Mutlu azınlığın doyması için yığınların açlıktan ölmesi gerekir.
Bakışlarını geriye çevirmiş bir peygamberdir tarih: Olmuş olandan hareketle ve
olmuş olana karşıt olarak gelecek olanı haber verir.
Başarı hep geçici, felaket hep kalıcıdır.
Bertolt Brecht: Demokratik ülkelerde ekonominin şiddet özelliği fark edilmez; otoriter ülkelerde fark edilmeyen, şiddetin ekonomik özelliğidir.
Dünyamızda ve yaşadığımız çağda bir tek şirket, General Motors, Uruguay’ın çalışan nüfusuna eşit sayıda işçi istihdam etmekte ve bir yılda, Bolivya’nın gayrisafi milli hasılasının dört katını kazanmaktadır.
Brezilyalı bir işçi, Fransız bir işçinin 1 saatte kazandığı parayı kazanmak için 2,5 gün çalışmak zorundadır. Kuzey Amerikalı bir işçi, Rio de Janeiro’da çalışan bir işçinin 1 aylık ücretini, 10 saatten biraz fazla bir sürede kazanır. Yine Rio de Janeireolu bir işçi, 8 saatlik bir iş gününde, bir İngiliz ya da Alman işçisinin yarım saatte kazandığından daha az ücret alır.
Bizim olan bu dünyada, güçlü merkezler ve köle çevreler dünyasında, en azından şüphe uyandırmayan bir tek zenginlik bile yoktur.
Augusto Cochin: Bir şeker kristalinin tarihçesi aynı anda hem ekonomik, hem politik hem de ahlaki bir derstir.
Geçmişe saygı, gericilik gibi gelmiştir hep bana. Sağcılar geçmişi seçer; çünkü ölüleri yeğlerler: Sakin bir dünya, sakin bir çağ. Ayrıcalıklarını kalıtımla meşru kılan güçlüler geçmişe özlem duygusunu geliştirirler. Tarih, bir müzeyi gezer gibi okunur. Bu mumyalar koleksiyonu dolandırıcılıktan başka bir şey değildir. Bugünümüz konusunda olduğu gibi, geçmişimiz konusunda da bize yalan söyleniyor. Gerçekler bizden gizleniyor. Ezilenlere, ezenlerin yarattığı uzak, sersemlemiş ve kısır bir bellek maledilmeye çalışılıyor. Ezilenler böylelikle, başka bir seçenek yokmuş gibi, kendilerinin olmayan bir hayatı yaşamaya boyun eğeceklerdir.
Karl Marx: Serbest değişim taraftarlarının, bir ülkenin nasıl başka bir ülkenin sırtından zenginleştiğini anlamaktan aciz olmalarına şaşmamak gerekir. Çünkü bu adamlar, bir ülkede bir sınıfın diğer bir sınıfın sırtından nasıl zenginleştiğini anlamamak konusunda aynı derecede kararlıdırlar.
Çokuluslu tröstlerin şubeleri bir dünya sistemi içinde yer aldıklarından, bir ya da iki yıl, gerektiğinde daha da uzun bir süre boyunca para kaybetmeyi göze alabilirler. Bu nedenle fiyatları düşürür ve peşinde oldukları şirketlerin teslim olmasını beklerler. Bankalar da onlarla işbirliği yapar. Kısa süre sonra, ulusal şirket beyaz teslim bayrağını çeker. Yerel kapitalistler, galiplerin memuru haline gelir. Bazı durumlarda, eğer şanslıysa, şirketini sattığında karşılığını yabancı şirketin merkez kuruluşunun hisse senedi olarak alır ve hayatını bolluk içinde sürdürür.
Jose Marti: Satın alan ülke egemendir. Satan ülke de onun hizmetindedir.
Blas de Otero: Yazdıklarımın görülmesine izin vermiyorlar; çünkü gördüklerimi yazıyorum.
Kapalılık, derinliğin vazgeçilmez bir bedeli değildir.
Yazmanın nedeni, kafayı kurcalayan, bir sinek vızıltısı gibi uyku uyutmayan sorulara cevap vermeye çalışmaktır. Yazılanlar, cevaba duyulan toplumsal gereksinimle çakıştığı zaman ortak bir anlam kazanabilir.
Juan Pablo Perez Alfonso: Dikkat edin. Açlıktan ölündüğü gibi hazımsızlıktan da ölünebilir.
Altın arayıcılarının ırmak yataklarında bulup attıkları billursu taşların elmas olduğu sonradan anlaşılmıştı.
