TUĞBA COŞKUN
Fransız yazar ve
iktisatçısı.(1809-1865) Küçük-burjuva sosyalizminin klasik temsilcisi. Bir
yoksul köylünün oğlu olan Proudhon, Paris'te, Marsilya'da ve başka kentlerde
düzeltmen olarak çalıştı. Bir süre Besançon'da bir basımevi yönetti.
Mülkiyet Nedir?'i yazmıştır;
bu kitap, 1840'ta yayınlanır ve içinde şu ünlü tümce vardır: "Mülkiyet,
hırsızlıktır." 1846'da yayınlanan Ekonomik Çelişkiler ve Sefaletin
Felsefesi'ne, Marx, Felsefenin Sefaleti ile karşılık vermiştir. Proudhon, aynı
zamanda, Fransız sosyalist işçi hareketi üzerinde derin bir etki yaratan İşçi
Sınıfının Siyasal Yeteneği'ni (1851) yazmıştır.
Anarşi ..., bilim
ve hukuğun gelişmesiyle oluşan özel ve kamusal bilincin tek başına düzeni
sağlamaya ve tüm özgürlükleri garanti etmeye yeterli olduğu bir hükümet veya
anayasa biçimidir. ... Polis, önleyici ve baskıcı yöntemler memuriyetliğinin,
vergi v.b. kurumları en aza indirilmiştir; ... monarşi ve yoğun merkezileşme
ortadan kaybolur, (bunun yerini) komüne dayanan federal kurumlar ve yaşam tarzı
alır." (NOT: "Komün"
belediye anlamına gelir).
Son tahlilde, bir
küçük-burjuva ütopyacısıdır, kanıtlarından hiçbiri, Marx'ın eleştirisi
karşısında tutunamamıştır ve gericilik, onunla, sık sık övünebilmiştir. 1848
Devriminin ertesinde kurucu meclis üyeliğine atanmıştır. 2 Aralık 1851 Hükümet
Darbesi sırasında da sosyal adaletin zaferini sağlamak için Louis-Napoleon'a
güvenmiştir.
Mütevazi köylü
kökeniyle Proudhon, anarşist filozoflar arasında nadir rastlanan birisidir.
Yaşamına inekleri güderek, ve çiftlik işleri ile uğraşarak başladı. Annesi
Catherine Simonin onun eğitim alması için oldukça kararlıydı; ailesi 1820'de
şehire göç edince onu okula kaydetmek için düzenlemeler yapıldı. Okul giderleri
babasının patronunun bağlantıları sayesinde karşılandı. Ama yine de yeterince
parası olmayınca, alamadığı kitapları "unutması" yüzünden okulda
cezalandırılması oldukça rutinleşmişti. Her ne kadar üniversiteye devam etmek
niyetindeyse de, ailenin mali
sıkıntıları mezuniyetinin ardından yüksek eğitime devam etmesine olanak tanımadı
ve böylece yeteneklerini onu daha sonra pekçok anarşisti ortaya çıkaracak olan,
ama ilk defa kendini anarşist olarak adlandıracak olan Proudhon'u ortaya
çıkaran bir meslek olan basım işine yöneltti.
Yüzyılın ortasına
gelindiğinde, Proudhon Fransa'daki en önde gelen solcu entellektüel olmuştu; ve
bu bağlamda Avrupa'da Marx'ın veya Bakunin'in şanını oldukça aşmıştı. Hyams'ın
belirttiği üzere; Proudhon, Marx, Bakunin, Blanqui, Blanc, Herzen, Lassalle ve
Engels ile beraber sosyalizmi ortaya çıkaranlardan birisiydi. Bunların arasında
Proudhon 19. yy.'ın işçi hareketi üzerinde en köklü etkisi olan kişiydi; ve
onun fikirleri, aralarında kişisel olarak Proudhon'u tanıyan Tolstoy ve Bakunin
de bulunduğu, pekçok tanınmış anarşisti etkiledi. Aslında yaşamı boyunca
Proudhon büyük bir arkadaş çevresine, ve ünü yayıldıkça da bir tanıdık
çevresine sahip oldu. Proudhon için arkadaşlık, cinsel sevgi veya evlilikten
daha değerliydi.
