Sahtekarlığın evrensel düzeyde egemen olduğu dönemlerde, gerçekleri söyleyebilmek devrimci bir eylemdir George Orwell
Asıl adı Eric Arthur Blair olan George Orwell 25 Haziran 1903 yılında İngiliz Sömürgesi altındaki Hindistan’da doğdu. Babası sömürge altındaki Hindistan’da bir devlet görevlisiydi. Orwell’in babası muson mevsiminden çok kötü etkilenen oğlunu annesiyle İngiltere’ye gönderdi ve yazarın “burslu öğrenci kabusu” başladı. Henüz sekiz yaşındayken St. Cyprian’s adındaki çok sıkı bir disiplinle yönetilen okuluna başladıktan kısa süre sonra vaktini çoğunlukla yalnız geçirmeye başladı. Küçük Eric diktatörlükle aslında ilk bu okulda tanıştı ve nefret etti. 1984’ün ana kahramanı Winston “sınırsız bir gücün altında ezilerek sürekli kendini kapana kısılmış gibi hisseder.” Romanda ana karakter sessizce de olsa isyan etmeye çalışır. Orwell’de çocukluğundan beri sessiz yöntemlerle diktaya kafa tutmuştur.Orwell her hata yaptığında çevresindekiler ona burslu bir öğrenci ve bir nevi hayır işi olduğunu hatırlatıp duruyorlardı. Bunları duydukça iyice bilenen Orwell arkadaşlarından giderek uzaklaştı.Orwell derslerinde başarılıdır ve İngiltere’nin en prestijli okullarından olan Eton Koleji’ni tam bursla kazanır. Mezun olduktan sonra Burma’ya gidip yerel güvenlik muhafızlarına katılan George Orwell burada insanlara yapılan kötü muameleyi asla unutmadı. Her türlü totaliter ve baskıcı düşünceden açık açık nefret etmeye o dönemde başladı. O günlerden etkilenerek yazdığı “Burma Günleri” adlı kitabı en önemli eserlerinden biridir.Gelecekte başarılı bir yazar olmayı planlayan özgür ruhlu ve hayalperest bir insan için yabancı bir ülkede kendi ülkesi Britanya’nın bayrağı ve emri altında asayişi korumaya çalışmak oldukça zor olmalı. Orwell polisten ve temsil ettiği her şeyden nefret ediyordu. Yardım etmesi gereken insanlardan ve ülkesinin kendisinden yapmasını istediği tüm bu iğrenç şeylerden nefret ediyordu. Kendini izole edilmiş, terkedilmiş hisseden Orwell’in bu dönemini 1984’ün henüz ilk sayfalarında yakalayabirsiniz. Parti için çalışmak zorunda olan ve bundan utanan asıl adamımız; Orwell’in Burma’da geçirdiği günlerin bir yansımasıdır. Yazar burada ilk defa sivil halka işkence yapıldığını, sorgusuz sualsiz tutuklandığını ve insan hayatının ne kadar değersiz olduğunu en ön sıradan seyreder. Üstelik nefret ettiği hatta utandığı taraftadır.Burma’da bulaşıcı ve ateşli bir hastalığa yakalanan Orwell ölümden dönecek ve kısa süre sonra polisliği bırakıp hayatını yazmaya adayacaktı. Hayatı boyunca yakasını bırakmayan akciğer hastalıklarının tohumları Burma’da atılmış ve sağlığı geri dönülmez biçimde bozulmuştu. Babası ise görevini terkettiği için onu asla affetmedi.Orwell hasta yatağında yatarken sürekli Jack London’un kitaplarını okurdu. London’un romanlarını yazmak için fakirlerin arasında ve düşkünler evinde süründüğünü ve tek bir kıyafetle bitirimhanelerde sürtüp, sokaklarda uyuduğunu öğrenince bundan çok etkilendi. Burma’da geçirdiği son 4 yılın utancından sıyrılmak için alt sınıfa dalış yapmaya karar verdi. Bir ikinci el dükkanından süprüntü bir ceket ve yamalı bir pantalon alarak uzun bir yolculuğa çıktı. Bu dönemde birçok sıra dışı işte çalıştı. Londra ve Paris’te kısıtlı imkanlarla bulaşıkçılıktan gazeteciliğe kadar her işi yaparak geçimini sağladı. Orwell neredeyse beş yıl boyunca fakirhanelerde ve düşkünler evinde yaşayarak önce İngiltere’yi sonra Fransa’yı katetti. Bazı gazetelerde