“Sartre’la karşılaştığım zaman, her şeyi kazandığıma inanmıştım. Onun yanında benim kendimi gerçekleştirmem başarısızlığa uğrayamazdı. Şimdi kendi kendime şunu söylüyorum: Kurtuluşu bir başkasında görmek, yıkılmanın en güvenli yoludur”
Simone
de Beauvoir, 20. yüzyılın en önemli filozoflarından, oyun yazarlarından
biri. Meşhur “İkinci Cins” kitabının yazarı, modern kadın hareketinin
annesi. Onlarca kitabına, edebiyat ödülüne, kadın hareketindeki öncü
rolüne, Cezayir bağımsızlık hareketi için verdiği entellektüel çabalar
sayesinde kazanılan başarılara bakmış ve demiş ki: “Hayatımdaki en büyük
başarım Sartre ile olan ilişkimdir.”
O
dönemleri yaşayanlar bilirmiş: O zamanların efsanevi çiftiymiş de
Beauoir ve Sartre. Varoluşçuluk felsefesinin lideri, iki asi insan, bir
ilişkiyi paylaşıyor. İnandıkları, söyledikleri toplumu derinden sarsmaya
yetecekken, bir de aşkları var gündemde. Herkesin gözleri onların
üzerinde. Onlarsa caz klüpleri, yazı masaları, sokak protestolarındaki
ön safları arasında modern aşklarını sonuna kadar yaşamakla meşguller.
Tanışmaları
Sorbonne’da felsefe okudukları döneme rastlar. Mezuniyet sınaviında
Sartre birinci olur, de Beauvoir ikinci. Ama okuldaki herkes Simone’un
daha iyi bir filozof olduğunu söylemektedir ve 21 yaşında, bu sınavı o
güne kadar vermeyi başaranların en genç kişidir.
Sartre
o zamanlar (ve sonraları) tam bir Don Juan’dır. Ufacık tefecik fiziğine
ve patlak gözlerine rağmen kadınları baştan çıkartma konusunda son
derece ustadır. Baştan çıkartmanın ve yazmanın aynı entellektüel
süreçten kaynak bulduğuna inanır. Daha sonraları şu hayalini dile
getirir: Hayatına girip çıkan, dizi dizi kadınlar… Her biri kendi
anında, onun için hayatın tüm anlamı olsa… Simone bu bahsettiği deneyimi
yaşaması gerektiği konusunda onunla hem fikir olarak Jean Paul’ü
hayrete düşürür. Böylece “açık ilişki” diye adlandırılan ilişkileri
başlar.
Sartre,
de Beauvoir’a şöyle demiş: “Sahip olduğumuz esaslı bir aşk. Ama ikimiz
için de yedek aşk ilişkileri yaşamak iyi bir fikir.” Simone bir
yazısında bu teklife yer verir ve arkasına şu notu düşer: “Biz birbirnin
aynısı iki insandık ve aşkımız biz var oldukça sürecekti, ama geçici
ilişkilerin kazandıracağı zenginliklerin de yerini doldurmazdı.”
İşte
1929′da böyle bir paktla başladı ömürleri boyunca sürecek ilişkileri.
1981′de Sartre’ın ölümüne kadar sürdü. De Beauvoir da, Sartre’dan sonra
fazla yaşamadı. Hiç evlenmediler, hiç aynı evi paylaşmadılar ama her gün
mutlaka görüştüler, hiç çocukları olmadı. Simone bu pakta gönüllü imza
atmıştı, zoraki bir razı oluş yoktu. Ancak ilişkileri boyunca çok
kıskançlık acısı çekti. De Beauvoir açısından bakılırsa kabul edilmiş
toplumsal normlara cesur bir başkaldırıydı bu. Sartre erkek atalarının
milyonlarca yıldır yapageldiklerini tekrardan başka bir şey yapmıyordu.