Kamuoyu tarafından
geniş ölçüde bilinen birisi olmadan önce, Proudhon kırsal kesimi gezerek
mesleğini yapabileceği bir iş aradı. 1832'de, vatandaşı Alexis de
Tocqueville'nin ABD'yi gezmeye başladı sıralarda, Proudhon da iş aramak üzere
kendi "Fransa Turu"na başlamıştı. Bu süreçte, kendisini iş aramak
için Fransa'da gezinmek zorunda bırakan yoksulluk koşullarının sadece kendi
şehrine özgü olmadığını gördü. Bir yerden başka bir yere geçebilmesine yetecek
kadar iş buluyor olsa da, kalıcı bir iş bulma çabalarında pek başarılı
olamıyordu. Bu deneyimler ekonomik adaletsizlik konusunda oluşmakta olan
sezgilerine katkıda bulundu. Bu adaletsizlik sezgisinin tohumları,
"soylularla olan tüm anlaşmazlıklarda küçük çiftçiler ve zanaatkarların
sözcülüğünü ve liderliğini yapan; oyunun kurallarını takmayan ve onlara karşı
kızgın olan; ...ve, cüssesiyle yasak bölgeden geçen tehlikeli işlere girişen
bir kişi olarak, yerel toprak sahiplerinin "avlak bekçileri (oyun
hayvanlarının bakıcılığını yapan kişiler)" ile olan kavga ve çatışmalarda
her zaman yer alan bir kişi olan", anne tarafından büyükbabası Tornesi
Simonin'ce atılmıştı. 1833'de kardeşinin askeri fonlarını suistimal eden yüzbaşısını ihbar
etmekle tehdit etmesinin ardından gizemli bir şekilde öldüğü haberini
almasından sonra, Proudhon varolan düzenin amansız bir düşmanı haline geldi.
Lenin'e benzer şekilde, Proudhon'un otoriteye karşı kızgınlığı da kardeşinin
bozuk otoritenin ellerindeki ölümünden kaynaklanmış olabilir (Lenin'in kardeşi
hakkında, bakınız Buzinkai, D. "V. İ. Lenin: Adolescent Rivalry and
Identification", 1982 Kuzeydoğu Siyaset Bilimi Topluluğu Yıllık
Toplantısı'nda sunulan bir makale).
1832'nin
sonbaharında Besançon'a geri dönmüş olan Proudhon'a Fouriériste gazetesinin
editörlüğü teklif edildi. Baskıcı olarak çalışması onun geniş bir ölçekteki
entellektüel tartışmalara erişmesine imkan vermişti, ve bu raslantı sayesinde
de geniş bir eğitim almış oldu. Kendi kendisine Latince öğrendi ve Latince
metinlerin çokça talep edilen dizgicisi oldu, ve en sonunda çok daha prestijli
olan "düzeltmenlik" görevine getirildi. Bu eylemleri sayesinde o
günün çeşitli yazarları ile ilişkiye geçti; ve nihayetinde akademik bir kökeni
olmamasına rağmen, tam bir bağımsızlıkla araştırmalarını sürdürmesine olanak
tanıyacak bir burs kazanmayı başardı. Bu onun doğuştan gelen zekasının bir
gücüydü.
Yıllarca doğum
yeri Besançon ile Paris
arasında mekik dokuyan Proudhon asla başkentin çekiciliklerini takdir edecek
kadar olgunlaşmadı. Bununla beraber, alfabenin harfleri ve Pazar gününün tatil
günü olmasının önemi üzerine makaleler yazarak, inceleme araştırmalarına devam
etti. Bu sonraki makalesinde anarşist geleceğinin parıltıları o kadar
belirgindi ki, makalesi bronz madalya kazanırken, mali destekçisi sponsoru radikal
düşüncelere kayması nedeniyle onu uyarmaktaydı. Bu arada iki ortağı ile
birlikte kendi basımevini kurarak, kendisinin ve diğerlerinin çalışmalarını
yayınlamaya başladı. Ama açıkça siyasi olan ilk eserini yayınlamak için diğer
yayıncıları tercih etti. What is Property? An Inquiry into the Principle of
Right and of Government (Mülkiyet nedir? Hak ve Yönetim İlkeleri Üstüne
İnceleme) adlı eseri ilk defa Proudhon'un kamuoyu önünde tanınmasını bazıları
pek olumlu olmasa da sağladı. Kendine has bir jestle, kendisine burs sağlayan
ve kendi ihsanları sonucunda yazdığı ürünle skandala yol açacağı kesin olan
kitabı Besançon Akademisi'ne atfetti. Bu çalışmasında, "kendi payına hiç
bir çaba harcamadan başkalarının emeğini sömürmek için mülkiyetini üretici
olmayanın üreticiye dayattığı; faiz, tefecilik ve kira olarak ayırdedilebilen
mülkiyeti kullananı suçluyordu. "Malik olma" (kullanım hakkını elinde
bulundurma) anlamındaki mülkiyete, yani insanın çalışması ve yaşaması için
gerek duyduğu ev, toprak ve araçları kontrol etme hakkına karşı hiç bir
düşmanlığı yoktu; bunu özgürlük için gerekli temel taşı olarak değerlendiriyor
ve bunu tahrip etmeyi hedeflemesi nedeni ile Komünizmi eleştiriyordu".
