“Protestodan Direnişe” sunuş yazısı
Ulrike Marie
Meinhof, sahip olduğu şöhreti reddetmesine rağmen, daha doğrusu tam da
gazeteci-yazar olarak şöhretin getirdiklerini elinin tersiyle itmesi nedeniyle
ölümünün üstünden 36 yıl geçtikten sonra bile Avrupa solunun en çok tanınan ve
en tartışmalı isimlerinden biri. 1970 yılında yazarlığı bırakıp yeraltında
mücadele verme kararını aldığından beri yaşamı ve hatta ölümüyle de Almanya’da
egemenlerin kabusu.
Hafızalarımızda
ölümsüzleşerek yirminci yüzyıldan arta kalan birkaç andan biri olan 1968
yılında, dört genç, Frankfurt’ta iki alışveriş merkezine yerleştirdikleri, gece
yarısına ayarlı saatli bombalarla Vietnam’ı Federal Almanya’nın göbeğine, Batı
Avrupa’nın finans merkezine “ithal ederler.”
Almanya’da başka
bir dönemi başlatacak olan bu eylem; doktora öğrencisi ve bir çocuk annesi
Gudrun Ensslin, profesyonel serseri Andreas Baader, 1967 yılında Rainer Werner
Fassbinder’in devralacağı Münchner Action-Theater’in kurucusu Horst Söhnlein ve
sonradan yazar ve şair olarak ünlenecek olan Thorwald Proll tarafından
gerçekleştirilir.
Eylemin esin
kaynağı, kurucuları arasında şeytani zekasıyla “şaka gerillası”nın yaratıcısı,
Kızıl Ordu Fraksiyonu ve Devrimci Hücreler ile birlikte 1970’ler Almanyası’na
damga vuracak şehir gerillası örgütü
Haziran Hareketi üyesi Fritz Teufel’in [1] de bulunduğu Berlin’deki
alternatif yaşam projesi Kommune I’in bir bildirisidir:
“Yakında
bir yerler yanar, bir yerlerde bir kışla havaya uçar, bir stadyumda tribün
çökerse, lütfen şaşırmayın. Tıpkı Amerikalılar sınır hattını aştığında, Hanoi
şehir merkezi bombalandığında, deniz piyadeleri Çin’e girdiğinde şaşırmadığınız
gibi.”
Savaşı, burjuva
duyarsızlığına bir yanıt olarak, sorumluların topraklarına taşıma, “canavarın
kalbinde” tüm dünyada olduğu gibi, Batı Avrupa’da da gerilla hareketlerine esin
veren Ernesto Che Guevera’nın sözleri ile
“iki, üç, daha fazla Vietnam” yaratma fikri, Frankfurt’taki bombalı
saldırı ile sınırlı kalmayacak, Ulrike Meinhof’un da hayatını sonsuza dek
değiştirecektir.
Meinhof, konkret’te
yayımlanan yazısında eylemi eleştirmekle birlikte, “insanları değil mülkiyeti
koruyan” yasaya karşı bir isyan olarak değerlendirecek ve yazısını Fritz Teufel’in
sözleriyle bitirecektir: “Bir alışveriş merkezini ateşe vermek, yine de
alışveriş merkezi işletmekten daha iyidir.”
Bu yazı, Meinhof’un
kaderini sonsuza dek değiştirecek olan bir olaya, Gudrun Ensslin ve Andreas
Baader ile tanışmasına ön ayak olur. Aranan ikili, kaçak yaşadıkları dönemde
bir süre Meinhof’un Berlin’deki apartman dairesinde de saklanırlar. Ardından
yolları bir süre için ayrılır: Meinhof, 1970 için planlanan, ancak sansüre
takılarak 1994 yılından önce yayınlanmayacak olan, Berlin’deki bir kız yurdunda
otoriter eğitime karşı ayaklanmayı sahneleyen televizyon oyunu Bambule’nin
senaryosunu yazmaya girişir. Baader ile Ensslin ise, devrimci mücadeleyi
yeraltında sürdürmekte kararlıdır. Alman gizli servisinin kurduğu bir tuzak,
Frankfurt’taki eylem nedeni ile hala aranan Baader’in silahlanma aşamasında
yeniden cezaevine dönmesi ile sonuçlanır.
