Pieter Bruegel, The Triumph of Death (1562)
Her
ne kadar bu kitap bir şehrin başına gelen ölümcül veba
felaketini anlatsa da, aslında buradaki asıl konu, insan
varoluşunun sınırlarını anlamak ve kabul etmektir. Bu bize
absürd özgürlüğümüzü hatırlatır, işte bu özgürlük
hayattaki kararlarımızın temelidir, özellikle de ölümle karşı
karşıya kalındığında...
“Veba”
, boğucu bir atmosferde geçer; her insanın içinde yaşadığı
“tehdit ve sürgün “ dolu bir atmosfer. Hikaye okuyucuya Dr.
Rieaux'nun günlüğünden okunur; yaşamın ve ölümün hikayesi...
Aslında burada Camus daha çok 2. Dünya Savaşı’yla
ilgilenmektedir, bu boğucu tehdit dolu atmosfer savaş sırasında
doruğa ulaşmıştır.
“Veba”daki
ana karakterler, vebanın saltanatına izin veremeyeceklerinin
bilincindedirler. Bir gün Rieux’nun gözleri önünde ölen çocuk,
acının ne kadar işe yaramaz olduğunu gözler önüne serer;
“grimsi
bir çamur maske kadar kaskatı, küçük yüzünde, dudakları
aralandı ve onlardan uzun, aralıksız bir çığlık yükseldi,
zorlukla soluğuyla değişen, semti acımasız ve içerlemiş bir
protestoyla dolduran bir çığlık; çocukça bir çığlıktan çok
orada acı çekenlerin tümünün kolektif haykırışı...”
Bu
kitaptan bahsederken “Sisyphus Efsanesi”nden bahsetmeden olmaz.
“Sisyphus Efsanesi”nde, Camus absürdün sonucu olarak özgürlük,
başkaldırı ve tutkuyu gösterir. “Veba”da ise bu düşüncelerin
yaşama uyarlanmış hali gelir karşımıza. Absürd hayatların
içine anlamsızca düşen bir salgın hastalık, halkı kaderlerine
başkaldırmaya zorlar. Ancak çoğunluk bu kavgada yere düşecektir.
Sonuna kadar ayakta kalabilen, tutkuyla yaşama sarılan Dr.Rieux
olacaktır.
Bunun
yanında “Sisyphus Efsanesi”nde bahsi geçen ve “Veba”da
karşımıza çıkan intihar kavramı vardır. İntiharın
tersi, ölüme mahkumiyettir
der Camus. “Veba”da da karantinaya alınan Oran şehrinde
yaşayanlar, aslında ölüme mahkum edilmişlerdir.
“Sisyphus
Efsanesi”nde Camus özetle şöyle der; birey hergün anlamsızca
aynı işleri tekrar eder. Her gün araba, iş, öğle paydosu,
tekrar iş, tekrar araba, ev, yemek, uyku... Haftanın beş günü.
İşin komiği, bu kimsenin garibine gitmez. Ama bir gün, birey
kafasını kaldırır; “neden” der. “Veba”da , “neden”
sorusu, fareler şehre ölüm dağıtmaya başladıktan sonra ortaya
çıkar. Ve “herşey başlar”.
Camus
der ki, birey bir diğerinin kaderinin absürdlüğünü
kabullenmelidir. Absürd insan, absürd hayatı için harcadığı
bireysel çabayla, bildiğini bilerek, günden güne yenilenen bilinç
dolu isyanlarla, tek gerçeğini ispatlar; o da
başkaldırıdır(“Sisyphus Efsanesi”). “Veba”da Dr.Rieux
başkaldıran tek bireydir. Rieux, “Sisyphus Efsanesi”nde adı
geçen “etin isyanı”nı yaşar her gün yenileri öldükçe. Ve
bilir bu acının yeni bir şey olmadığını; bu acı sürüp gelen
aynı acıdır.
Bütün
bunlardan sonra, absürd ne demektir, biraz yakından incelemekte
yarar vardır. Camus için absürd, yaşamın tek dayanak noktasıdır;
rahatsız bir duygu, bunun da ötesinde yaşamı algılamanın
başlangıcı olan bir çelişki hissi... Bütün bu absürd kavramı
içinde Tanrı lafı hiç geçmez. Tanrı, ya da kutsal olan, beni
ilgilendirmez der Camus, onsuz da bu absürd yaşamda yolumu
bulabilirim. Kutsallık kavramı, evrensel bir mantık ve yönün
bulunmayışıyla ilişkilendirilmiştir. Ona göre insan yeryüzüne
fırlatılmış atılmıştır; sonuç ise ölümdür, yalın ve
basit. Camus şöyle der: “Absürd, mantıksızlık hissiyle,
insanın derinliklerinde yankılanan berraklığın bastıran
arzusunun karşılaşmasıdır.” Absürd, amaçtan yoksun bir
evrende peşinden koşulan anlamdır ve varoluşu sorgulamanın
başlangıcıdır. İnsan hayatının ağırlığının ve
garipliğinin sorumlusu işte bu absürd duygusudur.
Sartre
M. hakkında şöyle der; “Onun
kahramanı ne iyidi ne kötü, ne ahlaklıydı ne ahlaksız. O böyle
kategorilere girmiyor. O, yazarın “absürd” kelimesini uygun
bulduğu türün bir üyesi... Absürd aynı zamanda bazı insanların
sahip olduğu açık bir biliçlilik hali...”
Umudun
ve özgürlüğün Camus’nün düşüncelerindeki önemi büyüktür.
Yaşamanın en büyük zevk ve ayrıcalık olduğunu söyler Camus.
“En saf zevk, hissetmek ve bu dünyada hissetmektir” der. Ancak
bunu söylerken yaşamın bir anlamının olmadığını iddia eder.
Ama bunu söylerken hayatın yaşamaya değmeyeceğini ima etmez.
Maddi dünyanın bir anlamı yoktur der, insanın kendisi dışındaki
evrene belli bir düzen ve anlam yükleme isteği ve mantıksız
nostaljisine karşın. Mantıksızla karşılaşma, özlem dolu birey
ve kayıtsız evren, absürd kavramını ortaya çıkarır. “Absürd,
insan ihtiyaçlarının dünyanın anlaşılamaz sükuneti ile
karşılaşmasından doğar.” Camus’den başka bir alıntı da
şöyle der; “Absürd ne insandadır ne de dünyada, ikisinin
birden varlığındadır... onları birleştiren yegane bağdır."
Absürd bireyin istemesi gereken de sadece bilinenle yaşamak ve
kesin olmayan şeylerden uzak olmaktır. Bunun anlamı şudur; tek
bildiğim varolduğum, dünyanın varolduğu ve benim ölümlü
olduğumdur. Sisyphus’tan bir alıntı da bu düşünceyi
güçlendirir: “içimdeki kalbi hissedebiliyorum, aynı zamanda
varolduğunu biliyorum. Aynı şekilde dokunabildiğim bu dünyanın
varolduğunu biliyorum. İşte burada benim tüm bildiklerim biter ve
gerisi sadece kurgudur.”
Daha
çok Sisyphus’ta geçen bu düşünceler, “Yabancı”’da da
hissediliir ama okuyucunun kafasında oluşanlar absürd yaşam ve
bireysel karar verme özgürlüğüdür, bireysel varoluş ikinci
planda kalır.