Proudhon'un fikrini anlamak için, malik olma ile mülkiyet arasındaki farkı;
yani yalın bir ifade ile bir aşığı malik olan, kocayı ise mülk sahibi olan
şeklindeki karşılaştırılmasını kavramak gerekir! Proudhon için Mülkiyet yasal
bir kavramken, Malik Olma ise bir gerçektir.
Godwin'e benzer
bir şekilde mülkiyete karşı saldırısını adalet kavramı üzerine oturtur:
"Ben bir sistem kurmuyorum. Ben ayrıcalığın sona erdirilmesini, köleliğin
kaldırılmasını, hakların eşitliğini ve yasanın geçerli olmasını talep ediyorum.
Adalet, herhangi sıradan bir şey değildir. Bu fikrimin alfası, omegasıdır"
. "Emeğin tek başına değerin temeli olduğunu, ama bunun emekçiye mülkiyet
hakkı tanımadığını, çünkü onun emeğinin ürünün yapıldığı malzemeleri
yaratmadığını savunur. 'Ürünlere erişim hakkı genele açık değildir; araçlara
erişim hakkı ise genele açıktır' " . Proudhon İskoçyalı politik iktisatçı
Thomas Reid'den şu alıntıyı yapıyor: "Yaşama hakkı yaşam araçları (-na erişim)
hakkı demektir, ve masum bir insanın yaşama hakkına saygı gösterilmesini
gerektiren adalet kuralı, aynı zamanda yaşam araçlarından yoksun
bırakılmamasını da ifade eder: bu iki hak eş derecede kutsaldır ... Başkasının
emeğini engellemek, onu zincire vurmak veya hapse tıkmakla eş olan bir
haksızlığı ifade eder, ve aynı gücenme duygusunu hareketlendirir" .
Proudhon bu ilkeyi kabullenir, ve bu uslamlamayı mantıki çıkarım yapmak mantıki
sonuçlarına vardırır. Eğer
yaşama hakkı varsa, yaşama araçlarına erişim hakkı da olmalı; ve yaşama hakkı
herkes tarafından eşit bir şekilde paylaşıldığı için, yaşama araçlarına hakkı
da eşit bir şekilde paylaşılmalıdır. Proudhon şöyle uslamlıyordu: "İnsanın
yaşaması için emeğe ihtiyacı vardır; sonuçta, çalışabileceği araçlar ve
malzemelere gereksinimi vardır. Onun üretme gereksinimi onun hakkını oluşturur;
ve onun hakkı, benzer anlaşmalar yaptığı arkadaşlarınca garanti altına
alınır" . Böylece toplum, mülkiyeti korumak için değil üretim araçlarına
erişimi korumak için şekillendirilir.