Ancak, Baader’in
hapsedilmesi, bir sondan çok bir başlangıçtır: Ulrike Meinhof’un onunla sözde
yazmayı planladığı bir kitap için görüşme talebi, cezaevi yönetimi tarafından
kabul edilir. Söyleşi için gardiyanlar eşliğinde Almanya Toplumsal Sorunlar
Enstitüsü binasına getirilen Baader, Ulrike Meinhof, Ingrid Schubert, Irene
Goergens ve kimliği bugün hala bilinmeyen bir eylemci tarafından, silahlı bir
çatışma sonucunda kaçırılır. Artık, 1970’lerden 1990’lara Almanya’da
“komünizmin hayaleti” olacak olan Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF: Rote Armee
Fraktion) doğmuştur.
Yeraltındaki
yirmi kadar şehir gerillası, çok sayıda banka soygunu, mahkemelere, polise,
Amerikan ordusuna ait binalara, bankalara ve şirketlere yönelik saldırılar
gerçekleştirerek 1970-1972 yılları arasında Batı Almanya’yı sallarken,
tutuklamalar ve RAF üyelerinin, polislerin öleceği çatışmalar ve şüphelilere
yönelik yargısız infazlar birbirini izler.
1972 yılı, aralarında
Meinhof, Baader ve Ensslin’in de bulunduğu kurucu kuşaktan birçok ismin
yakalanarak, bir daha asla çıkamayacakları tecrit hücrelerine atıldıkları
tarihtir. Artık yaşamları, bir propaganda sahnesi olarak algıladıkları mahkeme
salonları, tecrite karşı yürüttükleri açlık grevleri ve “dışarıdakilerin”
onları özgürleştirmek için yaptığı eylemlerden oluşacaktır. Ulrike Meinhof 1976
yılında Stuttgart-Stammheim özel güvenlikli cezaevindeki hücresinde asılarak
öldürülür. (Federal Alman devletinin resmi beyanına ve yetkili mahkemenin
kararına göre “kendini asarak intihar etmiş olarak bulunur.”) [2]
Ancak, Meinhof’un
tarihi bir figür olarak önemi, yalnızca katıldığı askeri eylemler ile sınırlı
değil: Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun (birinci gerilla kuşağının) teorik
metinlerinin önemli bir bölümü onun kaleminden çıkma. [3] İkinci Dünya Savaşı
sonrasında kapitalist dünyanın kalbinde silahlı propaganda aracılığıyla
egemenlere ve devletlerine karşı bir halk ayaklanmasını başlatacak kıvılcımı
çakma denemelerinin Batı Avrupa’yı sarmaya başladığı 1960-70’li yıllarda Kızıl
Ordu Fraksiyonu’nun başlagıçtaki hedefi, kitle mücadeleleri ile sürekli
iletişim halinde olmak, kitleye öncülük etmekten ziyade “tamamlayıcı bir güç”
olmaktı. ‘68 sonrası kitle mücadelelerinin güçten düşmesi nedeniyle olsun,
gerilla ile iletişim ve dayanışma halindeki kesimlerin kriminalize edilmesi ya
da çoğu kitle hareketinin silahlı mücadeleyi -prensipte ya da 1970’ler
Almanyası’nın koşullarında- reddetmesi nedeniyle olsun, bu hedefine ulaşamayan
RAF, tarih sahnesinde öncü savaş stratejisinin en önemli temsilcilerinden biri
olarak yer edindi. Bu anlamda, Ulrike M. Meinhof Avrupa’da savaş sonrası
dönemin önemli gerilla düşünürleri arasında yer alıyor.
