Irmak Zileli, "Sözün sihirli işlevi", Radikal Kitap Eki, 18 Nisan 2008
Eduardo Galeano'nun denemelerinin derlendiği Biz Hayır Diyoruz isimli seçkinin sunuş yazısında Bülent Kale şöyle diyor: "Galeano için sözün onuru vardır; insan etten ve kemikten yapılmıştır ama söylediği kelimelerden de yapılmıştır." Bu bana Sait Maden'in Yeryüzü Şiiri isimli kitabında okuduğum bir Bambara atasözünü hatırlattı: "İnsanın kuyruğu da yoktur, yelesi de. Neresinden tutarsın onu? Ağzından çıkan sözden." O kitapta Maden, "Çağımızda sözün büyüsü yok oldu, kutsallığı yitti. (...) Bugün bir pilin, bir vidanın, bir bilgisayar faresinin kullanılabilirliğinin yanında söz'ün iş görür hiçbir özelliği yok" diyordu. Maden haklı. Ama insan, Eduardo Galeano'yu tanıyınca bu konuda bir gönül ferahlaması yaşıyor... Dünyanın bir başka memleketinde bir başka yazar daha 'sözün büyüsüne' sahip çıkıyor.
Gazetecilik ve edebiyat
Eduardo Galeano'nun sözle ilişkisi çokboyutlu. Onun için söz, bütünüyle işlevsel, gerçeğe dokunduğu ve gerçeği dönüştürdüğü ölçüde değerli. Sözün temel işlevi: Gerçekleri işaret etmek! Ve gerçeği göstermeyi başardığı ölçüde de değiştirme gücüne sahip. Bu anlamda Galeano, edebiyatın gerçekliği yorumlayabildiğini ama değiştiremediğini söyleyenlere karşı çıkıyor, "gerçekliği tanımlamanın onu değiştirmeye başlamak için ilk gerekli adım" olduğunu söylüyor. Galeano'nun sözle kurduğu bu işlevsellik temelli ilişkide kuşkusuz gazeteciliğinin payı büyük. Ki Galeano'ya göre gazetecilik edebiyatın bir alt kolu değil, aksine onun etkili kullanıldığı alanlarından biri. Galeano'nun gazetecilik ve edebiyat arasında kurduğu güçlü ilişkinin kaynağında da sözü bir uzuv kadar hayati görmesi var. Söz hayatla bağlarını güçlü kıldığı ölçüde büyüsünü koruyor. 'Gerçekleri ifade etme' rolünü bir kenara iten söz, işlevini, hayatı etkileme gücünü, dönüştürme yetisini de kaybediyor. O yüzden edebiyatın 'kurgu dışı' yazın türleri karşısında eksik olduğunu savunanlara meydan okur Galeano: "Hiçbir sosyolojik araştırma Kolombiya'daki şiddet hakkında Marquez'in kısa romanı –eğer yanlış hatırlamıyorsam içinde tek bir kurşunlama bile olmayan– Albay'a Mektup Yazan Kimse Yok'tan daha fazla şey öğretemez." Ve ekler: "Gerçekliğin içine işleme yetisinde olanlar gerçekliği döllerler."
Galeano'nun yazınında söz 'kıymetli'dir. Bir savaşçının silahındaki sınırlı kurşun kadar kıymetli. Boşa atılan her mermi gibi, söz de yerinde ve 'yeterince' kullanılmalıdır. Ne daha az ne daha çok. O yüzden onun yazılarını okuduğunuzda 'çıkarılabilecek' tek bir tümce, tek bir satır, tek bir sözcük bulamazsınız. O yüzden onun kitaplarını okurken her satırının altını çizmek istersiniz. O, "arkasında silgisi olan eski kalemlerle yazar gibi yazmak gerektiğini" düşünür. Çünkü "ucundan çok arkasıyla yazılır kalemin, yani ekleyerek değil; silerek." Eduardo Galeano kısa yazma yetisini de gazeteciliğine borçludur. Şöyle der: "(gazetecilik) beni bir sürü şey söylemek isteyen biri için elzem olan bir senteze zorladı."
Eleştirinin gerekliliği
Eduardo Galeano, Uruguaylı bir gazeteci ve yazardır. Ama Uruguaylı olmaktan önce o Latin Amerikalıdır. Latin Amerika'nın çatısı altındaki her bir ülke ortak bir kaderi paylaşıyordur ona göre: "Sınıflı toplumun çelişkileri burada zengin ülkelerdekinden çok daha kıyıcı." Ve tam da bu yüzden o, "Sesi olmayanların sesinin ortaya çıkmasına yardımcı olan bir edebiyat için çalışmak isteyenler"dendir.
