Tuesday, May 26, 2015

"Yürüyen Kelimeler / Eduardo Galeano"



"Yürüyen Kelimeler / Eduardo Galeano" - Melek Öztürk 


"OLMAYA DEĞER HİKÂYELER"
Kalmak istemeyen kelimelerin toplandığı bir yer olabilir mi?
Bir kayıp kelimeler krallığı?
Senden kaçan kelimeler, seni nerede bekler?
Kelime Üzerine Pencere (V)
Cümleyi oluşturan kelimeler kim olduğumuzu ve ne istediğimizi anlatırlar. Ne istediğimizi küçük yaşlarda, kim olduğumuzuysa ilerleyen yaşlarda ölümün varlığını düşündüğümüzde sorgularız. Bazı kelimelerin eş anlamlıları olabileceği gibi bazılarının birden fazla aynı anlamı da olabilir. Tıpkı Guarani dilinde olduğu gibi; "kelime"nin bir diğer anlamı "ruh"tur. Bu da ağızdan çıkan her kelimenin bir ruhu olması gerektiğini gösterir. Ruhu yoksa söylenen kelimelerin, o kişi ya yalan söylüyor ya da boş konuşarak ruhuna ihanet ediyordur. Hikâye anlatmakta usta olanlar bilirler ki konuştukları dile ait sözcükler o toplumun ve kişilerin hayatını oluşturur. Kelimeler toplumu oluşturur, kişilik yaratırlar. Tarih yazarlar, efsaneler anlatırlar. Kahramanları anlatır kelimeler. Olmasalardı nasıl bilebilirdik sonsuz hayatların, görkemli diyarların ve parıldayan elmasların da bir gün ışıklarını yitirdiklerini.
Kelimeler olmakta olanı anlatırlar ve olacak olanı haber verirler: öfkeli, aşk dolu, tarafsız, hüzünlü ve büyülü kelimeler. Bizi anlatırlar bize, içimizde ve dışımızda olan bitenlerin sözcülüğünü yaparlar. Deli bir trenin önü sıra koşturmak olsa olsa kabustur, gecenin en karanlık uykularında. İyi yapılmış gerilim türü bir filmden bir sahne bazen bellekte kendine yer açabilir. Sahne kendini sürekli tekrar eder. Aynı filmi izleyen başkaları da aynı kabusu paylaşabilir. Halk arasında anlatılan hikâyeler geleneklerine bağlı toplumlarda abartılarak kuşaktan kuşağa aktarılır. Birçoğumuz bu kabus dolu hikâyelerden ve filmlerden hoşlanırız. Çünkü korku tehdit eder. Kaybetme, yaşlanma ve ölüm korkusu, bunları düşünmek bile acı duymak ve kabus görmek için yeterlidir çoğu zaman.
Usta bir hikâye yazarı, yaşadığı toplumun sıkı sıkıya bağlı olduğu adetlerini ve inançlarını rahatlıkla anlatabilir. Bu da yazarın başarılı olması için teknik anlamda yeterli olabilir. Ancak Eduardo Galeona "Yürüyen Kelimeler"inde okuruna yepyeni bir anlatım biçimi sunuyor. Kelimelerini tasarruflu kullanıyor; yalın ve şiirsel bir dille hikâyelerini örüyor. Onun anlatılarında kelimeler dokunur, acıtır ve güldürür.
"Yürüyen Kelimeler"de zaman kavramının yerini sonsuzluk alıyor. Sonsuzluğun içinde mucizeler gerçekleşirken, bu dünya ve öte dünya arasında gidip gelen (isteyip de bazen gelemeyenler hariç) hikâye kahramanlarının başlarından geçen absürd olayları anlatıyor yazar. 