Dolayısıyla
Meinhof’un makaleleri başka bir gözle değerlendirmeyi hakkediyor. Elinizde
tuttuğunuz kitap kadın mücadelesinde eşitlik ve özgürlük politikaları
arasındaki gerilime işaret ettiği Yanlış Bilinç isimli makale hariç yazarın
1959-1969 yılları arasında konkret dergisinde yayımlanan yazılarından derlendi.
Söz konusu yazılar Almancada Die Würde des Menschen ist antastbar ve
Deutschland Deutschland Unter Anderm ismiyle iki cilt olarak; İngilizcede
Everybody Talks about the Weather… We Don’t adıyla yayınlandı. Biz ise İkinci
Dünya Savaşı sonrası Alman tarihine dair ayrıntılı bilgi gerektiren görece
“yerel” metinlerden ziyade Meinhof’un düşünsel dönüşümünde önemli uğraklara
işaret edenleri gözeterek, Türkiyeli okuru yakından ilgilendirdiğini
düşündüğümüz, 1960’ların Almanyası’nda göçmen işçilerin yaşam koşullarını
ortaya koyan bir makaleyi de içeren yeni bir seçki hazırladık.
Protestodan
Direnişe, hem gerilla Ulrike Meinhof ile ilgili, hem de değil: içerdiği
yazıların tamamı, 1970 yılında silahlı mücadeleye atılmasından önce,
gazeteci-yazar Ulrike Meinhof tarafından kaleme alınmış; ancak, kitabın
başından sonuna yazarın radikalleşmesinin, “gerillalaşmasının” izini sürmek
mümkün. Ancak yazılar değişim hattını gözler önüne seren bir biyografiden [4]
daha fazla anlam taşıyor: Meinhof 1960’lı yıllarda Batı Alman siyasetinin,
özellikle de “Parlamentodışı Muhalefet”in (APO – Außerparlamentarische
Opposition) gündemini oluşturan ve bugün bile ana hatlarıyla güncelliğini
koruyan konularla hesaplaşıyor.
Meinhof’un on
yıl boyunca yazdığı (ve 1962-1964 yılları arasında genel yayın yönetmenliğini
üstlendiği) konkret, 1955 yılında Klaus Rainer Röhl tarafından Das Plädoyer
adıyla kurulmuş, ardından kısa bir süre Studentenkurier adını taşımış, 1957
yılında ise konkret adını almıştı. Meinhof’un yazmaya başladığı 1959 yılında konkret,
Hamburg’daki yerel bir üniversite öğrencisi yayını olmaktan çıkıp ülke çapında
okunan bir dergiye dönüşme yolunda önemli adımlar atmıştı. Dergi, 1960’lı
yıllar boyunca sosyal demokrasinin solunda yer alan sokak muhalefetinin sesini
duyurmasının en önemli aracı oldu. Kurt Hiller’den Arno Schmidt’e, Karlheinz
Deschner’den (sonradan En Alttakiler [5] ile Türkiyeli okurun da yakından
tanıyacağı) Günter Wallraff’a birbirinden alabildiğine farklı genç
entelektüellerin yükünü taşıdığı konkret, siyasi yazılardan edebiyat
eleştirisine, şiirden üniversitelerin sorunlarına son derece geniş bir konu
yelpazesinden müteşekkildi.
Aynı şekilde,
konkret’in sözcülüğünü yaptığı muhalefet hareketinin kendisi de bugünden
bakıldığında biraraya gelmesi imkansız gibi gözüken çevre ve görüşleri
bünyesinde barındırıyordu: Kiliselerin çevresinde şekillenen savaş karşıtı
inisiyatifler, aydınlanmacılar, etkileri henüz son derece kısıtlı olan
feministler, üniversite öğrencileri, sol sosyal demokratlar, KPD’nin 1956
yılında yasaklanmasının ardından oldukça kan kaybetmiş olan komünistler ve
diğer radikaller… “Almanya’nın gidişatından hoşnutsuz olanlar koalisyonu”
olarak tanımlanabilecek sokak muhalefeti, ancak ‘68 hareketi ile birlikte kendi
özgün karakterini yaratacaktı.
