Hasan
Hüseyin Korkmazgil’in 2 Haziran 1970 yılında kaybettiğimiz “Orhan
Kemal’in güzel anısına” yazdığı “Haziranda Ölmek Zor” şiiriyle, Orhan
Kemal’in insanlık tarihinin gelişimi adına yaptığı ilerici katkılarından
dolayı saygıyla anıyoruz. Ayrıca şair, şiirin başında “Orhan Kemal’in
güzel anısına” demesine rağmen şiirde, 3 Haziran’da Nazım Hikmet’i
kaybetmemizi de dile getirerek büyük bir saygıyla anar.
“3 Haziran 1963. Duyuyorum ki Nazım Hikmet ölmüş. Bir sanatçı için böyle bir haberi soğukkanlılıkla karşılamak olanaksız! “Hava leylak ve tomurcuk kokuyor /uy anam anam Haziranda ölmek zor” dizeleri dökülüyor dudaklarımdan. 2 Haziran 1970. Duyuyorum ki Orhan Kemal ölmüş. Yine aynı dizeler, yine kendiliğinden… 1976′lara değin, bu türden acılarla doldum; dizeler beni bir kitaba zorluyordu. İşte “Haziranda Ölmek Zor” böyle oluştu…” Hasan Hüseyin
“3 Haziran 1963. Duyuyorum ki Nazım Hikmet ölmüş. Bir sanatçı için böyle bir haberi soğukkanlılıkla karşılamak olanaksız! “Hava leylak ve tomurcuk kokuyor /uy anam anam Haziranda ölmek zor” dizeleri dökülüyor dudaklarımdan. 2 Haziran 1970. Duyuyorum ki Orhan Kemal ölmüş. Yine aynı dizeler, yine kendiliğinden… 1976′lara değin, bu türden acılarla doldum; dizeler beni bir kitaba zorluyordu. İşte “Haziranda Ölmek Zor” böyle oluştu…” Hasan Hüseyin
“Orhan Kemal’in güzel anısına” işten çıktım
sokaktayım
elim yüzüm üstümbaşım gazete
sokakta tank paleti
sokakta düdük sesi
sokakta tomson
sokağa çıkmak yasak
sokaktayım
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
yaralı bir şahin olmuş yüreğim
uy anam anam
haziranda ölmek zor!
havada tüy
havada kuş
havada kuş soluğu kokusu
hava leylâk
ve tomurcuk kokuyor
ne anlar acılardan/güzel haziran
ne anlar güzel bahar!
kopuk bir kol sokakta
çırpınıp durur
çalışmışım onbeş saat
tükenmişim onbeş saat
acıkmışım yorulmuşum uykusamışım
anama sövmüş patron
ter döktüğüm gazetede
sıkmışım dişlerimi
ıslıkla söylemişim umutlarımı
susarak söylemişim
sıcak bir ev özlemişim
sıcak bir yemek
ve sıcacık bir yatakta
unutturan öpücükler
çıkmışım bir kavgadan
vurmuşum sokaklara
sokakta tank paleti
sokakta düdük sesi
sarı sarı yapraklarla birlikte sanki
dallarda insan iskeletleri
asacaklar aydemir’i
asacaklar gürcan’ı
belki başkalarını
pis bir ota değmiş gibi sızlıyor genzim
dökülüyor etlerim
sarı yapraklar gibi
asmak neyi kurtarır
sarı sarı yaprakları kuru dallara?
yolunmuş yaprakları
kırılmış dallarıyla
ne anlatır bir ağaç
hani rüzgâr
hani kuş
hani nerde rüzgârlı kuş sesleri?
asılmak sorun değil
asılmamak da değil
kimin kimi astığı
kimin kimi neden niçin astığı
budur işte asıl sorun!
sevdim gelin morunu
sevdim şiir morunu
moru sevdim tomurcukta
moru sevdim memede
ve öptüğüm dudakta
ama sevmedim, hayır
iğrendim insanoğlunun
yağlı ipte sallanan morluğundan!
neden böyle acılıyım
neden böyle ağrılı
neden niçin bu sokaklar böyle boş
niçin neden bu evler böyle dolu?
sokaklarla solur evler
sokaklarla atar nabzı
kentlerin
sokaksız kent
kentsiz ülke
kahkahanın yanıbaşı gözyaşı
işten çıktım
elim yüzüm üstümbaşım gazete
karanlıkta akan bir su
gibi vurdum kendimi caddelere
hava leylâk
ve tomurcuk kokusu
havada köryoluna
havada suçsuz günahsız
gitme korkusu
ah desem
eriyecek demirleri bu korkuluğun
oh desem
tutuşacak soluğum
asmak neyi kurtarır
öldürmek neyi
yaşatmaktır önemlisi
güzel yaşatmak
abeceden geçirmek kıracın çekirgesini
ekmeksiz yuvasız hekimsiz bırakmamak
ah yavrum
ah güzelim
canım benim / sevdiceğim
bitanem
kısa sürdü bu yolculuk
n’eylersin ki sonu yok!