İlişkilerinde farklı olan, kadının da erkek kadar başka ilişkileri
girmeye eşit hak taşımasıydı. Yine de bu ilişkide erkek kadından biraz
daha eşitti. Adam ardarda sayısız ilişki yaşarken, kadının bir kaç uzun
soluklu ilişkisi oldu yalnızca. Bunu da kadın cinsinin biyolojik
doğasına bağlayabiliriz. Paktın bir kuralı da şeffaflıktı. Birbirlerine
söz vermişlerdi, evli çiftler gibi birbirilerine yalan söylemeyecek, her
şeyi paylaşacaklardı; duyguları, işi, projeleri, ilişkileri… Dediğim
gibi, bu şeffaflığın De Beauvoir’ın çok açı çekmesine neden olduğu
zamanlar da oldu. Ama yeniden tanımlanmış bir ilişki formuydu onlarınki.
Aşklarına zoraki nedenlerden dolayı riyanın bulaşmasına engelleyecek
bir düzeni en baştan kurdular.
Entellektüel
ya da politik projelerini karalamak için ikilinin seks hayatını “düşük,
ahlaksız, pespaye” ilan etmek kolay olurdu. Onlar büyük projelerine laf
getirmemek için ilişkilerini bu şekilde yaşamaktan vaz geçmedikleri
gibi, bu ilişki formunu göğüslerini gererek topluma ilan ettiler. Galiba
onlar için ilişkiyi bu şekilde yaşamak da, inandıklarının sağlamasını
yapmalarına yarayacak bir deneydi. De Beauvoir erkek merkezli
tanımlanmış dünyada kadının “diğer” olduğu koşulları irdelemişti “İkinci
Cins” kitabında. Belki de bu ilişki türünü kadının gücü erkek kadar
elinde bulundurduğu bir ilişki türü olarak görüyordu ve okuyucularına
anlattıklarını aynı zamanda kendi hayatında bizzat yaşayan bir model
olması önemliydi onun için. (Ben de şimdi okuyucularıma bunu anlattım
diye böyle yapacak değilim. Heveslenmesin kimseler).Çoğu zaman
dayanılması çok güç olan birbirlerine karşı dürüstlük ilkesi,
ilişkilerinin yaşayan ve değişen organizması hem felsefi, hem de
kurgusal yazılarını şekillendirdi. Bu yüzdendir ki bu ilişki en azından
20. yüzyılın en büyük aşkıdır. İki büyük düşünürün ürünlerini var
etmelerini sağlayan koşul olmuştur bu ilişki.
Aşklarının
güzelliği, ikisine de sürekli düşünme ve sorgulama, durmaksızın kendini
gerçekleştirme için adım atma fırsatı tanımış olmasıdır. İkisi de
birbirinin felsefesine katkıda bulunmuş geliştirmişdir. En güzeli, kadın
ve erkek için tanımlanmış rollereteslim olmadan aşka sonsuz teslim
olmuş olmalarıdır.“Ama romantizm bunun neresinde?” derseniz de
Beauvoir’ın Sartre’a ve Sartre’la ilgili yazdıklarını işaret ederim
size:
“Sizinle yalnızken hiçbir şey bana önemli gelmiyor… Sizi çılgınca seviyorum. Sizsiz bomboş ve mutsuzum.”, ‘Sizinle olmadıkça yalnız başıma kalmayı tercih ederim.”
“Başkalarına olan duygularınızı kıskanıyorum”, “Başkalarının size olan duygularını kıskanıyorum”, “Başka kalplerde gezinmeniz bana çok ağır geliyor, sadece benim olun istiyorum”, “Kos olmasın, Vedrine olmasın, yalnızca siz ve ben! Bu düşüncemin aptalca olduğunu biliyorum.”
“Sevgilim, biz tek vücuduz ve ben sizim, siz de o derece bensiniz, bunu derinden hissediyorum.”
“Bir şey Sartre için önemli diyorsam, benim için de önemlidir.”
