BİR KİTAP KAPAĞI
Ayşe Sarısayın, ‘Karakalem Resimler’de, bir bakıma hep ‘yaşanmamış hayatlar’ kaleme getiriyor. Neredeyse bir roman havası estirerek. Birbirinden bağımsız görünen öyküler, herhalde hep aynı anlatıcının kendine seslenişleriyle birbirine yol alıyor
SELİM İLERİEvde kalmak
Kubbealtı Lugatı ‘evde kalmak’ için, yaşı ilerlediği halde evlenememek tanımını veriyor. Erkek söz konusu olduğunda, kullanılmadığını da vurgulayarak. Yaşlı kız, geçkin kız, evde kalmak... Çoğaltılabilir. Belki ataerkil çağların bir ifadesi. Ayşe Sarısayın’ın Karakalem Resimler adlı yeni öykü kitabını okurken, dönüp dolaşıp, o yaşlı kızda, evde kalmakta ürperip kaldım. Sebebi, kitabın ilk hikâyesi, ‘Kuşlarla Giden’. Fitnat ve Rikkat kardeşlerin aynı yazgıyı sürüklenişlerini, Sarısayın bizi alıp geçmişe, İstanbul’un hâlâ ahşap dokulu bir dönemine götürerek dile getiriyor. Çeyizlerde kuşlu porselen takımların saltanat kurmuş olduğu günlere.‘Kuşlarla Giden’, alabildiğine çekingen yazılmasına karşın bir çığlık söyleyen hikâye. Fitnat ve Rikkat kardeşlerin yazgılarını, önce, Necatigil’den hiç unutmadığım eşsiz dizelerle pekiştiriyor: “Gerilerde bir gülüşle mutsuz/Gülümser yaşlı kız/Bilirim.”
Belki bu dizelerden dolayı, senaryosunu yazdığım Bir Demet Menekşe’yi hatırladım. Evde kalmış teyzede rahmetli Reha Kıral belirdi, “Bir aileden bir kurban yeter” diyordu Hale Soygazi’ye. Bir Demet Menekşe’yi yazmaya çalışırken, günler, aylar boyu Necatigil’in dizelerini tekrarlayıp durmuştum.
Ayşe Sarısayın’ın inceliklerle örülü hikâyesi bende kolay kolay dinmeyecek besbelli. Edebiyatta birçok yaşlı kız, okuduklarım, ‘Kuşlarla Giden’le çıkageldiler. Mesela yine Behçet Necatigil’in cinnete yol alan ‘Gaz’ adlı radyo oyunu, yanı başında o kadar içli ‘Süslü Karakol Durağı’.
Tahsin Saraç’ın ‘Geçkin Kızdan Geceye’ şiirini Memet Fuat’ın Türk edebiyatı seçkinlerinde mutlaka bulmalıyım. Balzac’ın Eugenie Grandet’sini yeniden okuyabilirim. Fakat Nahid Sırrı Örik’in Kıskanmak’ı adeta ezberimdedir.
Batı edebiyatında, tiyatro eseri dendi mi, iki müthiş oyun bu dram çerçevesinde, ikisi de yirminci yüzyılın -benim için- en büyüklerinden Tenneesse Williams’ın dünyasında: İlki, Bir Madonnanın Portresi, Tomris Uyar’ın nefis çevirisinden, kısa bir oyun ama özlülüğü binlerce sayfaya ulaşmış. İkincisi, bu kez Yıldırım Türker’in nefis çevirisinden, Yaz ve Duman. Bunca yıl bizde de sahnelensin diye bekledim Yaz ve Duman’ı... Henry James’i elbette unutmuyorum: Hem Washington Meydanı, hem yenilerde hayran kalarak okuduğum Aspern’in Mektupları. Washington Meydanı’ndan daha önce Bir Kitap Kapağı’nda söz açmıştım. Aspern’in Mektupları’ysa, Venedik’te hüzün ve ironi.
Faik Baysal’ın ‘Leke’ öyküsü, Necatigil’in dikkatinden kaçmamış: “Leke, bir yaşlı kızın dramıdır: Anasıyla babası da öldükten sonra Fatih’teki evinde yapayalnız kalmış, yanağında doğuştan kocaman siyah bir leke olduğu için evlenememiş Raife, kurtuuşu damarlarını kesip kendini öldürmede bulur.” Yeni basımı yapılmamış Perşembe Adası’nda ‘Leke’. Yapı Kredi Yayınları, Selçuk Baran’ın bütün öykülerini Ceviz Ağacına Kar Yağdı adıyla topladı. Baran’ın ‘Kavak Dölü’ de yaşlı kız terzi Emine’nin cinsel yalnızlığıdır. Halid Ziya Uşaklıgil, Yusuf Atılgan, Bilge Karasu, onların öykülerinde yarın da acıyı söyleyecek yaşlı kızlar.
Ayşe Sarısayın, Karakalem Resimler’de, bir bakıma hep ‘yaşanmamış hayatlar’ kaleme getiriyor. Neredeyse bir roman havası estirerek. Birbirinden bağımsız görünen öyküler, herhalde hep aynı anlatıcının kendine seslenişleriyle birbirine yol alıyor. Öyleyken, ne çok duyumsandıklarını, ama hep kaygılarla, ürküntülerle kaleme getirildiklerini -Yazamazsam! Oysa şimdi yazdığım her satırda, sisli puslu hikâyelerin büyüsünü bozmaktan nasıl da korkuyorum!- ayırt ediyoruz. Sarısayın baştan beri yalın anlatımı yeğlemişti. Karakalem Resimler’de yalın anlatım şiirsellik edinmiş. Asuman Kafaoğlu Büke, Dünya Kitap’ta, “Sarısayın’ın öykülerini içten ve özentisiz bulurum” diyordu. Eklemek isterim: Bir o kadar alçakgönüllü.