"Başmelek ile Adalet Dağıtan Kadının Günahkârlar Sarayındaki Hikâyesi"nde yazarın cılız yaratıcılığından yakınan bir okurun anlattığı hikâyeyi anlatır Galeona. Aslında bu hikâyenin de yine kendisi tarafından uydurulduğu çok açıktır. Çokbilmiş okur, yazara insanların gözlerine doğal olarak pek görünmeyen yeteneklerini parlatma şansı sunuyor, tabii ki yetenekleriniz varsa diye de eklemeyi unutmuyor. Bu da yazarın özgüveni ve cesaretine dair güçlü bir işarettir. Yazar kıyasıya kendisini eleştirirken aslında ortaya çıkması gereken metnin prototipini de önce kendisine sunar. Bu nedenle hikâye mektuptan oluşur. Gerçekten değerli olan yazarların, postacıların pek uğramadığı toprağın yedi kat dibinde yatıyor olmaları da başka bir gerekçedir.
Kısaca hikâyenin konusundan bahsetmek gerekirse, dinine bağlı, her pazar kiliseye giden insanların oluşturduğu Comayagua'da halkın diğer yarısı da başka zamanlarda kaçamak da olsa şehirle aynı ismi alan ve tepesinde kurulmuş beyaz bir kule biçimindeki geneleve gitmektedir. Don İdilio genelevin sahibidir. Zengin bir adamdır. Bu zenginliğini gece gündüz çalıştırdığı ve sonra bir paçavra gibi sokağa attığı kadınlara borçludur. Bir gün şeytanın sırtına yaslanmış atıyla çıkagelen Calamity Jane, Don İdilio ve genelevde çalışan kadınların kaderlerini bir anda değiştirir. Nasıl mı yapar bunu?
Red Kit'in maceralarından meşhur kurabiyeleriyle tanıdığımız esaslı kadın kovboy Calamity'nin uyarısını ciddiye almayan İdilio şapkasını çıkarma zahmetinde bulunmaz. Bunun üzerine Calamity tek kurşunda şapkayı havada uçurmakla kalmaz, eleğe döndürür. Artık İdilio, Calamity'i ciddiye almıştır ve poker oynamaya başlarlar. Şişelerdeki romlar azalırken ortaya sürülen paralar da artar. Ta ki İdilio genelevini ve her şeyini kaybedene dek. Kaderine razı olan İdilio, şehri terk etmek zorunda kalır ve giderken Calamity ona bir sirk için tavsiye mektubu da vermeyi ihmal etmez. Gittiği yerlerde Kızılderili reisi kılığında başında tüyleri biçare yaşamaya çalışırken zatürree olmasıyla İdilio'nun zenginlik içinde başlayan kaderi sefillik içinde noktalanır. Genelev, Calamity'nin kuşlarla, gitarlarla, çiçekler ve renklerle dolu yeni yönetimden çok memnundur. Akşam duasına kadar bacaklar açılmaz. Gündüzleri düzenlenen itiraf seanslarıyla genelev ülkenin dört bir tarafından gelen erkek ziyaretçilerle dolup taşar. İnsanlar kilisede günah çıkartırken yalnızca günahlarını itiraf ederler. Oysa Calamity'nin mekânında şüphelerini, sırlarını, saklı korkularını, düşlerini ve karabasanlarını da anlatma fırsatı bulurlar. Çünkü bunlar insanların en fazla anlatmaya ihtiyaç duydukları konulardır. Calamity'nin Bay Başkan'la görüşmesi ve ona açıktan verdiği bir deste sıcak para da genelevin kâr amacı gütmeyen bir kooperatif kimliğine kavuşmasını sağlar. Tabii aynı gün çıkan kararnamede, ülke topraklarında aynı işi yapan yeni işletmelerin kurulmasını da yasaklar.
Galeano'nun daha çok bu dünya ve öte dünya arasındaki durumlar üzerinden absürd olayları anlattığını söylemiştim. Burada da aynı durum söz konusudur. Bir gün dünyaya gönderilen Başmelek'le olayların rengi değişir ve huzursuzluk başlar. İnançlarına düşkün Comayagua halkı oruç cumalarını ibadet ederek ve ilahiler söyleyerek geçirir. Genelev diğer adıyla Günahkârlar Sarayı'nın kapıları bile kapanır. Böyle gecelerin birinde dörtnala başsız bir süvari gelmeye başlar. At havaya ürpertici kişnemeler fırlatarak genelevin kapılarını tekmeler, kapıları paramparça ettikten sonra, arkasında girdaplı fırtınalar bırakarak uzaklaşır. Geleneklere göre bu tür durumlara yol açanlar günahkârlar olduğu için, sürüden ayrılan bu asi koyunlardan biri pişman olur ve dürüst bir hayat sürmek için ağlayarak bu şehvetli yaşantıyı bırakır. Calamity akıllı kadındır. O cuma süvari gelmeden önce sarayın kapılarını ardına kadar açık bırakır. Hızını alamayan süvari uzaklaşırken attan düşer. Herkesi ürküten bu süvari, gökyüzünden aşağıya saldıkları sırada sicim koptuğundan kıç üstü düşmüş ve canı çok acımış Başmelek'ten başkası değildir.
Hikâyeyi bu kadar heyecanlı anlatan ve arada yazara notlar düşen okur ukalalık yapmaktan da kendini alamaz. "Ben sunuyorum, gerçekleştirecek olan sizsiniz. Sizden Başmelek'in geldiği gece yağan yağmuru betimlemenizi istemiyorum. Sizden beni ıslatmanızı istiyorum. Yaşanılanı yazmak çok da zevkli değildir ayrıca. Meydan okuyan yazdığını yaşamaktır, ki bu yaşta bunu öğrenmiş olmanız lazım."
Cinsiyeti olmayan ama midesi olan Başmelek zaaflarına yenik düşer. Genelev ona kendi bahçesinin tüm zenginliklerini sunar. Calamity ile birbirlerine itiraflarda bile bulunurlar. Başmelek cennetten yakınır. Bütün sonsuz zamanını en ağır işlerde çalışıp Tanrı'ya hizmet etmekle geçirdiği halde o nankör bu hizmetlerinin karşılığı olarak onu dünyaya orospuları ve sarhoşları kurtarması için göndermiştir. Calamity ise Uzak Batı'ya lanetler yağdırır ve eğer ABD eyaletlerinden Wyoming onun olsa kiraya verip cehennemde yaşamayı tercih edeceğini bile söyler. 