kısa süreli köşeler bulabildi fakat sonuçta beş parasız ve umutsuz bir şekilde vücudu tekrardan çöktü. Dostları onu fakir ve yardıma muhtaç insanlar için açılmış bir verem senatoryumunda Fransa’da bulduklarında neredeyse ölümün kıyısındaydı. Bu dönemde Orwell her zaman anlamaya çalıştığı alt sınıfla yakın ilişkiler kurdu. Gelecekten hiç bir umudu olmayan insan kalabalıklarının karşısında ilk defa açlığı ve boşluğu tadan Orwell, her an değişiyor ve gelişiyordu. Kahinin kaleminin dili giderek sivriliyordu. Bu zamana kadar adı Eric Blair olan yazar “Londra’da Ve Paris’te Meteliksiz” kitabının basımından hemen önce kendine bir takma isim bulur. Artık tüm dünya onu bu isimle tanıyacaktır. Eric Blair okuldaki yalnız ve itilmiş küçük çocuktu. Daha sonraları bu çocuk büyümüş ve Burma’da gurur duymadığı bazı şeyler yapmıştı. Şimdi Eric Blair adeta yok olmuş ve bir davası ve amacı olan George Orwell ortaya çıkmıştı. Kral V. George o yıllarda monarşinin başındaydı ve klasik bir ingiliz ismiydi. Orwell Nehri ise İngiltere’nin en pastoral ve dingin nehirlerinden biriydi. Yazarın en sevdiği yerlerden biriydi.Sonunda İngiltere’ye dönen Orwell nihayet sevebileceği bir iş bulmuştu. Hawthorne Lise’sinde ders vermeye başladı. Fakat zayıf bünyesi ona rahat vermiyordu. Yağmurlu bir bisiklet gezisinden sonra çok ciddi bir zatürree atlattı. Uzun süre hastanede kaldıktan sonra öğretmenliğe devam edemedi. Bir süre bir kitapçıda çalıştıktan sonra bir arkadaşının tavsiyesiyle toplu taşıma araçlarını kullanarak ve bolca yürüyerek neredeyse İngiltere’yi boydan boya kat etti ve Manchester’a vardı. Buralarda evsiz yurtlarında ve dernek sığınaklarında konaklayan Orwellîn bunları kitabını araştırmak için mi yoksa sahiden parası olmadığı için mi yaptığı bugün kesin bilinmemektedir. Kısa süre sonra tekrar ailesinin yanına döner ve evlenir ama bu sırada faşist Franko rejimi İspanya’da her gün daha fazla güç kazanmakta ve İspanyol aydınlarının yardım isteyen çığlıkları Londra sokaklarında yankılanmaktadır.Orwell İspanyol iç savaşına katılmaya karar verir. Çağdaşı pek çok Avrupalı yazar, şair ve sanatçıda onun gibi yapmıştır. Barselona’ya gitmeden önce son gün Paris’te Henry Miller’le yemek yer ve daha sonra birliğine katılır. İlk sözü “Faşizme karşı savaşmaya geldim.” olmuştur. Burada yaşadığı sevinçler ve acılar yaşamı boyunca onu takip edecektir. Anılarını Katalonya’ya Selam adlı kitabıyla ölümsüzleştirir. Karısı ardından İspanya’ya gelir. İç savaş döneminin en kanlı çarpışmalarının göbeğine düşen Orwell gruplar arası anlaşmazlıklar yüzünden o cepheden o cepheye serseri mayın gibi dolaşıp durur. Ne yazık ki direniş çözülmeye başlamıştı. Aynı grubun içinde olmalarına rağmen her gün kendi aralarında Marksist İşçiler Grubu, Anarşist Birlik Grubu gibi küçük gruplara ayrılan devrimciler hem kendi aralarında hem de düşmanla çatışıyorlardı. Orwell işçilerin marksist grubuna katıldı. Yetersiz cephane ve kötü koşullar yüzünden halk ve halkın bu gönüllü askerleri Franko’nun çizmesinin altında eziliyor ama teslim olmuyordu. Sonunda bir gün keskin bir nişancı Orwell’i tam boğazından vurdu. Kurşun ana damarı sıyırdığı için son anda hayatını kurtarabildiler. Ne yazık ki ses telleri zarar gördü ve uzun sürecek acılı bir elektrik terapisi görmek zorunda kaldı. Grup ağır yaralı Orwel’li geri göndermeye karar verdi. Ama tam bu sırada işler iyice kötüye gitti Orwell’inde bağlı bulunduğu Marksist grup tüm ülkede yasadışı ilan