1950’lerin
ortalarından 1960’ların ortalarına şekillenme, kimliğini oluşturma evresinde
olan yalnızca muhalefet değildi. Benzer bir biçimde, Batı Almanya da ne ve
nasıl olacağının kararını vermekle meşguldü. Soğuk Savaş’ın doğuşu ile beraber
Federal Alman devleti ABD’nin en sadık müttefiklerinden birine dönüşüyor,
Komünist Parti yasaklanıyor ve binlerce komünist hapsediliyordu. [6] Kaybedilen
savaşın ardından işgalci devletlerin dayatması sonucunda kararlaştırılan
“Nazisizleştirme” politikası kağıt üstünde kalırken; Soğuk Savaş’ta açıkça
taraf olmanın dayattığı “komünist avı”, Alman devletinin elinde olan bu
konudaki en tecrübeli kadrolara, Nazilere bırakılıyordu. Kitaplar, dergiler,
filmler sansürleniyor ya da tamamen yasaklanıyordu. 1945’in ardından, savaşın
ve faşizmin açtığı yaraları yalnızca maddi değil, manevi olarak da sarma
iddiasıyla “demokratik” ve “savaş karşıtı” bir anayasa ile yola çıkan Federal
Alman devleti, büyük tepkilere rağmen yeniden silahlanmaya başlıyor, 1955
yılında NATO’ya katılıyor ve 1956’da zorunlu askerliği yürürlüğe sokuyordu.
Polonya Dışişleri Bakanı Rapacki tarafından önerilen Orta Avrupa’da tarafsız ve
nükleer silahsız bir bölge oluşturma teklifi tartışılmadan reddediliyor, Alman
ordusu nükleer silahlanmaya yöneliyor, malum durumlarda temel hak ve
özgürlüklerin askıya alınması ve ordunun “içerideki düşmanlara” karşı da
kullanılması anlamına gelen Olağanüstü Hal Yasası, 1960 yılında ilk taslağın
hazırlanmasının ardından hükümetlerin gündeminden hiç düşmüyordu.
Soğuk Savaş’ın
ikiye böldüğü Almanya’nın batısına egemen olan Zeitgeist, kesinlikle
anti-komünizmdi. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından on yıllar boyunca ülke
yönetimini tekeline alan Hıristiyan Demokratlar, [7] seçim propagandalarını
anti-komünizm üstüne kuruyordu (öne çıkan seçim sloganları, “Sosyalizmin tüm
yolları Moskova’ya çıkar” ve “Deneylere yer yok” idi). 1966 yılında sosyal
demokrat SPD ile “Büyük Koalisyon” kurana dek, 1959 yılında kabul edilen
Godesberg Programı ile birlikte (pratikte çoktan sırtını dönmüş olduğu) sınıf
siyasetini resmen terk ederek toplumun tüm kesimlerini temsil etme iddiasını
ortaya koyan SPD dahi, Hıristiyan Demokratlar tarafından komünistlikle ya da en
azından komünizme yakın olmakla itham ediyordu. “Deneylere yer olmayan”,
paternalist bir anlayışla yönetilen “CDU Devleti”nde, kuşkusuz bir siyasi
tartışma alanı, özellikle de soldan gelen eleştirilerin etki gösterebileceği
bir siyasi tartışma alanı mevcut değildi.
