Frantz
Fanon, Siyah Deri Beyaz Maske, Versus Kitap, Eylül 2009, İstanbul.
***
Kitaptan ALINTILAR:
“Ruhlarına sinsice
korku ve dehşet salınmış, aşağılık kompleksi, küçüklük duygusu ve koskoyu
umutsuzluk yerleştirilmiş milyonlarca insandan söz ediyorum.” [s, 1]
“Ebedi gerçeklerle
gelmiyorum. (…) Ama bunları söylerken haykırmayacağım. Çünkü haykırmanın, bir
delikanlılık süsü gibi, çok uzun zamandan beri hayatımdan çözülüp gittiğini
biliyorum.” [s, 1]
“İlk fatihlere ve
ilk misyonerlere acımayacağız, ama zenciye hayranlık duyan kimsenin de en az
ondan tiksinen insan kadar ‘hasta’ olduğunu akıldan çıkarmayacağız. Beyazlara
kin öğütleyen kimse ne kadar zavallıysa, ırkını beyazlaştırmayı düşleyen kara
adam da o kadar zavallıdır.” [s, 3]
“Bir Çek’ten, bir
Arnavut’tan kesinlikle daha sevimli ya da daha sevgiye layık değildir, Siyah
insan. Ve gerçekten yapılması gereken şey de insanı özgürleştirmektir, rengini
değiştirmek değil.” [s, 3]
“Heyecan acizlerin
seçtiği silahtır.” [s, 3]
“Bir gerçek var
ortada: Beyazlar kendilerini Siyahlardan üstün görüyor.” [s, 4]
“İnsanın trajedisi
bir zamanlar çocuk olmasıdır, diyor Nietzsche.” [s, 5]
“Kabul edilmesi benim için son derece acı
veren bir gerçek olsa da, ifade etmek zorundayım ki, Siyah insan için tek
alınyazısı var; ona kendini tüketircesine peşinden koşma coşkusu veren bir tek
kader: Beyaz olmak.” [s, 5]
“… Siyah insanın
yabancılaşma sorunu bireysel bir sorun değildir. Onun kara çehresinin ardındaki
bulanık ruhun yoğrulmasında filojeni ve ontojeni yanında bir de sosyojeni iş
görmektedir.” [s, 6]
“Beyaz damgalı
uygarlıkla Avrupa kültürü bir varoluşsal sapmaya sürüklemiştir Zenciyi. Bir
başka yerde göstereceğiz ki, çok zaman zenci ruhu diye adlandırdığımız şey,
aslında Beyaz adamın marangoz kalemiyle yontulmuş bir tahta kukladan, bir
‘pinokyo’dan başka bir şey değildir.” [s, 10]
“Beyaz insana
karşı davranışıyla başka bir zenciye davranışı farklıdır zencinin. Bu benlik
bölünmesinin doğrudan doğruya sömürgeci baskının bir sonucu olduğunu ayrıca
belirtmeye gerek yok.” [s, 11]
“Konuşmak demek,
belli bir sentaksı kullanabilecek şu ya da bu dilin morfolojisini
kavrayabilecek durumda olmak demektir, doğru; fakat konuşmak demek, bir kültürü
özümlemek, bir uygarlığın yükünü dilinin ucunda taşıyabilmek demektir her
şeyden önce.” [s, 12]
“Bildiğim şu: Bir
dile hâkim olan, sonuç olarak, o dille ifade ve ima edilen dünyaya da hâkim
olur. (…) Dil hâkimiyeti, dil ustalığı yabana atılmayacak bir güç, bir iktidar
getiriyor sahibine. Paul Valéri bunun derinden farkında olacak ki dili, ‘ete
saplanmış tanrı’ olarak nitelendiriyor.” [s, 12]
“Martinikli
çocuklar okulda önce kendi lehçelerini hor görmeyi öğrendiler. Creolce dili
kazınıp atılacak bir şeydir orada. Bazı ailelerde Creolce konuşmak tamamen
kontrol altındadır. Çocukların Creolce konuşması anneler için eğlence konusudur
olsa olsa. [s, 15]
“Fransa’ya giden
zenci değişmektedir, çünkü bu ülke bir kutsal belde, bir tapınma yeri imajı
vermektedir Zenciye.”[s, 18]
“Afrika’nın Bugünü
isimli eserinde Westermann, Zenciye özgü aşağılık duygusunun, özellikle, bu
duyguyla hiç bitmeyen bir mücadele içinde bulunan, ileri düzeyde eğitimli
Zencilerde yoğun olduğunu belirtiyor.” [s, 21]
“Senegalli
olduğundan şüphe edildiği için hor görülen Antilli Zencilere de rastladığım
oldu. Bunun sebebi şüphesiz Antilli Zencinin, Afrikalı Zenciden daha ‘uygar’,
yani Beyaz adama daha yakın olmasıdır.” [s, 22]
“Felsefe
bölümünden mezun Antilli bir genç, sırf derisinin renginden ötürü öğretmenlik
sertifikasına başvuruyu reddettiği ve bu reddi de kişilik boğuntusunun
çözümlenmesi yolunda atılmış bir adım olarak gördüğü zaman, ona derim ki,
felsefe kimseyi kurtarmamıştır şimdiye kadar. Biri kalkıp da bana Siyah adamın
en az beyaz adam kadar zeki olduğunu kanıtlamaya çalıştığı zaman, ona derim ki,
zekâ kimseyi kurtarmamıştır şimdiye kadar. Evet, öyle derim, çünkü zekâya ve felsefeye
insanların eşitliğini kanıtlamak için başvuracaksa eğer , onlara insanların imhasını
meşrulaştırıcı silahlar olarak da sık sık başvurulduğu unutulmamalıdır asla.”
[s, 26]
“Sartre, ‘Orphée
Noir’ başlıklı yazısına böyle başlıyor: ‘Siyah ağızları susturan tıkacı
çıkardığınız zaman, ne söylemelerini bekliyorsunuz onlardan? Size övgü
okumalarını mı? Dedelerimizin, enselerine basarak önlerinde secdeye vardırdığı
bu insanlar başlarını yerden kaldırdıkları zaman, onların gözlerinde ne
bulacağınızı sanıyorsunuz? Hayranlık parıltısı mı?’” [s, 26]