“Hayatta bizi hiçbir şeyin ayırmayacağını belirttiğinizi okuyunca çifte mutluluk yaşadım” -”İkimizin de ne kadar kuvvetli insanlar olduğumuzu düşünmek hoşuma gidiyor. Burada bizim değer yargılarımızın ve yaşam biçimimizin zaferini görüyorum”
“Sizinle yalnızken hiçbir şey bana önemli gelmiyor… Sizi çılgınca seviyorum. Sizsiz bomboş ve mutsuzum.”, ‘Sizinle olmadıkça yalnız başıma kalmayı tercih ederim.”
“Başkalarına olan duygularınızı kıskanıyorum”, “Başkalarının size olan duygularını kıskanıyorum”, “Başka kalplerde gezinmeniz bana çok ağır geliyor, sadece benim olun istiyorum”, “Kos olmasın, Vedrine olmasın, yalnızca siz ve ben! Bu düşüncemin aptalca olduğunu biliyorum.”
“Sevgilim, biz tek vücuduz ve ben sizim, siz de o derece bensiniz, bunu derinden hissediyorum.”
“Bir şey Sartre için önemli diyorsam, benim için de önemlidir.”
“Hayatta bizi hiçbir şeyin ayırmayacağını belirttiğinizi okuyunca çifte mutluluk yaşadım” -”İkimizin de ne kadar kuvvetli insanlar olduğumuzu düşünmek hoşuma gidiyor. Burada bizim değer yargılarımızın ve yaşam biçimimizin zaferini görüyorum”
“Ayrılığımız
çok uzun mu sürecek? Olsun, üç yıl sonra bile aynı olacağız, yalnız bu
süre içinde gerçek bir hayatım olmayacak. Bu, yalnız bir bekleyişten
ibaret olacak, Sizi bekleyişten.” (Sartre’ın hapis yıllarında yazdığı
mektuplardan)
“Bana uzun uzadıya yazın, çünkü bütün mutluluğum mektuplarınız.”
“Canım, bana kendinizi anlatın, beni terketmeyin.”, “Siz olmadan ben yarım bir insanım sevgilim”, “Dünyada sizden başka kimsem yok.”
“Sizden mektup almadığım günlerde perişan oluyorum.”, “Sizinle öylesine güzel bir yaşamım oldu ki, her şeyimi size borçluyum, neyim varsa.”
“Sizi seviyorum, sizsiz mutsuzluğa kapılıyor ve yaşamdan sıkılıyorum.”, “Sizi göremedikten sonra, yalnız olmayı tercih ederim. Kendimi bana hiçbir şey kazandırmayan insanlar için harcamaktan tiksiniyorum.”,
“Kişiyi destekleyen birinin olması olağanüstü bir şey, bunun önemini hiç şimdiki kadar
kavrayamamıştım -bu çok az rastlanan, çok özel bir şey- sevgilim sizsiz yaşam ne kadar donuk ve tatsız.”, “Sizsiz ben bir hiçim”, “Sizi görmeye ihtiyacım var.”
“İnsanla insan arasındaki en dolaysız, en doğal, en gerekli ilinti, kadınla erkek arasındaki ilintidir” der Marx. ‘insanoğlunun kendini türsel bir varlık, yani insan olarak anlama derecesi işte bu ilintiye bakılarak ölçülür; kadınla -erkek arasındaki ilinti, insanoğulları arasındaki ilintilerin en doğalıdır. Bu yüzden de, insanoğlunun davranışlarının ne denli insanîleştiği ya da insanî varlığın ne denli doğallaştığı, insanî yaradılışının ne ölçüde kendi yapısı haline geldiği en iyi işte bu ilintide görülür.’
“Bir gün bana beyaz bir sayfa üstüne sözcükler atmanın onun için ne
denli kolay, ne denli güç olduğunu anlatmaya çalıştı. Gerekli olan dedi
bana, boşluğa güven duymak.” / Simone de Beauvoir
“Hepimiz
için aynı olan bu ölümü herkes tek başına karşılıyor. Yaşam açısından
birlikte ölünebilir; ama ölmek, birlikte sözcüğünün artık bir anlam
taşımadığı bir dünyaya kaymaktır. Dünyada en çok istediğim şey,
sevdiğimle birlikte ölmekti, ama cesetlerimiz yan yana yatsa bile, bu
yalnızca bir aldatmaca olacaktı; hiçlikten hiçliğe bir bağ yoktur.”
