Umberto
Eco'nun yeni yayımlanan romanı "Sıfır Sayı", İkinci Dünya Savaşı,
oradan da Faşist İtalya yönetimi zamanlarına doğru bir yolculuğa çıkıyor okuru.
Umberto
Eco'dan "Sıfır Sayı"
'Kötü'
gazeteciliğin sonsuz sayılı günleri
Umberto
Eco'nun yeni yayımlanan romanı "Sıfır Sayı", İkinci Dünya Savaşı,
oradan da Faşist İtalya yönetimi zamanlarına doğru bir yolculuğa çıkıyor okuru.
Bu bağlamda Eco'nun okurunu çekmek istediği bilmece ise Benito Mussolini
üzerinde hayat buluyor. Eco okuru, 1992 İtalyası'ndan Mussolini İtalyası'na
doğru sürüklerken ise kötü gazeteciliğin insanları sürüklediği kader gün yüzüne
çıkıyor. İç içe geçmiş pek çok konusunun aynı hat üzerinde toplanarak
yürümesiyle "Sıfır Sayı", pek çok sıfatı üzrinde toplamayı
başarabilmiş Umberto Eco'nun kaleminden çıkabilecek bir roman.
Sanırım
bugünlerde daha iyi anlamaya başlıyoruz dürüst ve güçlü gazeteciliğin önemini.
Ülkece yaşadığımız onca felaketten sonra bu konuda anlatacaklarım belki devede
kulak kalacak ama madalyonun bir de diğer tarafı var ki zaten genelde bu ters
yüzde karşımıza çıkar gerçekler. Madalyonun ön yüzünde gazeteler, gazeteciler;
yaşanan çoğu felaketin başlıca sorumluları. Yaptıkları haberler, yazdıkları
yazılarla bomba patlatıyor, onlarca kişinin kanına giriyor, can alıyor, can
vermeye zorluyorlar insanları bize inatla madalyonun ön yüzünden bakmamızı
isteyenlerce. Madolyonun diğer yüzünü göstermek isteyenlerin akıbetiyse
bugünlerde yaşandığı gibi dayaktan, geçmişte yaşandığı gibi ölümlere kadar
varabiliyor.
Yazık!
Ancak
yaşananların ardındaki gelişmelerle ilgilenmeyi görev bilenler için bunun
hiçbir zaman halka anlatıldığı, gösterildiği gibi işlemediği bir gerçek.
Dürüst gazete
ve gazeteciler yayımladıkları haber ve yazılarla gerçeğin ortaya çıkması için
uğraşırlar ve yaptıkları işler, erk sahiplerinin damarına bastığı, oyunlarını
bozduğu, planlarını karıştırdığı için hakarete maruz kalır, aşağılanır, dövülür
ve öldürülürler. Yani bize anlatılmaya ya da gösterilmeye çalışıldığı gibi
birilerinin yaşamıyla oynadığı veya bir yerlerde bomba patlattıkları için
değil.
BASIN
ÖZGÜRLÜĞÜNÜN BİTTİĞİ YERDE...
Yaşanan
felaketlerin faturasının gazetelere, gazetecilere kesilmeye başladığı yerde ise
basın özgürlüğünün sonu gelmiştir artık. Basın özgürlüğün bittiği yerde de
çıkar gazeteciliğinin önü açılmış olur. Gücün ve güçlünün yanında yer alan,
görevi ise alkışlamaktan ibaret olan bir gazetecilik anlayışı türer ki gerçeği
görebilme ya da gösterebilme noktasında yanlış sularda yüzdüğümüzün resmi
olarak karşımıza çıkarlar.
Yabancı
geliyor mu bunlar size?
Gelmez çünkü
gazeteciliğin Türkiye topraklarındaki kaderinden bahsediyorum.
Bize gösterilmek istenenle aslında yaşananlar arasında dağlar kadar fark var gördüğünüz gibi. Bu söylenenler ise benim yazdıklarımla ortaya çıkmış gerçekler değil. Her zaman söylenenler, daha doğrusu her zaman yaşadıklarımız yukarıda okuduğunuz birkaç cümlede özetlendi sadece. Yani ne Türkiye için taze haber bunlar ne de cümlelere taşınması açısından bir şahanelik arz ediyor. Farklı bir hikâye anlatmıyorum. Hepimiz biliyoruz yaşananları. Hepimiz görüyoruz yaşatılanları. Bu anlattıklarım Türkiye'deki pek çok kimse için bilinen gerçekler. Gazetelerin ve gazetecilerin yaşadığı dün ve bugün sadece klasik bir Türk masalı.
