"Yürüyen
Kelimeler / Eduardo Galeano" - Melek Öztürk
"OLMAYA DEĞER
HİKÂYELER"
Kalmak istemeyen
kelimelerin toplandığı bir yer olabilir mi?
Bir kayıp kelimeler krallığı?
Senden kaçan kelimeler, seni nerede bekler?
Kelime Üzerine Pencere (V)
Bir kayıp kelimeler krallığı?
Senden kaçan kelimeler, seni nerede bekler?
Kelime Üzerine Pencere (V)
Cümleyi oluşturan
kelimeler kim olduğumuzu ve ne istediğimizi anlatırlar. Ne istediğimizi küçük
yaşlarda, kim olduğumuzuysa ilerleyen yaşlarda ölümün varlığını düşündüğümüzde
sorgularız. Bazı kelimelerin eş anlamlıları olabileceği gibi bazılarının birden
fazla aynı anlamı da olabilir. Tıpkı Guarani dilinde olduğu gibi; "kelime"nin
bir diğer anlamı "ruh"tur. Bu da ağızdan çıkan her kelimenin bir ruhu
olması gerektiğini gösterir. Ruhu yoksa söylenen kelimelerin, o kişi ya yalan
söylüyor ya da boş konuşarak ruhuna ihanet ediyordur. Hikâye anlatmakta usta
olanlar bilirler ki konuştukları dile ait sözcükler o toplumun ve kişilerin
hayatını oluşturur. Kelimeler toplumu oluşturur, kişilik yaratırlar. Tarih
yazarlar, efsaneler anlatırlar. Kahramanları anlatır kelimeler. Olmasalardı
nasıl bilebilirdik sonsuz hayatların, görkemli diyarların ve parıldayan
elmasların da bir gün ışıklarını yitirdiklerini.
Kelimeler olmakta
olanı anlatırlar ve olacak olanı haber verirler: öfkeli, aşk dolu, tarafsız,
hüzünlü ve büyülü kelimeler. Bizi anlatırlar bize, içimizde ve dışımızda
olan bitenlerin sözcülüğünü yaparlar. Deli bir trenin önü sıra koşturmak olsa
olsa kabustur, gecenin en karanlık uykularında. İyi yapılmış gerilim türü bir
filmden bir sahne bazen bellekte kendine yer açabilir. Sahne kendini sürekli
tekrar eder. Aynı filmi izleyen başkaları da aynı kabusu paylaşabilir. Halk
arasında anlatılan hikâyeler geleneklerine bağlı toplumlarda abartılarak
kuşaktan kuşağa aktarılır. Birçoğumuz bu kabus dolu hikâyelerden ve filmlerden
hoşlanırız. Çünkü korku tehdit eder. Kaybetme, yaşlanma ve ölüm korkusu,
bunları düşünmek bile acı duymak ve kabus görmek için yeterlidir çoğu zaman.
Usta bir hikâye
yazarı, yaşadığı toplumun sıkı sıkıya bağlı olduğu adetlerini ve inançlarını
rahatlıkla anlatabilir. Bu da yazarın başarılı olması için teknik anlamda
yeterli olabilir. Ancak Eduardo Galeona "Yürüyen Kelimeler"inde
okuruna yepyeni bir anlatım biçimi sunuyor. Kelimelerini tasarruflu kullanıyor;
yalın ve şiirsel bir dille hikâyelerini örüyor. Onun anlatılarında kelimeler
dokunur, acıtır ve güldürür.
"Yürüyen
Kelimeler"de zaman kavramının yerini sonsuzluk alıyor. Sonsuzluğun içinde
mucizeler gerçekleşirken, bu dünya ve öte dünya arasında gidip gelen (isteyip
de bazen gelemeyenler hariç) hikâye kahramanlarının başlarından geçen absürd
olayları anlatıyor yazar.
"Başmelek ile
Adalet Dağıtan Kadının Günahkârlar Sarayındaki Hikâyesi"nde yazarın cılız
yaratıcılığından yakınan bir okurun anlattığı hikâyeyi anlatır Galeona. Aslında bu hikâyenin
de yine kendisi tarafından uydurulduğu çok açıktır. Çokbilmiş okur, yazara
insanların gözlerine doğal olarak pek görünmeyen yeteneklerini parlatma şansı sunuyor,
tabii ki yetenekleriniz varsa diye de eklemeyi unutmuyor. Bu da yazarın
özgüveni ve cesaretine dair güçlü bir işarettir. Yazar kıyasıya kendisini
eleştirirken aslında ortaya çıkması gereken metnin prototipini de önce
kendisine sunar. Bu nedenle hikâye mektuptan oluşur. Gerçekten değerli olan
yazarların, postacıların pek uğramadığı toprağın yedi kat dibinde yatıyor
olmaları da başka bir gerekçedir.