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor!
nerdeyim ben
nerdeyim ben
nerdeyim?
kimsiniz siz
kimsiniz siz
kimsiniz?
ne söyler bu radyolar
gazeteler ne yazar
kim ölmüş uzaklarda
göçen kim dünyamızdan?
asmak neyi kurtarır
öldürmek neyi?
yolunmuş yaprakları
ve kırılmış dallarıyla bir ağaç
söyler hangi güzelliği?
kökü burda
yüreğimde
yaprakları uzaklarda bir çınar
ıslık çala çala göçtü bir çınar
göçtü memet diye diye
şafak vakti bir çınar
silkeledi kuşlarını
güneşlerini:
«oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun, memet,
memet!»
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
üstümbaşım elim yüzüm gazete
vurmuşum sokaklara
vurmuşum karanlığa
uy anam anam
haziranda ölmek zor!
bu acılar
bu ağrılar
bu yürek
neyi kimden esirgiyor bu buz gibi sokaklar
bu ağaçlar niçin böyle yapraksız
bu geceler niçin böyle insansız
bu insanlar niçin böyle yarınsız
bu niçinler niçin böyle yanıtsız?
kim bu korku
kim bu umut
ne adına
kim için?
«uyarına gelirse
tepemde bir de çınar»
demişti on yıl önce
demek ki on yıl sonra
demek ki sabah sabah
demek ki «manda gönü»
demek ki «şile bezi»
demek ki «yeşil biber»
bir de memet’in yüzü
bir de güzel istanbul
bir de «saman sarısı»
bir de özlem kırmızısı
demek ki göçtü usta
kaldı yürek sızısı
geride kalanlara
nerdeyim ben
nerdeyim?
kimsiniz siz
kimsiniz?
yıllar var ki ter içinde
taşıdım ben bu yükü
bıraktım acının alkışlarına
3 haziran ’63′ü
bir kırmızı gül dalı
şimdi uzakta
bir kırmızı gül dalı
iğilmiş üzerine
yatıyor oralarda
bir eski gömütlükte
yatıyor usta
bir kırmızı gül dalı
iğilmiş üzerine
okşar yanan alnını
bir kırmızı gül dalı
nâzım ustanın
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
bir basın işçisiyim
elim yüzüm üstümbaşım gazete
geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
şuramda bir çalıkuşu ötüyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor!
1977
Hasan Hüseyin Korkmazgil
“1963′lerde yaşanılanları ben, ancak böyle dökebildim 1976′larda şiire.
Onüç yılda özümsemişim o olayları, onüç yıl sonra damıtabilmişim. O günleri yaşayıp da ozanlığa soyunanlar, elbette ki benden daha iyi yapabileceklerdir bu işi. ‘El elden üstündür, taa arşa kadar’ demiş eskiler.” Hasan Hüseyin
Onüç yılda özümsemişim o olayları, onüç yıl sonra damıtabilmişim. O günleri yaşayıp da ozanlığa soyunanlar, elbette ki benden daha iyi yapabileceklerdir bu işi. ‘El elden üstündür, taa arşa kadar’ demiş eskiler.” Hasan Hüseyin
Orhan Kemal’in Hayatı
15.09.1914 – 02.06.1970
15.09.1914 – 02.06.1970
Roman
ve öyküleriyle çağdaş Türkiye edebiyatında özgün bir yeri olan Orhan
Kemal, toplumsal yaşamımızın değişim dönemlerini gerçekçi bir biçimde
yapıtlarında dile getirmiştir. Aydınlık gerçekçi bakışıyla insan-toplum
ilişkilerini ustalıkla yansıtmıştır. Asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü olan
Orhan Kemal, 15 Eylül 1914′te Adana’nın Ceyhan ilçesinde doğdu. Babası,
1920-1923 döneminde birinci B.M.M.?de milletvekilliği, 3 Mayıs 1920?de
Vekiller Heyeti?nde Adliye Bakanlığı yapan ve 26 Eylül 1930?da Adana?da
Ahali Cumhuriyet Fırkası?nı kuran Abdülkadir Kemali Bey’dir. Orhan
Kemal?in o günlere ait izlenimleri Baba Evi?nde söyle yer alır: ?Ama ben
babamı asıl ?fırka? mücadelelerinde tanıdım. Yine böyle günlerdi… Nutuk
söyleyenleri niçin alkışladıklarını çok defa bilmeyen sokaklar dolusu
insanın kinle, küfür şimşekleriyle yüklü kalabalığı. Kalabalık,
kalabalık, hep kalabalık. Aynı parkelere basan iskarpinli, çarıklı veya
yalınayakların mahşeri hatırlatan, insanı coşturan müthiş kalabalığı.