edildi. Kimsenin yardım etmediği bu insanların çoğu Franko rejiminin karanlık sayfalarında yitip gitti. Orwell sanatçıların, şairlerin ve en önemlisi dostlarının tutuklandığını ve öldürüldüğünü çaresizce hasta yatağından seyretmek zorunda kaldı. En yakın arkadaşların ihanetini gördü. Tutuklanan arkadaşları Kopp’a yardım etmek için hem karısı hem kendisi saklandıkları yerden çıktılar ve onu kurtarmaya çalıştılar. Sonunda baskı o kadar büyüdü ki bir gece vakti trenle İspanyayı terk etmek zorunda kaldılar. Orwell’in hayalleri yıkılmış, idealist düşünceleri beyninde ölü bir anı gibi kuruyup kalmıştı. En yakın arkadaşları zindanlardadır. Bir kısmı oradan sağ çıkmayı başaramayacaktır.Orwell toparlanmak için döndüğü İngiltere’de ağır bir tüberküloz nöbetiyle tekrar hastaneye kaldırıldı. 2.Dünya savaşına kadar aslında Orwell tüm umudunu hala yitirmemişti ama savaş sonrasında gördükleri ve duydukları onun çok kısa sürede Hayvan Çiftliğini yazmasıyla sonuçlandı. Daha önce yazıları, kitapları reddedilen ve beğenilmeyen Orwell bir anda göklere çıkartılmıştı. O zamanlar olacağı hakkında uyardığı korkunç şeyler henüz olmamıştı. Bu yüzden insanlar ona “komünist” dediler. Yıllar sonra komünizme, faşizme, totaliter her sisteme yoğun nefretini yansıtan 1984’ü yazmayı tamamladığında bu sefer gizli servisten bu kitap için para almakla suçlandı. İngiliz gizli servisinin George Orwell’e komünizm karşıtı bu kitabı yazması için para teklif etmeleri bir söylentiden ibarettir. Gerçekte düşüncelerinden dolayı gizli servis ölümüne kadar Orwell’i gözetim altında tutmuştur. Diğer pek çok kader arkadaşı gibi Orwell’de çağının geç anlaşılan isimlerindendi. Yaşamı boyunca pek çok önemli esere imza atmıştır ama Orwell’in en önemli romanı aynı zamanda en bilinen romanı olan 1984’tür.
Asıl adı Eric Arthur Blair olan George Orwell 25 Haziran 1903 yılında İngiliz Sömürgesi altındaki Hindistan’da doğdu. Babası sömürge altındaki Hindistan’da bir devlet görevlisiydi. Orwell’in babası muson mevsiminden çok kötü etkilenen oğlunu annesiyle İngiltere’ye gönderdi ve yazarın “burslu öğrenci kabusu” başladı. Henüz sekiz yaşındayken St. Cyprian’s adındaki çok sıkı bir disiplinle yönetilen okuluna başladıktan kısa süre sonra vaktini çoğunlukla yalnız geçirmeye başladı. Küçük Eric diktatörlükle aslında ilk bu okulda tanıştı ve nefret etti. 1984’ün ana kahramanı Winston “sınırsız bir gücün altında ezilerek sürekli kendini kapana kısılmış gibi hisseder.” Romanda ana karakter sessizce de olsa isyan etmeye çalışır. Orwell’de çocukluğundan beri sessiz yöntemlerle diktaya kafa tutmuştur.Orwell her hata yaptığında çevresindekiler ona burslu bir öğrenci ve bir nevi hayır işi olduğunu hatırlatıp duruyorlardı. Bunları duydukça iyice bilenen Orwell arkadaşlarından giderek uzaklaştı.Orwell derslerinde başarılıdır ve İngiltere’nin en prestijli okullarından olan Eton Koleji’ni tam bursla kazanır. Mezun olduktan sonra Burma’ya gidip yerel güvenlik muhafızlarına katılan George Orwell burada insanlara yapılan kötü muameleyi asla unutmadı. Her türlü totaliter ve baskıcı düşünceden açık açık nefret etmeye o dönemde başladı. O günlerden etkilenerek yazdığı “Burma Günleri” adlı kitabı en önemli eserlerinden biridir.Gelecekte başarılı bir yazar olmayı planlayan özgür ruhlu ve hayalperest bir insan için yabancı bir ülkede kendi ülkesi Britanya’nın bayrağı ve emri altında asayişi korumaya çalışmak oldukça zor olmalı. Orwell polisten ve temsil ettiği