Galeano, Biz Hayır Diyoruz'da yer alan denemelerinde Latin Amerika'nın toplumsal gerçeklerine dair önemli saptamalarda bulunur. Ancak bu yazılarda, Galeano'nun diğer pek çok 'muhalif' yazardan bir farkı çıkar ortaya. Galeano görünen gerçeklerin ötesindeki noktalara işaret eder. Pek çok muhalif sesin söyleyebileceklerinin ötesine geçer. Bunu da derin bir felsefi kavrayış sayesinde yapar. Sürgündeki yazar ve sanatçıların yaşadıklarının acımasızlığı herkes tarafından kabul görmüştür. Galeano, artık bir başka eleştiri yapmanın gerekliliğinin farkındadır. O, yine kendi topraklarında yaşayan ve üreten ama zihninde bu toprakları çoktan terk etmiş olan yazarların varlığına işaret eder: "Kendi ülkende sürgün olup kendi içine sürgün edilmek, dışarıdaki herhangi bir sürgünden her zaman daha zor ve faydasızdır."
Galeano hiçbir sözcüğü boşa kullanmadığı gibi, 'fayda' sözcüğünü de özellikle kullanmıştır. Ülkesinden sürgün edilmiş yazar ne pahasına olursa olsun yazdıklarıyla topraklarından kopmayarak, ülkesi için 'faydalı' olmayı sürdürebilmektedir. Ve ardından şu örnekleri verir: "Paris'te Julio Cortazar son derece Arjantinli bir edebiyat yazıyor. Pedro Fugari yıllar önce tüm zamanların Uruguaylı tablolarını boyadı ve hayatının dörtte birini orada geçiren Cesar Vallejo Perulu bir ozan olmayı asla bırakmadı." İşte Eduardo Galeano'nun farklılığı ve bence üstünlüğü tam da burada: Herkesin kolaylıkla ifade edebileceği gerçeklerin ötesini işaret edebilmesinde.
Biz Hayır Diyoruz'da Galeano'nun Che, Zidane, Salgado, Evo Morales, Şili, Küba, Bolivya, ABD, ırkçılık gibi pek çok konuda denemeleri yer alıyor. Eduardo Galeano güncel konuları, edebiyatın gücünü kullanarak okura kendi bakış açısı ve değerlendirmeleriyle sunuyor. Okur televizyonlardan, gazetelerden ona aktarılan gelişmeleri, yeni bir pencereden görme olanağı ediniyor.
Latin Amerika'nın entelektüel dünyası
Galeano'nun Latin Amerika'nın tarihi ve bugünü üzerine pek çok yapıtı bulunuyor. Biz Hayır Diyoruz'da farklı olan bir şey var. Galeano bu kitapta yer alan denemelerinde Latin Amerika'nın entelektüel dünyasının da son derece derin bir eleştirisini yapıyor. Latin Amerika'da Edebiyat ve Kültür Üzerine On Yaygın Yanlış ya da Yalan başlıklı denemede Galeano, kapitalist-emperyalist sistemin devamını sağlayan kitle kültürü, televizyonlar ve popüler kültür üzerine analizler yaparken, yazarın işlevini de sorguluyor. Bir başka yazısında "kendini seçilmiş hisseden yazar"ın kibrini yerden yere vururken, bu tür yazarların, gerçeklik onların beklentisine uymayınca, 'seçilmişliklerinden' bir anda nasıl vazgeçtiklerini, halka sırtlarını nasıl döndüklerini cesaretle ifade ediyor. Galeano, 'işçiler için edebiyat' anlayışını tartışırken, Latin Amerika soluna yönelik de son derece çarpıcı bir eleştiride bulunuyor ve diyor ki: "Halkın seviyesine 'inmeyi' reddeden güzelliğin tekelcileri ve halkla iletişim kurmak için bu seviyeye 'inmeyi' amaçlayan iyi niyetliler arasındaki polemiğin sahte olduğuna inanıyorum. İki taraf da aynı fikirde: Tepeden hareket ediyorlar ve bilmeyenleri küçük görüyorlar."
Biz Hayır Diyoruz'da sanmayın ki Latin Amerika toplumunu, entelektüellerini, sanatçılarını, politikacılarını göreceksiniz yalnızca. Her bir satırında Türkiye'den de 'yüzler', durumlar çıkacak karşınıza.
İşte o satırlardan biri: "Sorumsuzluk ayrıcalığını talep eden yazarların ve sanatçıların sayısı çok fazla. Tarihten ve toplumsal mücadeleden ayrı tutulunca kültürel işlev metafizik bir şey olur. Kitaplar ve tablolar, kulağına cinlerin, şeytanların ve hayaletlerin üflediği seçilmiş olanın aracılığıyla meydana gelirler. Sanatçı bu yüzden dokunulmazlık beyanıyla doğar." Eduardo Galeano'nun kalemi devrimcidir. O gerçeği dönüştürmek için yazar. Bunu da her fırsatta ifade eder. Bu anlamda da bütün sorumluluğu yüklenmiştir. Paul Nizan'ın sözlerini aklında tutar hep: "Dünyaya karşı bir suçlama olmayan tek bir büyük eser yoktur".
