlar, o kasalarını bir boşaltsınlar, görün o zaman ne yeller esiyor yerlerinde!”
Ona sırtını dönen okur da payını alıyor. “Züppe”, “geri zekâlı” ve “köle ruhlu” bulduğu Fransız okurun kendi arzusuyla “zokaya geldiğini” söylemekten geri durmuyor. Kendine özgü olduğunu yinelerken küfürbazlığın ince ayarına da vurgu yapıyor: “Netice, argo deyip geçmeyeceksin, işe yarar! muhakkak yarar!.. aynı baharat mevzuu... hiç mi koymadın? o çorbadan hayır gelmez!.. fazla mı koydun. artık hiç hayır gelmez!.. kıvamını tutturmakta maharet!”
Altmış yedi yıl süren yaşam macerasının son on senesini kendini çaresiz ve işe yaramaz hissederek geçiren, son romanı Rigadon’u bitirmesini takiben geçirdiği felç sonucu ölen Céline’in kendini çırılçıplak ortaya koyduğu bir kitap Profesör Y ile Konuşmalar. Céline’in zehirli oklarından yazı dünyası kadar özellikle sinema olmak üzere sanat dünyasının da payını aldığı bir hesaplaşma.
Ömer Erdem’in Céline yazısı için
Ne fayton sahnesiymiş arkadaş
Céline, sinema ile ilgili de bazı tespitlerde bulunuyor: “Topunu salla! ömür tükettiler bir Madame Bovary’yi idrak etmeye, hâlâ cebelleşiyorlar, ne fayton sahnesiymiş arkadaş... bir Bovary, bir de Boule de Suif!.. çektikleri kopya bile bir boka benzemiyor... bir adım öteye gidecek yetenek yok heriflerde... hissiyatları gelişmemiş... daha beteri, gelişmeyecek!...”
Geberip gideceğim o zaman konuşacak
Céline, yayıncısına da tepkili:
“— Peki nasıl oluyor da, neden Gallimard Beyefendi sizin kitaplarınızdan hiçbir yerde bahsetmiyor?
• Eh adamın tarzı bu!.. taktik icabı!.. ben geberip gideceğim, o zaman konuşacak!
• O kadar yaşar mı?
• Hepimizi gömer... bünyeyi yormuyor ki...
• Eh şimdi ne olacak?... siz hayattayken?.. ne yapıyor kitaplarınızı?
• Tıkmıştır mağarasının dibine!.. pek güzel muhafaza eder!.. daha binlercesi... kaç binlercesi duruyordur orada öyle!.. stokluyor herhâlde!”
PROFESÖR Y İLE KONUŞMALAR
Louis-Ferdinand Céline
Çeviren: Ayberk Erkay
Yapı Kredi Yayınları
2013, 104 sayfa, 12 TL.