Bu ortamda,
Weimar Cumhuriyeti’nin kendini iktidarı denetleyen bir entelektüel güç olarak
kurgulayan eleştirel yayın geleneğine bağlı kalan Ulrike Meinhof (ve genel
olarak konkret), sol kulağı sağır olan iktidara seslendiği noktada dahi,
aslında sosyal demokratlarla arasındaki bağları kopararak bağımsız ve radikal
bir sokak hareketine dönüşmekte olan solun kimliğini bulmasına, oluşturmasına
hizmet ediyordu. Tıpkı Ulrike Meinhof gibi hareketin kendisi de, iradi bir
karar sonucunda ve bir anda değil, Almanya’da ve dünyadaki siyasi gelişmelerin
yarattığı hayal kırıklığının, iktidarın aklına (Türkiye’deki popüler deyişle
“vicdanına”) seslenmenin hiçbir şey getirmediğinin, tek başına sözün sözünün
geçmediğinin defalarca kanıtlanması neticesinde radikalleşiyordu. Olağanüstü
Hal Yasası’nı nihayet 1968 yılında çıkaran hükümette SPD’nin de yer alması,
Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcında (Almanya’nın savaş harcamalarının yüzde
60’ına tekabül eden) savaş tahvillerini desteklemelerinden sonra sosyal
demokratların ikinci büyük tarihsel “ihaneti” ve belki de söz konusu hayal
kırıklıklarının en büyüğüydü. Bu anlamda, gemileri ya- kan, sokak muhalefeti
değil, egemenlerin kendisiydi.
Meinhof, Federal
Alman siyasi sistemini teoride iyi, pratikte kötü olarak kavradığı, “aklın
güçlerinin zaferini” arzuladığı ve SPD’yi muhalefetin amiral gemisi olarak
görerek “gerçek muhalefet” olma gö-revini hakkıyla yerine getirmemekle
suçladığı 1959 yılından, 1969’da “ya çözümün bir parçasısındır ya da sorunun”
[8] söyleminde ifadesini bulan bir kopuş yaşar. Protestodan Direnişe bu
anlamda, sistemin işlemeyen, hatalı yönlerini düzeltmekten kapitalizme cepheden
bir karşı çıkışla yıkmak için eyleme girişmeye, geçmişin aksine Parlamento Dışı
Muhalefet meclise giremediği için değil, kendini sokağa ait gördüğü için sokağa
çıkmasına [9] ve aralarında Ulrike M. Meinhof’un da bulunduğu (kendisi) küçük
(ama etkisi büyük) bir azınlık için yeraltında silahlı mücadeleye giden yolun
önemli bir etabına ışık tutuyor.
Kızıl Ordu
Fraksiyonu, üçüncü dünyada sömürge karşıtı mücadelelerin zaferler elde ederek
sürdüğü, Küba’da gerilla savaşının devrime ulaştığı, Latin Amerika ülkelerinde
ABD yanlısı diktatörlüklere karşı silahlı mücadelenin yoğunlaştığı, ABD’de
siyah yurttaş hakları hareketinin Kara Panterler’e evrildiği, İtalya’dan Fransa’ya,
Brezilya’dan Japonya’ya, Güney Afrika’dan Türkiye’ye dünyanın dört bir
köşesinde gerilla örgütlerinin ortaya çıktığı bir çağda doğdu. RAF’ın, bugün
maceraperestlik olarak görülen şehir gerillası deneyimini sözün bittiği yerde
hayata geçirilmek zorunda olan devrimci bir deney olarak gördüğünü, örgütün ilk
dönem metinlerinin belki de en önemlisi olan, Ulrike Meinhof’un da yazarları
arasında yer aldığı Das Konzept Stadtguerilla (Şehir Gerillası Konsepti),
“silahlı mücadeleyi şimdi örgütlemenin doğru olup olmadığı, bunu yapmanın
mümkün olup olmamasına bağlı ve mümkün olup olmadığını ancak pratikte
anlayabiliriz,” sözleri ile ortaya koyuyor.
Toplumsal
hafızanın egemenlerin tarihine direnebilmesi, ancak toplumsal mücadeleler
aracılığıyla mümkündür. Durgun sularda bulanıklaşmaktan başka seçeneği yoktur.