Dar
bir sokakta, karşılıklı iki konak hatırlıyorum. Becerikli ilkokul
öğrencilerinin yaptıkları mukavva konakları hatırlatan bu cumbalı,
kafesli, çıkıntılı, tahta saçakları dantela gibi işlemeli konaklardan
birisi bizim. Burası aynı zamanda babamın ?Fırka? binasıydı. Alt kat
ağır, beyaz taşlarla döşeliydi. Ben bu alt kattan çok korkardım.?
Partisinin
kapatılması üzerine 1931?de Suriye?ye kaçan babasının yanına ailece
gidince, orta son sınıftaki öğrenimini yarım bıraktı. Ailece
Beyrut?tadırlar: ?Beyrut?ta Fıstıklı tarafında oturuyorduk. Lübnan
teb?ası olmadığımız için, babama avukatlık yaptırmıyorlardı. Babam da
annemin bileziklerini bozdurdu, on altın lira sermayeyle, Burç Meydanına
çıkan aralıklardan birisinde, yüksek bir apartmanın altında, küçük bir
lokanta açtı. Babam lokantaya pek uğramazdı. Yemekleri Süreyya adında
bir Türk mültecisi pişirir, Niyazi?yle ben de lokantanın garsonluğuyla
bulaşıkçılığını yapardık. On yedi yaşındaydım ve hayatımın bu tarzından
çok memnundum. Memleket, futbol, Cin Memet ve ötekiler silinmişti.
Ortalık yeni yeni ağarmaya başlarken, Niyazi?yle birlikte evden
çıkardık. O saatte Beyrut?un yeşil tramvayları bile seyrek işlerdi.
Yalnız işçiler, o, dünyanın her tarafında, herkesten az uyuyan, kadınlı
erkekli çoluklu çocuklu kalabalık, onlar kümeler halinde ve yollarda
olurlardı. Aralarına katılırdık… Tıpkı onlar gibi, ceketlerimiz
omuzlarımızda, onların bastıkları parkelere basmak gururu içinde, iş-güç
sahibi insanlardık.?
Daha
sonra burada bir basımevine işçi olarak girdi: ?Vazifem, kağıt kesme
makinesinde kol çevirmekti. Vişne çürüğü fesini daima sol kaşına doğru
yıkan ustamsa, zayıf, uzun boylu, dehşetli şakacıydı. Herkese takılır,
sık sık kahkahalar atardı. (…) Herkesten evvel işbaşı yapıyor, makinenin
bir kenarına ilişiyor, evden getirdiğim esmer somunumu birkaç zeytinle
yiyordum. Çok geçmeden öteki işçilerle mürettipler de geliyorlardı ve
derhal iş başlıyordu.? Bir yıl kadar Suriye ve Lübnan?da kaldı. 1932?de
Türkiye?ye dönünce, Adana?da çırçır fabrikalarında işçilik, dokumacılık,
katiplik, ambar memurluğu yaptı. 5 Mayıs 1937?de evlendi. Nisan 1938?de
kızı Yıldız doğdu. Aynı günlerde Niğde?de askerlik görevine başladı.
Burada, ?yabancı rejimler lehine propaganda ve isyana muharrik? suçundan
yargılanarak, 27 Ocak 1939?da beş yıla hüküm giydi Kayseri, Adana ve
Bursa cezaevlerinde yattı. 1940 yılı kışında Bursa Cezaevi?nde Nazım
Hikmet?le tanıştı. O tanışma anını anılarında şöyle dile getirir, Orhan
Kemal: ?Müdürün oda kapısında çevik bir gıcırtı, kapı açıldı. Nefesimi
kesmiş, gözlerimi kısmışım..Bir heykel sükunu içinde, azametli bir
mermer heykel bekliyorum… Bir an yüzyüze geliyoruz, sonra gözgöze..Mavi
mavi gülüyordu. Bu gülüş muhakkak ki bir çocuğu hatırlatıyor..Temiz,
taze, sıhhatli ve dost! Bir lahza şaşkın, bekledi. Galiba ne yapması
lazım geldiğini ölçtü, yahut tanış bir yüz arandı..Sonra gözüne Necati
ilişti herhalde, ona doğru yürümeğe hazırlanırken, Necati ona koştu ve
beni tanıttı.El sıkıştık. Ayaklarının topuklarını, hazır oldaki bir er
gibi birleştirerek, kendisini teşrifata zorladığı aşikar bir tarzda
ciddileşmeye çalışarak: -Ben Nazım Hikmet! Dedi.”