Proudhon için
mülkiyet ve toplum birbiriyle uyuşmaz. What is Property'nin ikinci bölümünde
Proudhon şunları yazıyor: "Mülkiyet ... toplumun dışında varolan bir
haktır; çünkü eğer her bir insanın refahı
toplumsal refah olsaydı, koşullar herkes için aynı olacaktı ... Bu nedenle eğer biz özgürlük, eşitlik ve güvenlikle ilişkiliysek, biz
mülkiyetin hatırı ile ilişkili değiliz; böylece eğer mülkiyet doğal bir hak ise, bu doğal hak
toplumsal değil, toplum-karşıtı bir haktır. Mülkiyet ve toplum birbiri ile
kesinlikle uyuşmaz. İki mülk sahibini birbiriyle ilişkilendirmek, iki mıknatısı
zıt kutuplarından birleştirmek gibi bir şeydir. Ya toplum ortadan kalkmalıdır,
veya toplum mülkiyeti ortadan kaldırmalıdır"
Bu görüşün
merkezinde eşitlik ilkesi bulunmaktadır. Haklar, tanımsal olarak, eşit
haklardır. Özgürlük herkes için özgürlük olmalıdır, çünkü, "Özgürlük
insanın asli (ilk) halidir; özgürlükten vazgeçmek insanın niteliğinden
[nitelikli olmasından] vazgeçmek demektir" . Bu görüşü ilk kısmın sonunda,
ikinci bölümde özetler; " ... özgürlük mutlak bir haktır, çünkü insan için
mühim olan kendisi üstünde hakimiyet kurulamamasıdır; varoluşun mutlak gerekli
şartı olan eşitlik mutlak bir haktır, çünkü eşitlik olmadan toplum var olamaz;
güvenlik mutlak bir haktır, çünkü her insanın gözünde kendi özgürlüğü ve yaşamı
diğerlerininkiler kadar değerlidir. Bu üç hak mutlaktır; yani toplumun her
üyesi verdiği kadarını aldığı için, hiç bir azalmaya veya artışa maruz kalmaz
yaşamda ve ölümde; özgürlüğe özgürlük, eşitliğe eşitlik, güvenliğe güvenlik,
vücuda vücut, ruha ruh" . Bu toplumla evlenme sözü vermeye eş değerdir. Bu
evliliği korumak için, sahiplik anlamında mülkiyet ortadan kaldırılmalıdır;
çünkü savaş, şiddet, suç ve diğer toplumsal hastalıklar hep bu mülkiyet eşitsizliğinden
kaynaklanmaktadır.
Bu mülkiyet
görüşü, Woodcock'un dikkat çektiği üzere köylülerin mülkiyet ilişkilerine bakış
açısını yansıtır. Proudhon 19. yy.'ın sanayileşmesi hakkında çok az bilgiye
sahipti. Onun deneyimleri bir köylü ve bir küçük dükkan sahibi olaraktı.
Bununla beraber, (onun bakış açısı) tarımsal bir toplumdan sinai bir topluma
geçiş hakkındaki temel noktaları kavrayan bir bakış açısıydı, ve de açıkça
pekçok çağdaşının paylaştığı bir bakış açısıydı. What is Property'nin ona
sağladığı ün, hayatının geri kalanında onu radikal siyasetin ön saflarına doğru
iteledi aslında bütün bir 19. yy.'da ve İspanya İçç Savaşı'nda da. 1848
devrimleri patladığında Marx'tan daha iyi tanınan ve çok daha etkili bir
şahsiyetti. Ünü 1848'de, daha sonra konuşmalarında işçi sınıfının artan gücüne
dikkat çekeceği, Ulusal Parlamento'ya seçilmesine yol açtı. 1842 gibi erken bir
tarihte Proudhon şunu ifade ediyordu: " 'İşçiler, emekçiler, halktan
insanlar, reform girişimi sizindir ... Yeni sosyalist devrim ... işyerlerindeki
savaşla başlayacaktır' diye günlüğüne yazıyordu; ve Latin Sendikalizminden
İspanyol İç Savaşına kadar yankılanacak şu ek düşüncelerini not ediyordu: 'Eğer siyasi bir devrim
aracılığı ile oluşursa, toplumsal devrim ciddi fedakarlıklar yapacaktır' "
.
Proudhon'un
düşüncelerinin ana temaları çalışmalarının çoğu boyunca değişmemiştir.
Yukarıdan siyasi devrimi eleştirmiş, Marksist gelenekten devrimcilerin saplanıp
kaldığı sosyalist görüşün karanlık yanlarını açıkça ortaya koymuştur. Ne amaçla
organize edilmiş olursa olsun merkezi hükümet, merkezsizleşmiş ve karşılıkçı
ekonomi tarafından karşı çıkılması gereken bir şeytandır. Çalışmalarında hep
gözlenen federalist tema, gelişmekte olan ulus devletlerin merkezileşmesine
karşı çıkmak için tasarlanmıştır. Bu federalizm ABD veya İsviçre'de takip
edilen federalizmden oldukça farklı olan bir federalizmdi. Bu, yukarıdan
"gelen" (intikal eden )
(bir güçten ziyade) gerçek gücün yerel düzeyde konuşlandığı bir federalizmdi.