Alman toplumunun bugün nisyanla malul kolektif hafızası, medya aracılığıyla
yeniden üretildiğinde, varsın “terörü” lanetlesin; bir zamanlar Almanya’nın
varoşlarında parkta bira içen gençler, heyecanla “sırada kimin olduğunu”
tartışırdı. Nasyonal sosyalizmin kılcal damarlarına kadar sızdığı Almanya,
egemenlerin tahtını bir daha asla sarsamamış olsa bile; iktidarlarını
kaybetmekten korkmayanlar, bir zamanlar canlarını kaybetmekten korkardı. [10] O
korku Alman devletine 1976 yılında kapatıldığı tecrit hücresinde asılarak
öldürülmesi sonucunda gömülen bedeninin aksine gelecekteki “anti-terör
politikaları”nda yardımcı olacağı umuduyla Meinhof’un beynini çalarak 26 yıl
boyunca inceletecek kadar büyüktü.
Ulrike Meinhof’un
“dergi, karşı-devrimin bir aracına dönüşmek üzere olduğu için ve orada
çalışarak bu gerçeği gizlemek istemediğim için konkret’te çalışmayı
bırakıyorum,” [11] sözleri ile 1969 yılında nokta koyduğu bu sürece dair
belgelerin, 1960’lar Almanyası’nın, Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun ve genel olarak
Batı Avrupa’da şehir gerillası deneyiminin, kişi kültü yaratmaktan uzak durarak
anlaşılması için yararlı bir araç olması dileğiyle.
Levent Konca, 20
Eylül 2012, Nürnberg
1Teufel,
Almancada şeytan anlamına geliyor.
2 Kızıl Ordu
Fraksiyonu’nun kurucuları arasında tecritte öldürülen ve devlet tarafından
intihar ettiği iddia edilen yalnızca Ulrike Meinhof değildi. Aynı şekilde,
Andreas Baader, Gudrun Ensslin ve Jan Carl Raspe de 18 Ekim 1977 tarihinde
“hücrelerinde ölü bulundu.” Federal Alman Adalet Bakanlığı, bu ölümler için
“cinayet süsü verilmiş intihar” kavramını icat etti. Kısa bir süre sonra, 12
Kasım 1977 tarihinde, Indgrid Schubert de Münih-Stadelheim cezaevindeki
hücresinde “ölü olarak bulunacaktır”.
3 Ulrike Meinhof’un
tek başına ya da diğer üyeleri ile birlikte kaleme aldığı RAF metinleri şunlar:
Die Rote Armee aufbauen. Erklärung zur Befreiung Andreas Baaders (Kızıl Ordu’yu
Kuralım. Andreas Baader’in Özgürleştirilmesine Dair Açıklama), 5 Haziran 1970.
Das Konzept Stadtguerilla (Şehir Gerillası Konsepti), Nisan 1971. Über den
bewaffneten Kampf in Westeuropa (Batı Avrupa’da Silahlı Mücadele Üzerine),
Mayıs 1971. Dem Volke dienen. Stadtguerilla und Klassenkampf (Halka Hizmet Etmek. Şehir Gerillası ve Sınıf
Mücadelesi), Nisan 1972. Die Aktion des Schwarzen September in München. Zur
Strategie des antiimperialistischen Kampfes (Kara Eylül’ün Münih’teki Eylemi.
Antiemperyalist Mücadele Stratejisi Üzerine), Kasım 1972. Erklärung zum
Sprengstoffanschlag auf das Springer-Hochhaus in Hamburg (Hamburg’daki Springer
Binasına Yönelik Bombalı Saldırıya İlişkin Açıklama), 20 Mayıs 1975. Kızıl Ordu
Fraksiyonu’nun bütün teorik yazıları ve yaptığı eylemlere dair basın
açıklamaları için, bakınız: Rote Armee Fraktion. Texte und Materialien zur
Geschichte der RAF, Berlin 1997.
4 Şimdiye kadar
yazılan en ayrıntılı ve nitelikli Ulrike Meinhof biyografisi için bkz. Jutta
Ditfurth: Ulrike Meinhof, çev. Saliha Nazlı Kaya, Agora Kitaplığı, 2010.