Smedley D. Butler: Bu ülkenin [ABD] en başarılı kuvvetinde, deniz piyade sınıfında asker olarak 33 yıl, 4 ay geçirdim. Asteğmenlikten tümgeneralliğe, hiyerarşinin tüm basamaklarında bulundum. Bütün bu süre boyunca, çoğu zaman büyük işadamları, Wall Street ve bankerler hesabına, kısacası kapitalizmin hizmetinde kiralık katillik yaptım. Örneğin 1914’te, Meksika’nın, özellikle Tampico’nun, ABD petrolcülerinin çıkarlarına kurban edilmesine yardım ettim. Haiti ve Küba’nın, National City Bank’ın faizini kolayca toplayabileceği yerler olmasına yardım ettim. 1909-1912 arasında, Nikaragua’nın tasfiyesinde uluslararası Brown Brothers bankasına yardım ettim. 1916’da ABD şeker endüstrisinin çıkarlarını korumak için Dominik Cumhuriyeti’ni işgal ettim. 1903’te, ABD meyve şirketleri yararına Honduras’ın sindirilmesine yardım ettim.
Jose Marti: Varlığını bir tek ürüne bağlamak, bir ulusun intiharıdır.
Bazı saf kişiler, ülkelerin sınırları içinde yer aldığına inanırlar hala. Bunlar Latin Amerika ekonomilerinin birleşmesinde ABD’nin parmağı olmadığına inananlardır. Bunun nedeni onlarca çok açıktır: ABD, Latin Amerika Serbest Ticaret Birliği ya da Orta Amerika Ortak Pazarı’na üye değildir. Aynı kişiler, Simon Bolivar’ın isteğine uygun olarak, birleşmenin Meksika sınırında bittiğini ileri sürerler. Bu basit ve iyi niyetli ölçütü savunanlar bellek yitimine uğramış olacaklar ki, bir korsan, tüccar, bankacı, deniz piyadesi, teknokrat, “yeşil bereli”, büyükelçi ve Kuzey Amerikan girişimcileri ordusunun uzun bir süre boyunca Güney Amerika halklarının çoğunun hayatını ve kaderini ellerinde tuttuğunu unutmaktalar. Bugün Latin Amerikan endüstrisinin imparatorluğun korkunç çarkında ezildiğini de. “Bizim” birliğimizin “kendi” gücü, ülkelerin azgelişmişlik ve bağımlılık yapılarından kopmadığı için, köleliklerini geliştirdikleri ölçüde sağlamlaşıyor.
Ocak 1978’de yapılan referandumda Pinochet diktatörlüğüne “evet” oyu, Şili bayrağının altına bir çarpı işareti çizilerek, “hayır” oyu ise siyah bir dikdörtgenin altına çarpı işareti çizilerek veriliyordu.
Aparicio Mendez: Ülkeyi politika tutkunluğu dramından kurtarmaya çalışıyoruz. İyi bir yurttaş diktatörlüklerden söz etmez, diktatörlükleri düşünmez ve insan haklarına sahip çıkmaz.
Unutmamak gerekir ki, kapitalist toplumların tersine, sosyalist toplumlarda, işçiler işsizlik korkusu ya da kıskançlıkla hareket etmezler. Onları harekete geçiren, dayanışma, toplu sorumluluk, insanı bencillikten kurtaran görev ve hakların bilincidir. Bir ulusun bilinci bir gecede değişmez.
Kübalılar devrimle, saldırılar ve karşı saldırılarla, Washington ve Havana arasındaki darbeler ve karşı darbelerle, devrimin sosyal adalet vaatleri gerçekleştikçe radikalleştiler. 170 hastane ve bir o kadar da poliklinik kuruldu. Devlet, sağlık hizmetlerinin ücretsiz olmasını sağladı. Yüksek öğrenim kurumlarına devam edenlerin sayısı üç katına çıktı. Eğitim de parasız oldu. Üç yüz binden fazla çocuk ve genç burslardan yararlanır hale getirildi, yatılı okul ve kreş sayısı artırıldı. Nüfusun büyük bir bölümü kira ödemiyor, su, elektrik, telefon ve cenaze hizmetleri de ücretsiz; tıpkı spor etkinlikleri gibi. Sosyal hizmetlere yapılan harcamalar birkaç yılda beş katına çıktı. Ancak herkesin okula gidip ayağında pabucu olduğu günümüzde, gereksinimler geometrik bir hızda artarken üretim ancak aritmetik hızda artabiliyor. Artık birkaç kişi için değil, herkes için söz konusu olan tüketimin baskısı da Küba’yı ihracatını artırmaya zorluyor. Küba’da en büyük gelir kaynağı hala şeker. Azgelişmişlik, gelişmenin bir aşaması değil, bir sonucudur. Latin Amerika’nın azgelişmişliği başka ülkelerin gelişmesinden kaynaklanmıştır ve bu ülkelerin gelişmesinin devamını sağlamaktadır. Uluslararası kölelik işlevi yüzünden güçsüz, doğuştan can çekişen sistem koftur. Kendini kader sanır ve sonsuzlukla özdeşleşmeye çalışır. Değişik olduklarından bütün bellekler bozguncudur, geleceğe yönelik projeler de öyle. Sistem, modelini, karıncaların değişmez toplumunda arar. Bu yüzden de, sürekli değişim halinde olan insanların tarihiyle bağdaşmaz. Ayrıca, insanların tarihinde her yıkıcı hareket, karşılığını er ya da geç yaratıcı bir harekette bulur.