Bu
tanışma, onun sanat yaşamının belirginleşmesinde bir dönüm noktası
oldu: ?Benimle inceden inceye uğraşıyordu. O kadar ki, “yarı
aydın”lığımdan, yahut “küçük burjuva”lığımdan gelen “vıdıvıdıcı”
tabiatımla, birtakım huy ve telakkilerime varana kadar her şeyimle..?26
Eylül 1943?te tahliye olunca Adana?ya döndü. Karataş’ta toprak taşıma
işinde bir ay amelelik yaptı. 14 Nisan 1944?te Devlet Demiryolları?nda
?muvakkat hamal? olarak çalıştı. Aynı yılın haziranın da Güzel İzmir
Nakliyat Ambarı?nda iş buldu. Bir sure sonra bu işden de çıkarıldı. 13
Temmuz 1944?te oğlu Nazım doğdu.
1945
yılı yazında Kilis?e giderek, kalan 35 günlük askerlik görevini
tamamladı. Çorum?a sürgüne gönderildi. Babasının, dönemin başbakanı
Recep Peker?e telgraf çekmesi üzerine, 26 Ekim 1946?da bırakıldı.
Adana?ya dönünce sebze nakliyeciliği, Verem Savaş Derneği?nde katiplik
yaptı. Bir süre sonra işsiz kaldı. Aralık 1949`da 3. çocuğu Kemali
doğdu. 17 Nisan 1951?de ailece İstanbul?a yerleşti. Bu göç serüvenini
kendisi şöyle anlatmaktadır: ??Adeta itiliyordum İstanbul?a?Yazı
işlerine baktığım, bu sayede kıt kanaat geçinmeye çalıştığım çeşitli
derneklerdeki işlerime de şıp diye son verilmişti, iktidara yeni geçen
Demokrat Parti?liler tarafından.. Sebep politik miydi:.. Yoksa benden
açılacak yer ya da yerlere kendi partililerini mi kayıracaklardı
bilmiyorum.. Verem Savaş Derneği, Bağ ve Bahçeler derneği, bir de o
zaman ki adıyla Etibba Odası?ndan aldığım paraların toplamı, vergiler
çıktıktan sonra ya 160 ya da 180 liraydı..Bu paradan da olmuştum..Bir de
beni bir türlü İstanbul?a salıvermek istemeyen babam ölmüştü..?
İstanbul?da geçimini yazarlıkla sağladı. Kasım 1957 de 4.çocuğu Işık
doğdu. 7 Mart 1966?da bir ihbar üzerine iki arkadaşıyla birlikte
tutuklandı. ?Hücre çalışması ve komünizm propagandası? yaptıkları
gerekçesiyle tevkif edilerek Sultanahmet Cezaevi?ne gönderildi. 7
Nisan?da Türk Edebiyatçılar Birliği, Gen-Ar Tiyatrosu?nda 30. sanat yılı
nedeniyle bir jubile düzenledi. Toplantıda Melih Cevdet Anday, Yaşar
Kemal ve James Baldwin birer konuşma yaptı. Bilirkişice verilen; ?suç
teşkil eden bir cihet bulunmadığı hususunda?ki rapor üzerine 13 Nisan
1966?de serbest bırakıldı. 17 Temmuz 1968?de bu davadan beraat
etti.Bulgar Yazarlar Birliği?nin çağırısı üzerine gittiği Sofya?da,
tedavi edilmekte olduğu hastanede 2 Haziran 1970?te öldü.
Edebi Yaşamı
Yazın
yaşamına askerdeyken şiirle başladı. İlk şiirleri Raşit Kemali
imzasıyla ?Yedigün? ve ?Yeni Mecmua?da çıktı. Bunları, hapisteyken ?Yeni
Ses?, ?Ses?, ?Yürüyüş? dergilerinde yayımladıkları izledi. Nazım
Hikmet?in etkisiyle düzyazıya yöneldi. İlk düzyazısı, Baba Evi romanının
bir bölümü olan ?Balık? 1940?ta ?Yeni Edebiyat? gazetesinde yayımlandı.
