Wednesday, May 22, 2013

Simone de Beauvoir & Jean Paul Sartre

 

“Sartre’la karşılaştığım zaman, her şeyi kazandığıma inanmıştım. Onun yanında benim kendimi gerçekleştirmem başarısızlığa uğrayamazdı. Şimdi kendi kendime şunu söylüyorum: Kurtuluşu bir başkasında görmek, yıkılmanın en güvenli yoludur”

Simone de Beauvoir, 20. yüzyılın en önemli filozoflarından, oyun yazarlarından biri. Meşhur “İkinci Cins” kitabının yazarı, modern kadın hareketinin annesi. Onlarca kitabına, edebiyat ödülüne, kadın hareketindeki öncü rolüne, Cezayir bağımsızlık hareketi için verdiği entellektüel çabalar sayesinde kazanılan başarılara bakmış ve demiş ki: “Hayatımdaki en büyük başarım Sartre ile olan ilişkimdir.”
O dönemleri yaşayanlar bilirmiş: O zamanların efsanevi çiftiymiş de Beauoir ve Sartre. Varoluşçuluk felsefesinin lideri, iki asi insan, bir ilişkiyi paylaşıyor. İnandıkları, söyledikleri toplumu derinden sarsmaya yetecekken, bir de aşkları var gündemde. Herkesin gözleri onların üzerinde. Onlarsa caz klüpleri, yazı masaları, sokak protestolarındaki ön safları arasında modern aşklarını sonuna kadar yaşamakla meşguller.
Tanışmaları Sorbonne’da felsefe okudukları döneme rastlar. Mezuniyet sınaviında Sartre birinci olur, de Beauvoir ikinci. Ama okuldaki herkes Simone’un daha iyi bir filozof olduğunu söylemektedir ve 21 yaşında, bu sınavı o güne kadar vermeyi başaranların en genç kişidir.
Sartre o zamanlar (ve sonraları) tam bir Don Juan’dır. Ufacık tefecik fiziğine ve patlak gözlerine rağmen kadınları baştan çıkartma konusunda son derece ustadır. Baştan çıkartmanın ve yazmanın aynı entellektüel süreçten kaynak bulduğuna inanır. Daha sonraları şu hayalini dile getirir: Hayatına girip çıkan, dizi dizi kadınlar… Her biri kendi anında, onun için hayatın tüm anlamı olsa… Simone bu bahsettiği deneyimi yaşaması gerektiği konusunda onunla hem fikir olarak Jean Paul’ü hayrete düşürür. Böylece “açık ilişki” diye adlandırılan ilişkileri başlar.
Sartre, de Beauvoir’a şöyle demiş: “Sahip olduğumuz esaslı bir aşk. Ama ikimiz için de yedek aşk ilişkileri yaşamak iyi bir fikir.” Simone bir yazısında bu teklife yer verir ve arkasına şu notu düşer: “Biz birbirnin aynısı iki insandık ve aşkımız biz var oldukça sürecekti, ama geçici ilişkilerin kazandıracağı zenginliklerin de yerini doldurmazdı.”
İşte 1929′da böyle bir paktla başladı ömürleri boyunca sürecek ilişkileri. 1981′de Sartre’ın ölümüne kadar sürdü. De Beauvoir da, Sartre’dan sonra fazla yaşamadı. Hiç evlenmediler, hiç aynı evi paylaşmadılar ama her gün mutlaka görüştüler, hiç çocukları olmadı. Simone bu pakta gönüllü imza atmıştı, zoraki bir razı oluş yoktu. Ancak ilişkileri boyunca çok kıskançlık acısı çekti.  