Simone de Beauvoir – Olgunluk Çağı II
“Bir
ara, beni Sartre’la yalnız bırakmalarını söyledim ve çarşafın altına
uzanmak istedim. Bir hemşire beni durdurdu: ‘Hayır. Dikkat edin…
Kangren’ İşte o zaman onun kara kabuklarının gerçek türünü anladım.
Çarşafın üzerine yattım ve biraz uyudum. Saat beşte hemşireler geldiler.
Sartre’ın cesedinin üzerine bir çarşaf ve bir çeşit kılıf örtüp onu
götürdüler.”
|
Simone Lucie-Ernestine-Marie-Bertrand de Beauvoir
(/simɔn də boˈvwaʀ/; 9 Haziran 1908 – 14 Nisan 1986) Fransız yazar ve
filozof. Roman, felsefe politik ve sosyal deneme, biyografi ve
otobiyografi yazarı, gazeteci. Modern Feminizmin kurucusu.
Jean-Paul Sartre (tam adı: Jean-Paul Charles Aymard Sartre) (21 Haziran 1905, Paris – 15 Nisan 1980, Paris), ünlü Fransız Özgürlükçü yazar ve düşünür.
——–
Bütün
yaşamını kendisinden altı yıl önce külleri toprağa verilen Jean-Paul
Sartre’la dayanışma ile geçiren Simone de Beauvoir, 1986 yılının Nisan
ayında 78 yaşında öldü. Paris’in bütün gazeteleri, bu ölümü büyük
puntolarla duyurdular. Birinci sayfalarını yazarın fotoğraflarına
ayırdılar. “Le Matin”, “Liberation”, “Le Figaro”, “France -Soir”, “Le
Quotidion de Paris”, “Humanité” gazeteleri… Humanité’deki yazarın
resminin üstüne şöyle yazılmıştı: “Bir kadının gücü: Simon de Beauvoir
bütün yaşamı boyunca ikinci cinsin kurtuluşu ve özgürlük yolundaki
birçok kavgada Sartre’la birlikte belirleyici rol oynadı. “
Simon
de Beauvoir’ın Jean-Paul Sartre’a yazdığı mektuplar “Düşün
Yayıncılık”ça, bugün, yayımlanmış bulunuyor. Mektupları Simon de
Beauvoir’ın evindeki bir gömme dolabın dibini amaçsız bir biçimde
karıştırırken bulan ve yayına hazırlayan Sylvie Le Bon de Beauvoir’ın
açıkladığına göre mektupların bütünü 321 tanedir. Kendini işine ve
sevdiğine adayışın, kendini işine ve sevdiğine bırakışın yoğun coşkusunu
simgeleyen mektuplar bunlar. Savaşın, Faşizmin, Nazizmin yayıldığı,
günlerin yaşanmaz duruma geldiği yıllarda kendini yitik duyumsayan,
yabancılaşan insanlar arasında ayakta kalabilmenin, dostluğun,
dayanışmanın, ülküdeşliğin, aydın insan olma niteliğinin ve belki de
bütün bunların sonucu olarak çok coşkulu bir sevinin simgesi bu
mektuplar. Güvendiği sevdiğine kendini tümden verebilmenin simgesi…
Doğrusu,
Simon de Beauvoir’ın sonsuz sevgisi, her tümcesinde açıkça görülüyor:
“Başkalarına olan duygularınızı kıskanıyorum.”, “Başkalarının size olan
duygularını kıskanıyorum”, “Başka kalplerde gezinmeniz bana çok ağır
geliyor, sadece benim olun istiyorum”, “Kos olmasın, Vedrine olmasın,
yalnızca siz ve ben! Bu düşüncemin aptalca olduğunu biliyorum.”
“Sizinle
yalnızken hiçbir şey bana önemli gelmiyor… Sizi çılgınca seviyorum.