Bugünkü birleşme bizi köklerimize götürmüyor, amaçlarımıza yaklaştırmıyor. Simon Bolivar doğru çıkan bir kehanette bulunmuş, ABD’nin özgürlük adına Amerika’ya sefalet saçmakla görevlendirildiğini belirtmişti. General Motors ve IBM, bu savaşta düşen birlik ve özgürlük bayraklarını bizim yerimize kaldırmak inceliğini göstermeyecektir. Geçmişin ihanete uğramış kahramanlarının ülkülerini gerçekleştirecek olanlar bugünün hainleri değildir. Latin Amerika’nın yeniden canlandırılması sürecinde denizin dibine atılması gereken yığınla çürümüş, kokuşmuş şey vardır. Ezilmişlerin, onuru kırılmışların, lanetlilerin payına düşmekte bu görev. Latin Amerika’nın ulusal davası, her şeyden önce toplumsal bir davadır. Latin Amerika’nın yeniden doğabilmesi için, önce efendilerini bir bir devirmesi gerekir. Başkaldırı ve değişim çağı başlıyor. Bazıları, yazgının tanrıların elinde olduğunu sanıyor; ama gerçekte, insanların bilincinde bir meydan okuma olarak biçimleniyor.
Unutmamak gerekir ki, kırsal bölgeler yalnız yoksulluk kaynağı değil, aynı zamanda birer isyan kaynağıdır. Yığınların görünürdeki boyun eğmişliğinin ardında toplumsal çelişkiler zamanla keskinleşir. ALINTI
Başarı hep geçici, felaket hep kalıcıdır.
Bertolt Brecht: Demokratik ülkelerde ekonominin şiddet özelliği fark edilmez; otoriter ülkelerde fark edilmeyen, şiddetin ekonomik özelliğidir.
Dünyamızda ve yaşadığımız çağda bir tek şirket, General Motors, Uruguay’ın çalışan nüfusuna eşit sayıda işçi istihdam etmekte ve bir yılda, Bolivya’nın gayrisafi milli hasılasının dört katını kazanmaktadır.
Brezilyalı bir işçi, Fransız bir işçinin 1 saatte kazandığı parayı kazanmak için 2,5 gün çalışmak zorundadır. Kuzey Amerikalı bir işçi, Rio de Janeiro’da çalışan bir işçinin 1 aylık ücretini, 10 saatten biraz fazla bir sürede kazanır. Yine Rio de Janeireolu bir işçi, 8 saatlik bir iş gününde, bir İngiliz ya da Alman işçisinin yarım saatte kazandığından daha az ücret alır.
Bizim olan bu dünyada, güçlü merkezler ve köle çevreler dünyasında, en azından şüphe uyandırmayan bir tek zenginlik bile yoktur.
Augusto Cochin: Bir şeker kristalinin tarihçesi aynı anda hem ekonomik, hem politik hem de ahlaki bir derstir.
Geçmişe saygı, gericilik gibi gelmiştir hep bana. Sağcılar geçmişi seçer; çünkü ölüleri yeğlerler: Sakin bir dünya, sakin bir çağ. Ayrıcalıklarını kalıtımla meşru kılan güçlüler geçmişe özlem duygusunu geliştirirler. Tarih, bir müzeyi gezer gibi okunur. Bu mumyalar koleksiyonu dolandırıcılıktan başka bir şey değildir. Bugünümüz konusunda olduğu gibi, geçmişimiz konusunda da bize yalan söyleniyor. Gerçekler bizden gizleniyor. Ezilenlere, ezenlerin yarattığı uzak, sersemlemiş ve kısır bir bellek maledilmeye çalışılıyor. Ezilenler böylelikle, başka bir seçenek yokmuş gibi, kendilerinin olmayan bir hayatı yaşamaya boyun eğeceklerdir.