her şeyden nefret ediyordu. Yardım etmesi gereken insanlardan ve ülkesinin kendisinden yapmasını istediği tüm bu iğrenç şeylerden nefret ediyordu. Kendini izole edilmiş, terkedilmiş hisseden Orwell’in bu dönemini 1984’ün henüz ilk sayfalarında yakalayabirsiniz. Parti için çalışmak zorunda olan ve bundan utanan asıl adamımız; Orwell’in Burma’da geçirdiği günlerin bir yansımasıdır. Yazar burada ilk defa sivil halka işkence yapıldığını, sorgusuz sualsiz tutuklandığını ve insan hayatının ne kadar değersiz olduğunu en ön sıradan seyreder. Üstelik nefret ettiği hatta utandığı taraftadır.Burma’da bulaşıcı ve ateşli bir hastalığa yakalanan Orwell ölümden dönecek ve kısa süre sonra polisliği bırakıp hayatını yazmaya adayacaktı. Hayatı boyunca yakasını bırakmayan akciğer hastalıklarının tohumları Burma’da atılmış ve sağlığı geri dönülmez biçimde bozulmuştu. Babası ise görevini terkettiği için onu asla affetmedi.Orwell hasta yatağında yatarken sürekli Jack London’un kitaplarını okurdu. London’un romanlarını yazmak için fakirlerin arasında ve düşkünler evinde süründüğünü ve tek bir kıyafetle bitirimhanelerde sürtüp, sokaklarda uyuduğunu öğrenince bundan çok etkilendi. Burma’da geçirdiği son 4 yılın utancından sıyrılmak için alt sınıfa dalış yapmaya karar verdi. Bir ikinci el dükkanından süprüntü bir ceket ve yamalı bir pantalon alarak uzun bir yolculuğa çıktı. Bu dönemde birçok sıra dışı işte çalıştı. Londra ve Paris’te kısıtlı imkanlarla bulaşıkçılıktan gazeteciliğe kadar her işi yaparak geçimini sağladı. Orwell neredeyse beş yıl boyunca fakirhanelerde ve düşkünler evinde yaşayarak önce İngiltere’yi sonra Fransa’yı katetti. Bazı gazetelerde kısa süreli köşeler bulabildi fakat sonuçta beş parasız ve umutsuz bir şekilde vücudu tekrardan çöktü. Dostları onu fakir ve yardıma muhtaç insanlar için açılmış bir verem senatoryumunda Fransa’da bulduklarında neredeyse ölümün kıyısındaydı. Bu dönemde Orwell her zaman anlamaya çalıştığı alt sınıfla yakın ilişkiler kurdu. Gelecekten hiç bir umudu olmayan insan kalabalıklarının karşısında ilk defa açlığı ve boşluğu tadan Orwell, her an değişiyor ve gelişiyordu. Kahinin kaleminin dili giderek sivriliyordu. Bu zamana kadar adı Eric Blair olan yazar “Londra’da Ve Paris’te Meteliksiz” kitabının basımından hemen önce kendine bir takma isim bulur. Artık tüm dünya onu bu isimle tanıyacaktır. Eric Blair okuldaki yalnız ve itilmiş küçük çocuktu. Daha sonraları bu çocuk büyümüş ve Burma’da gurur duymadığı bazı şeyler yapmıştı. Şimdi Eric Blair adeta yok olmuş ve bir davası ve amacı olan George Orwell ortaya çıkmıştı. Kral V. George o yıllarda monarşinin başındaydı ve klasik bir ingiliz ismiydi. Orwell Nehri ise İngiltere’nin en pastoral ve dingin nehirlerinden biriydi. Yazarın en sevdiği yerlerden biriydi.Sonunda İngiltere’ye dönen Orwell nihayet sevebileceği bir iş bulmuştu. Hawthorne Lise’sinde ders vermeye başladı. Fakat zayıf bünyesi ona rahat vermiyordu. Yağmurlu bir bisiklet gezisinden sonra çok ciddi bir zatürree atlattı. Uzun süre hastanede kaldıktan sonra öğretmenliğe devam edemedi. Bir süre bir kitapçıda çalıştıktan sonra bir arkadaşının tavsiyesiyle toplu taşıma araçlarını kullanarak ve bolca yürüyerek neredeyse İngiltere’yi boydan boya kat etti ve Manchester’a vardı. Buralarda evsiz yurtlarında ve dernek sığınaklarında konaklayan Orwellîn bunları kitabını araştırmak için mi yoksa sahiden parası olmadığı için mi yaptığı bugün kesin bilinmemektedir. Kısa