Nihayet, işçi sınıfını, en sonunda kendi özgürlüğünü kazanacak özerk bir
devrimci güç olarak tanımlıyordu.
Kaynak:"Proudhon
and Anarchism: Poudhon's Libertarian Thougt and the Anarchist Movement".
Pierre-Joseph
Proudhon, Yazışmalar, 1874-5.
Kaynak:
"Paris Komünü - 1871 Büyük Fransız İşçi İhtilali" (1968), G. Bourgin
ve A. Adamov, Ağaoğlu Yayınevi - (Çeviri; A Tokatlı ve G. Üstün).
Kaynak: "Proudhon: A Biography",
Dana Ward.
Marksa Yazdığı
Mektup
Lyon, 17 Mayıs
1846
Amacını ve
düzenleniş tarzını çok yararlı bulduğum yazışmalarınızda muhataplarınızdan biri
olmayı memnuniyetle kabul
ediyorum. Bununla birlikte, size ne sık sık ve ne de uzunca yazmayı taahhüt
edemeyeceğim; tembel tabiatli bir kimse olmama eklenen her çeşitten uğraşılarım
beni yazışma konusunda büyük gayretler göstermekten alıkoyan başlıca
nedenlerdir. Ayrıca, mektubunuzun bazı noktalarına bakarak edindiğim kanaat
dolayısıyla bazı ihtiyati kayıtlarda da bulunmak istiyorum.
İlkin, örgütlenme
ve gerçekleştirme konusundaki fikirlerim şu anda hiç olmazsa ilkeler bakımından
tamamen kararlaştırılmış durumda olmasına rağmen, eski ya da şüpheci tavrı daha
bir zaman için muhafaza etmenin benim ve her sosyalistin ödevi olduğunu
sanıyorum. Kısaca söylemek gerekirse, hemen hemen mutlak bir anti-dogmatizmi
(din ve yetkelerce ileri sürülen ilke ve düşünceleri sorgulamaksızın
kabullenmeye karşı çıkma) açıkça söylüyorum.
Toplumun
kurallarını ve bu kuralların gerçekleşme biçimlerini, onları keşfetmemizi
sağlayan gelişmeyi, isterseniz birlikte araştıralım. Ama, tanrı hakkı için,
bütün apriori dogmatizmleri yok ettikten sonra, bu kez de biz kendimiz, halka
kendi inançlarımızı kabul ettirmeye çalışmayalım; Katolik teolojiyi devirdikten
hemen sonra, bir sürü afarozların yardımıyla, bu kez de kendisi Protestan bir
teoloji kurmaya koyulan yurttaşınız Martin Luther'in düşmüş olduğu çelişkiye
düşmeyelim. Üç yüzyıldan beri Almanya Bay Luther'in süprüntülerini temizlemekle
meşgul; yeni süprüntülerle insan soyunun başına yeni bir iş icad etmeyelim.
Bütün görüşleri gün ışığına çıkarmak yolundaki düşüncenizi, bütün kalbimle
alkışlıyorum. Güzel ve dürüst bir polemik yapalım; bütün dünyaya, bilgili ve
uzak görüşlü bir hoşgörülülük örneği verelim; kendimizi, bu din mantığın dini,
aklın dini bile olsa yeni bir dinin havarileri olarak ortaya koymakla yeni bir
hoşgörüsüzlüğün, tahammülsüzlüğün önderleri olarak ortaya atmayalım. Bütün
itirazları hoş karşılayalım, teşvik edelim. Bütün tardları (dışlama, dışarda
bırakma), bütün Mistisizmleri (doğaüstü güçlerin olduğuna ve bunlarla ilişki
kurulabileceğine dayanan dinsel dünya görüşü) bozalım, silelim; bir soruna hiç
bir zaman bitmiş, tükenmiş gözü ile bakmayalım. En son delilimizi de
tükettikten sonra bile, eğer
gerekiyorsa yeniden, belagat etkili ve güzel sözler söylemek ve mizahla
başlayalım. Bu şartlar olursa topluluğunuza katılabilirim, yoksa hayır !