Karl Marx: Serbest değişim taraftarlarının, bir ülkenin nasıl başka bir ülkenin sırtından zenginleştiğini anlamaktan aciz olmalarına şaşmamak gerekir. Çünkü bu adamlar, bir ülkede bir sınıfın diğer bir sınıfın sırtından nasıl zenginleştiğini anlamamak konusunda aynı derecede kararlıdırlar.
Çokuluslu tröstlerin şubeleri bir dünya sistemi içinde yer aldıklarından, bir ya da iki yıl, gerektiğinde daha da uzun bir süre boyunca para kaybetmeyi göze alabilirler. Bu nedenle fiyatları düşürür ve peşinde oldukları şirketlerin teslim olmasını beklerler. Bankalar da onlarla işbirliği yapar. Kısa süre sonra, ulusal şirket beyaz teslim bayrağını çeker. Yerel kapitalistler, galiplerin memuru haline gelir. Bazı durumlarda, eğer şanslıysa, şirketini sattığında karşılığını yabancı şirketin merkez kuruluşunun hisse senedi olarak alır ve hayatını bolluk içinde sürdürür.
Jose Marti: Satın alan ülke egemendir. Satan ülke de onun hizmetindedir.
Blas de Otero: Yazdıklarımın görülmesine izin vermiyorlar; çünkü gördüklerimi yazıyorum.
Kapalılık, derinliğin vazgeçilmez bir bedeli değildir.
Yazmanın nedeni, kafayı kurcalayan, bir sinek vızıltısı gibi uyku uyutmayan sorulara cevap vermeye çalışmaktır. Yazılanlar, cevaba duyulan toplumsal gereksinimle çakıştığı zaman ortak bir anlam kazanabilir.
Juan Pablo Perez Alfonso: Dikkat edin. Açlıktan ölündüğü gibi hazımsızlıktan da ölünebilir.
Altın arayıcılarının ırmak yataklarında bulup attıkları billursu taşların elmas olduğu sonradan anlaşılmıştı.
Smedley D. Butler: Bu ülkenin [ABD] en başarılı kuvvetinde, deniz piyade sınıfında asker olarak 33 yıl, 4 ay geçirdim. Asteğmenlikten tümgeneralliğe, hiyerarşinin tüm basamaklarında bulundum. Bütün bu süre boyunca, çoğu zaman büyük işadamları, Wall Street ve bankerler hesabına, kısacası kapitalizmin hizmetinde kiralık katillik yaptım. Örneğin 1914’te, Meksika’nın, özellikle Tampico’nun, ABD petrolcülerinin çıkarlarına kurban edilmesine yardım ettim. Haiti ve Küba’nın, National City Bank’ın faizini kolayca toplayabileceği yerler olmasına yardım ettim. 1909-1912 arasında, Nikaragua’nın tasfiyesinde uluslararası Brown Brothers bankasına yardım ettim. 1916’da ABD şeker endüstrisinin çıkarlarını korumak için Dominik Cumhuriyeti’ni işgal ettim. 1903’te, ABD meyve şirketleri yararına Honduras’ın sindirilmesine yardım ettim.
Jose Marti: Varlığını bir tek ürüne bağlamak, bir ulusun intiharıdır.
Bazı saf kişiler, ülkelerin sınırları içinde yer aldığına inanırlar hala. Bunlar Latin Amerika ekonomilerinin birleşmesinde ABD’nin parmağı olmadığına inananlardır. Bunun nedeni onlarca çok açıktır: ABD, Latin Amerika Serbest Ticaret Birliği ya da Orta Amerika Ortak Pazarı’na üye değildir. Aynı kişiler, Simon Bolivar’ın isteğine uygun olarak, birleşmenin Meksika sınırında bittiğini ileri sürerler. Bu basit ve iyi niyetli ölçütü savunanlar bellek yitimine uğramış olacaklar ki, bir korsan, tüccar, bankacı, deniz piyadesi, teknokrat, “yeşil bereli”, büyükelçi ve Kuzey Amerikan girişimcileri ordusunun uzun bir süre boyunca Güney Amerika halklarının çoğunun hayatını ve kaderini ellerinde tuttuğunu unutmaktalar. Bugün Latin Amerikan endüstrisinin imparatorluğun korkunç çarkında ezildiğini de. “Bizim” birliğimizin “kendi” gücü, ülkelerin azgelişmişlik ve bağımlılık yapılarından kopmadığı için, köleliklerini geliştirdikleri ölçüde sağlamlaşıyor.