De Beauvoir açısından bakılırsa kabul edilmiş toplumsal normlara cesur bir başkaldırıydı bu. Sartre erkek atalarının milyonlarca yıldır yapageldiklerini tekrardan başka bir şey yapmıyordu. İlişkilerinde farklı olan, kadının da erkek kadar başka ilişkileri girmeye eşit hak taşımasıydı. Yine de bu ilişkide erkek kadından biraz daha eşitti. Adam ardarda sayısız ilişki yaşarken, kadının bir kaç uzun soluklu ilişkisi oldu yalnızca. Bunu da kadın cinsinin biyolojik doğasına bağlayabiliriz. Paktın bir kuralı da şeffaflıktı. Birbirlerine söz vermişlerdi, evli çiftler gibi birbirilerine yalan söylemeyecek, her şeyi paylaşacaklardı; duyguları, işi, projeleri, ilişkileri… Dediğim gibi, bu şeffaflığın De Beauvoir’ın çok açı çekmesine neden olduğu zamanlar da oldu. Ama yeniden tanımlanmış bir ilişki formuydu onlarınki. Aşklarına zoraki nedenlerden dolayı riyanın bulaşmasına engelleyecek bir düzeni en baştan kurdular.
Entellektüel ya da politik projelerini karalamak için ikilinin seks hayatını “düşük, ahlaksız, pespaye” ilan etmek kolay olurdu. Onlar büyük projelerine laf getirmemek için ilişkilerini bu şekilde yaşamaktan vaz geçmedikleri gibi, bu ilişki formunu göğüslerini gererek topluma ilan ettiler. Galiba onlar için ilişkiyi bu şekilde yaşamak da, inandıklarının sağlamasını yapmalarına yarayacak bir deneydi. De Beauvoir erkek merkezli tanımlanmış dünyada kadının “diğer” olduğu koşulları irdelemişti “İkinci Cins” kitabında. Belki de bu ilişki türünü kadının gücü erkek kadar elinde bulundurduğu bir ilişki türü olarak görüyordu ve okuyucularına anlattıklarını aynı zamanda kendi hayatında bizzat yaşayan bir model olması önemliydi onun için. (Ben de şimdi okuyucularıma bunu anlattım diye böyle yapacak değilim. Heveslenmesin kimseler).Çoğu zaman dayanılması çok güç olan birbirlerine karşı dürüstlük ilkesi, ilişkilerinin yaşayan ve değişen organizması hem felsefi, hem de kurgusal yazılarını şekillendirdi. Bu yüzdendir ki bu ilişki en azından 20. yüzyılın en büyük aşkıdır. İki büyük düşünürün ürünlerini var etmelerini sağlayan koşul olmuştur bu ilişki.
Aşklarının güzelliği, ikisine de sürekli düşünme ve sorgulama, durmaksızın kendini gerçekleştirme için adım atma fırsatı tanımış olmasıdır. İkisi de birbirinin felsefesine katkıda bulunmuş geliştirmişdir. En güzeli, kadın ve erkek için tanımlanmış rollereteslim olmadan aşka sonsuz teslim olmuş olmalarıdır.“Ama romantizm bunun neresinde?” derseniz de Beauvoir’ın Sartre’a ve Sartre’la ilgili yazdıklarını işaret ederim size:
“Sizinle yalnızken hiçbir şey bana önemli gelmiyor… Sizi çılgınca seviyorum. Sizsiz bomboş ve mutsuzum.”, ‘Sizinle olmadıkça yalnız başıma kalmayı tercih ederim.”
“Başkalarına olan duygularınızı kıskanıyorum”, “Başkalarının size olan duygularını kıskanıyorum”, “Başka kalplerde gezinmeniz bana çok ağır geliyor, sadece benim olun istiyorum”, “Kos olmasın, Vedrine olmasın, yalnızca siz ve ben! Bu düşüncemin aptalca olduğunu biliyorum.”
“Sevgilim, biz tek vücuduz ve ben sizim, siz de o derece bensiniz, bunu derinden hissediyorum.”