Kısaca hikâyenin
konusundan bahsetmek gerekirse, dinine bağlı, her pazar kiliseye giden
insanların oluşturduğu Comayagua'da halkın diğer yarısı da başka zamanlarda
kaçamak da olsa şehirle aynı ismi alan ve tepesinde kurulmuş beyaz bir kule
biçimindeki geneleve gitmektedir. Don İdilio genelevin sahibidir. Zengin bir
adamdır. Bu zenginliğini gece gündüz çalıştırdığı ve sonra bir paçavra gibi
sokağa attığı kadınlara borçludur. Bir gün şeytanın sırtına yaslanmış atıyla
çıkagelen Calamity Jane, Don İdilio ve genelevde çalışan kadınların kaderlerini
bir anda değiştirir. Nasıl mı yapar bunu?
Red Kit'in
maceralarından meşhur kurabiyeleriyle tanıdığımız esaslı kadın kovboy
Calamity'nin uyarısını ciddiye almayan İdilio şapkasını çıkarma zahmetinde bulunmaz.
Bunun üzerine Calamity tek kurşunda şapkayı havada uçurmakla kalmaz, eleğe
döndürür. Artık İdilio, Calamity'i ciddiye almıştır ve poker oynamaya
başlarlar. Şişelerdeki romlar azalırken ortaya sürülen paralar da artar. Ta ki
İdilio genelevini ve her şeyini kaybedene dek. Kaderine razı olan İdilio, şehri
terk etmek zorunda kalır ve giderken Calamity ona bir sirk için tavsiye mektubu
da vermeyi ihmal etmez. Gittiği yerlerde Kızılderili reisi kılığında başında
tüyleri biçare yaşamaya çalışırken zatürree olmasıyla İdilio'nun zenginlik
içinde başlayan kaderi sefillik içinde noktalanır. Genelev, Calamity'nin
kuşlarla, gitarlarla, çiçekler ve renklerle dolu yeni yönetimden çok memnundur.
Akşam duasına kadar bacaklar açılmaz. Gündüzleri düzenlenen itiraf seanslarıyla
genelev ülkenin dört bir tarafından gelen erkek ziyaretçilerle dolup taşar.
İnsanlar kilisede günah çıkartırken yalnızca günahlarını itiraf ederler. Oysa
Calamity'nin mekânında şüphelerini, sırlarını, saklı korkularını, düşlerini ve
karabasanlarını da anlatma fırsatı bulurlar. Çünkü bunlar insanların en fazla
anlatmaya ihtiyaç duydukları konulardır. Calamity'nin Bay Başkan'la görüşmesi
ve ona açıktan verdiği bir deste sıcak para da genelevin kâr amacı gütmeyen bir
kooperatif kimliğine kavuşmasını sağlar. Tabii aynı gün çıkan kararnamede, ülke
topraklarında aynı işi yapan yeni işletmelerin kurulmasını da yasaklar.
Galeano'nun daha
çok bu dünya ve öte dünya arasındaki durumlar üzerinden absürd olayları
anlattığını söylemiştim. Burada da aynı durum söz konusudur. Bir gün dünyaya gönderilen
Başmelek'le olayların rengi değişir ve huzursuzluk başlar. İnançlarına düşkün
Comayagua halkı oruç cumalarını ibadet ederek ve ilahiler söyleyerek geçirir.
Genelev diğer adıyla Günahkârlar Sarayı'nın kapıları bile kapanır. Böyle
gecelerin birinde dörtnala başsız bir süvari gelmeye başlar. At havaya
ürpertici kişnemeler fırlatarak genelevin kapılarını tekmeler, kapıları
paramparça ettikten sonra, arkasında girdaplı fırtınalar bırakarak uzaklaşır.
Geleneklere göre bu tür durumlara yol açanlar günahkârlar olduğu için, sürüden
ayrılan bu asi koyunlardan biri pişman olur ve dürüst bir hayat sürmek için
ağlayarak bu şehvetli yaşantıyı bırakır. Calamity akıllı kadındır. O cuma
süvari gelmeden önce sarayın kapılarını ardına kadar açık bırakır. Hızını alamayan
süvari uzaklaşırken attan düşer. Herkesi ürküten bu süvari, gökyüzünden aşağıya
saldıkları sırada sicim koptuğundan kıç üstü düşmüş ve canı çok acımış
Başmelek'ten başkası değildir.