Bize gösterilmek istenenle aslında yaşananlar arasında dağlar kadar fark var gördüğünüz gibi. Bu söylenenler ise benim yazdıklarımla ortaya çıkmış gerçekler değil. Her zaman söylenenler, daha doğrusu her zaman yaşadıklarımız yukarıda okuduğunuz birkaç cümlede özetlendi sadece. Yani ne Türkiye için taze haber bunlar ne de cümlelere taşınması açısından bir şahanelik arz ediyor. Farklı bir hikâye anlatmıyorum. Hepimiz biliyoruz yaşananları. Hepimiz görüyoruz yaşatılanları. Bu anlattıklarım Türkiye'deki pek çok kimse için bilinen gerçekler. Gazetelerin ve gazetecilerin yaşadığı dün ve bugün sadece klasik bir Türk masalı.
Türkiye'de
işler bu raddedeyken dünyadan da zaman zaman böyle haberler almıyor değiliz
elbet. Bu türden ilişkilerin ve ilişkilendirmelerin edebiyata yansımasını ise
çok fazla görmedik. Ancak geçen günlerde yayımlanan tüm dünyanın yakından
izlediği bir isim olan Umberto Eco'nun romanı Sıfır Sayı, gazetecilik temelleri
üzerine kurulmuş çarpıcı bir metin olmakla birlikte, hemen yukarıda andığım
olayların İtalya ayağında yaşananları anlatıyor. Fakat bir Umberto Eco romanından
her zaman fazlasını bekleyeceğini bilir yazarı tanıyan okurlar ki Sıfır Sayı
için de bu değişmiyor ve roman ilerledikçe İkinci Dünya Savaşı, oradan da
Faşist İtalya yönetimi zamanlarına doğru bir yolculuğa çıkıyoruz. Bu bağlamda
Eco'nun okurunu çekmek istediği bilmece, Benito Mussolini üzerinde hayat
buluyor. Eco bizi 1992 İtalyası'ndan Mussolini İtalyası'na doğru sürüklerken
ise kötü gazeteciliğin insanları sürüklediği kader gün yüzüne çıkıyor.
İç içe geçmiş
pek çok konusunun aynı hat üzerinde toplanarak yürümesiyle Sıfır Sayı, tam da
-öğretim üyesi, semiolog, tarihçi, filozof, estetikçi, ortaçağ ve James Joyce
uzmanı gibi- pek çok sıfatı üzrinde toplamayı başarabilmiş Umberto Eco'nun
yazabileceği bir roman olma özelliğini taşıyor.
Üstelik
romanda tüm bunlar, yine Eco'nun ustalık alanlarından kabul edilen polisiye bir çerçevede
veriliyor.
YOZLAŞMIŞ
GAZETECİLİK ANLAYIŞI
Sıfır Sayı'nın
ne olduğunu anlatarak başlayalım işe...
Sıfır Sayı'yı,
gazete ve dergilerin dağıtımına başlanmadan önce yapılan ve hazırlık aşaması
oldukça yoğun geçen, örnek olarak hazırlanmış ve yayının izleyeceği yolu büyük
oranda belirlediği deneme sayıları olarak tanımlayabiliriz kısaca.
Umberto Eco da
romanında, sıfır sayı aşamasını oldukça yoğun geçiren bir gazetenin içine
sokuyor bizi. Ancak bu gazete; yaşananları olduğu gibi gören, haberleri doğru
aktarmaya çalışan ve dürüstlüğü şiar edinmiş bir gazete değildir. Şantajın,
yozlaşmışlığın ve toplumu istediği tarafa çekip yönledirme arayışlarının bir
ürünü olma amacındadır. Arkasında ise çalışanlarının bilmediği ancak tüm
sermaye sahiplerinin tanıdığı bir patronu bulunmaktadır: Commendatore.
Commendatore'nin
amacı daha fazla paraya oynama şansını yakalamaktan başka bir şey değildir.