“Bir şey Sartre için önemli diyorsam, benim için de önemlidir.”
“Hayatta bizi hiçbir şeyin ayırmayacağını belirttiğinizi okuyunca çifte mutluluk yaşadım” -”İkimizin de ne kadar kuvvetli insanlar olduğumuzu düşünmek hoşuma gidiyor. Burada bizim değer yargılarımızın ve yaşam biçimimizin zaferini görüyorum”


“Ayrılığımız çok uzun mu sürecek? Olsun, üç yıl sonra bile aynı olacağız, yalnız bu süre içinde gerçek bir hayatım olmayacak. Bu, yalnız bir bekleyişten ibaret olacak, Sizi bekleyişten.” (Sartre’ın hapis yıllarında yazdığı mektuplardan)

“Bana uzun uzadıya yazın, çünkü bütün mutluluğum mektuplarınız.”

“Canım, bana kendinizi anlatın, beni terketmeyin.”, “Siz olmadan ben yarım bir insanım sevgilim”, “Dünyada sizden başka kimsem yok.”

“Sizden mektup almadığım günlerde perişan oluyorum.”, “Sizinle öylesine güzel bir yaşamım oldu ki, her şeyimi size borçluyum, neyim varsa.”

“Sizi seviyorum, sizsiz mutsuzluğa kapılıyor ve yaşamdan sıkılıyorum.”, “Sizi göremedikten sonra, yalnız olmayı tercih ederim. Kendimi bana hiçbir şey kazandırmayan insanlar için harcamaktan tiksiniyorum.”,


“Kişiyi destekleyen birinin olması olağanüstü bir şey, bunun önemini hiç şimdiki kadar
kavrayamamıştım -bu çok az rastlanan, çok özel bir şey- sevgilim sizsiz yaşam ne kadar donuk ve tatsız.”, “Sizsiz ben bir hiçim”, “Sizi görmeye ihtiyacım var.”