Sizsiz bomboş ve mutsuzum.”, ‘Sizinle olmadıkça yalnız başıma kalmayı
tercih ederim.”
“Bana uzun uzadıya yazın, çünkü bütün mutluluğum mektuplarınız.”
“Ayrılığımız
çok uzun mu sürecek? Olsun, üç yıl sonra bile aynı olacağız, yalnız bu
süre içinde gerçek bir hayatım olmayacak. Bu, yalnız bir bekleyişten
ibaret olacak, Sizi bekleyişten.”
“Canım,
bana kendinizi anlatın, beni terketmeyin.”, “Siz olmadan ben yarım bir
insanım sevgilim”, “Dünyada sizden başka kimsem yok.”
“Sevgilim, biz tek vücuduz ve ben sizim, siz de o derece bensiniz, bunu derinden hissediyorum.”
“Sizden
mektup almadığım günlerde perişan oluyorum.”, “Sizinle öylesine güzel
bir yaşamım oldu ki, her şeyimi size borçluyum, neyim varsa.”
“Sizi
seviyorum, sizsiz mutsuzluğa kapılıyor ve yaşamdan sıkılıyorum.”, “Sizi
göremedikten sonra, yalnız olmayı tercih ederim. Kendimi bana hiçbir
şey kazandırmayan insanlar için harcamaktan tiksiniyorum.”,”Kişiyi
destekleyen birinin olması olağanüstü bir şey, bunun önemini hiç şimdiki
kadar kavrayamamıştım -bu çok az rastlanan, çok özel bir şey- sevgilim
sizsiz yaşam ne kadar donuk ve tatsız.”, “Sizsiz ben bir hiçim”, “Sizi
görmeye ihtiyacım var.” Sevdiğini bu ölçüde seven Simone de Beauvoir,
“Kadın” adlı yapıtının son iki paragrafında kadın ve erkek için şu
düşünceleri söyleyerek yapıtını bitirir: ..
“İnsanla
insan arasındaki en dolaysız, en doğal, en gerekli ilinti, kadınla
erkek arasındaki ilinti’dir” der Marx. ‘insanoğlunun kendini türsel bir
varlık, yani insan olarak anlama derecesi işte bu ilintiye bakılarak
ölçülür; kadınla -erkek arasındaki ilinti, insanoğulları arasındaki
ilintilerin en doğalıdır. Bu yüzden de, insanoğlunun davranışlarının ne
denli insanîleştiği ya da insanî varlığın ne denli doğallaştığı, insanî
yaradılışının ne ölçüde kendi yapısı haline geldiği en iyi işte bu
ilintide görülür.’
Bundan
iyisi can sağlığı. İnsanoğlu, şu anda elimizin altında bulunan dünyada
gerçekleştirecektir özgürlüğün egemenliğini; bu yüce yengiyi
kazanabilmek için, her şeyden önce, erkeklerle kadınların, aralarındaki
ayrılıkları bir yana bırakıp, yalansız dolansız bir kardeşlik kurmaları
gerekmektedir.”
Simon
de Beauvoir, Sartre’ın kendisine yazdığı mektupları 1983’te yayımlamış.
Ya sizin yazdıklarınız diye soranlara da onları yitirdiğini söylemiş.
Yani Fransız okuru, daha önce Sartre’ın mektuplarını okumuş. Ben ise,
daha sonra yayımlanan Simon de Beauvoir’ınkilerin birinci cildini ancak
bugün okuyorum. Zeynep Bayramoğlu, çevirirken genellikle bizim derginin
tutumuna uygun bir tutum içinde görülüyor, bir iki nokta dışında…
Sabetay Varol
Simone
de Beauvoir’dan Sartre’a Mektuplar I, Mektuplar, Mektuplar Dizisi: 23,
Çeviren: Zeynep Bayramoğiu, Düşün Yayıncılık, Şişli İstanbul, 1996,335
s.
Simone de Beauvoir, Kadın, Bilgi Dizisi 9, Payel Yayınlan, Çeviren Bertan Onaran, İstanbul, 1969, 212 s.