Galeano, yarattığı karakterler arasındaki ilişkilerde çok da mantık aramaz. Önemli olan anlattığı olaylar ve kurgulanış biçimidir.
Sonuçta, süvari suretinde dünyaya gönderilen ve ortalığı birbirine katan Başmelek'i, bir bebek arabasına koyup sokaklarda gezdirmeye başlar Calamity. Onları antiemperyalistlerin, ateistlerin, erdemin ve iyi şeylerin avukatlarının kötü sözleri takip eder. Kuşkucular, dirsekleriyle birbirlerini dürtüp fısıldaşırlar.
Sözü yine okur alır ve yazara bu hikâyedeki olayların gerçekten yaşanıp yaşanmadığını bilmediğini, ama önerdiği hikâyenin olmaya değer bir hikâye olduğunu söyler. Ayrıca yaşadığımız hayatın huzura ermekten çok daha keyifli olduğunu da ekler. Son olarak yazara bu hikâyenin sonunu uydurmaktan başka çaresi olmadığını üzülerek bildirir. Ve imzasız okur saygılarını sunarak hikâyesini noktalar.
Galeano'nun kelimelerinde insanoğlunun baş döndürücü zekâsı azizlere, havarilere ve meleklere pabucunu ters giydirebilecek kadar kıvraktır. Bir başka hikâyede yine karşılaşırız Başmelek'le. Daha önceki işini beceremediği için bu sefer dünyaya yalnızca ölüme mahkûm olanları getirmesi için gönderilir. Genelde tasavvur ettiğimiz melek tasvirlerine uymaz. Yaşlı, çirkin ve kırmızı burunlu bir cücedir. Tabii ki bu sefer de verilen görevi dünyevi zevkleri yüzünden yine yüzüne gözüne bulaştırır. 

Eduardo Galeano'nun "Yürüyen Kelimeler" adlı kitabı her şey ve hiçbir şey olmanın hikâyeleridir. Hikâye aralarına serpiştirdiği pencereler kısa bir mola ve retorik tadındadır. Pencerelerde; kelime, zaman, bellek, duvar, deniz, müzik, varlık, maske, hata, doğum ve ölüm gibi pek çok konuya yer vermiş. Kitabı en ilginç ve benzerlerinden farklı kılan özelliği ise, Jose Francis Borges'in tahta baskı desenleriyle betimlenmiş olmasıdır.
Uruguaylı yazar 1940 yılında doğmuş, gençliğinde fabrika işçisi, biletçi, tabela boyacısı, kurye ve banka memuru olarak çalışmış. Henüz on dört yaşındayken ilk makale ve karikatürleri solcu gazetelerde yayımlanmaya başlamış. Galeano, 1973'de yargılanarak hüküm giyince Arjantin'e kaçmış. 1976'da Arjantin de askeri diktatörlüğe boyun eğince, bu kez de Barselona'ya gitmiş ve Uruguay'a ancak 1985 yılında, ülkesi sivil yönetime geçtikten sonra dönebilmiş.
Kitabın girişinde yer alan Caetano Veloso'nun bir sözü belki de tüm hikâyelerin çıkış noktasını oluşturuyor: "Yakından bakınca kimse normal değildir."
Yürüyen Kelimeler
Eduardo Galeano
Çeviren: Bülent Kale
Çitlembik Yayınları, 2007, 320 sayfa, 16 Ytl