Bülent Usta, “Çağın örtüsünü kaldıran denemeler”, Milliyet Kitap Eki, 9 Nisan 2008
Hepimiz, içinde
bulunduğumuz sosyal sınıfın, sahip olduğumuz cinsiyetin, aldığımız eğitimin,
çocukluğumuzdan itibaren bize kültür aracılığıyla aşılanmaya çalışılan irili
ufaklı önyargıların, tutkularımızın ve acılarımızın zihnimizi örttüğü bir
pencereden bakarız hayata. O pencerenin ne kadar açık ya da kapalı olduğu,
elbette kişilere göre farklılıklar gösterir.
Ama
bazılarımızda, zihinlerinde olması gereken o örtünün yerinde yeller esiyordur
nedense. Karşılaştıkları bir insan, okudukları bir kitap, duydukları bir
melodi, o insanların zihninden o örtüyü çekip almıştır sanki. Ya da tam tersi,
bilinçli bir çabayla çeşitli acılar ve zorluklar göğüslenerek açılmıştır tüm o
pencereler. Belki de sanatın ve edebiyatın sahip olduğu sır budur: Ya sahip
olduğumuz örtüyü çekip alır ya da daha süslü ve sağlam bir örtüyle kaplar
zihnimizi.
Bülent Kale’nin
çevirip hazırladığı Uruguaylı gazeteci-yazar Eduardo Galeano’nun denemelerinden
oluşan Biz Hayır Diyoruz adlı seçki, dünyaya çıplak gözlerle bakan bir yazarın
kaleminden, dünyaya çıplak gözlerle bakma fırsatı veriyor bize. Ama bu bakış,
güzellikleri daha güzel, çirkinlikleri daha çirkin göstereceği için bazı
riskleri de barındırıyor içinde.
Daha önce fark
etmediğimiz, fark etsek bile umursamadığımız oyunlar, yalanlar, haksızlıklar,
biz onlara açık bir zihinle bakınca, bir uğursuzluk gibi peşimize takılabilir
örneğin. Bu uğursuzluktan kurtulmak için ya onunla hesaplaşmamız ya da yeni bir
örtü edinmemiz gerekir kendimize.
Galeano,
hesaplaşmayı seçmiş bir aydın ve yazar… Bunu yaptığı için de, cezaevi ve sürgün
hayatıyla tanışmış, sevdiklerini kaybetmiş, kendi deyişiyle pek çok kere ölüp
yeniden doğmak zorunda bırakılmıştır. Ama ne kadar ölse ve yeniden doğsa da,
güzellikler karşısında hayrete düşme ve alçaklıklar karşısında öfkelenme
yeteneği’ni koruyabilmeyi ve onu güldürmeyen hiçbir şeyi ciddiye almaması
gerektiğini de unutmaz hiçbir zaman.
Galeano kitapta
yer alan denemelerinde, hesaplaşmaya önce “Bir Otoportre İçin Notlar” başlığı
altında kendisinden başlıyor. Ardından Irak savaşından Zidane’ın Dünya
Kupası’nda attığı kafaya kadar pek çok siyasi ve sosyal meseleyle hesaplaşmasına
tanık oluyoruz.
Ama bu
hesaplaşmalar, kısa ve yoğun metinler aracılığıyla çoklu bir bakış içinde
gerçekleşiyor. Bir Uruguaylı olarak, futbolcu olamadığı için yazar olduğunu
söyleyen Galeano, adeta usta bir golcünün soğukkanlılığı ile cümlelerini sıralıyor,
olaylara ve düşüncelere çalımlar atarak.
Gazeteciliği,
edebiyatın şiir ve öykü gibi bir türü olarak gören, hatta türler arası bir
üslupla sade ve sahici bir dil kullanarak yazılarını etkili kılan Galeano,
herkesin ilgisini çekebilecek meseleler üzerinden insanlığın temel sorunlarını
tartışıyor. Üstelik bunu, kitapta yer alan “Küba Ağrısı” adlı denemesinde
olduğu gibi, hem ABD’nin hem de Küba’nın insan hakları ihlallerine aynı
sertlikte karşı çıkarak, olabildiğince tarafsız ve yalın bir biçimde yapıyor.
Sebastiao
Salgado’nun fotoğraflarından yola çıkarak yazdığı “Işık Çöplüğün Sırrıdır” adlı
denemesinde olduğu gibi, Galeano deneme türünün sınırlarını alabildiğine
genişleten, yarattığı imgesel zenginlikle toplumsal meseleleri yoğurduğu bu
çarpıcı metinlerle, çağımızın bir ermişi olarak değerlendirilmeyi belki de en
çok hak eden isimlerden birisi.
Laf kalabalığını
sevmeyen, sessizlikten daha değerli olduğuna inanmadığı hiçbir sözü asla
söylemeyen Galeano’ya kulak vermekte fayda var. Bir şeylere “Hayır” diyebilmenin
erdemini yaşamak için…