Sonsuz Sevgi (2)
Türk
Dili Dergisi’nin geçen sayısında Simone de Beauvoir ile Jean Paul
Sartre arasındaki sonsuz sevgiden söz açmıştım, “Sartre’a Mektuplar”ın
Türkiye’de yayımlanışı dolayısıyla. Sözü biraz daha sürdürmek gerekiyor.
İnsanlar arasındaki en doğal, en dolaysız, en gerekli ilişkinin
kadınla erkek arasındaki ilişki olduğunu belirleyen, Simone de Beauvoir
kadınlık kavramını üçe ayırarak açıklar okurlarına:
1) “Dişi”liğini öne çıkaran kadın;
2) “Özgür”lüğü başat görünüm almış olan kadın;
3) “Çağdaş” oluşu ön planda görülen kadın…
2) “Özgür”lüğü başat görünüm almış olan kadın;
3) “Çağdaş” oluşu ön planda görülen kadın…
Dişiliğini
öne çıkaran kadın, kendini edilgen bir av durumuna getirerek erkeği de
bedensel edilgenliğe indirgemek ister; erkeği tuzağa düşürmek için kendi
bedenini kullanır. Özgür kadın ise, etkin olmak, erkeğin kendisine
yakıştırdığı edilgenliğe karşı çıkmak eğilimindedir. Çağdaş kadına
gelince; o, erkek değerlerini kabul eder, erkekler gibi düşündüğünü,
etkinlikte bulunduğunu, çalıştığını, yarattığını öne sürer, erkekle eşit
düzeyde olmayı benimser…
Simone
de Beauvoir, kadın kavramını açıklarken yaptığı bölümlemede ele aldığı
bütün özellikleri kişiliğinde toplamıştır; yapıtlarında, mektuplarında,
yaşama biçiminde, sonsuz sevgisinde açık açık görülür bu. O; çağdaş bir
kadın olduğu ölçüde “dişi”dir de, “özgür”dür de…
Erişilmez
sonsuz sevgi; masallarda gördüğümüz kavuşamayan, birbirini hiç
tanımamış, tanıyamamış bireyler arasındaki imgelerle abartılmış; aslında
hiç yaşanmamış sevgi değildir. Bu; bütün kadınlığını, özgürlüğünü,
çağdaşlığını ve dişiliğini ayrıntılarıyla yaşayarak yaratılan bir
sevgidir. Yüreklilikle’, hiç gizlemeden, açıkça yaşayarak, kafasını da
kullanarak yaratılan bir sevgi…
İnsanın kendi istenciyle kendini yaratması gibi bir şey bu sevgi. Anlamsız “yazgı”ya boyun eğmeden istencini kullanarak yaşamak…
Simone de Beauvoir’ın Jean Paul Sartre’la arkadaşlığı; dayanışmanın, ülküdeşliğin örnek bir görünümüdür. “Simone de Beauvoir’dan Sartre’a Mektuplar I”de açıkça görülüyor bu. Mektupların çoğu, gençliklerinde Nazi saldırıları yıllarında, İkinci Dünya Savaşı yıllarında yazılmış.
İnsanın kendi istenciyle kendini yaratması gibi bir şey bu sevgi. Anlamsız “yazgı”ya boyun eğmeden istencini kullanarak yaşamak…
Simone de Beauvoir’ın Jean Paul Sartre’la arkadaşlığı; dayanışmanın, ülküdeşliğin örnek bir görünümüdür. “Simone de Beauvoir’dan Sartre’a Mektuplar I”de açıkça görülüyor bu. Mektupların çoğu, gençliklerinde Nazi saldırıları yıllarında, İkinci Dünya Savaşı yıllarında yazılmış.
Bu sevgi, yaşamları boyunca sürmüştür.