Romandan kısa bir alıntıyla durumu şöyle özetleyebiliriz: "Commendatore
finansman dünyasının, bankaların ve hatta büyük gazetelerin o güzel salonuna
adım atmak istiyor. Her konuda gerçeği dile getirecek yeni bir günlük gazetenin
vaadi olacağız. On iki adet sıfır sayı çıkaracağız; 0/1, 0/2 gibi düşünün; çok
sınırlı sayıda basılacak, Commendatore bunları değerlendirecek ve sonra kendi
bildiği bazı kişilerin incelemesine sunacak. Commendatore finansman ve politika
dünyasının güzel salonunu rahatsız edebileceğini kanıtladıktan sonra, olasılık
bu güzel salon ona bu düşünceden vazgeçmesini rica edecek, o da gazete
tasarısını bir kenara kaldırıp güzel salona giriş yapma iznini koparmış olacak.
Örneğin büyük bir günlük gazetenin, bir bankanın, önemli bir televizyon
zincirinin yüzde iki hissesi denebilir buna."
Büyük patronun
bu işin başına getirdiği isim ise Simei adında, o güne kadar "erkek
dergileri" gibi basit işler dışında pek önemli işi olmayan biridir. Simei,
bu şantaj gazetesini çıkaracak kadroyu oluşturacak ve patronuna en iyi hizmeti
sunacaktır. Ancak bunun dışında bir amacı daha vardır Simei'nin: Bir kitap...
"Bir
gazetecinin anıları, asla çıkmayacak olan bir günlük gazetenin hazırlanışıyla
geçen bir yılın öyküsü. (...) Kitap benim imzamla çıkacak ve siz kitabı yazıp
bitirdikten sonra ortadan kaybolacaksınız."
TAM BİR
"KAYBEDEN"
Simei'nin
burada "siz" diye seslendiği kişi; romanın esas oğlanı Colonna.
Tüm bir romanı
onun gözünden izliyoruz ve aynı zamanda anlatıcımız kendisi. Colonna'nın bu
gazete ve Simei'nin imzasıyla çıkacak kitap için seçilmesinin nedeni ise
kahramanımızın; "Paolo Villaggio'nun Canavarımsı Kültür diye nitelediği
alanda" her türlü işi yapmış olması. Çeviri, edebiyat dergilerine yazılar,
gölge yazarlık, özel öğretmenlik, düzelti, hiç yayımlanmayacak romanlar için
raporlar hazırlamak, tiyatro eleştirileri... Listeyi biraz daha uzatmak mümkün
ancak kahramanımızın nasıl bir çemberin içinden geçtiğini görebilmek adına bu
kadarı yeterli sanıyorum. Ancak Colonna'nın bir sorunu vardır. Kendisini tam
bir "kaybeden" olarak tanımlar ve 50'sine gelmesine rağmen hiçbir
dala tutunamamakla hayıflanır. Simei'nin çıkaracağı gazetede, yazı işleri
müdürlüğüne benzer bir pozisyonda iyi paralı bir iş, yaşamının bu ilerleyen
safhasında kendisi için kaçırılmaz bir fırsattır ve Colonna da bunu
değerlendirir.
Ancak hikâye
bu ya, işler hiç kimsenin istediği gibi gitmeyecektir. Rayında gitmeyen işler
üzerinden ise Umberto Eco'ya bu yozlaşmış gazetecilik anlayışını eleştirecek
özel malzemeler çıkacaktır.
"MUSSOLİNİ
HÂLÂ YAŞIYOR OLABİLİR Mİ?"
Fakat romanın
bir yüzü daha var ki bu yüzde okurlar, çok farklı bir çemberin içine daha
çekiliyor. Romanın polisiye boyutu da tam bu noktada etrafımıza sarmalanmaya
başlıyor. Gazete çalışanlarından birinin araştırdırdğı konu, Simei'nin
çalışanlarını olduğu gibi okurları da heyecanlı bir maceraya sokuyor.
Gazetecinin
ardını kovaladığı soru aslında oldukça şaşırtıcı: "Benito Mussolini hâlâ
yaşıyor olabilir mi?"
Bu zihin
bulandıran soru çevresinde araştırmalarını sürdüren gazeteci Braggadocio,
karşısına çıkan duvarları bir bir yıkacak ve sorunun yanıtına ulaşabilmek için
canla başla çalışacaktır. O, bu iş için çalıştıkça da bilinmeyen odaklar
harekete geçecektir.