“İnsanla insan arasındaki en dolaysız, en doğal, en gerekli ilinti, kadınla erkek arasındaki ilintidir” der Marx. ‘insanoğlunun kendini türsel bir varlık, yani insan olarak anlama derecesi işte bu ilintiye bakılarak ölçülür; kadınla -erkek arasındaki ilinti, insanoğulları arasındaki ilintilerin en doğalıdır. Bu yüzden de, insanoğlunun davranışlarının ne denli insanîleştiği ya da insanî varlığın ne denli doğallaştığı, insanî yaradılışının ne ölçüde kendi yapısı haline geldiği en iyi işte bu ilintide görülür.’
“Bir gün bana beyaz bir sayfa üstüne sözcükler atmanın onun için ne denli kolay, ne denli güç olduğunu anlatmaya çalıştı. Gerekli olan dedi bana, boşluğa güven duymak.”  / Simone de Beauvoir
“Hepimiz için aynı olan bu ölümü herkes tek başına karşılıyor. Yaşam açısından birlikte ölünebilir; ama ölmek, birlikte sözcüğünün artık bir anlam taşımadığı bir dünyaya kaymaktır. Dünyada en çok istediğim şey, sevdiğimle birlikte ölmekti, ama cesetlerimiz yan yana yatsa bile, bu yalnızca bir aldatmaca olacaktı; hiçlikten hiçliğe bir bağ yoktur.” Simone de Beauvoir – Olgunluk Çağı II
“Bir ara, beni Sartre’la yalnız bırakmalarını söyledim ve çarşafın altına uzanmak istedim. Bir hemşire beni durdurdu: ‘Hayır. Dikkat edin… Kangren’ İşte o zaman onun kara kabuklarının gerçek türünü anladım. Çarşafın üzerine yattım ve biraz uyudum. Saat beşte hemşireler geldiler. Sartre’ın cesedinin üzerine bir çarşaf ve bir çeşit kılıf örtüp onu götürdüler.”
Simone Lucie-Ernestine-Marie-Bertrand de Beauvoir (/simɔn də boˈvwaʀ/; 9 Haziran 1908 – 14 Nisan 1986) Fransız yazar ve filozof. Roman, felsefe politik ve sosyal deneme, biyografi ve otobiyografi yazarı, gazeteci. Modern Feminizmin kurucusu.
Jean-Paul Sartre (tam adı: Jean-Paul Charles Aymard Sartre) (21 Haziran 1905, Paris – 15 Nisan 1980, Paris), ünlü Fransız Özgürlükçü yazar ve düşünür.
——–
Bütün yaşamını kendisinden altı yıl önce külleri toprağa verilen Jean-Paul Sartre’la dayanışma ile geçiren Simone de Beauvoir, 1986 yılının Nisan ayında 78 yaşında öldü. Paris’in bütün gazeteleri, bu ölümü büyük puntolarla duyurdular. Birinci sayfalarını yazarın fotoğraflarına ayırdılar. “Le Matin”, “Liberation”, “Le Figaro”, “France -Soir”, “Le Quotidion de Paris”, “Humanité” gazeteleri… Humanité’deki yazarın resminin üstüne şöyle yazılmıştı: “Bir kadının gücü: Simon de Beauvoir bütün yaşamı boyunca ikinci cinsin kurtuluşu ve özgürlük yolundaki birçok kavgada Sartre’la birlikte belirleyici rol oynadı. “
Simon de Beauvoir’ın Jean-Paul Sartre’a yazdığı mektuplar “Düşün Yayıncılık”ça, bugün, yayımlanmış bulunuyor. Mektupları Simon de Beauvoir’ın evindeki bir gömme dolabın dibini amaçsız bir biçimde karıştırırken bulan ve yayına hazırlayan Sylvie Le Bon de Beauvoir’ın açıkladığına göre mektupların bütünü 321 tanedir. Kendini işine ve sevdiğine adayışın, kendini işine ve sevdiğine bırakışın yoğun coşkusunu simgeleyen mektuplar bunlar. Savaşın, Faşizmin, Nazizmin yayıldığı, günlerin yaşanmaz duruma geldiği yıllarda kendini yitik duyumsayan, yabancılaşan insanlar arasında ayakta kalabilmenin, dostluğun, dayanışmanın, ülküdeşliğin, aydın insan olma niteliğinin ve belki de bütün bunların sonucu olarak çok coşkulu bir sevinin simgesi bu mektuplar. Güvendiği sevdiğine kendini tümden verebilmenin simgesi…
Doğrusu, Simon de Beauvoir’ın sonsuz sevgisi, her tümcesinde açıkça görülüyor: “Başkalarına olan duygularınızı kıskanıyorum.”, “Başkalarının size olan duygularını kıskanıyorum”, “Başka kalplerde gezinmeniz bana çok ağır geliyor, sadece benim olun istiyorum”, “Kos olmasın, Vedrine olmasın, yalnızca siz ve ben! Bu düşüncemin aptalca olduğunu biliyorum.”
“Sizinle yalnızken hiçbir şey bana önemli gelmiyor… Sizi çılgınca seviyorum. Sizsiz bomboş ve mutsuzum.”, ‘Sizinle olmadıkça yalnız başıma kalmayı tercih ederim.”