süre sonra tekrar ailesinin yanına döner ve evlenir ama bu sırada faşist Franko rejimi İspanya’da her gün daha fazla güç kazanmakta ve İspanyol aydınlarının yardım isteyen çığlıkları Londra sokaklarında yankılanmaktadır.Orwell İspanyol iç savaşına katılmaya karar verir. Çağdaşı pek çok Avrupalı yazar, şair ve sanatçıda onun gibi yapmıştır. Barselona’ya gitmeden önce son gün Paris’te Henry Miller’le yemek yer ve daha sonra birliğine katılır. İlk sözü “Faşizme karşı savaşmaya geldim.” olmuştur. Burada yaşadığı sevinçler ve acılar yaşamı boyunca onu takip edecektir. Anılarını Katalonya’ya Selam adlı kitabıyla ölümsüzleştirir. Karısı ardından İspanya’ya gelir. İç savaş döneminin en kanlı çarpışmalarının göbeğine düşen Orwell gruplar arası anlaşmazlıklar yüzünden o cepheden o cepheye serseri mayın gibi dolaşıp durur. Ne yazık ki direniş çözülmeye başlamıştı. Aynı grubun içinde olmalarına rağmen her gün kendi aralarında Marksist İşçiler Grubu, Anarşist Birlik Grubu gibi küçük gruplara ayrılan devrimciler hem kendi aralarında hem de düşmanla çatışıyorlardı. Orwell işçilerin marksist grubuna katıldı. Yetersiz cephane ve kötü koşullar yüzünden halk ve halkın bu gönüllü askerleri Franko’nun çizmesinin altında eziliyor ama teslim olmuyordu. Sonunda bir gün keskin bir nişancı Orwell’i tam boğazından vurdu. Kurşun ana damarı sıyırdığı için son anda hayatını kurtarabildiler. Ne yazık ki ses telleri zarar gördü ve uzun sürecek acılı bir elektrik terapisi görmek zorunda kaldı. Grup ağır yaralı Orwel’li geri göndermeye karar verdi. Ama tam bu sırada işler iyice kötüye gitti Orwell’inde bağlı bulunduğu Marksist grup tüm ülkede yasadışı ilan edildi. Kimsenin yardım etmediği bu insanların çoğu Franko rejiminin karanlık sayfalarında yitip gitti. Orwell sanatçıların, şairlerin ve en önemlisi dostlarının tutuklandığını ve öldürüldüğünü çaresizce hasta yatağından seyretmek zorunda kaldı. En yakın arkadaşların ihanetini gördü. Tutuklanan arkadaşları Kopp’a yardım etmek için hem karısı hem kendisi saklandıkları yerden çıktılar ve onu kurtarmaya çalıştılar. Sonunda baskı o kadar büyüdü ki bir gece vakti trenle İspanyayı terk etmek zorunda kaldılar. Orwell’in hayalleri yıkılmış, idealist düşünceleri beyninde ölü bir anı gibi kuruyup kalmıştı. En yakın arkadaşları zindanlardadır. Bir kısmı oradan sağ çıkmayı başaramayacaktır.Orwell toparlanmak için döndüğü İngiltere’de ağır bir tüberküloz nöbetiyle tekrar hastaneye kaldırıldı. 2.Dünya savaşına kadar aslında Orwell tüm umudunu hala yitirmemişti ama savaş sonrasında gördükleri ve duydukları onun çok kısa sürede Hayvan Çiftliğini yazmasıyla sonuçlandı. Daha önce yazıları, kitapları reddedilen ve beğenilmeyen Orwell bir anda göklere çıkartılmıştı. O zamanlar olacağı hakkında uyardığı korkunç şeyler henüz olmamıştı. Bu yüzden insanlar ona “komünist” dediler. Yıllar sonra komünizme, faşizme, totaliter her sisteme yoğun nefretini yansıtan 1984’ü yazmayı tamamladığında bu sefer gizli servisten bu kitap için para almakla suçlandı. İngiliz gizli servisinin George Orwell’e komünizm karşıtı bu kitabı yazması için para teklif etmeleri bir söylentiden ibarettir. Gerçekte düşüncelerinden dolayı gizli servis ölümüne kadar Orwell’i gözetim altında tutmuştur. Diğer pek çok kader arkadaşı gibi Orwell’de çağının geç anlaşılan isimlerindendi. Yaşamı boyunca pek çok önemli esere imza atmıştır ama Orwell’in en önemli romanı aynı zamanda en bilinen romanı olan 1984’tür.