İlk öykülerini ise Raşit Kemali ve Orhan Raşit imzalarıyla yine aynı
gazetede yayımladı. Bunları, 1942?de ve 1943?lerde, Orhan Kemal
imzasıyla ?Yürüyüş? ve ?İkdam? gazeteleri ile ?Yurt ve Dünya? dergisinde
çıkan öyküleri izledi. Bu yıllarda şiirlerini de yayımlamakla birlikte,
asıl çalışmalarını öyküye yöneltti. Öyküleri ?Varlık?, ?Gün?, ?Yığın?,
?Seçilmiş Hikayeler?, ?Yaprak?, ?Yeni Başdan?, ?Yeditepe?, ?Beraber?
gibi dergilerde yayımlanırken; birçok romanı da ?Vatan?, ?Dünya?,
?Ulus?, ?Son Havadis? ve ?Cumhuriyet? gazetelerinde tefrika edildi.
Kardeş
Payı ile 1958, Önce Ekmek? le de 1969 Sait Faik Hikaye Armağanı?nı;
yine Önce Ekmek kitabıyla 1969 Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü?nü kazandıÖykü
ve romanlarının yanı sıra film senaryoları yazdı. 72. Koğuş, Murtaza,
Eskici Dükkanı, Kardeş Payı adlı yapıtlarını oyunlaştırdı. İspinozlar
oyununu yazdı. Bu oyunları çeşitli tiyatrolar tarafından sahnelendi. 72.
Koğuş oyunuyla 1967?de Ankara Sanat Severler Derneği?nce en iyi oyun
yazarı seçildi.
İlki
1972?de verilen (Yılmaz Güney , Boynu Bükük Öldüler ), her yıl yazarın
ölüm yıldönümünde verilmek üzere, konulan ?Orhan Kemal Roman Armağanı?
ailesi tarafından düzenlendi.
Yapıtları
Öykü:
Ekmek Kavgası, 1949; Sarhoşlar, 1951; Çamaşırcının kızı, 1952;
72.Koğuş, 1954; Grev, 1954; Arka Sokak, 1956; Kardeş Payı, 1957; Babil
Kulesi, 1957; Dünyada Harp Vardı, 1963; Mahalle Kavgası, 1963; İşsiz,
1966; Önce Ekmek, 1968; Küçükler ve Büyükler, (ö.s.), 1971. Ayrıca
öykülerinden yapılan derlemeler Bilgi Yayınevi?nce dört cilt olarak
yayınlandı: I. Yağmur Yüklü Bulutlar, 1974; II. Kırmızı Küpeler, 1974;
III. Oyuncu Kadın, 1975; IV. Serseri Milyoner/İki Damla Gözyaşı, 1976.
Arslan Tomson, (ö.s.), 1976; İnci?nin Maceraları, (ö.s.), 1979.
Roman: Baba
Evi, 1949; Avare Yıllar, 1950; Murtaza, 1952; Cemile, 1952; Bereketli
Topraklar Üzerinde, 1954; Suçlu, 1957; Devlet kuşu, 1958; Vukuat Var,
1958; Gavurun kızı, 1959; Küçücük, 1960; Dünya Evi, 1960; El Kızı, 1960;
Hanımın Çiftliği, 1961; Eskici ve Oğulları, 1962 ( Eskici Dükkanı
adıyla 1970); Gurbet Kuşları, 1962; Sokakların Çocuğu, 1963; Kanlı
Topraklar, 1963; Bir Filiz Vardı, 1965; Müfettişler Müfettişi, 1966;
Yalancı Dünya, 1966; Evlerden Biri, 1966; Arkadaş Islıkları, 1968;
Sokaklardan Bir Kız, 1968; Üç Kağıtçı, 1969; Kötü Yol, 1969; Kaçak,
(ö.s.) 1970; Tersine Dünya, (ö.s.) 1986.
Oyun:
İspinozlar, 1965; 72. Koğuş, 1967. Anı: Nazım Hikmet?le Üç buçuk Yıl,
1965. İnceleme: Senaryo Tekniği ve Senaryoculuğumuzla İlgili Notlar,
1963. Röportaj: İstanbul?dan Çizgiler, (ö.s.) 1971.
Kaynak:http://www.orhankemal.org/v05/
Kaynak:http://www.orhankemal.org/v05/