Hikâyeyi bu kadar
heyecanlı anlatan ve arada yazara notlar düşen okur ukalalık yapmaktan da
kendini alamaz. "Ben sunuyorum, gerçekleştirecek olan sizsiniz. Sizden
Başmelek'in geldiği gece yağan yağmuru betimlemenizi istemiyorum. Sizden beni
ıslatmanızı istiyorum. Yaşanılanı yazmak çok da zevkli değildir ayrıca. Meydan
okuyan yazdığını yaşamaktır, ki bu yaşta bunu öğrenmiş olmanız lazım."
Cinsiyeti olmayan
ama midesi olan Başmelek zaaflarına yenik düşer. Genelev ona kendi bahçesinin
tüm zenginliklerini sunar. Calamity ile birbirlerine itiraflarda bile bulunurlar.
Başmelek cennetten yakınır. Bütün sonsuz zamanını en ağır işlerde çalışıp
Tanrı'ya hizmet etmekle geçirdiği halde o nankör bu hizmetlerinin karşılığı
olarak onu dünyaya orospuları ve sarhoşları kurtarması için göndermiştir.
Calamity ise Uzak Batı'ya lanetler yağdırır ve eğer
ABD eyaletlerinden Wyoming
onun olsa kiraya verip cehennemde yaşamayı tercih edeceğini bile söyler.
Galeano, yarattığı
karakterler arasındaki ilişkilerde çok da mantık aramaz. Önemli olan anlattığı
olaylar ve kurgulanış biçimidir.
Sonuçta, süvari
suretinde dünyaya gönderilen ve ortalığı birbirine katan Başmelek'i, bir bebek
arabasına koyup sokaklarda gezdirmeye başlar Calamity. Onları
antiemperyalistlerin, ateistlerin, erdemin ve iyi şeylerin avukatlarının kötü
sözleri takip eder. Kuşkucular, dirsekleriyle birbirlerini dürtüp
fısıldaşırlar.
Sözü yine okur
alır ve yazara bu hikâyedeki olayların gerçekten yaşanıp yaşanmadığını
bilmediğini, ama önerdiği hikâyenin olmaya değer bir hikâye olduğunu söyler.
Ayrıca yaşadığımız hayatın huzura ermekten çok daha keyifli olduğunu da ekler.
Son olarak yazara bu hikâyenin sonunu uydurmaktan başka çaresi olmadığını
üzülerek bildirir. Ve imzasız okur saygılarını sunarak hikâyesini noktalar.
Galeano'nun
kelimelerinde insanoğlunun baş döndürücü zekâsı azizlere, havarilere ve
meleklere pabucunu ters giydirebilecek kadar kıvraktır. Bir başka hikâyede yine
karşılaşırız Başmelek'le. Daha önceki işini beceremediği için bu sefer dünyaya
yalnızca ölüme mahkûm olanları getirmesi için gönderilir. Genelde tasavvur
ettiğimiz melek tasvirlerine uymaz. Yaşlı, çirkin ve kırmızı burunlu bir
cücedir. Tabii ki bu sefer de verilen görevi dünyevi zevkleri yüzünden yine
yüzüne gözüne bulaştırır.
Eduardo
Galeano'nun "Yürüyen Kelimeler" adlı kitabı her şey ve hiçbir şey
olmanın hikâyeleridir. Hikâye aralarına serpiştirdiği pencereler kısa bir mola
ve retorik
tadındadır. Pencerelerde; kelime, zaman, bellek, duvar, deniz, müzik, varlık,
maske, hata, doğum ve ölüm gibi pek çok konuya yer vermiş. Kitabı en ilginç ve
benzerlerinden farklı kılan özelliği ise, Jose Francis Borges'in tahta baskı
desenleriyle betimlenmiş olmasıdır.
Uruguaylı yazar
1940 yılında doğmuş, gençliğinde fabrika işçisi, biletçi, tabela boyacısı,
kurye ve banka memuru olarak çalışmış. Henüz on dört yaşındayken ilk makale ve
karikatürleri solcu gazetelerde yayımlanmaya başlamış. Galeano, 1973'de yargılanarak
hüküm giyince Arjantin'e kaçmış. 1976'da Arjantin de askeri diktatörlüğe boyun
eğince, bu kez de Barselona'ya gitmiş ve Uruguay'a ancak 1985 yılında, ülkesi
sivil yönetime geçtikten sonra dönebilmiş.
Kitabın girişinde
yer alan Caetano Veloso'nun bir sözü belki de tüm hikâyelerin çıkış noktasını
oluşturuyor: "Yakından bakınca kimse normal değildir."
Yürüyen Kelimeler
Eduardo Galeano
Çeviren: Bülent Kale
Çitlembik Yayınları, 2007, 320 sayfa, 16 Ytl
Eduardo Galeano
Çeviren: Bülent Kale
Çitlembik Yayınları, 2007, 320 sayfa, 16 Ytl