5 Günter
Wallraff: En Alttakiler, çev. Osman Okkan, Milliyet Yayınları, 1985.
6 1950 yılından
KPD’nin yasaklandığı, komünist muhalefetin kriminalize edildiği ve neredeyse
tamamıyla ortadan kaldırıldığı 1956 yılına dek “komünistlik” suçlamasıyla
kovuşturmaya uğrayanların sayısı yaklaşık 150 bin. Bkz: Rote Armee Fraktion.
Texte und Materialien zur Geschichte der RAF, Berlin 1997, s. 14.
7 Federal
Almanya Hıristiyan Demokrat CDU/CSU ortaklığının, tek başına hükümet olduğu
1960-1961 yılları arası hariç, 1966 yılına kadar milliyetçi-liberal FDP (Freie
Demokratische Partei), milliyetçi-muhafazakar DP (Deutsche Partei) ve Nazi
işgali sırasında işledikleri suçlar nedeni ile Doğu Avrupa ülkelerinden göçe
zorlanan Diaspora Almanları’nın partisi olan GB/BHE (Gesamtdeutscher Block/Bund
der Heimatvertriebenen und Entrechteten) gibi küçük ortakların olduğu koalisyon
hükümetleri aracılığıyla yönetildi; Hıristiyan Demokratlar ile sosyal demokrat
SPD arasında 1966 yılında kurulan“Büyük Koalisyon”, SPD’nin savaş sonrası
hükümete ilk katılımıydı.
8 Kızıl Ordu
Fraksiyonu’nun birinci eylemci kuşağından, 9 Kasım 1975 tarihinde 33 yaşında
açlık grevinde ölen Holger Meins’a ait olan sözün tamamı şöyle: “Ya sorunun bir
parçasısındır ya da çözümün. İkisinin ortasında bir şey yok. Bu kadar basit bu
ve yine de çok zor.” (Pieter H. Bakker Schut (Hrsg.): Das Info: Briefe der
Gefangenen aus der RAF, 1973 - 1977. Kiel 1987.)
9 Ulrike
Meinhof, 1967 yılında Alman televizyonunda yayımlanan, üniversite
öğrencilerinin eylemleri ile ilgili bir tartışma programında: “İnsanın görüşünü
açıklaması için sokağı asla özellikle uygun bir araç olarak görmüyorum, ancak
insana yapacak başka bir şey kalmadığında, yani televizyona çıkamıyorsa,
haftada en az bir ya da iki kere, bir iki saat ne düşündüğünü anlatamıyorsa,
Springer’in gazetelerinin, dergilerinin milyonlara varan baskı adedine sahip
değilse, bu durumda insan kamusal olarak tartışmak istiyor ve mekan ve toplantı
yasaklarıyla karşılaşıyorsa, o zaman kendilerine kalan yegane kamusal alanı,
yani sokağı kullanan insanların varlığını kuşkusuz son derece demokratik
olduğunu düşünüyorum.”
10 Jan Delay,
Söhne Stammheims şarkısında, Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun kimlerini korkuttuğunu
çok güzel ortaya koyuyor: “Sonunda artık teröristler yok. Ortama sükunet, düzen
ve barış hakim. [...] onlar için endişesiz zamanlar başladı, çünkü ticaretlerini
yapmalarını engelleyecek biraz olsun patlayıcı yok. Sonunda artık korkmuyorlar,
neşeli bir biçimde tanklarını satıyorlar. Her gün yedi çocuğu sınırdışı ediyor,
başbakanla yemek yiyorlar. Sonunda artık teröristler yok. Ortama sükunet, düzen
ve barış hakim. İnsan sonunda tekrar, lanet şeyler patlayıp durmadan, Mercedes’e
binebilir.
11 Ulrike
Meinhof, Frankfurter Rundschau, 7 Mayıs 1969.