Mektubunuzdaki o
"eylem sırasında" sözü için de bazı gözlemlerim var. Belki de siz
hala, bir zamanlar adına devrim denilen ve aslında da bir sarsmadan ( ani
sarsma, ani darbe) başka bir şey olmayan şey var olmaksızın hala hiç bir şeyin
mümkün olmadığı görüşündesiniz. Çok iyi anladığım, mazur gördüğüm, benim de bir
zamanlar paylaşmış olduğum ve son incelemelerimin beni artık etkisinden
kurtardığı bir görüş saydığım bu düşünceyi seve seve tartışmak isterim.
Başarıya ulaşmak için buna ihtiyacımız olmadığı kanısındayım. Dolayısıyla da,
devrimci eylemi toplumsal reform aracı olarak görmememiz gerekir; çünkü bu
sözde araç, aslında yanlız kuvvete, keyfi davranışa bir çağrıdan, kısaca bir
çelişmeden başka bir şey olmayacaktır. Sorunu kendi kendime şöyle ortaya
koyuyorum: Bir ekonomik yolla toplumdan alınmış olan zenginlikleri başka bir
ekonomik yolla yeniden topluma geri verme. Ya da başka bir deyişle, Politik
İktisat aracılıyla, siz Alman Sosyalistlerinintopluluk , benimse şimdilik
hürriyet veya eşitlik demekle yetindiğim şeyi meydana getirecek bir biçimde,
mülkiyet teorisini mülkiyete karşı döndürmek. Zira, bu sorunu kısa vadede
çözümlemenin yolunu bildiğimi sanıyorum: Yani mülkiyeti mal, mülk sahiplerinin
bir havarisi durumuna getirmek ve ona [mülkiyete] yeni bir güç
kazandırmaktansa, için için yanarak yok olmak durumunda bırakmayı tercih
ediyorum (orijinal çeviride son üç cümlede anlam bozuklukları mevcut).
Şu sırada
baskısının yarısı tamamlanmış olan son kitabımda bu konuda daha çok bilgi
bulacaksınız.
İşte, sayın
filozof dostum, şayet yanılmıyorsam ve ileride mukabele hakkım saklı kalmak
üzere elnizin tedip (terbiye etme, haddini bildirme)darbesine maruz
bulunmuyorsam, şimdilik o darbeye de memnuniyetle rıza göstererek, halen bu
noktada bulunuyorum. Bu arada size Fransız işçi sınıfının durumu ve
eğilimlerinin yönü konusundaki düşüncelerimi de söylemek isterim.
Proleterlerimiz bilime öylesine susamış durumda ki önlerine yanlız kan içmekten başka bir
şey çıkarılmayacak olursa bunu hiç hoş karşılamayacaklarını sanırım. Kısaca,
tahrikçi olarak konuşmak bizim için kötü bir politika olacaktır. Sertlik
gerekçeleri yeteri kadar vardır; halkın bunun için bir de teşvike bir ihtiyacı
yok ...
YURTSEVER PROUDHON
Soyut bir
enternasyonalizmi (işçilerin vatanı yoktur) benimseyen anarşist ve
sosyalistlerin aksine Proudhon bir yurtseverdi. İnsanlar ortak bir coğrafyayı,
tarihi, kültürü ve dili paylaşırlar. Normal olarak, yaşamlarının bu yönlerine
ve bunların korunmasına yönelik olumlu duygular taşırlar. Bu, soyut
enternasyonalistlerin anlamadığı bir şeydir.
"Benim tek
sadakatım, sevgim ve umudum Özgürlüğe ve ülkemedir. Özgürlüğe, ... Gal'in (Gal,
Fransa'nın eski adıdır) bu kutsal toprağına düşman olan herşeye sistematik bir
şekilde karşı çıkarım."
Ancak Fransa
milliyetçilerin inandığı gibi bir soyut varlık veya ulus devlet değildi. Fransa
topraktır, insanlardır ve onların dili, tarihi ve kültürüdür. Proudhon
milliyetçilikten nefret ederdi, ülkesinin pekçok farklı bölge ve kültürden
meydana geldiğinin farkındaydı. Bu farklı grup ve yerelliklerin gelişip
büyümesini ancak siyasi merkezsizleşme ve federal bir birlik izin verecektir.
Daha sonraki anarko-sendikalist işçi kuşakları özgürlük ve patrie'i
yurtseverliği biraraya getiren bu duyguları paylaşacaktı. Sendikalistlere göre
patrie parazitler ve hainler olarak gördükleri yönetici seçkinler tarafından
değil, emekçi insanlar tarafından temsil edilmekteydi.