Gençliklerinde,
birbirlerine sevgi dolu seslenmeleri vardı; sözgelimi, “Yazdıklarınızın
her satırında ‘yaşamınızda öyle biri’ olmadığımı açıkça gördüm ve
hissettim. Gerçekten siz ve ben bir bütün oluşturuyoruz; bu olağanüstü
bir güç. Bunu hissettiğim zamanlarda her şey bana vız geliyor.” –
“Hayatta bizi hiçbir şeyin ayırmayacağını belirttiğinizi okuyunca çifte
mutluluk yaşadım” -”İkimizin de ne kadar kuvvetli insanlar olduğumuzu
düşünmek hoşuma gidiyor. Burada bizim değer yargılarımızın ve yaşam
biçimimizin zaferini görüyorum”[i] gibi seslenmelerle sevgilerini
içtenlikle doğrulayan Jean Paul Sartre ile Simone de Beauvoir yetmişli
seksenli yıllara gelindiğinde artık her ikisi de yaşamlarının son
dönemine ulaşmış bulunuyorlardı. Ayrıntılara girmeden diyebiliriz ki
birbirlerini hiç bırakmadan sonuna değin büyük bir dayanışma içinde
olmuşlardır, ölünceye değin, her ikisi de, kalabalık gönüldeşler,
ülküdeşler aylası içinde yaşamışlardır.
Jean Paul Sartre, 1980′de; Simone de Beauvoir, 1986′da öldü.
Birbirlerine
son yıllarında da ne ölçüde bağlı olduklarını kanıtlayan başka yapıtlar
da var elimizde. Sözgelimi “Veda Töreni ve Jean Paul Sartre’la
Söyleşiler Ağustos-Eylül 1974″[ii] adlı yapıt… Bu; Simone de Beauvoir’ca
“Sartre’ı sevmiş olanlara, sevenlere, sevecek olanlara” sunulmuş bir
yapıttır. Sartre’ın son on yılı boyunca Simone de Beauvoir’ın tuttuğu
günlüğe dayanmaktadır.
Birinci bölüm olan “Veda Töreni”nde Sartre’ın 1970-1980 yıllarını içeren son on yılı anlatılır. İkinci bölümü 1974′ün Ağustos-Eylül aylarında Sartre’la aşağı yukarı her konuda yapılan uzun söyleşi oluşturur.
Birinci bölüm olan “Veda Töreni”nde Sartre’ın 1970-1980 yıllarını içeren son on yılı anlatılır. İkinci bölümü 1974′ün Ağustos-Eylül aylarında Sartre’la aşağı yukarı her konuda yapılan uzun söyleşi oluşturur.
Bu 592 sayfalık yapıtta, sonsuz sevgi ve saygılarını gösteren birçok bölümce vardır.
Sözgelimi,
Simone de Beauvoir, Sartre komadayken 15 Nisan 1980′de oturup onu
saatlerce seyreder. Onu hiç yalnız bırakmayıp arkadaşı Arlette’le sıra
ile 24 saat nöbet tutmaktadırlar. Arlette nöbetteyken Sartre ölünce
herkese duyurulur. .
Şöyle
yazıyor Simone de Beauvoir: “Bir ara, beni Sartre’la yalnız
bırakmalarını söyledim ve çarşafın altına uzanmak istedim. Bir hemşire
beni durdurdu: ‘Hayır. Dikkat edin… Kangren’ İşte o zaman onun kara
kabuklarının gerçek türünü anladım. Çarşafın üzerine yattım ve biraz
uyudum. Saat beşte hemşireler geldiler. Sartre’ın cesedinin üzerine bir
çarşaf ve bir çeşit kılıf örtüp onu götürdüler.”
Doğrusu, Sartre’ın Beauvoir’a yazdığı mektupları da görmek istiyor insan.
Doğrusu, Sartre’ın Beauvoir’a yazdığı mektupları da görmek istiyor insan.
Zeynep Bayramoğlu çevirisi, Düşün yayınları,
Veda
Töreni (Çev: Nesrin Altınova) ve Jean-Paul Sartre’la Söyleşiler
Ağustos-Eylül 1974 (Çev; Beyhan Kayıhan), Varlık Yayınları, Ocak
1983,592 s.
Ahmet Miskioğlu / Türk Dili Dergisi