Ocak 1978’de yapılan referandumda Pinochet diktatörlüğüne “evet” oyu, Şili bayrağının altına bir çarpı işareti çizilerek, “hayır” oyu ise siyah bir dikdörtgenin altına çarpı işareti çizilerek veriliyordu.
Aparicio Mendez: Ülkeyi politika tutkunluğu dramından kurtarmaya çalışıyoruz. İyi bir yurttaş diktatörlüklerden söz etmez, diktatörlükleri düşünmez ve insan haklarına sahip çıkmaz.
Unutmamak gerekir ki, kapitalist toplumların tersine, sosyalist toplumlarda, işçiler işsizlik korkusu ya da kıskançlıkla hareket etmezler. Onları harekete geçiren, dayanışma, toplu sorumluluk, insanı bencillikten kurtaran görev ve hakların bilincidir. Bir ulusun bilinci bir gecede değişmez.
Kübalılar devrimle, saldırılar ve karşı saldırılarla, Washington ve Havana arasındaki darbeler ve karşı darbelerle, devrimin sosyal adalet vaatleri gerçekleştikçe radikalleştiler. 170 hastane ve bir o kadar da poliklinik kuruldu. Devlet, sağlık hizmetlerinin ücretsiz olmasını sağladı. Yüksek öğrenim kurumlarına devam edenlerin sayısı üç katına çıktı. Eğitim de parasız oldu. Üç yüz binden fazla çocuk ve genç burslardan yararlanır hale getirildi, yatılı okul ve kreş sayısı artırıldı. Nüfusun büyük bir bölümü kira ödemiyor, su, elektrik, telefon ve cenaze hizmetleri de ücretsiz; tıpkı spor etkinlikleri gibi. Sosyal hizmetlere yapılan harcamalar birkaç yılda beş katına çıktı. Ancak herkesin okula gidip ayağında pabucu olduğu günümüzde, gereksinimler geometrik bir hızda artarken üretim ancak aritmetik hızda artabiliyor. Artık birkaç kişi için değil, herkes için söz konusu olan tüketimin baskısı da Küba’yı ihracatını artırmaya zorluyor. Küba’da en büyük gelir kaynağı hala şeker. Azgelişmişlik, gelişmenin bir aşaması değil, bir sonucudur. Latin Amerika’nın azgelişmişliği başka ülkelerin gelişmesinden kaynaklanmıştır ve bu ülkelerin gelişmesinin devamını sağlamaktadır. Uluslararası kölelik işlevi yüzünden güçsüz, doğuştan can çekişen sistem koftur. Kendini kader sanır ve sonsuzlukla özdeşleşmeye çalışır. Değişik olduklarından bütün bellekler bozguncudur, geleceğe yönelik projeler de öyle. Sistem, modelini, karıncaların değişmez toplumunda arar. Bu yüzden de, sürekli değişim halinde olan insanların tarihiyle bağdaşmaz. Ayrıca, insanların tarihinde her yıkıcı hareket, karşılığını er ya da geç yaratıcı bir harekette bulur.
Bugünkü birleşme bizi köklerimize götürmüyor, amaçlarımıza yaklaştırmıyor. Simon Bolivar doğru çıkan bir kehanette bulunmuş, ABD’nin özgürlük adına Amerika’ya sefalet saçmakla görevlendirildiğini belirtmişti. General Motors ve IBM, bu savaşta düşen birlik ve özgürlük bayraklarını bizim yerimize kaldırmak inceliğini göstermeyecektir. Geçmişin ihanete uğramış kahramanlarının ülkülerini gerçekleştirecek olanlar bugünün hainleri değildir. Latin Amerika’nın yeniden canlandırılması sürecinde denizin dibine atılması gereken yığınla çürümüş, kokuşmuş şey vardır. Ezilmişlerin, onuru kırılmışların, lanetlilerin payına düşmekte bu görev. Latin Amerika’nın ulusal davası, her şeyden önce toplumsal bir davadır. Latin Amerika’nın yeniden doğabilmesi için, önce efendilerini bir bir devirmesi gerekir. Başkaldırı ve değişim çağı başlıyor. Bazıları, yazgının tanrıların elinde olduğunu sanıyor; ama gerçekte, insanların bilincinde bir meydan okuma olarak biçimleniyor.
Unutmamak gerekir ki, kırsal bölgeler yalnız yoksulluk kaynağı değil, aynı zamanda birer isyan kaynağıdır. Yığınların görünürdeki boyun eğmişliğinin ardında toplumsal çelişkiler zamanla keskinleşir. ALINTI