“Bana uzun uzadıya yazın, çünkü bütün mutluluğum mektuplarınız.”
“Ayrılığımız çok uzun mu sürecek? Olsun, üç yıl sonra bile aynı olacağız, yalnız bu süre içinde gerçek bir hayatım olmayacak. Bu, yalnız bir bekleyişten ibaret olacak, Sizi bekleyişten.”
“Canım, bana kendinizi anlatın, beni terketmeyin.”, “Siz olmadan ben yarım bir insanım sevgilim”, “Dünyada sizden başka kimsem yok.”
“Sevgilim, biz tek vücuduz ve ben sizim, siz de o derece bensiniz, bunu derinden hissediyorum.”
“Sizden mektup almadığım günlerde perişan oluyorum.”, “Sizinle öylesine güzel bir yaşamım oldu ki, her şeyimi size borçluyum, neyim varsa.”
“Sizi seviyorum, sizsiz mutsuzluğa kapılıyor ve yaşamdan sıkılıyorum.”, “Sizi göremedikten sonra, yalnız olmayı tercih ederim. Kendimi bana hiçbir şey kazandırmayan insanlar için harcamaktan tiksiniyorum.”,”Kişiyi destekleyen birinin olması olağanüstü bir şey, bunun önemini hiç şimdiki kadar kavrayamamıştım -bu çok az rastlanan, çok özel bir şey- sevgilim sizsiz yaşam ne kadar donuk ve tatsız.”, “Sizsiz ben bir hiçim”, “Sizi görmeye ihtiyacım var.” Sevdiğini bu ölçüde seven Simone de Beauvoir, “Kadın” adlı yapıtının son iki paragrafında kadın ve erkek için şu düşünceleri söyleyerek yapıtını bitirir: ..
“İnsanla insan arasındaki en dolaysız, en doğal, en gerekli ilinti, kadınla erkek arasındaki ilinti’dir” der Marx. ‘insanoğlunun kendini türsel bir varlık, yani insan olarak anlama derecesi işte bu ilintiye bakılarak ölçülür; kadınla -erkek arasındaki ilinti, insanoğulları arasındaki ilintilerin en doğalıdır. Bu yüzden de, insanoğlunun davranışlarının ne denli insanîleştiği ya da insanî varlığın ne denli doğallaştığı, insanî yaradılışının ne ölçüde kendi yapısı haline geldiği en iyi işte bu ilintide görülür.’
Bundan iyisi can sağlığı. İnsanoğlu, şu anda elimizin altında bulunan dünyada gerçekleştirecektir özgürlüğün egemenliğini; bu yüce yengiyi kazanabilmek için, her şeyden önce, erkeklerle kadınların, aralarındaki ayrılıkları bir yana bırakıp, yalansız dolansız bir kardeşlik kurmaları gerekmektedir.”
Simon de Beauvoir, Sartre’ın kendisine yazdığı mektupları 1983’te yayımlamış. Ya sizin yazdıklarınız diye soranlara da onları yitirdiğini söylemiş. Yani Fransız okuru, daha önce Sartre’ın mektuplarını okumuş. Ben ise, daha sonra yayımlanan Simon de Beauvoir’ınkilerin birinci cildini ancak bugün okuyorum. Zeynep Bayramoğlu, çevirirken genellikle bizim derginin tutumuna uygun bir tutum içinde görülüyor, bir iki nokta dışında…
Sabetay Varol
Simone de Beauvoir’dan Sartre’a Mektuplar I, Mektuplar, Mektuplar Dizisi: 23, Çeviren: Zeynep Bayramoğiu, Düşün Yayıncılık, Şişli İstanbul, 1996,335 s.
Simone de Beauvoir, Kadın, Bilgi Dizisi 9, Payel Yayınlan, Çeviren Bertan Onaran, İstanbul, 1969, 212 s.
Sonsuz Sevgi (2)
Türk Dili Dergisi’nin geçen sayısında Simone de Beauvoir ile Jean Paul Sartre arasındaki sonsuz sevgiden söz açmıştım, “Sartre’a Mektuplar”ın Türkiye’de yayımlanışı dolayısıyla. Sözü biraz daha sürdürmek gerekiyor.  İnsanlar arasındaki en doğal, en dolaysız, en gerekli ilişkinin kadınla erkek arasındaki ilişki olduğunu belirleyen, Simone de Beauvoir kadınlık kavramını üçe ayırarak açıklar okurlarına:
1) “Dişi”liğini öne çıkaran kadın;
2) “Özgür”lüğü başat görünüm almış olan kadın;
3) “Çağdaş” oluşu ön planda görülen kadın…
Dişiliğini öne çıkaran kadın, kendini edilgen bir av durumuna getirerek erkeği de bedensel edilgenliğe indirgemek ister; erkeği tuzağa düşürmek için kendi bedenini kullanır. Özgür kadın ise, etkin olmak, erkeğin kendisine yakıştırdığı edilgenliğe karşı çıkmak eğilimindedir. Çağdaş kadına gelince; o, erkek değerlerini kabul eder, erkekler gibi düşündüğünü, etkinlikte bulunduğunu, çalıştığını, yarattığını öne sürer, erkekle eşit düzeyde olmayı benimser…