Biyografi
Ayşe Sarısayın, 1957 yılında İstanbul'da doğdu. Ortaöğrenimini İstanbul Alman Lisesi'nde tamamladıktan sonra (1976), İstanbul Üniversitesi Kimya Fakültesi Kimya Mühendisliği Bölümü'nden mezun oldu(1981). 1985 yılında İstanbul Üniversitesi'ne bağlı İşletme İktisadi Enstitüsü'nü bitirdi. Halen özel bir ilaç şirketinde çalışıyor. Evli ve bir oğlu var. Babası Behçet Necatigil'in çeviri şiirlerini(Yalnızlık Bir Yağmura Benzer, Adam Yayınları, 1984) ve aile mektuplarını(Serin Mavi,YKY,1999, Selma Esemen ile birlikte)yayına hazırladı. Babasına ilişkin anılarının yer aldığı Çok Şey Yarım Hâlâ adlı kitabı, 2001 yılında(yky) yayınlandı.
- Çok Şey Yarım Hala - Yapı Kredi Yayınları
- Denizler Dört Duvar - Can Yayınları
- Yorgun Anılar Zamanı - Can Yayınları
- Karakalem Resimler - Can Yayınları
Ayşe Sarısayın babası Behçet Necatigil'i anlattığı "Çok Şey Yarım Hala"da ünlü şairin bilinmeyen dünyasını aydınlatıyor.
Babası, ünlü Şair Behçet Necatigil'le olan anılarını "Çok Şey Yarım Hala" adını verdiği kitabında anlatan Ayşe Sarısayın aynı zamanda başarılı bir edebiyatçı. "Yorgun Anılar Zamanı" adlı kitabıyla 2005 Sait Faik Hikaye Armağanı'nı kazanan Sarısayın, genişletilmiş baskısıyla ikinci defa okurla buluşan "Çok Şey Yarım Hala"da da babasının sıkıntılı geçen çocukluk yıllarını ve çocuklarıyla ilişkisini anlatıyor. Ayşe Sarısayın ve ablası Selma Esemen 1999 yılında, babalarının ölümünden 20 yıl sonra, ünlü şairin eşine yazdığı mektupları "Serin Mavi" adıyla yayınladı. Sarısayın mektuplar kendisini çok etkileyince babasını daha yakından tanıma ihtiyacı duydu. Anıları yazma düşüncesi daha önceden de vardı, ama bir türlü cesaret edemiyordu. Mektuplar bu düşüncesinin hızlanmasını sağladı. Sarısayın anıları yazarken oldukça tedirgin olduğunu söylüyor; "Necatigil adına yaraşır olmasını istiyordum. O dönemde şiirlerini, düzyazılarını, hakkında yazılanları tekrar okudum, elimdeki belgeler izin verdiğince geçmişe dönmeye çalıştım. Ve bir şekilde benim anılarım olmaktan da çıktı kitap. Şiirleri, yazıları ve onun için yazılanlarla desteklenen bir yaşam öyküsüne dönüştü." Kitapta Behçet Necatigil'in çocukluk yıllarının oldukça sıkıntılı geçtiğini görüyoruz. Ünlü şair annesini çok küçük yaşta kaybetmiş, anneannesi ve babasının evi arasında gidip gelerek büyümüş. Bu dönemin sıkıntıları şiirlerine de yansımış. Bunun da etkisiyle herhalde, özellikle kızlarının çocukluğunda onlarla iyi ilişkiler kurma çabası içinde olmuş. Akşam yemeklerinde onlara kendi uydurduğu masallar anlatmış. Ayşe Sarısayın için Cimbil Fare, ablası içinse Sarman Kedi adında iki ayrı masal kahramanı yaratmış mesela. Sarısayın anıları yazarken babasını bir anlamda yeniden keşfettiğini söylüyor: "Şiirleri baştan sona birkaç kere okumak onları daha anlaşılır kıldı benim için. Gerçek yaşamımızdaki bazı olaylarla, şiirlerini örtüştürebildim. 15 yaşında çok da anlamadığım bir şiiri, aradan çok uzun yıllar geçtikten sonra farklı yorumlayabildim. Onun iç dünyasını galiba biraz daha iyi anlayabildim."
AYRINTILARI YAZIYOR
Anılar, geçmişe dönmek, anımsamak Ayşe Sarısayın'da hiç aklında yokken yazma dürtüsünü oluşturdu. Ardından da öyküleri geldi: "Genelde ayrıntılar beni daha çok ilgilendiriyor galiba. Yaşam çok hızlı akıp gidiyor, görmeden geçip gittiğimiz ayrıntıların önünde biraz duruyor, görünenin ardında neler olup bittiğine bakmaya çalışıyorum. Sıradan yaşamların ardında olup bitenlerin, iç hesaplaşmalarımızın çevresinde dolaşıyorum. Yaşamın içinden, sıradan insanı anlatan öyküler yazıyorum." Ayşe Sarısayın, Necatigil soy adını kullanmamasını ise şöyle anlatıyor: "Necatigil soyadından hep onur duydum. Babamın bir şiiri vardır "Adım" diye; "Adım kimlere verilir/ Yok erkek evladım/Bu soy benimle biter/Geçmişlere verilir". Kitapta da anlatmıştım, bu şiire rağmen Necatigil soyadını kullanmaya devam etmek, hak etmediğim bir şeyi sahiplenmek gibi geldi bana. Bugün de bu düşüncem değişmiş değil." Babasının genç kuşaklarca da tanındığını, izlendiğini söyleyen Sarısayın, bu yüzden de Necatigil isminin yarınlara da kalacağını düşünüyor.
Eylem BİLGİÇ