6 Haziran 1992
Cumartesi sabahı saat 8'de başlayıp 11 Haziran 1992 Perşembe günü bitecek bir
kaçış hikâyesi aslında Sıfır Sayı. Ancak bizi bu kaçışın ardındaki sebepler
ilgilendiriyor daha çok ve Eco da okurlarının bu merakına cevap verip tüm her
şeyin başlangıcı olan 6 Nisan 1992 Pazartesi gününden itibaren tüm yaşananları
anlatmaya başlıyor. Eco'nun hikâyesini anlattığı bu üç aylık süre ise gizli
odakların neler, kimler olduğunu anlayabilmek için bize yeterli nüveyi veriyor.
İtalya'da Gladio davalarının görüldüğü yıl 1992 ve tüm dünyayı sarsan ilişkiler ağı bu davayla ortaya çıkmıştı. Sıfır Sayı da tüm kapıları açıp bu çetrefil davanın duvarına dayanıyor ve Eco, bu duvarın önünde tüm maharetin sergiliyor.
İtalya'da Gladio davalarının görüldüğü yıl 1992 ve tüm dünyayı sarsan ilişkiler ağı bu davayla ortaya çıkmıştı. Sıfır Sayı da tüm kapıları açıp bu çetrefil davanın duvarına dayanıyor ve Eco, bu duvarın önünde tüm maharetin sergiliyor.
Yazının
başlarında şöyle demiştim: "Sıfır Sayı tam da Umberto Eco'nun kaleminden
çıkabilecek bir roman."
Bunu sadece
karmaşık ilişkiler ağının yönetilmesi anlamında değil, romanın içinden geçen
kültürel bağlamları da kastederek dile getirmiştim. Sıfır Sayı, Milano'da
geçiyor ve romanın kahramanları Milano caddelerinde boy gösterirken okurlar da
o caddelerde hâlâ yaşayan tarihin, sanatın izlerini sürüyor. Bu bağlamda Sıfır
Sayı, Eco'nun üzerinde topladığı tüm sıfatların hakkını verdiği bir roman.
Bir diğer yandan ise Eco'nun bugüne en yakın romanı Sıfır Sayı. Daha öncesinde yayımlanmış Kraliçe Loana'nın Gizemli Alevi ile açtığı İkinci Dünya Savaşı defterine, farklı bir bağlamla yeni bir pencere ekliyor Eco.
Tüm bunların yanında Sıfır Sayı'nın "öğretici" bir roman olduğunu da söyleyebiliriz.
Bir diğer yandan ise Eco'nun bugüne en yakın romanı Sıfır Sayı. Daha öncesinde yayımlanmış Kraliçe Loana'nın Gizemli Alevi ile açtığı İkinci Dünya Savaşı defterine, farklı bir bağlamla yeni bir pencere ekliyor Eco.
Tüm bunların yanında Sıfır Sayı'nın "öğretici" bir roman olduğunu da söyleyebiliriz.
Bu aslında
önemli edebiyat yapıtlarında pek de aranmayan hatta hoş karşılanmayan bir
özellik; farkındayım ancak Eco'nun öğreticiliğinin farklı olduğunu vurgulamak
gerek. Nasıl ki kötü romanlardan "bir kurmaca metnin nasıl kurulmaması
gerektiğine dair" önemli dersler çıkarabiliyorsak aynı şekilde kötü
gazeteciliğin bize gösterilmesiyle iyi gazeteciliğin nasıl olması gerektiğine
dair de önemli saptamalara sahip oluyoruz romanla birlikte. Yani Umberto Eco,
gözümüzün içine sokarak bir şey dikte etmeye kalkmıyor Sıfır Sayı'nın sınırları
dahilinde. Kötü işin kötülüklerini roman kahramanları üzerinden vererek iyinin
önemine vurgu yapıyor ki bunun, romanın hanesine yazılması gereken önemli bir
puan olarak almak gerekir. Çünkü Eco'nun Sıfır Sayı'da adımını attığı ve roman
içinde tartıştığı konular, çok yakın bir geçmişe dayanması nedeniyle yansız
durulması biraz sıkıntılı. Ancak Eco'nun ustalığı işte bu noktada devreye
giriyor ve üzerine konuşulması zor olan bu konuları, kıvrak hamlelerle dile
getirmeyi başarabiliyor.
erayak@cumhuriyet.com.tr
Sıfır Sayı/ Uumberto
Eco/ Çeviren: Eren Yücasan Cendey/ Doğan Kitap/ 176 s.