Simone de Beauvoir, kadın kavramını açıklarken yaptığı bölümlemede ele aldığı bütün özellikleri kişiliğinde toplamıştır; yapıtlarında, mektuplarında, yaşama biçiminde, sonsuz sevgisinde açık açık görülür bu. O; çağdaş bir kadın olduğu ölçüde “dişi”dir de, “özgür”dür de…
Erişilmez sonsuz sevgi; masallarda gördüğümüz kavuşamayan, birbirini hiç tanımamış, tanıyamamış bireyler arasındaki imgelerle abartılmış; aslında hiç yaşanmamış sevgi değildir. Bu; bütün kadınlığını, özgürlüğünü, çağdaşlığını ve dişiliğini ayrıntılarıyla yaşayarak yaratılan bir sevgidir. Yüreklilikle’, hiç gizlemeden, açıkça yaşayarak, kafasını da kullanarak yaratılan bir sevgi…
İnsanın kendi istenciyle kendini yaratması gibi bir şey bu sevgi. Anlamsız “yazgı”ya boyun eğmeden istencini kullanarak yaşamak…
Simone de Beauvoir’ın Jean Paul Sartre’la arkadaşlığı; dayanışmanın, ülküdeşliğin örnek bir görünümüdür. “Simone de Beauvoir’dan Sartre’a Mektuplar I”de açıkça görülüyor bu. Mektupların çoğu, gençliklerinde Nazi saldırıları yıllarında, İkinci Dünya Savaşı yıllarında yazılmış.
Bu sevgi, yaşamları boyunca sürmüştür.
Gençliklerinde, birbirlerine sevgi dolu seslenmeleri vardı; sözgelimi, “Yazdıklarınızın her satırında ‘yaşamınızda öyle biri’ olmadığımı açıkça gördüm ve hissettim. Gerçekten siz ve ben bir bütün oluşturuyoruz; bu olağanüstü bir güç. Bunu hissettiğim zamanlarda her şey bana vız geliyor.” – “Hayatta bizi hiçbir şeyin ayırmayacağını belirttiğinizi okuyunca çifte mutluluk yaşadım” -”İkimizin de ne kadar kuvvetli insanlar olduğumuzu düşünmek hoşuma gidiyor. Burada bizim değer yargılarımızın ve yaşam biçimimizin zaferini görüyorum”[i] gibi seslenmelerle sevgilerini içtenlikle doğrulayan Jean Paul Sartre ile Simone de Beauvoir yetmişli seksenli yıllara gelindiğinde artık her ikisi de yaşamlarının son dönemine ulaşmış bulunuyorlardı. Ayrıntılara girmeden diyebiliriz ki birbirlerini hiç bırakmadan sonuna değin büyük bir dayanışma içinde olmuşlardır, ölünceye değin, her ikisi de, kalabalık gönüldeşler, ülküdeşler aylası içinde yaşamışlardır.
Jean Paul Sartre, 1980′de; Simone de Beauvoir, 1986′da öldü.
Birbirlerine son yıllarında da ne ölçüde bağlı olduklarını kanıtlayan başka yapıtlar da var elimizde. Sözgelimi “Veda Töreni ve Jean Paul Sartre’la Söyleşiler Ağustos-Eylül 1974″[ii] adlı yapıt… Bu; Simone de Beauvoir’ca “Sartre’ı sevmiş olanlara, sevenlere, sevecek olanlara” sunulmuş bir yapıttır. Sartre’ın son on yılı boyunca Simone de Beauvoir’ın tuttuğu günlüğe dayanmaktadır.
Birinci bölüm olan “Veda Töreni”nde Sartre’ın 1970-1980 yıllarını içeren son on yılı anlatılır. İkinci bölümü 1974′ün Ağustos-Eylül aylarında Sartre’la aşağı yukarı her konuda yapılan uzun söyleşi oluşturur.
Bu 592 sayfalık yapıtta, sonsuz sevgi ve saygılarını gösteren birçok bölümce vardır.
Sözgelimi, Simone de Beauvoir, Sartre komadayken 15 Nisan 1980′de oturup onu saatlerce seyreder. Onu hiç yalnız bırakmayıp arkadaşı Arlette’le sıra ile 24 saat nöbet tutmaktadırlar. Arlette nöbetteyken Sartre ölünce herkese duyurulur. .
Şöyle yazıyor Simone de Beauvoir: “Bir ara, beni Sartre’la yalnız bırakmalarını söyledim ve çarşafın altına uzanmak istedim. Bir hemşire beni durdurdu: ‘Hayır. Dikkat edin… Kangren’ İşte o zaman onun kara kabuklarının gerçek türünü anladım. Çarşafın üzerine yattım ve biraz uyudum. Saat beşte hemşireler geldiler. Sartre’ın cesedinin üzerine bir çarşaf ve bir çeşit kılıf örtüp onu götürdüler.”
Doğrusu, Sartre’ın Beauvoir’a yazdığı mektupları da görmek istiyor insan.
Zeynep Bayramoğlu çevirisi, Düşün yayınları,
Veda Töreni (Çev: Nesrin Altınova) ve Jean-Paul Sartre’la Söyleşiler Ağustos-Eylül 1974 (Çev; Beyhan Kayıhan), Varlık Yayınları, Ocak 1983,592 s.
Ahmet Miskioğlu / Türk Dili Dergisi